Anasayfa Makale Yazar Köşeleri Genç Nüfus, Boş Nüfus?

Genç Nüfus, Boş Nüfus?

TuğlaNe zaman yeni bir firma ülkemize giriş yapsa, düzenlenen lansmanda CEO’nun konuşması hep aynıdır “Türkiye’deki genç nüfus bizi heyecanlandırıyor”. Sonra basının konuyla ilgili yazılarını görürüz: “X firması Türkiye’deki genç nüfusun potansiyeline övgüler yağdırdı.” Söz konusu genç potansiyelin neler başaramadığını Üniversitede okuduğum yıllarda gayet güzel gözlemlediğim için şunu samimiyetimle söyleyebilirim ki firmalar Türkiye’deki genç nüfustan bahsederken onlardan potansiyel birer çalışan, üretici veya geliştirici olarak bahsetmiyor. Firmaların aslında üstü kapalı söylemek istedikleri şey, ürünlerini tüketmeye hazır yeni ve taze müşteri kitlesi.

Yazıyı yazmamdaki en büyük nedenlerden birisi TÜGİAD tarafından gönderilen basın bülteni oldu. Türkiye Genç İş Adamları Derneği’nin yolladığı bültenin başlığı aynen şu şekilde: “10 milyon Türk internette okey oynuyor.” 10 milyon rakamı, bana sorarsanız Türkiye’de internete giren genç nüfusun neredeyse tamamını kapsıyor. İşte bu genç nüfusun teknolojiyi kullanma amacı okey, tavla ve batak oynamak. Yani yıllardır ülkemizdeki  kahvehane manzarasının aslında ülkemizdeki internet ile pek de değişmediğini görüyoruz. Bir zamanlar kahvehanede oyun oynayan gençler, teknolojinin gelmesiyle artık bunu internette gerçekleştiriyorlar.

Bu 10 milyonluk kesimin üniversite mezunu olmayan genç işçiler -ya da işsizler- olduğunu düşünebilirsiniz. Ama bana sorarsanız bu tahmininiz yakınından bile geçmiyor. Üniversite öğrencileri, duvardaki bir tuğladan farksız. Basit bir örneği kendi okulumdan vermek istiyorum. Aslında Almanca Öğretmenliği bölümü okumuş, fakat teknolojiye olan merakımdan ötürü kendimi bilişim sektöründe bulmuş birisiyim. Gerçekten mesleğimi yapmak isteseydim, bu zaten imkansızdı. Yabancı dile önem verilmeyen ülkemizde, bu yıl sadece 3 Almanca öğretmeninin atandığını hesaba katarsak bunun imkansız olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yok. Ülkemizdeki üniversite sayısını ve her yıl bu bölümlerden mezun olan Almanca öğretmeni sayısını hesaplamak için matematikçi olmaya da gerek yok. Ama işin ilginç kısmı burada başlıyor işte. 30 mevcutlu sınıfımızda herkes Almanca Öğretmeni olmak istiyordu. Bir yandan devleti ve maaşları eleştirirken öbür yandan “devlete kapak atmak” deyimini diline dolamış bir gençlikten bahsediyoruz burada. Bu gençliğin mezun olduktan sonra yapacağı tek şey var, okey oynamak.

Bültene dönecek olursak tek vahim haberin 10 milyon gencin okey oynaması olmadığını görüyoruz. İkinci fiyasko “Avrupa’daki 25 ülkede bilişim okuryazarlığı konusunda yapılan araştırmada, Türkiye’nin son sırada yer aldığı” gerçeği. Hep söylediğim bir söz var: “USB belleği sokacağı yeri bildiği için kendini bilgisayar gurusu zannedenler.” Maalesef böyle bir kesim var. Sadece bir program kurmayı öğrendiği için, ya da yapımında 10 kişilik bir ekibin çalıştığı Crack dosyasını doğu klasöre kopyalamayı başardığı  için madalya takılmasını bekleyen bir kullanıcı kitlesi mevcut. Bilişim okuryazarlığı konusunda daha iyi bir sırada olmamızı bekliyorduysanız şu gerçeği kabullenmeniz gerek: bilişim okuryazarı olmak için “bilgisayardan anlamak” yetmiyor.

Mynet’in Türkiye’nin en çok ziyaret edilen 11. sitesi olması, internet kullanıcısı gençliğin büyük kısmının neyle ilgilendiğini zaten açıkça ortaya koyuyor. Peki 10 milyon genç okey oynarken, ülkemizdeki 10 milyon çocuk internette ne yapıyor? Bültende onların da online oyun oynadığı belirtiliyor, ya da en azından ben öyle anlıyorum. Oynayan çocukların %99’unun adını bile telaffuz edemediği Knight Online, ülkemizde en çok oyuncusu olan oyundu. Metin 2, Wolfteam ve Point Blank gibi daha birçok oyunu bu listeye ekleyebiliriz. Tarayıcı tabanlı oyunları listelersek zaten yazıda başka bir şeye yer kalmayacaktır. Facebook oyunlarını ise söylememe gerek yok, zaten her gün gelen isteklerden dolayı oyun bloklamaktan bıktınız.

Bülteni incelemeye devam ediyoruz. Şu kısım dikkatimi çekiyor: “Bir zamanlar home office çalışmayı küçümsüyorduk. Ama artık insanlar evlerinde çalışıyor, oyunlar üzerine yazılımlar üretiyor, yattıkları yerden milyar dolarlara ulaşan rakamlarda paralar kazanıyorlar. Zamanında bilişime yatırım yapan ülkeler  de bugün karşılığını alıyor. Kore’nin milli geliri 1960’da Türkiye’nin yarısıydı. Şimdi sadece Samsung’un cirosu Türkiye’nin toplam gelirinden fazla’’. Güney Kore, “ilginç” bir ülke,  50 milyon nüfuslu bu ülkenin sadece bir firmasının gelirinin neredeyse iki katı nüfusa sahip ülkemizin gelirinden fazla olması, nüfusun niceliğininz değil niteliğinin öneminin en büyük göstergesidir. Tabii esas mesele kaç çocuk yaptığınız değil, çocuğu düşünüp araştırabilen ve sorgulayabilen bir birey olarak yetiştirebilmek. Aksi takdirde tek işi tuğla yetiştirmek olan eğitim sistemimiz bu bireyleri de harcayacak ve “okeye dördüncü” yapacaktır.

Bültenin devamında bilişim okuryazarlığını test etmek için ufak bir de test yer alıyor. Ben bu testi ülkemiz internet kullanıcıları adına dolduruyorum:

1- İstenmeyen mesajları engelleyebiliyor musunuz?

Hayır, bunun yerine sadece eşe dosta yakınıyoruz. Bazen de firmayı mahkemeye vermekle tehdit ediyoruz.

2- İnternet güvenliğini sağlayacak bilgilere erişebiliyor musunuz?

Hayır. Bu yüzden halen yarımızdan fazlası XP kullanıyor ve bundan vazgeçmeyi de düşünmüyor. Tamirci ne kurarsa onu kullanırız, kim uğraşacak di mi?

3- Kullandığınız web sayfalarını sık kullanılanlara ekleyebiliyor musunuz?

Ne gerek var ki? Her defasında Google’a yazıp öyle giriyoruz siteye.

4- Sosyal paylaşım ağında profilinizdeki gizlilik ayarlarını değiştirebiliyor musunuz?

Off, bu African Mango’yu nası silcez yaaa!

5- İnternet sitesinde erişilen bilgilerin doğruluğunu başka kaynaklarla test edebiliyor musunuz?

Tabii ki hayır. Her yazılana inandığımdan haftalardır Contorium elementini araştırıyorum. Sen şimdi HAARP’ı da bilmiyorsundur.

6- Sörf geçmişini silebiliyor musunuz?

Kökten çözüm uyguluyorum. Haftada bi’ format attırıyorum 50 liraya.

7- İstenmeyen, spam e-postalarını engelleyebiliyor musunuz?

Ben hala Outlook.com’a geçmedim sen neden bahsediyorsun?

8- Filtre ayarlarını değiştirebiliyor musunuz?

Valla yasaklı siteleri soruyosan,  girmek için tünel midir nedir, onu kullanıyoruz işte.

Bültene dönecek olursak şu cümle ile devam etmek istiyorum: “Kamu personeli alımında da bilişim okuryazarlığı standart şartlar arasına alınmalı.’’ Kamu personelinin bilişim okuryazarlığı dendiğinde aklıma gelen manzara komik.

Peki bu sorunu çözmek ve üretebilen bireyler yetiştirmek için ne yapmalıyız?

Öncelikle Üniversitelerin Bilgisayar Mühendislikleri bölümlerindeki müfredatın baştan aşağıya değişmesi, hatta bununla birlikte öğrencilere hala 1980’in programlama dillerini öğreten eğitimcilerin de değişmesi gerek. Bunu söylediğimde bana her zaman şöyle bir cevap verilmekte: “Programlama, programlamadır. Biz mantığını öğretiyoruz, öğrenci daha sonra diğer dilleri kolayca öğrenebilir.” İyi ama böyle bir öğrenci yetiştirmiyor ki sistem. Sistem, üniversitede önüne ne konulursa onunla yetinen, dersten çıktıktan sonra beynini çantasında bırakan bireyler üretiyor. Dersten çıktıktan sonra “Şunu da öğreneyim, yeni bir dil çıkmış, ona da bakayım!” algısı yok.

Diyelim ki es kaza kafanız çalıştı ve araştırmak istediniz. Bunun için gerekli olan şey internet. 2005 ila 2009 yılları arasında eğitim gördüğüm Trakya Üniversitesinde kablosuz internete girmek imkansızdı. İnternete ancak internet kafeden girebiliyordunuz. O da kafede oyun oynamak isteyen “üniversite öğrencisi” genç nüfustan yer bulabilirseniz. İnternete girmek için bir başka alternatif ise üniversitenin kütüphanesiydi. Burada çalışan devlet memuresinin sıra olmadığı halde 1 saat internet kullandıktan sonra öğrencileri kovduğunu söylersem, devletin araştırmacı öğrenci yetiştirme politikası hakkında daha iyi fikir edinmiş olursunuz sanırım. Neyse ki burada çalışma fırsatı bulup memureyi dönemin kütüphane müdüresine şikayet etmiş ve başka departmana alınmasını sağlamıştım. Karanlığa küfretmek yerine bir mum yakmak bu olsa gerek.

Çok farklı konulara değindiğimin farkındayım fakat genel olarak anlatmak istediğim konu, çocuklarımızın beyinlerini gereksiz bilgilerle doldurmak ve bu bilgileri beyinlerine bir çivi gibi çakarken verilen bilgileri sorgulamalarını engellemek, daha en başta sorgulamayan bireyler yetiştirmemize neden oluyor. Avrupa Birliğinde çocuklara uygulanan zorunlu dogmatik eğitiminin çocuk istismarı olarak kabul edilmesi söz konusu iken, ülkemizde bu tür eğitimin gün geçtikçe daha fazla artması gerçekten düşündürücü. Gerçek anlamda düşünen ve sorgulayan bireyler yetiştirmek için artık bazı konuları aşmamız gerektiğine inanıyorum.