Anasayfa Makale Teknoloji ve Bilim Nasıl Doğdu? Nasıl Gelişti?

Teknoloji ve Bilim Nasıl Doğdu? Nasıl Gelişti?

Bilim Tarihi

Teknoloji ve bilim, farklı disiplinleri barındıran ancak birbiri ile paralellik gösteren iki farklı daldır. Bahsi geçen bu iki dal, insanlığın ortaya çıktığı ilk tarihlerden itibaren gelişmeye başlamış ve insanlık var oldukça bu gelişimini devam ettirmiştir. Biz de bu makalemizde, teknoloji ve bilimin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını, farklı medeniyetlerde nasıl geliştiğini inceleyeceğiz.

Teknoloji ve bilim ne zaman ortaya çıktı?

Teknoloji ve bilimin ortaya çıkışı hakkında kesin bir tarih belirlemek zordur. Öyle ki, modern insanın var olduğu zamanlardan bu yana, bu iki kavram ortaya çıkmış ve gelişmeye başlamıştır. Pek tabii, bu kavramların gelişiminde insan yaşantısının gereksinimlerinin temel sebep olduğunu söyleyebiliyoruz. Modern insan olarak nitelendirebileceğimiz, iki ayak üzerinde ayakta durabilen insanın var olması ile yeni bir döneme geçiş yapılmıştır. Dört ayak üzerinde duran canlılardan farklı olarak, insanların elleri serbest kalmıştır. Serbest kalan eller, beslenme ve barınma ihtiyacının neticesinde gelişmeye başlamıştır. Bu noktada, modern insanların yaşadığı gelişim sürecinin, yalnızca fiziksel bir gelişim olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmekte fayda var. Zira, fiziksel gelişime paralel olarak zihinsel gelişim de bu sürecin bir parçası olmuştur. Zihinsel ve fiziksel gelişim süreci ise bilim ve teknolojinin gelişim sürecinin başlangıcını teşkil etmektedir.

Şamanizm

Teknoloji ve bilimin gelişimi nasıl başladı?

Bugün tarihi dönemlere göz attığımızda, kabaca yazının icadının (kaldı ki yazının icadı da önemli bir teknolojik gelişmedir) öncesinde yaşanmış olan dönemi biz “Tarih Öncesi Çağlar” olarak isimlendirmekteyiz. Modern insanın var olduğu ve medeniyetini geliştirmeye başladığı en uzak dönemi ise İÖ 600.000 yılına kadar götürebiliyoruz. Bu dönem, Paleolitik Çağ olarak adlandırılmaktadır.

Bir önceki soruya verdiğimiz cevapta bahsettiğimiz insan gelişimi, tam da bu dönemde göze çarpmaktadır. İnsanlar bu dönemde, mağaraları ve ağaç kovuklarını barınma yerleri olarak kullanırken, geçimlerini de avcılık ve toplayıcılıkla sürdürmüşlerdir. Avcılığın mümkün olabilmesi için de av aletlerine ihtiyaç duyulmuştur. İşte bu en ilkel av aletlerinin üretilmesi, teknolojinin başlangıcı için ilk adımlar olarak belirlenebilir. Doğada bulunan taşların sivriltilmesi ve keskin hale getirilmesi ile ortaya çıkan ilk av ürünleri, insanlık tarihinin ilk teknolojik ürünleridir.

Teknolojinin bu şekilde doğuşu ile birlikte, artık hiçbir zaman duraksamayacak ve sürekli olarak gelişecek yeni bir kavram da insan yaşantısının tam merkezinde kendine yer bulmuştur. Devam eden süreçlerde yeni teknolojik aletler de gün yüzüne çıkmıştır. Mezolitik Çağ’a geldiğimiz vakit, taşların artık yalnızca sivriltilmesi ve keskinleştirilmesi söz konusu değildir. Yontulan taşlar ile yeni ürünler ortaya konulmuştur. Ayrıca, yine bu dönem içerisinde ateş keşfedilmiştir, ki bu keşif, insanlık tarihinin en büyük keşiflerinden biridir.

Neolitik

Teknolojinin gelişimi konusunda, insan yaşantısının ihtiyaçlarından bahsettik. Peki, bilim nasıl gelişti? Teknoloji ve bilimin ortaya çıkışı ve gelişimi konusu inceleniyorsa, teknoloji ve bilim kavramlarının bugün bizlere ifade ettiği anlamlarından biraz da olsa uzaklaşmamız gerekiyor. Zira, bugünkü modern teknoloji ve bilim, bahsettiğimiz dönemlerden başlayarak ve son yüzyılda hızlı bir şekilde gelişerek bildiğimiz noktaya gelmiştir.

İlkel teknoloji ve bilim ise bugünkünden çok daha ufak çaptadır. Bilimin gelişimine de bu doğrultuda göz atmamız gerekmektedir. Öyle ki, bilimin ortaya çıkışı insanların doğada birlikte yaşaması ile mümkün olabilmiştir. Bu şekilde serbest halde yaşayan insan toplulukları, doğada meydana gelen birtakım olayları açıklayabilmek için çeşitli fikirler ortaya atmışlardır. İşte ortaya atılan bu fikirler, bilimin de doğuşudur. Zira, biz bu fikirlerin hepsini hipotezler olarak nitelendirebiliriz. Daha sonra bu hipotezler, gözlemler aracılığıyla doğrulanacak veya yanlışlanacaktır. Yaşanan bu süreç, bugünkü anlamıyla bile bilimsel bir süreç olmakla beraber ilk bilim faaliyetleri olması bakımından dikkat çekicidir. Örneğin, doğada insanlar şimşek çakması ve yıldırım düşmesi olayıyla karşılaştıklarında, bu doğa olaylarının sebeplerini bulmak için ortaya fikirler atmışlardır.

İlkel dönem toplumlarında, bu gibi doğa olaylarının sebepleri konusunda fikir birliğine varılan ortak kanı ise bu olayların tanrılar tarafından gerçekleştirildiği düşüncesidir. Böylelikle, bilim ve inanç sistemleri birbiriyle paralel olarak gelişmiştir. Neolitik Çağ ile birlikte insanlar, tarımsal faaliyetlere girişmişler, tarımsal faaliyetleri gerçekleştirebilmek için tarım ürünleri icat etmişler ve böylece teknolojik gelişimi devam ettirmişler, aynı zamanda toprağın tohumu alarak kendilerine yenilebilir yeni bir ürün vermesini, kendi doğum süreçlerine benzetmişler ve toprağı kadın tanrıça olarak nitelemişlerdir. Gerektiği zaman güneşini sunarak kendilerini ısıtan, gerektiği zaman da yıldırım düşürerek ve şimşek çakarak öfkesini belli eden gökyüzü ise erkek tanrı olarak betimlenmiştir. Bundan sonra yaşanan tüm doğa olayları, işte bu inanç sistemi ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bu açıklamalar da bilimin doğuşu olarak ifade edilmektedir.

Teknoloji ve bilimin gelişimi nasıl devam etmiştir?

Aslında bu soru, bahsettiğimiz zamanlardan bugüne kadar uzanabilecek bir zaman sürecini içerisine alan kapsamlı bir sorudur. İnsanlar, ilkel olarak başladıkları teknolojik faaliyetleri ve bilimsel süreçleri zaman içerisinde geliştirerek yeni noktalara ulaşmışlardır. Bu noktada, içerisinde yaşanılan zamanın şartları, insanların birbirleriyle olan yaşama alışmaları ve farklı kültürlerle temasları da etkili olmuştur. Bizim Bakır Çağı olarak bildiğimiz Kalkolitik Çağ’da, artık şehir yaşamı da kendini göstermeye başlamıştır.

Şehir yaşamının olduğu yerde, tarımsal faaliyetlerden söz etmek mümkündür. Yaşanılan coğrafyanın şartları, bu tarımsal faaliyetlerin niteliğini belirlemektedir. Sürekli olarak değişen şartlar, sürekli olarak değişen teknolojik gelişmelerin önünü açmıştır. Aynı zamanda, ortaya çıkarılan yeni madenler ile artık savaş aletleri de yapılmaya başlanmış, bu durum devletlerin ortaya çıkışına sebep olmuştur. Öyle ki, Kalkolitik Dönem’de şehirlerin etrafı surlarla kapatılmaya başlanmıştır. Surların ortaya çıkışı, mimari alanda bir teknolojik gelişim olarak nitelendirilebilir. Sur ihtiyacının mevcudiyeti ise savaşlardan korunma düşüncesi ile açıklanabilir. Böylelikle teknolojik gelişim, savaş teknolojisi alanında da kendini göstermeye başlayacaktır. Örneğin, savaş aletlerinde demirin kullanılmaya başlanması, savaş teknolojisi alanında önemli bir gelişmedir. Tarihsel süreçler de bu gelişmelerden bağımsız olarak ele alınamaz. Öyle ki, teknolojinin gelişimi ile şehir devletleri güçlenmiş ve daha o zamanlarda güçlü krallar ve krallıklar ortaya çıkmıştır.

Paleolitik

Yerleşik yaşamın güçlenmesi, var olma mücadelesinin çetinleşmesi ile birlikte insanların ihtiyaçları da yeniden şekillenmeye başlamıştır. İlk uygarlıkların bulundukları coğrafyalarda dikkat çeken ilk unsur, sudur. Tarım toplumları, uygarlıklarını suyun bulunduğu yerlerde kurmuşlardır. Ancak, su kenarlarında kurulan uygarlıklar için su her ne kadar bir nimet olarak görülse de, bazı durumlarda büyük felaketlerin de baş sebebi olacaktır. Nehirlerin taşması ile görülen sel felaketleri, tarım ürünlerine, barınaklara ve canlı cansız tüm varlıklara zarar vermiştir. Bu felaketlerin önüne geçebilmek için ise gözlem yapmak ihtiyacı doğmuştur. Bu gözlemlerin neticesinde faydalı sonuçlara ulaşmak düşüncesi ile girişilen faaliyetler de pek tabii bilimsel faaliyetlerdir. Bilim, yine insanların ihtiyaçları doğrultusunda ortaya yeni fikirler atılması yöntemiyle gelişimini sürdürmüştür.

Sonuç olarak insanlığın var olduğu ve uygarlığını kurmaya başladığı ilk dönemlerde ortaya çıkmış olan teknoloji ve bilim, tarih boyunca çeşitli ihtiyaçlar doğrultusunda gelişimini devam ettirmiştir. Bu gelişim süreci, bazı zamanlarda oldukça hızlanmış, bazı zamanlarda ise çeşitli sebepler ile yavaşlamıştır. Hatta, bazen durma noktasına kadar gelse de hiçbir zaman gerilememiş, yönü hep ileriye doğru olmuştur. Yazılı kaynaklarına ulaşabildiğimiz ilk toplumlar olan Mezopotamya toplumları ile başlayan süreç, bugün bildiğimiz, içinde yaşadığımız toplumlarda da halen devam etmektedir. Ayrıca insanlık var olmaya devam ettikçe bu gelişim de insanlığın merkezinde olmaya devam edecektir.