Daha önce Final Fantasy 16’yı PlayStation 5 platformunda oynamış ve tüm ana ve yan görevleri bitirmiş biri olarak bu incelemeyi kaleme alıyorum. Yani işin özetinde Final Fantasy 16 belli önemli eksikleri olsa da, harika boss savaşları ve temasıyla sevdiğim oyunlardan biri.
Öncelikle Valisthea dünyası, Game of Thrones kadar kasvetli hissettiriyor. Ki zaten Creative Studio bunu amaçlamış. İkisi de Orta Çağ benzeri, soyluların güç için savaştığı ve vatandaşlarının refahına acımasızca yaklaştığı dünyalar. Ayrıca her ikisi de yaklaşan bir kıyametle yüzleşiyor—Final Fantasy 16’nın durumunda, dünyadan hayatı ve büyüyü emerek onu yavaşça tüketen ve çorak bırakan bir kuraklık başrole oturuyor. Oyunda bu çoraklaşmaya Blight adı veriliyor.
Vatandaşların refahı demişken bunu da açalım. Kristallerin yardımı olmadan büyü kullanabilenler, “Bearer” olarak damgalanıyor—köle olarak çalışmaya ve çamaşır kurutmak gibi önemsiz görevleri yetenekleriyle yapmaya zorlanıyorlar. Ancak seçilmiş birkaç kişi “Dominant” olarak tanınıyor ve Shiva ve Titan gibi tanrısal varlıklar olan Eikon’lara dönüşebiliyorlar.
İçine kapanık ana karakter Clive, yıllar önce küçük kardeşi—Ateş Kuşu Phoenix’in Hakimi—Joshua’ya ne olduğunu keşfetmek için bu karmaşık dünyada kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Neden içine kapanık ve biraz “suratsız” olduğunu zaten oyunun ilk dakikalarından anlamaya başlıyorsunuz. Yine de PC oyuncuları bu oyunu ilk kez deneyimleyeceği için elbette spoiler vermeden devam edeceğim. Tesadüfi bir karşılaşmanın ardından, Bearer’ları özgürleştirmek ve kendi Eikon yeteneklerini kontrol altına almak için çalışmaya başlıyor. Ölüm ve umutsuzluk karşısında intikam ve kişisel gelişim üzerine kurulu bu hikâye, Clive’ın acı dolu homurtularını mükemmel bir şekilde canlandıran oyuncu Ben Starr sayesinde hayat buluyor. Ben Starr’a burada parantez açmak istiyorum çünkü gerçekten de çok başarılı bir iş çıkarmış. Onun performansı benim için de sürpriz oldu çünkü ilk oynadığımda FF16’yı Japonca dublaj ile bitirmiştim.
Daha da etkileyici olanı ise Ramuh’un Hakimi Cid’i canlandıran Ralph Ineson. İkili, tehlikeli vahşi yaşam ve düşman askerleri arasında sık sık şakalaşmalara giriyor, dostlukları oyunun ilk yarısında bir tür “bromance”e dönüşüyor. Ayrıca yolculuğunuz boyunca Charon gibi unutulmaz NPC’lerle de karşılaşıyorsunuz. Genel olarak FF16’da karakterler çok eğlenceli ve her birinin arka planını genelde merak ediyorsunuz.
Çoğu karakter benzer derinliklere sahipken, kadın başroller erkeklere kıyasla boşa harcanmış gibi hissediliyor ve klişeleşmiş arketiplere düşüyorlar. Clive ve Joshua’nın saf kan soyları dışında hiçbir şeyi umursamayan anneleri, bir erkeğin hikâyesini ilerletmek için ölen güçlü Garuda’nın Hakimi Benedicta ve tüm gücüne rağmen büyük ölçüde yardıma muhtaç kız rolünü oynayan Shiva Dominant’ı ve Clive ile Joshua’nın çocukluk arkadaşı Jill. Daha az karakter odaklı bir oyunda bu kadar fark edilmeyebilirdi, ancak özellikle Jill o kadar arka planda kalmış ki, inanılmaz şaşırdım.
Yine de, bir topluluk olarak gerçekten işe yarıyorlar; Clive ve uyumsuz grubunun gelişen dostluğu, oyunun hikâyesine etkileyici bir duygusal temel sağlıyor. Sırf her karakter hakkında daha fazla şey öğrenmek ve aralarındaki bağları derinleştirmek için önemsiz yan görevleri bile tamamlarken buluyorsunuz kendinizi.
Valisthea’nın hikâyesi, onu gerçek ve işleyen bir yer gibi hissettirmeye yardımcı olurken, aynı zamanda bomboş. Harita, birkaç bölgeden oluşuyor ve oyunun büyük bir kısmını merkez sığınağınızdan oraya buraya gidip gelerek geçiyorsunuz. Keşif sınırlı ve ana yolun dışına çıkmak için pek bir teşvik de sunamıyor. Bunu yapmanın ödülleri genellikle minimal ve bazı küçük karakter anlarını içeren yan görevler olsa da, aslında yaptığınız şey büyük ölçüde süslü getir-götür görevlerinden ibaret. Ayrıca, normalde renk katan birçok geleneksel Final Fantasy unsuru eksik—Chocobo ve Moogle’lar var ama mini oyunlar yok ve mevcut seri referansları o kadar ince ki sadece benim gibi serinin çoğu oyununu oynayan hayranlar fark edebilir bu göndermeleri. Ha buradan yan etkinlikler gereksiz gibi bir anlam çıkmasın. Aksine Clive’ı geliştirmek için yan görevler çok ama çok önemli. Keşke daha eğlenceli olsalarmış.
FF16, FF7 remake’leri gibi önceki serilerin sıra tabanlı sistemlerini tamamen bırakıyor ve tamamen gerçek zamanlı aksiyon dövüşüne yöneliyor. Benzer bir yöne işaret eden 15 ile karşılaştırıldığında bile, tipik bir JRPG’den çok tam anlamıyla bir dövüş oyununa daha yakın. Yakın dövüş ve menzilli saldırıların bir kombinasyonunu, ayrıca kendi zevkinize göre karıştırıp eşleştirebileceğiniz üç set güçlü Eikon yeteneğini kullanabiliyorsunuz. Ateşli bir atılımla arayı kapatmak ve ardından kanatlı bir üst vuruşla devam etmek veya mükemmel yerleştirilmiş bir yıldırım patlamasıyla kalabalıkları alt etmek inanılmaz tatmin edici. Mekanik olarak geleneksel bir Final Fantasy gibi hissettirmiyor. Daha çok Devil May Cry oynuyormuşsunuz gibi. Ki böyle olması son derece doğal çünkü FF16’yı DMC5’in yönetmeni yönetiyor.
Oyunun büyük bir kısmını temel düşmanları ve ara sıra daha zorlu canavarları keserek geçireceksiniz, ancak diğer Eikon’larla yapılan boss savaşlarında oyun gerçekten parlıyor. Her biri manzarayı değiştiriyor ve devasa ölçekte saldırılarla sizi ekrana kilitliyor, en sonunda da eikon formları arasında bir tür kaiju savaşına dönüşüyor.
Bu savaşların büyük ölçeği, dramatik müzik yükselirken ve Clive dağ büyüklüğündeki ellerden kaçarken veya uzayda bir çatışmaya girerken inanılmaz gaza geliyorsunuz. FF14 oyuncuları bazı yeniden kullanılan dövüş mekaniklerinde biraz şaşırabilir, ancak bu, iki geliştirme ekibinin birçok personeli paylaştığı göz önüne alındığında sürpriz olmamalı. Masayoshi Soken da her iki oyunun müziklerinden sorumlu, bu da klasik Final Fantasy temalarının rock ve nabız hızlandıran elektronika ile etkileyici bir karışımına yol açıyor.
Eğer aksiyon sizin tarzınız değilse, hikâye odaklı bir zorluk modu ve Clive’ın karmaşık komboları kolaylıkla yapmasına veya saldırılardan kaçınmasına yardımcı olacak aksesuarlar mevcut. Ancak zorlu bir deneyim arıyorsanız, oyunu bir kez tamamlayarak çok daha zor olan Final Fantasy modunu açmanız gerekecek… veya bu süreci atlamak için modlara göz atabilirsiniz. Ben oyunu bir kez daha normalde bitirmek istiyorum çünkü DLC’ler için özellikle PC portunu bekliyordum. Belki üçüncü oynayışımda yeni zor modu denerim.
Bu PC portunu gayet üst seviye bir sistemde oynadım, ama yine de bazı ara sahnelerde takılmalar ve stutter problemleri yaşadım. Yine de DLSS ve FSR sorun yaşamıyor ve asıl önemli olan aksiyon genelde bu sorunlardan etkilenmedi.
Ne yazık ki diğer Final Fantasy oyunlarındaki gibi gizli sırlar ve keşifler yok. FF7: Remake gibi oyunlarla karşılaştırıldığında, büyük macerası gerçekten destansı hale getirecek bir şeyin eksik olduğunu kesinlikle hissettiriyor. Mükemmel olabilecekken çok iyi bir oyun olarak tarihte yerini alıyor FF16. Kaçan potansiyele mi üzülelim yoksa oyun dünyasının belki de en başarılı bazı boss savaşlarına sahip olmasına mı sevinelim… Hep böyle arada bırakan bir oyun.