Bir akademisyenin kalitesine nasıl bakılabilir?

Mühendislik bölümleri için konuşursak ilgili öğretim üyesiyle aynı alanda veya anabilim dalında çalışan bir öğretim üyesiyseniz yaptıklarına veya yapmadıklarına bakarak ne düzeyde bir öğretim üyesi olduğunu anlayabilirsiniz ancak. Yaptığı veya adının yer aldığı yayınları anlayabilecek kapasitede, yetkinlikte biri olmalısınız ki adamın düzeyini anlayabilin. H-indeks, fikir verir, evet ama en azından başyazarı olduğu ve en çok atıf alan 3-4 yayına bakmak gerekir.

Bir öğretim üyesinin lisansta öğrencisi olup daha sonraları da yüksek lisans veya doktora öğrencisi olup sonunda da öğretim üyesi olursanız hocanızın tam olarak nasıl bir öğretim üyesi olduğunu sizden daha iyi bilen olmaz herhalde.

Ders anlatım kabiliyeti için de öğrencisi olup dersine girmeniz veya en olmadı mezun olup mesleğinize başlamanız anlamak için yeterli olur.
 
Son düzenleme:
Mühendislik bölümleri için konuşursak ilgili öğretim üyesiyle aynı alanda veya anabilim dalında çalışan bir öğretim üyesiyseniz yaptıklarına veya yapmadıklarına bakarak ne düzeyde bir öğretim üyesi olduğunu anlayabilirsiniz ancak. Yaptığı veya adının yer aldığı yayınları anlayabilecek kapasitede, yetkinlikte biri olmalısınız ki adamın düzeyini anlayabilin. H-indeks, fikir verir, evet ama en azından başyazarı olduğu ve en çok atıf alan 3-4 yayına bakmak gerekir.

Bir öğretim üyesinin lisansta öğrencisi olup daha sonraları da yüksek lisans veya doktora öğrencisi olup sonunda da öğretim üyesi olursanız hocanızın tam olarak nasıl bir öğretim üyesi olduğunu sizden daha iyi bilen olmaz herhalde.

Ders anlatım kabiliyeti için de öğrencisi olup dersine girmeniz veya en olmadı mezun olup mesleğinize başlamanız anlamak için yeterli olur.
O zaman ben bilemem anlamına mı geliyor? Onun seviyesinde olmadığım için karşılaştırma ne kadar doğru bilmiyorum, dediklerinize göre.
 
Kesinlikle bilemezsiniz değil ama kolay da değil. Kariyeri boyunca hiçbir şey yapmamış veya 1-2 yayınla doçent olmuş bir profesörle (o 1-2 yayın, çok çok iyi yayınlar olabilir; yine sayıya bakmamak lazım) profesör olduktan sonra da üretmeye devam etmiş kişinin arasında bir fark olduğunu herkes anlayabilir. H-indeksi yüksek kişilerin arasındaki farkı anlayabilmek için, o alandaki dergileri az çok bilmek gerekir, daha detaya inilecekse alana, anabilim dalına hakim biri olup yapılanları az çok anlayabilmek gerekir.

Kişinin isminin, hiçbir katkısı olmadığı halde, yapılan yayına üçüncü, dördüncü, beşinci yazar olarak yazılıverdiğini ise o yayını yapan üç-beş kişi dışında kimse bilemez. Doçentlik sözlü sınavı; doçent adayının, yaptığı çalışmaları tamamen kendisinin mi yaptığının veya ortak çalışmalarda payının ne olduğunun nispeten ölçüldüğü bir mekanizmaydı (kusurları vardı). 2018'den sonra ise bunları bilemezsiniz.

Yani "h-indeksi fazla olana bak" demek, tercih için iki-üç bölüm arasında kalmış öğrenciye "profesör sayısı fazla olanı seç" demek gibi bir şey. Verebileceği tercih tavsiyesi o kadar. Ne diyebilir ki başka? O bölümlerin öğrencisi mi olmuş, o bölümlerin birinde okurken diğerinden yaz okulu mu almış, birinde lisans, diğerinde yüksek lisans mı yapmış? Sayıya bak diyecek tabii. En kolayı o çünkü, tercih tavsiyesi veya tercih danışmanlığı için. "Doçent ve profesör sayısının toplamına bak." dese bari, daha az gam yiyeceğim.

Bir de TÜBA'nın yayınladığı Türkiye Bilim Raporu'na göre, akademide en az üreten kadro, çok doğal olarak profesör kadrosudur.
 
Kesinlikle bilemezsiniz değil ama kolay da değil. Kariyeri boyunca hiçbir şey yapmamış veya 1-2 yayınla doçent olmuş bir profesörle (o 1-2 yayın, çok çok iyi yayınlar olabilir; yine sayıya bakmamak lazım) profesör olduktan sonra da üretmeye devam etmiş kişinin arasında bir fark olduğunu herkes anlayabilir. H-indeksi yüksek kişilerin arasındaki farkı anlayabilmek için, o alandaki dergileri az çok bilmek gerekir, daha detaya inilecekse alana, anabilim dalına hakim biri olup yapılanları az çok anlayabilmek gerekir.

Kişinin isminin, hiçbir katkısı olmadığı halde, yapılan yayına üçüncü, dördüncü, beşinci yazar olarak yazılıverdiğini ise o yayını yapan üç-beş kişi dışında kimse bilemez. Doçentlik sözlü sınavı; doçent adayının, yaptığı çalışmaları tamamen kendisinin mi yaptığının veya ortak çalışmalarda payının ne olduğunun nispeten ölçüldüğü bir mekanizmaydı (kusurları vardı). 2018'den sonra ise bunları bilemezsiniz.

Yani "h-indeksi fazla olana bak" demek, tercih için iki-üç bölüm arasında kalmış öğrenciye "profesör sayısı fazla olanı seç" demek gibi bir şey. Verebileceği tercih tavsiyesi o kadar. Ne diyebilir ki başka? O bölümlerin öğrencisi mi olmuş, o bölümlerin birinde okurken diğerinden yaz okulu mu almış, birinde lisans, diğerinde yüksek lisans mı yapmış? Sayıya bak diyecek tabii. En kolayı o çünkü, tercih tavsiyesi veya tercih danışmanlığı için. "Doçent ve profesör sayısının toplamına bak." dese bari, daha az gam yiyeceğim.

Bir de TÜBA'nın yayınladığı Türkiye Bilim Raporu'na göre, akademide en az üreten kadro, çok doğal olarak profesör kadrosudur.

Hocam, ODTÜ/İTÜ/BOUN arasındaki hocalarda sağlam olmayan vardır belki ama bu üç üniversite hakkında ne düşünüyorsunuz? Biraz geçmişlerine baktım ve hemen hemen hepsi yurt dışında doktora veya postdoc yapmış. Bu kaliteyi etkliler mi?

Tabii yurt dışından geldi diye kötü olanlardan da vardır ama esas demek istediğim; saydıklarımın arasında torpil falan var mıdır?

Bir şeye daha dikkat ettim de, özellikle mühendislikte ağır bir veri kümesi yapacak sistem yok. Belli başlı yerlerde var. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
 
Hocam, ODTÜ/İTÜ/BOUN arasındaki hocalarda sağlam olmayan vardır belki ama bu üç üniversite hakkında ne düşünüyorsunuz? Biraz geçmişlerine baktım ve hemen hemen hepsi yurt dışında doktora veya postdoc yapmış. Bu kaliteyi etkliler mi?

Tabii yurt dışından geldi diye kötü olanlardan da vardır ama esas demek istediğim; saydıklarımın arasında torpil falan var mıdır?
Post-doc veya yurt dışı doktoranın şart olmasının amaçlarından biri, öğrencinin tüm akademik hayatını tek bir üniversitede geçirmeyip üniversiteyi dışarıdan da beslemesini sağlamaktır. 50 yılın en azından 3-5 yılını farklı yerlerde, farklı kültürlerde, farklı ülkelerde, farklı bir dile maruz kalarak (elbette başta İngilizce) geçirmesini hedefler. Bu üç üniversite, yurt dışındaki üniversitelerin, kendilerinden daha iyi olduğu düşüncesiyle bunu zorunlu tutmaz. Öğrencinin konfor alanından çıkıp ülke değiştirmesiyle, farklı kültürlerle temas etmesiyle, başka üniversite görmesiyle, dil öğrenmesiyle veya dil pratiği yapmasıyla da kaliteyi artırma amacı taşır. Önceleri yurt dışı değil de lisansı ODTÜ'yse doktorasını farklı bir üniversite olan Boğaziçi'nde yapması da yeterli görülebiliyorken sonraları yurt dışına veya en azından post-doc'a evrilmiştir muhtemelen. Temel amaç, farklı bir üniversite görmesini sağlamak ve hatta oralarda öğretim üyesi olarak çalışmaya teşvik bile etmek.

Boğaziçi Üniversitesi, Robert Koleji'yken yüksekokul kısmı 1957'de kurulup 1971'de üniversiteleşmiş, Amerikan sistemini benimsemiş sadece fen ve mühendislik öğretiminden ibaret olmayan bir kurum. Robert'i kuranlar da ABD'li bir teolog ve iş adamı zaten. ODTÜ de kurulduğunda Amerikan sistemini benimseyen bir okuldu ve yine teknik üniversite olmasına rağmen sosyal bilimleri, eğitim bilimlerini içinde barındıran bir okul. İTÜ ise bunlardan çok daha farklı, çok daha köklü ve 1-2 bölüm dışında fen ve mühendislik öğrenimi yapan ve olabildiğince erken üniversiteleşmiş bir kurum. Örneğin Yıldız, erken üniversiteleşemediği gibi, 1960'larda ve 1970'lerde özel okulları da bünyesine almasıyla (veya belki de almak zorunda kalmasıyla) kalitesine maalesef gölge düşüren durumlarla karşılaşmış bir mühendislik okuluydu. Erken üniversiteleşememenin sonucu olarak 2010'lara kadar, akademi döneminden kalma doktorasız profesörlerle öğrenim yaptı. 1982'de üniversiteleşti, 1992'de teknik üniversite oldu ama ondan sonra bir teknik üniversitede olmasını garipseyeceğiniz bölümler kuruldu. Tüm bunlar göz önüne alındığında İTÜ, İstanbul'da yaşayıp da Boğaziçi'ni kazanamayan ve ODTÜ için şehir değiştirmek istemeyen veya Amerikan sistemini benimsemiş bir okulda öğrenim görmek istemeyen başarılı öğrenciler için alternatif oluyordur galiba.

Kadro ilanı rektöre bağlı olduğu için rektöre ulaşabilecek birilerini tanıyor olmak iyi olur. Özellikle üniversite içinden bir referansınız olması size artı sağlar. Bu referans, danışmanınız olabilir, bir dekan olabilir, bölüm başkanı olabilir, hizmet süresi fazla herhangi bir öğretim üyesi olabilir.

Bir şeye daha dikkat ettim de, özellikle mühendislikte ağır bir veri kümesi yapacak sistem yok. Belli başlı yerlerde var. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu sorunuzu anlayamadım ama muhtemelen bir bilgim yok.
 
Post-doc veya yurt dışı doktoranın şart olmasının amaçlarından biri, öğrencinin tüm akademik hayatını tek bir üniversitede geçirmeyip üniversiteyi dışarıdan da beslemesini sağlamaktır. 50 yılın en azından 3-5 yılını farklı yerlerde, farklı kültürlerde, farklı ülkelerde, farklı bir dile maruz kalarak (elbette başta İngilizce) geçirmesini hedefler. Bu üç üniversite, yurt dışındaki üniversitelerin, kendilerinden daha iyi olduğu düşüncesiyle bunu zorunlu tutmaz. Öğrencinin konfor alanından çıkıp ülke değiştirmesiyle, farklı kültürlerle temas etmesiyle, başka üniversite görmesiyle, dil öğrenmesiyle veya dil pratiği yapmasıyla da kaliteyi artırma amacı taşır. Önceleri yurt dışı değil de lisansı ODTÜ'yse doktorasını farklı bir üniversite olan Boğaziçi'nde yapması da yeterli görülebiliyorken sonraları yurt dışına veya en azından post-doc'a evrilmiştir muhtemelen. Temel amaç, farklı bir üniversite görmesini sağlamak ve hatta oralarda öğretim üyesi olarak çalışmaya teşvik bile etmek.

Boğaziçi Üniversitesi, Robert Koleji'yken yüksekokul kısmı 1957'de kurulup 1971'de üniversiteleşmiş, Amerikan sistemini benimsemiş sadece fen ve mühendislik öğretiminden ibaret olmayan bir kurum. Robert'i kuranlar da ABD'li bir teolog ve iş adamı zaten. ODTÜ de kurulduğunda Amerikan sistemini benimseyen bir okuldu ve yine teknik üniversite olmasına rağmen sosyal bilimleri, eğitim bilimlerini içinde barındıran bir okul. İTÜ ise bunlardan çok daha farklı, çok daha köklü ve 1-2 bölüm dışında fen ve mühendislik öğrenimi yapan ve olabildiğince erken üniversiteleşmiş bir kurum. Örneğin Yıldız, erken üniversiteleşemediği gibi, 1960'larda ve 1970'lerde özel okulları da bünyesine almasıyla (veya belki de almak zorunda kalmasıyla) kalitesine maalesef gölge düşüren durumlarla karşılaşmış bir mühendislik okuluydu. Erken üniversiteleşememenin sonucu olarak 2010'lara kadar, akademi döneminden kalma doktorasız profesörlerle öğrenim yaptı. 1982'de üniversiteleşti, 1992'de teknik üniversite oldu ama ondan sonra bir teknik üniversitede olmasını garipseyeceğiniz bölümler kuruldu. Tüm bunlar göz önüne alındığında İTÜ, İstanbul'da yaşayıp da Boğaziçi'ni kazanamayan ve ODTÜ için şehir değiştirmek istemeyen veya Amerikan sistemini benimsemiş bir okulda öğrenim görmek istemeyen başarılı öğrenciler için alternatif oluyordur galiba.

Kadro ilanı rektöre bağlı olduğu için rektöre ulaşabilecek birilerini tanıyor olmak iyi olur. Özellikle üniversite içinden bir referansınız olması size artı sağlar. Bu referans, danışmanınız olabilir, bir dekan olabilir, bölüm başkanı olabilir, hizmet süresi fazla herhangi bir öğretim üyesi olabilir.

Yapay zekaya sormuştum. ODTÜ ve denginde olan üniversitelerden seçiyorlarmış böyle insaları. Evet yurt dışı doktora veya postdoc iyi yerler tanır ama orada da kendini geliştirebilir. Mesela ODTÜ'den sonra yurtdışı doktora güçlü bir üniversite varsayalım; sırf yeni yerler için değil de akademik itibar içinde iyidir diye düşünüyorum.

Amerikan sistemi nasıl bir şey tam olarak bilmiyorum. Ne kadar iyi oldğunu söyleyemem.

Bu sorunuzu anlayamadım ama muhtemelen bir bilgim yok.
GPU server demek istedim. Süper bilgisayar gibi bir şey.
 
Yapay zekaya sormuştum. ODTÜ ve denginde olan üniversitelerden seçiyorlarmış böyle insaları. Evet yurt dışı doktora veya postdoc iyi yerler tanır ama orada da kendini geliştirebilir. Mesela ODTÜ'den sonra yurtdışı doktora güçlü bir üniversite varsayalım; sırf yeni yerler için değil de akademik itibar içinde iyidir diye düşünüyorum.

Amerikan sistemi nasıl bir şey tam olarak bilmiyorum. Ne kadar iyi oldğunu söyleyemem.
Elbette. Mezunların ve öğretim üyelerinin yurt dışında doktora yapması, "uluslararası bir üniversiteyiz" diyebilmeye de yarıyor.
GPU server demek istedim. Süper bilgisayar gibi bir şey.
Sanıyorum bütçe meselesi. ABD, Çin ve hatta Batı Avrupa ve Hindistan üniversitelerinin bütçeleriyle Türk üniversitelerinin bütçesi kıyaslanamaz. Bizim için mezun bağışları imkansız.
 
O kadar büyük demek istemedim. Mesela şu:

Bu cihaz gıcır gıcır gider. Bu bazı yerlerde var.
Bu bile bütçe meselesi. Taşra üniversitelerine ne bütçeler geldi son 6-7 yıla kadar. Beklersiniz ki doğru düzgün, en azından 1-2 laboratuvar kurulsun ama muhtemelen yoktur maalesef. Köklü üniversitelerde de bütçenin, bölümlere anlamlı bir şekilde dağılması beklenemez. Hocanın biri veya birkaçı böyle bir satın alım talebini bölüm başkanına iletirse, bölüm başkanı da rektörlüğe bu talebi iletir ve muhtemelen "bütçe yok" cevabıyla karşılaşılır. Çok hayati bir ihtiyaçsa hoca veya hocalar kendi bütçesiyle bu satın alımı yaparlar.

Medyatik öğretim üyelerinden birinin anlattığına göre, kendisinin büyük üniversitelerden birinde çalışan meslektaşının bilgisayarı çalınmış ve üniversite, bu hocaya geçici de olsa bir bilgisayar tahsis etmemiş. Üniversitelerde bütçe meselesi de bu şekilde yani. Hocalar, genelde cebinden harcayarak çalışma yaparlar, "yükselirler".
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Technopat Haberler

Geri
Yukarı