Biz neden yaşıyoruz?

*Alıntıdır*

dağlar depremi engeller mi?

iddia: kur’an’da dağların depremi engellediği söyleniyor oysa bilim bunun tam tersini “dağların olduğu yerde daha fazla deprem olduğunu” söylüyor

söz konusu iddia her ne kadar “bunu bilim söylüyor” şeklinde öne sürülse iddianın asıl sahibi jeolog celal şengör. kendisi yıllar önce katıldığı bir programda bir öğrenci ile girdiği münakaşa da şöyle diyor;

“ben bilim adamı olarak din kitaplarının kainat, dünya hakkında yazdıklarına bakıyorum yanlış. mesela diyor ki biz dağları, karaları zelzeden korusun diye yarattık, oysa tam tersine dağların olduğu yerde müthiş zelzele olur”(1)

celal şengör’ün iddiası bu şekilde, açıklamaya geçmeden önce söz konusu kur’an ayetlerini de verelim;

sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice işaretler meydana getirdi. insanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar.(nahl 15-16)

onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik. (enbiya 31)

allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik. (lokman 10)

celal şengör’ün de belirttiği gibi kur’an’da dağların sarsıntıları engellediği yönünde ayetler bulunuyor. peki bir jeolog olan şengör’ün “dağların olduğu yerde depremler daha fazladır” şeklindeki ifadesi yanlış mı? hayır o kısımda da doğru bir bilgi veriyor, modern bilim, dediği gibi dağlık bölgelerde daha fazla deprem olduğunu söylüyor. peki o zaman bu taktirde iddia edildiği gibi ayet yanlış bilgi mi veriyor? hayır, ayet de bilimsel olarak hatalı değil.

aslında asıl sorun celal şengör’ün profesyonelce uyguladığı bir laf cambazlığından kaynaklanıyor. şöyle ki; ayeti dikkatlice okursanız “dağların olduğu yerde deprem olmaz” şeklinde bir ifade geçmiyor, dağlar depremi, sarsıntıyı azaltır deniliyor. peki siz olmayan bir şeyi engelleyebilir veya azaltabilir misiniz? tabiki de hayır, aslında tam tersine deprem olacak ki “depremi engeller/azaltır” cümlesini kurabilelim. ayetten “dağların olduğu yerde deprem olmaz” gibi kesin bir sonuç çıkmamaktadır. celal şengör’ün kurduğu cümleye baktığımızda ise muhattabını yanıltmak için cümleyi “dağlar depremlerin sebebidir” ve “ayet dağların olduğu yerde deprem olmaz diyor” imasında bulunacak şekilde kuruyor. kısacası şengör şöyle bir argüman kuruyor;

1)kur’an dağların olduğu yerde deprem olmaz diyor

2)bilim dağların olduğu yerde depremlerin çok sık olduğunu söylüyor

3)kur’an bilim ile ters düşüyor

şengör’ün yaptığı hatayı daha iyi görebilmek için bunu bir analoji ile anlatalım;

en fazla polis nerede bulunur? en fazla suçun, suçlunun olduğu bölgede olur değil mi? veya şöyle diyeyim, işten çıkmış eve geliyorsunuz ve sokakta onlarca polis arabası ve emniyet güçleri ile karşılaşıyorsunuz. bu durumda aklımıza ilk gelecek şey doğal olarak burada suç içeren bir eylemin gerçekleştiğidir. peki suçların yoğun olduğu bölgede polislerin de yoğun olması polisin suçluları suç için teşvik ettiği veya suçun sebebi olduğu anlamına gelir mi? tabiki de hayır, tam tersine polis suçu engellemek için orada bulunur. peki “polis suçları engeller” cümlesi gayet doğru bir cümledir değil mi? işte tam bu noktada şengör’ün yaptığı safsata şu oluyor;

“hayır efendim, polis suçları engellemez tam tersine polisin olduğu yerde daha fazla suç ve suçlu var”

suçun fazla olduğu bölgelerde polis sayısının fazla olması nasıl ki zorunlu olarak “polisler suçu engellemez” sonucunu vermiyorsa aynı şekilde depremlerin fazla olduğu bölgelerde de dağların yoğun olması “dağlar depremi engellemez/azaltmaz” sonucunu zorunlu olarak vermemektedir. kısacası ayetin verdiği bilgi ile bilimin verdiği bilgi arasında bir çelişki bulunmamaktadır.

peki neden dağların olduğu bölgelerde depremler daha sık gerçekleşir?

orojenez dediğimiz dağ oluşumu, yer tabakalarının kıvrılma ve kırılma hareketleri ile gerçekleşir. bu kırılma ve kıvrılmalar sonucu yükselen tabaklar dağları oluştururken, kırıkların sonucu olarak tabakaların birbirine göre yer değiştirmesi ile de fay hatları oluşur. kısacası fay hatlarının ve dağların oluşumu benzer tektonik hareketlerin iki sonucudur. (2) iki durum da sonuç olmasına rağmen şengör biri diğerinin sebebiymiş imasında bulunarak “correlation implies causation (bağıntının sebebi ima etmesi)” safsatasına başvuruyor.

peki dağların oluşumu sarsıntıları azaltır mı?

şimdi kur’an’ın “sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdik” ifadesine gelelim. dağların oluşması sarsıntıyı azaltır veya engeller mi?

dağların bir etrafındaki zemine göre daha büyük bir kütlesi ve bu kütlenin bulunduğu zemine daha büyük bir basınç uygulamasından yola çıkarak günlük hayattaki fizik bilgimizden de sarsıntıları engellediği veya azalttığı sonucuna varabiliriz. örneğin bir gitarın titreşen tellerine veya dönen bir topaç üstten elinizle bir basınç uyguladığınız taktirde tellerin titreşiminin veya topacın dönme hızının azalmasından daha doğal bir şey olamaz. nitekim ayetlerde dağ olarak çevrilen sözcüğe baktığımızda ise özellikle büyük toprak kütleleri, yüksek dağlar için kullanılan “revasi” sözcüğünün kullanıldığını görüyoruz

bu arada örneğin; belçikalı bir sismolog olan thierry camelbeeck 2016 yılında apennin dağları üzerine yaptığı bir araştırmada, apennin dağlarının giderek ayrı düştüğü ve bunun deformasyona, parçalanmaya bunun da depremlere yol açtığına söylüyor. (3)

dağların sarsıntıları önlemesinde etkili olan bir diğer özelliği de kökleri olmasıdır. (4) burada karşımıza izostazi kavramı çıkıyor. izostazi; yerkabuğunun kütleleri ve yoğunlukları birbirinden farklı büyük parçaları (blokları) arasındaki denge durumuna denir. izostazinin ortaya çıkardığı gerçeklerden biri de tıpkı denizdeki aysberg(buzdağları) gibi karadaki dağların da yükseklikleri ile orantılı olarak kökleri olduğudur. dağların görünen yerin üstünde yani görünen kısmı tüm hacminin 1/10’u iken kökleri tüm hacminin 9/10’na denk geliyor(5) örneğin livescience dergisinin haberine göre himalayalarda bulunan yaklaşık 9 bin km yüksekliğinde olan everest dağının 200 km kadar da kökü bulunmaktadır.(6)

kur’an’da dağların kökleri olduğuna ve sabitlik sağladığına dair bilgiye ise nebe suresinde dağlara kazık benzetmesi yapılarak anlatılır;

biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı? (nebe 6-7)

yine örneğin benzer şekilde tevratta mezmurlar 18:7, 104:5, yasanın tekrarı 32:22, yunus, 2:6 bölümlerinde de dağların temelleri olduğu bilgisine değinilir.

o zaman yeryüzü sarsılıp sallandı,
titreyip sarsıldı dağların temelleri,
çünkü rab öfkelenmişti. (tevrat, mezmurlar 18:7)

çünkü size karşı öfkem ateş gibi tutuşup
ölüler diyarının derinliklerine dek yanacak.
yeryüzünü ve ürününü yutup yok edecek
ve dağların temellerini tutuşturacak. (tevrat, yasanın tekrarı, 32:22)

yeryüzünü temeller üzerine kurdun,
asla sarsılmasın diye. (tevrat, mezmurlar, 104:5)

dağların köklerine kadar battım,
dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan;
ama, ya rab, tanrım, canımı sen kurtardın çukurdan(tevrat, yunus 2:6)

engeller mi azaltır mı?

son olarak değinmek istediğim nokta şu ki; ayet depremlerin tamamen engellediğini değil azalttığını söylüyor. şöyle ki; dikkat ederseniz ayette “yeri sarsmaması için” değil “sizi sarsmaması için” ifadesi geçiyor. aslında yer sarsıntıları çoğu bölgede sürekli olarak bulunuyor, örneğin şuan sizin olduğunuz yerde de deprem oluyor olabilir ama bu 3 şiddetinin altında olduğu için bu sarsıntılar insanlar tarafından hissedilmez. yine aynı şekilde 3-4 arası şiddetler de çoğu zaman hissedilmez. (7)

kaynakça ve dipnotlar

1) celal şengör’ün söz konusu açıklamasına şuradan ulaşabilirsiniz; https://youtu.be/-uydlsk20p8

2) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/deprem

3)https://tr.euronews.com/…masi-depremleri-tetikliyor

4)Dense mountain roots - Nature Geoscience

5) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/İzostazi

6)https://www.livescience.com/…in-roots-revealed.html

7)http://www.koeri.boun.edu.tr/…o/bilgi/xmercalli.htm

site link: https://www.islamicrophone.com/…epremi-engeller-mi/

orjinal konu link; celal şengör
Celal Şengör laf cambazlığı falan yapmamış, aşağıya ayetlerin çevirilerini bırakıyorum. Ayrıca sana kuran'ın bilimle çelişen bir sürü ayetini sayabilirim fakat seninle daha önce tartışmıştım ve aldığım yanıt: "ben asla dinimden dönmem" olmuştu. 😀

Screenshot_4.png
 
Celal Şengör laf cambazlığı falan yapmamış, aşağıya ayetlerin çevirilerini bırakıyorum. Ayrıca sana Kuran'ın bilimle çelişen bir sürü ayetini sayabilirim fakat seninle daha önce tartışmıştım ve aldığım yanıt: "ben asla dinimden dönmem" olmuştu. 😀


Tartışmalarda illa taraflardan biri tarafını değiştirecek diye bir şey yok bence, Ayrıca sende çok fikrini değiştirecek gibi değildin hatırladığım kadarıyla.
 
Tartışmalarda illa taraflardan biri tarafını değiştirecek diye bir şey yok bence, Ayrıca sende çok fikrini değiştirecek gibi değildin hatırladığım kadarıyla.
Screenshot_5.png

Screenshot_6.png


Screenshot_7.png



Benim düşüncelerim dogmatik değil. Ben düşüncelerimi değiştirebilirim fakat fotoğraflarda görüleceği üzere sen asla değiştirmezmişsin. Söyleyeceklerimi hakaret olarak algılama fakat dinler ve mitolojiler konusunda cahilsin. Bilim desem Evrim'i ret edersin. Seninle tartışamayacağımı biliyorum daha önce tecrübe etmiştim o yüzden iyi günler dilerim.
 

Eki Görüntüle 1321020

Eki Görüntüle 1321021

Benim düşüncelerim dogmatik değil. Ben düşüncelerimi değiştirebilirim fakat fotoğraflarda görüleceği üzere sen asla değiştirmezmişsin. Söyleyeceklerimi hakaret olarak algılama fakat dinler ve mitolojiler konusunda cahilsin. Bilim desem Evrim'i ret edersin. Seninle tartışamayacağımı biliyorum daha önce tecrübe etmiştim o yüzden iyi günler dilerim.

Hakaret olur mu ne demek. Sanada iyi günler.
 
@Orion Nebula, öncelikle asıl konu dışına çıkıldığını tekrar hatırlatmakla beraber yine de faydalı olan cevabınız için tekrar teşekkür ederim. İçgüdü ve hormon terimlerini baz alarak yazdığınız, size ait olan #126 numaralı mesaja daha sonra cevap vereceğimi belirtmiştim ama #128 numaralı mesajınızdaki birkaç noktaya değinmek istiyorum:
Arılar örneği vermeniz aklımda bir merak uyandırdı. Bu altıgen şekil olayını Nurcu Youtube Ateist Çürütücü insanlar örnek veriyorlardı, bir videolarını izlerken görmüştüm. Argümanlarınızın bir kısmını oradan alıyorsanız ben de arılarla ilgili argümanınıza olabilecek bir yanıt olarak bunu bırakıyorum. Biraz eğlenmek için bunu bir Tanrı'ya veya Allah'a bağlayalım.
Aslında şeklin altıgen olmasından ziyade peteklerin oluşturulması davranışının öğrenilmemiş olduğunu belirtmek istemiştim ve içgüdü teriminin satandard tanımında, öğrenilmemiş yâni doğuştan gelen davranış biçimi ifadelerinin hep olduğuna dair bir gönderme yapmıştım. "Nurcu" kelimesi ile ifade edilen zihniyet bana itici gelmiştir hep, siyasi sebeblerden dolayı! Onlarla bir ilgim bu yüzden hiç olmadı ve onların argümanlarından faydalanmak gibi birşey de zaten aklıma hiç gelmedi. Belirttiğiniz yanıt bağlantısında, altıgen geometrinin olası nedenlerine cevap bulunmaya çalışılmıştır ama benim böyle bir cevaba zaten ihtiyacım yoktur. Ben sadece, bu davranışın ancak içgüdü ile açıklanabileceğini vurgulamak istemiştim zaten:). Arı ve kovan örneği vererek Tanrı veya Allah ile ilgili bir sübliminal mesaj vermek gibi bir niyetim de yoktur, çünkü asıl konuyu başlatan @eater, 19.02.2022 tarihinde zaten böyle bir sınırlama getirmişti. Arı örneğini bırakıp karınca veya örümcek gibi örnekler de verilebilirdi veyahut kuş, köpek, balık gibi başka örnekler de verilebilirdi yâni altıgen petek desenine takılıp kalmayın ve lütfen nurcularla beni yan yana getirmeyin ki, o örnek zaten ne onların ne de başkalarının tekelinde olamaz:)
Demek istediğim şey: arıların altıgen petek yapabilmesini Allah'a bağlayalım iyi hoş fakat kuran dediğimiz kitabın tonca çelişkisi var bilim ile. Arıların bu davranışını görüp sizin yaratıcınızın varlığını kabul etseniz veya iman etseniz bile karşınıza hemen bir çelişki çıkarabiliyoruz. Bunları görmezden gelmek biraz da kendinizi kandırmak değil midir? @IBM 3090 VF
Zaten altıgen petek örneği vermemdeki amacımı açıkladığıma göre ilk cümlenizin ilk yarısındaki çıkarımınız geçersizdir çünkü ne doğrudan ne de dolaylı olarak, o dediğiniz bağlama işini zaten yapmadım ki:). Kur'an kitabında olduğunu düşündüğünüz çelişkiler, bu forum konusundaki asıl tartışılan sorun değildir. Onları görmezden gelerek kendimi kandırdığımı düşünmeniz ve beni uyarmanız iyi niyetli bir davranıştır, bunun için teşekkür ederim ama aynı şekilde bu uyarınız da, bu forum konusundaki asıl tartışılan konu ile ilgili değildir. Asıl konu olan "Biz neden yaşıyoruz?" etiketli gövdeden çıkan "içgüdü" ve "cinsiyet hormonlarının işlevi" etiketli iki farklı dalda tartışma yaptığımızı tekrar hatırlatmak isterim:). Benim amacım inanın konuya Tanrı'yı katmak değildi ve sizin de benim öyle yaptığımı varsayarak proaktif davranmaya çalışmak gibi bir amacınız olmamalıdır. Gördüğünüzü düşündüğünüz çelişkilere belki cevaplar da verilebilir ama bu forum konusu içinde değil başka konu başlıkları altında! Lütfen bu forumdaki konu sahibinin "dini bu konuya katmadan" ricasına saygı göstererek, onun çizdiği sınırın dışına çıkmayalım ve asıl konuyu ve/veya ondan çıkan yukarda belirttiğim iki farklı alt konuyu tartışmaya geri dönelim.
Saygılar.
Siz, insanları hayvan olarak görmemize katılmıyorsunuz (medeniyet kurabildikleri için) fakat gerçekten insanları *içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor. İstediği kadar büyük ve güzel bir medeniyet kurmuş olsun yine de içgüdülerine yenik düşebilir. Örnek: Evli/İlişki sahibi insanların eşlerini aldatması, bir erkek evli bile olsa hoşlandığı cins ile bir temas içerisine girdiğinde ona cinsel çekim duyar. Testosteron seviyesi gereken düzeyde bir erkeği çok hoşlanacağı bir kadının yanına koyarsanız onunla birlikte olmak isteyecektir fakat ejakülasyon anından itibaren büyük bir pişmanlık duymaya başlar çünkü çiftleşme/üreme güdüsünü yerine getirmiş artık mantığına dönmüştür. En başından mantığıyla kalabilseydi eşini aldatmamış olacaktı. Aldatma pişmanlığı ilişki sırasında neden gelmez? Çünkü o sırada hormonların tarafından yüksek derecede üremen için baskılandığın için. Büyük medeniyetler bile kursan hormonlarından kaçamıyorsun. Siz eşinizi asla aldatmayacağınızı söyleyebilirsiniz ve gerçekten hiç aldatmayacak olabilirsiniz fakat birbirlerini aldatan milyonlarca insan olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz. Aldatmanın en büyük açıklamalarından birisi de "bir anda oldu"'dur. Hayvanlar yakıştırması yapamadığınız insanların gerçekten hayvansal içgüdüleri vardır. İnancınız yüzünden reddetmenizi veya kabul etmek istememenizi anlayabiliyorum fakat objektif olmak sizin yararınıza olacaktır. İyi günler dilerim. 😃
@Orion Nebula, daha önce biraz mizah katarak verdiğim cevap yerine bu kez asıl cevabımı vermek istiyorum. Maalesef biraz ve hatta oldukça farklı bazı görüşler bildirmem gerekiyor. Bunları maddeler hâlinde sıraladım. Daha kısa tutamadığım için özürlerimi sunarım.
(1)" İnsanları içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor." görüşünüz:
İnsan bilinci ve iradesi insanın düşünce ve karar üreten kişilik özellikleridir. İnsan bu kişilik özelliklerini kullanarak, sonradan edinilen yâni öğrenilmiş bilgileri değerlendirerek düşünce ve karar üretmekte ve eyleme dönüştürmektedir. Tanım olarak içgüdü, daha önceden öğrenilmemiş olup doğuştan itibaren canlı türünün bütün üyelerinde görülen aynı davranış biçimi olduğuna göre içgüdü, öğrenilmiş bir bilginin değerlendirilmesi ile sonuçlanan bir eylem değildir ve kökeni veya nedeni hakkında somut veri yoktur. Yâni canlı türünün üyelerindeki varsayılan bireysel bilincin ve iradenin içgüdüsel davranışın sonucu olan kararı nasıl kabûl ettiği bilinmemektedir. Eğer insanları içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor ise bu durumda insanların, önceden öğrenilmiş bilgilerini bir kenara bırakarak nasıl olduysa gizemli bir şekilde daha önceden öğrenilmemiş olan bu içgüdüsel bilgileri bilinçlerinde bir anda fark ederek bu bilgilerin sonucu olan düşünce ve kararlar ürettiğini ve eyleme dönüştürdüğünü kabûl etmek gerekir. Üstelik bütün bireyler için aynı şartlarda aynı durum için aynı davranış kalıbının gerçekleştirilmesini de beklemek gerekir. Bu bir çelişkidir, çünkü bütün insanların, öğrenilmiş bilgilerle hayat sürdüğü bilinmektedir ve ayrıca bütün insanların aynı durumlarda aynı şartlar altında aynı davranış kalıbını gerçekleştirmediği bir çok yaşantılar da pekâlâ meydana gelebilir ve gelmektedir de. Bu da bir çelişki sayılabilir çünkü insanları içgüdüler yönetiyor olsaydı aynı içgüdülerin aynı durumlarda ve aynı şartlarda aynı şekilde gerçekleşmesi beklenirdi. Çünkü hayvanlar âleminde bir türde içgüdüsel olduğu kabûl edilen davranışlar bu şekilde türün bütün üyelerinde de görülür yâni aynı şekilde gerçekleşir.
Belki de en fazla söylenebilecek olan şey, insanları bazı güdülerin (motivasyonların) yönetebiliyor olacağıdır ama o da her zaman değil, sadece o güdüye, insan bilincinin onay vermesi durumundadır. Buna da o zaman artık içgüdüsel davranış denilemeyeceği açıktır.

(2) "(Bazı) evli erkeklerin eşlerini aldatması içgüdüseldir." görüşünüz:
Diğer bazı erkeklerin ise eşlerini aldatmadığı bilindiğine göre eşini başka kadınla aldatma davranışı bu durumda içgüdüsel değildir çünkü içgüdü tanımına göre türün bütün üyelerinde de yâni bütün evli erkeklerde de aynı davranışın görülmesi gerekirdi. Oysa görülmüyor, o halde bu bir çelişki olup bazı erkeklerin eşlerini aldatmasının içgüdüsel değil sadece güdüsel eylemler sonucu olduğu anlaşılır.

(3) "Çiftleşme/üreme, hormonların baskılaması ile ortaya çıkan bir (iç?)güdüdür" görüşünüz:
Kendi ifadenizde “(…) çünkü çiftleşme/üreme güdüsünü yerine getirmiş (…)” yazmıştınız yâni güdü kelimesini kullanmıştınız. (a) Eğer zaten bunu kastetmişseniz o kısım doğrudur ama itirazım hormonların baskılaması ifadeniz için olacaktır. (b) Eğer içgüdü kelimesini kastetmişseniz o zaman buna da ayrıca itirazım olacaktır.
Öncelikle daha çok hayvanlar âlemi ile ilgili belgesel filmlerde kullanıldığını düşündüğüm çiftleşme/üreme ifadesi bana hayli itici geldiği için ve eşleşme/çoğalma ifadesini daha yumuşak bulduğum için bunu tercih edeceğimi belirtmek isterim. Bu iki kelimenin ifade ettiği anlamlar farklıdır ama aralarındaki neden-sonuç bağlantısı, kısacası nedensellik bağlantısı herkesin bildiği bir gerçektir. Fakat gözden kaçan husus ise bu iki kelime ile ifade edilenlerin aslında daha üst düzey bir nedenin çoklu alt sonuçları olabileceğidir. Elbette insanların ve özellikle erkeklerin eşleşmedeki asıl amacı cinsî haz yaşantısı elde etmek ve sürdürmektir. Bunun olası sonucu olan kadınların hamileliğinin amaçlanması yâni biyolojik çoğalmaya katkıda bulunma düşüncesi, asla erkeklerin ilk amacı olamaz ve nitekim kadınların hamile kalmasını önlemek için çeşitli yöntemlerin geliştirilmiş olmasının öncelikli sebebi de zaten bu değil midir?

(a) "Eşleşme/çoğalma güdüsünün hormonların baskılaması ile ortaya çıktığı görüşü"nüz, aslında yaygın bir şehir efsanesine dayanıyor. Çünkü insanın cinsî dürtülerinin veya güdülerinin kaynaklarının oldukça karmaşık mekanizmalarla çalıştığı, cinsî isteğin pek çok faktöre bağlı olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Vücudunda tüm hormon dengesi gâyet yerinde olan bir yetişkinde yine de cinsî isteksizlik olabilmesinin açıklaması ancak bu şekilde yapılabilir. Cinsiyet ile ilgili hormonların, vücudun kendi ürettiği doğal kimyasal maddeler olarak ilgili organlar ve sistemlerin gelişiminde görev aldıkları ve ayrıca bir tür haberci mekanizma şeklinde çalışarak, cinsî organ işleyişlerinin aksamadan ve düzgün bir şekilde yürütülmesini ve sürdürülmesini sağlama veya buna destek olma fonksiyonlarını taşıdığı sonucuna varılabilse de, insanın eşleşme/çoğalma eylemini gerçekleştirme kararı vermesinde tek başına neden olan bir maddî unsur olduğu ispatlanamaz. (İspatlanmış olsaydı, bireylerin ve toplumların kontrolü ve manipülasyonu tıbbî yöntemlerle mümkün olabilirdi ve olurdu! Bunun ne kadar sorunlu olacağını ve öngörülemez sonuçları olacağını belirtmeye hiç girmiyorum.) Cinsî isteğin kendisinin ve akabinde eşleşme/çoğalma eylemi gerçekleştirme kararının, insan bilinci ve iradesi tarafından tercih edilen bir seçim olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bunun neredeyse bütün insanların hayatlarında neredeyse rutin olması basitçe içgüdü ile açıklanamaz. Çünkü insanın asıl amacının cinsî haz yaşantısını tekrarlamak olduğu bilinen bir gerçektir. Aslında eşleşme/çoğalma güdüsünü, canlı biyolojisi iki farklı cinsiyete dayandığı için ortaya çıkan veya bunun ortaya çıkmasını amaçlamış olduğu düşünülebilecek daha üst düzeyde bir nedenin ürettiği, zorunlu bir sosyolojik sonuç olarak düşünmek mümkündür.
(b) Kontrol edilebilen yâni denetlenebilen bir insan davranışı, kişinin kendi bilinci ve iradesi ile gerçekleştiğine göre artık o davranışın sebebine insanın içgüdüsü denilemeyeceği açık bir gerçektir. Cinsiyet hormonlarının eşleşme/çoğalma davranışını gerçekleştirme kararını almaya sebep olduğu görüşünün ispat edilmiş somut bilimsel temelleri zannedilenin aksine var olmadığına göre ve eşleşme/çoğalma davranışının fizyolojik olarak aksamadan düzgün bir rutinle devamını sağlamada sadece maddî unsurlar olarak görev yaptığı somut ve bilimsel olarak kabûl edilebileceğine göre, insanların eşleşme/çoğalma güdüsünün ne hormonların baskılaması ile ortaya çıkıyor olduğu görüşünün, ne de onun bir içgüdü olduğu görüşünün doğru olmayacağı veya olamayacağı ortadadır.

(4) "Evli erkekler mantıkları ile aldatma içgüdülerini yenebilirler." görüşünüz:
Mantık kullanarak yâni mevcut bilişsel verilere göre karar alarak ve bu kararı eyleme dönüştürerek bir içgüdü yenilebiliyorsa yâni bloke edilebiliyorsa o zaman içgüdü denilen o davranışa artık içgüdü denilebilmesi, içgüdü kavramının standard başlangıç tanımına aykırıdır. O halde bu bir çelişkidir ve doğru olan ifade “(Bazı) evli erkekler, aldatma güdüleri ortaya çıkarsa onu tercih etmeyebilirler.” şeklinde olmalıdır.

(5) "İnsanların hayvansal içgüdüleri vardır." görüşünüz:
İnsanlar, canlı türü olarak hayvanlar âleminde gösterildiği için ifadenizin doğru olması beklenir çünkü hayvanlarda çeşitli içgüdülerin olduğu kabûl edilmiştir. En basit örneklerden biri, suya ilk defa giren bir ördek yavrusunun yüzme eylemini hiç zorluk çekmeden başarabilmesidir. Fakat insanlar için yüzmenin bir içgüdü sayılamayacağı rahatlıkla söylenebilir.

İnsan türünde ise hangi eylemlerin içgüdü sayılabileceği veya sayılamayacağı bildiğim kadarıyla hâlâ tartışmalıdır. Meselâ annelik bir içgüdü müdür sorusu böyledir. Bunun temel sebebi ise sanırım geçerli bir bilinç teorisinin hâlâ kurulamamış olması ve bunun ileride de pek de mümkün olacağa benzer gibi gözükmemesidir. Kendim de mevcut bilgi ve yaşantılarıma dayanarak söyleyebilirim ki, içgüdü denilebilecek bir davranışı kişisel olarak bugüne kadar hiç gerçekleştirdiğimi hatırlayamıyorum. Sanırım sadece güdü veya eşanlamlı olarak dürtü söz konusu olabilir.
Saygı ve selamlar.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
@Orion Nebula, öncelikle asıl konu dışına çıkıldığını tekrar hatırlatmakla beraber yine de faydalı olan cevabınız için tekrar teşekkür ederim. İçgüdü ve hormon terimlerini baz alarak yazdığınız, size ait olan #126 numaralı mesaja daha sonra cevap vereceğimi belirtmiştim ama #128 numaralı mesajınızdaki birkaç noktaya değinmek istiyorum:

Aslında şeklin altıgen olmasından ziyade peteklerin oluşturulması davranışının öğrenilmemiş olduğunu belirtmek istemiştim ve içgüdü teriminin satandard tanımında, öğrenilmemiş yâni doğuştan gelen davranış biçimi ifadelerinin hep olduğuna dair bir gönderme yapmıştım. "Nurcu" kelimesi ile ifade edilen zihniyet bana itici gelmiştir hep, siyasi sebeblerden dolayı! Onlarla bir ilgim bu yüzden hiç olmadı ve onların argümanlarından faydalanmak gibi birşey de zaten aklıma hiç gelmedi. Belirttiğiniz yanıt bağlantısında, altıgen geometrinin olası nedenlerine cevap bulunmaya çalışılmıştır ama benim böyle bir cevaba zaten ihtiyacım yoktur. Ben sadece, bu davranışın ancak içgüdü ile açıklanabileceğini vurgulamak istemiştim zaten:). Arı ve kovan örneği vererek Tanrı veya Allah ile ilgili bir sübliminal mesaj vermek gibi bir niyetim de yoktur, çünkü asıl konuyu başlatan @eater, 19.02.2022 tarihinde zaten böyle bir sınırlama getirmişti. Arı örneğini bırakıp karınca veya örümcek gibi örnekler de verilebilirdi veyahut kuş, köpek, balık gibi başka örnekler de verilebilirdi yâni altıgen petek desenine takılıp kalmayın ve lütfen nurcularla beni yan yana getirmeyin ki, o örnek zaten ne onların ne de başkalarının tekelinde olamaz:)

Zaten altıgen petek örneği vermemdeki amacımı açıkladığıma göre ilk cümlenizin ilk yarısındaki çıkarımınız geçersizdir çünkü ne doğrudan ne de dolaylı olarak, o dediğiniz bağlama işini zaten yapmadım ki:). Kur'an kitabında olduğunu düşündüğünüz çelişkiler, bu forum konusundaki asıl tartışılan sorun değildir. Onları görmezden gelerek kendimi kandırdığımı düşünmeniz ve beni uyarmanız iyi niyetli bir davranıştır, bunun için teşekkür ederim ama aynı şekilde bu uyarınız da, bu forum konusundaki asıl tartışılan konu ile ilgili değildir. Asıl konu olan "Biz neden yaşıyoruz?" etiketli gövdeden çıkan "içgüdü" ve "cinsiyet hormonlarının işlevi" etiketli iki farklı dalda tartışma yaptığımızı tekrar hatırlatmak isterim:). Benim amacım inanın konuya Tanrı'yı katmak değildi ve sizin de benim öyle yaptığımı varsayarak proaktif davranmaya çalışmak gibi bir amacınız olmamalıdır. Gördüğünüzü düşündüğünüz çelişkilere belki cevaplar da verilebilir ama bu forum konusu içinde değil başka konu başlıkları altında! Lütfen bu forumdaki konu sahibinin "dini bu konuya katmadan" ricasına saygı göstererek, onun çizdiği sınırın dışına çıkmayalım ve asıl konuyu ve/veya ondan çıkan yukarda belirttiğim iki farklı alt konuyu tartışmaya geri dönelim.
Saygılar.

@Orion Nebula, daha önce biraz mizah katarak verdiğim cevap yerine bu kez asıl cevabımı vermek istiyorum. Maalesef biraz ve hatta oldukça farklı bazı görüşler bildirmem gerekiyor. Bunları maddeler hâlinde sıraladım. Daha kısa tutamadığım için özürlerimi sunarım.
(1)" İnsanları içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor." görüşünüz:
İnsan bilinci ve iradesi insanın düşünce ve karar üreten kişilik özellikleridir. İnsan bu kişilik özelliklerini kullanarak, sonradan edinilen yâni öğrenilmiş bilgileri değerlendirerek düşünce ve karar üretmekte ve eyleme dönüştürmektedir. Tanım olarak içgüdü, daha önceden öğrenilmemiş olup doğuştan itibaren canlı türünün bütün üyelerinde görülen aynı davranış biçimi olduğuna göre içgüdü, öğrenilmiş bir bilginin değerlendirilmesi ile sonuçlanan bir eylem değildir ve kökeni veya nedeni hakkında somut veri yoktur. Yâni canlı türünün üyelerindeki varsayılan bireysel bilincin ve iradenin içgüdüsel davranışın sonucu olan kararı nasıl kabûl ettiği bilinmemektedir. Eğer insanları içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor ise bu durumda insanların, önceden öğrenilmiş bilgilerini bir kenara bırakarak nasıl olduysa gizemli bir şekilde daha önceden öğrenilmemiş olan bu içgüdüsel bilgileri bilinçlerinde bir anda fark ederek bu bilgilerin sonucu olan düşünce ve kararlar ürettiğini ve eyleme dönüştürdüğünü kabûl etmek gerekir. Üstelik bütün bireyler için aynı şartlarda aynı durum için aynı davranış kalıbının gerçekleştirilmesini de beklemek gerekir. Bu bir çelişkidir, çünkü bütün insanların, öğrenilmiş bilgilerle hayat sürdüğü bilinmektedir ve ayrıca bütün insanların aynı durumlarda aynı şartlar altında aynı davranış kalıbını gerçekleştirmediği bir çok yaşantılar da pekâlâ meydana gelebilir ve gelmektedir de. Bu da bir çelişki sayılabilir çünkü insanları içgüdüler yönetiyor olsaydı aynı içgüdülerin aynı durumlarda ve aynı şartlarda aynı şekilde gerçekleşmesi beklenirdi. Çünkü hayvanlar âleminde bir türde içgüdüsel olduğu kabûl edilen davranışlar bu şekilde türün bütün üyelerinde de görülür yâni aynı şekilde gerçekleşir.
Belki de en fazla söylenebilecek olan şey, insanları bazı güdülerin (motivasyonların) yönetebiliyor olacağıdır ama o da her zaman değil, sadece o güdüye, insan bilincinin onay vermesi durumundadır. Buna da o zaman artık içgüdüsel davranış denilemeyeceği açıktır.

(2) "(Bazı) evli erkeklerin eşlerini aldatması içgüdüseldir." görüşünüz:
Diğer bazı erkeklerin ise eşlerini aldatmadığı bilindiğine göre eşini başka kadınla aldatma davranışı bu durumda içgüdüsel değildir çünkü içgüdü tanımına göre türün bütün üyelerinde de yâni bütün evli erkeklerde de aynı davranışın görülmesi gerekirdi. Oysa görülmüyor, o halde bu bir çelişki olup bazı erkeklerin eşlerini aldatmasının içgüdüsel değil sadece güdüsel eylemler sonucu olduğu anlaşılır.

(3) "Çiftleşme/üreme, hormonların baskılaması ile ortaya çıkan bir (iç?)güdüdür" görüşünüz:
Kendi ifadenizde “(…) çünkü çiftleşme/üreme güdüsünü yerine getirmiş (…)” yazmıştınız yâni güdü kelimesini kullanmıştınız. (a) Eğer zaten bunu kastetmişseniz o kısım doğrudur ama itirazım hormonların baskılaması ifadeniz için olacaktır. (b) Eğer içgüdü kelimesini kastetmişseniz o zaman buna da ayrıca itirazım olacaktır.
Öncelikle daha çok hayvanlar âlemi ile ilgili belgesel filmlerde kullanıldığını düşündüğüm çiftleşme/üreme ifadesi bana hayli itici geldiği için ve eşleşme/çoğalma ifadesini daha yumuşak bulduğum için bunu tercih edeceğimi belirtmek isterim. Bu iki kelimenin ifade ettiği anlamlar farklıdır ama aralarındaki neden-sonuç bağlantısı, kısacası nedensellik bağlantısı herkesin bildiği bir gerçektir. Fakat gözden kaçan husus ise bu iki kelime ile ifade edilenlerin aslında daha üst düzey bir nedenin çoklu alt sonuçları olabileceğidir. Elbette insanların ve özellikle erkeklerin eşleşmedeki asıl amacı cinsî haz yaşantısı elde etmek ve sürdürmektir. Bunun olası sonucu olan kadınların hamileliğinin amaçlanması yâni biyolojik çoğalmaya katkıda bulunma düşüncesi, asla erkeklerin ilk amacı olamaz ve nitekim kadınların hamile kalmasını kontrol etmek için çeşitli yöntemlerin geliştirilmiş olmasının öncelikli sebebi de zaten bu değil midir?

(a) "Eşleşme/çoğalma güdüsünün hormonların baskılaması ile ortaya çıktığı görüşü"nüz, aslında yaygın bir şehir efsanesine dayanıyor. Çünkü insanın cinsî dürtülerinin veya güdülerinin kaynaklarının oldukça karmaşık mekanizmalarla çalıştığı, cinsî isteğin pek çok faktöre bağlı olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Vücudunda tüm hormon dengesi gâyet yerinde olan bir yetişkinde yine de cinsî isteksizlik olabilmesinin açıklaması ancak bu şekilde yapılabilir. Cinsiyet ile ilgili hormonların, vücudun kendi ürettiği doğal kimyasal maddeler olarak ilgili organlar ve sistemlerin gelişiminde görev aldıkları ve ayrıca bir tür haberci mekanizma şeklinde çalışarak, cinsî organ işleyişlerinin aksamadan ve düzgün bir şekilde yürütülmesini ve sürdürülmesini sağlama veya buna destek olma fonksiyonlarını taşıdığı sonucuna varılabilse de, insanın eşleşme/çoğalma eylemini gerçekleştirme kararı vermesinde tek başına neden olan bir maddî unsur olduğu ispatlanamaz. (İspatlanmış olsaydı, bireylerin ve toplumların kontrolü ve manipülasyonu tıbbî yöntemlerle mümkün olabilirdi ve olurdu! Bunun ne kadar sorunlu olacağını ve öngörülemez sonuçları olacağını belirtmeye hiç girmiyorum.) Cinsî isteğin kendisinin ve akabinde eşleşme/çoğalma eylemi gerçekleştirme kararının, insan bilinci ve iradesi tarafından tercih edilen bir seçim olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bunun neredeyse bütün insanların hayatlarında neredeyse rutin olması basitçe içgüdü ile açıklanamaz. Çünkü insanın asıl amacının cinsî haz yaşantısını tekrarlamak olduğu bilinen bir gerçektir. Aslında eşleşme/çoğalma güdüsünü, canlı biyolojisi iki farklı cinsiyete dayandığı için ortaya çıkan veya bunun ortaya çıkmasını amaçlamış olduğu düşünülebilecek daha üst düzeyde bir nedenin ürettiği, zorunlu bir sosyolojik sonuç olarak düşünmek mümkündür.
(b) Kontrol edilebilen yâni denetlenebilen bir insan davranışı, kişinin kendi bilinci ve iradesi ile gerçekleştiğine göre artık o davranışın sebebine insanın içgüdüsü denilemeyeceği açık bir gerçektir. Cinsiyet hormonlarının eşleşme/çoğalma davranışını gerçekleştirme kararını almaya sebep olduğu görüşünün ispat edilmiş somut bilimsel temelleri zannedilenin aksine var olmadığına göre ve eşleşme/çoğalma davranışının fizyolojik olarak aksamadan düzgün bir rutinle devamını sağlamada sadece maddî unsurlar olarak görev yaptığı somut ve bilimsel olarak kabûl edilebileceğine göre, insanların eşleşme/çoğalma güdüsünün ne hormonların baskılaması ile ortaya çıkıyor olduğu görüşünün, ne de onun bir içgüdü olduğu görüşünün doğru olmayacağı veya olamayacağı ortadadır.

(4) "Evli erkekler mantıkları ile aldatma içgüdülerini yenebilirler." görüşünüz:
Mantık kullanarak yâni mevcut bilişsel verilere göre karar alarak ve bu kararı eyleme dönüştürerek bir içgüdü yenilebiliyorsa yâni bloke edilebiliyorsa o zaman içgüdü denilen o davranışa artık içgüdü denilebilmesi, içgüdü kavramının standard başlangıç tanımına aykırıdır. O halde bu bir çelişkidir ve doğru olan ifade “(Bazı) evli erkekler, aldatma güdüleri ortaya çıkarsa onu tercih etmeyebilirler.” şeklinde olmalıdır.

(5) "İnsanların hayvansal içgüdüleri vardır." görüşünüz:
İnsanlar, canlı türü olarak hayvanlar âleminde gösterildiği için ifadenizin doğru olması beklenir çünkü hayvanlarda çeşitli içgüdülerin olduğu kabûl edilmiştir. En basit örneklerden biri, suya ilk defa giren bir ördek yavrusunun yüzme eylemini hiç zorluk çekmeden başarabilmesidir. Fakat insanlar için yüzmenin bir içgüdü sayılamayacağı rahatlıkla söylenebilir.

İnsan türünde ise hangi eylemlerin içgüdü sayılabileceği veya sayılamayacağı bildiğim kadarıyla hâlâ tartışmalıdır. Meselâ annelik bir içgüdü müdür sorusu böyledir. Bunun temel sebebi ise sanırım geçerli bir bilinç teorisinin hâlâ kurulamamış olması ve bunun ileride de pek de mümkün olacağa benzer gibi gözükmemesidir. Kendim de mevcut bilgi ve yaşantılarıma dayanarak söyleyebilirim ki, içgüdü denilebilecek bir davranışı kişisel olarak bugüne kadar hiç gerçekleştirdiğimi hatırlayamıyorum. Sanırım sadece güdü veya eşanlamlı olarak dürtü söz konusu olabilir.
Saygı ve selamlar.
Yorumların için teşekkürler. Genel olarak katılamadım sonradan eklediğin görüşlerine.
 
@Orion Nebula, #137 numaralı mesajınız için de ben teşekkür ederim fakat en azından "düşündürücü" ifadesi bıraksaydınız öyle sanıyorum ki, belki daha açıklayıcı bir karşılık olurdu. #126 numaralı mesajınızı çok derinlikli olarak analiz edip cevaplandırmaya çalışmıştım. Cevabımı fazla uzatmamak için kullandığım ifade tarzı belki aşırı sıkı ve yoğun gelmiş olabilir ama sağlam bir ifade tarzı tercih ettiğim için böyle oldu.

Forum konularında üyelerin çoğu zaman katılmadığı noktalar hep olur ve zaten onun için çoğu kez itiraz cevapları yazarlar ama elbette cevap yazmayanlar veya buna zaman ayıramayanlar da olabilir. Sizin #128 numaralı mesajınızda henüz cevap veremediğim bazı bölümlere müsait olunca ayrıca cevap yazmayı düşünüyorum. Bizleri düşündürmeye devam ettiğiniz için teşekkürler ve saygılar.
Bu da aslında üreyip nesillerini devam ettirdiklerini nitelikim de anlatır gibi.
Bu cümlenizdeki anlatım bozukluğunun düzeltilmesi için raporlayıp bildirmenizi rica ederim. İyi günler.
 
Son düzenleme:

Technopat Haberler

Geri
Yukarı