@Orion Nebula, öncelikle asıl konu dışına çıkıldığını tekrar hatırlatmakla beraber yine de faydalı olan cevabınız için tekrar teşekkür ederim.
İçgüdü ve
hormon terimlerini baz alarak yazdığınız, size ait olan #126 numaralı mesaja daha sonra cevap vereceğimi belirtmiştim ama #128 numaralı mesajınızdaki birkaç noktaya değinmek istiyorum:
Aslında şeklin altıgen olmasından ziyade peteklerin oluşturulması davranışının öğrenilmemiş olduğunu belirtmek istemiştim ve içgüdü teriminin satandard tanımında,
öğrenilmemiş yâni doğuştan gelen davranış biçimi ifadelerinin hep olduğuna dair bir gönderme yapmıştım. "Nurcu" kelimesi ile ifade edilen zihniyet bana itici gelmiştir hep, siyasi sebeblerden dolayı! Onlarla bir ilgim bu yüzden hiç olmadı ve onların argümanlarından faydalanmak gibi birşey de zaten aklıma hiç gelmedi. Belirttiğiniz yanıt bağlantısında, altıgen geometrinin olası nedenlerine cevap bulunmaya çalışılmıştır ama benim böyle bir cevaba zaten ihtiyacım yoktur. Ben sadece, bu davranışın ancak içgüdü ile açıklanabileceğini vurgulamak istemiştim zaten

. Arı ve kovan örneği vererek Tanrı veya Allah ile ilgili bir sübliminal mesaj vermek gibi bir niyetim de yoktur, çünkü asıl konuyu başlatan
@eater, 19.02.2022 tarihinde zaten böyle bir sınırlama getirmişti. Arı örneğini bırakıp karınca veya örümcek gibi örnekler de verilebilirdi veyahut kuş, köpek, balık gibi başka örnekler de verilebilirdi yâni altıgen petek desenine takılıp kalmayın ve lütfen nurcularla beni yan yana getirmeyin ki, o örnek zaten ne onların ne de başkalarının tekelinde olamaz
Zaten altıgen petek örneği vermemdeki amacımı açıkladığıma göre ilk cümlenizin ilk yarısındaki çıkarımınız geçersizdir çünkü ne doğrudan ne de dolaylı olarak, o dediğiniz
bağlama işini zaten yapmadım ki

.
Kur'an kitabında olduğunu düşündüğünüz çelişkiler, bu forum konusundaki asıl tartışılan sorun değildir. Onları görmezden gelerek kendimi kandırdığımı düşünmeniz ve beni uyarmanız iyi niyetli bir davranıştır, bunun için teşekkür ederim ama aynı şekilde bu uyarınız da, bu forum konusundaki asıl tartışılan konu ile ilgili değildir. Asıl konu olan "Biz neden yaşıyoruz?"
etiketli gövdeden çıkan "içgüdü" ve "cinsiyet hormonlarının işlevi"
etiketli iki farklı dalda tartışma yaptığımızı tekrar hatırlatmak isterim

. Benim amacım inanın konuya Tanrı'yı katmak değildi ve sizin de benim öyle yaptığımı varsayarak
proaktif davranmaya çalışmak gibi bir amacınız olmamalıdır. Gördüğünüzü düşündüğünüz çelişkilere belki cevaplar da verilebilir ama bu forum konusu içinde değil başka konu başlıkları altında! Lütfen bu forumdaki konu sahibinin "dini bu konuya katmadan" ricasına saygı göstererek, onun çizdiği sınırın dışına çıkmayalım ve asıl konuyu ve/veya ondan çıkan yukarda belirttiğim
iki farklı alt konuyu tartışmaya geri dönelim.
Saygılar.
@Orion Nebula, daha önce biraz mizah katarak verdiğim cevap yerine bu kez asıl cevabımı vermek istiyorum. Maalesef biraz ve hatta oldukça farklı bazı görüşler bildirmem gerekiyor. Bunları maddeler hâlinde sıraladım. Daha kısa tutamadığım için özürlerimi sunarım.
(1)" İnsanları içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor." görüşünüz:
İnsan bilinci ve iradesi insanın düşünce ve karar üreten kişilik özellikleridir. İnsan bu kişilik özelliklerini kullanarak, sonradan edinilen yâni öğrenilmiş bilgileri değerlendirerek düşünce ve karar üretmekte ve eyleme dönüştürmektedir. Tanım olarak içgüdü, daha önceden öğrenilmemiş olup doğuştan itibaren canlı türünün bütün üyelerinde görülen aynı davranış biçimi olduğuna göre içgüdü, öğrenilmiş bir bilginin değerlendirilmesi ile sonuçlanan bir eylem değildir ve kökeni veya nedeni hakkında somut veri yoktur. Yâni canlı türünün üyelerindeki varsayılan bireysel bilincin ve iradenin içgüdüsel davranışın sonucu olan kararı nasıl kabûl ettiği bilinmemektedir. Eğer insanları içgüdüleri yönetiyor/baskılıyor ise bu durumda insanların, önceden öğrenilmiş bilgilerini bir kenara bırakarak nasıl olduysa gizemli bir şekilde daha önceden öğrenilmemiş olan bu içgüdüsel bilgileri bilinçlerinde bir anda fark ederek bu bilgilerin sonucu olan düşünce ve kararlar ürettiğini ve eyleme dönüştürdüğünü kabûl etmek gerekir. Üstelik bütün bireyler için aynı şartlarda aynı durum için aynı davranış kalıbının gerçekleştirilmesini de beklemek gerekir. Bu bir çelişkidir, çünkü bütün insanların, öğrenilmiş bilgilerle hayat sürdüğü bilinmektedir ve ayrıca bütün insanların aynı durumlarda aynı şartlar altında aynı davranış kalıbını gerçekleştirmediği bir çok yaşantılar da pekâlâ meydana gelebilir ve gelmektedir de. Bu da bir çelişki sayılabilir çünkü insanları içgüdüler yönetiyor olsaydı aynı içgüdülerin aynı durumlarda ve aynı şartlarda aynı şekilde gerçekleşmesi beklenirdi. Çünkü hayvanlar âleminde bir türde içgüdüsel olduğu kabûl edilen davranışlar bu şekilde türün bütün üyelerinde de görülür yâni aynı şekilde gerçekleşir.
Belki de en fazla söylenebilecek olan şey, insanları bazı güdülerin (motivasyonların) yönetebiliyor olacağıdır ama o da her zaman değil, sadece o güdüye, insan bilincinin onay vermesi durumundadır. Buna da o zaman artık içgüdüsel davranış denilemeyeceği açıktır.
(2) "(Bazı) evli erkeklerin eşlerini aldatması içgüdüseldir." görüşünüz:
Diğer bazı erkeklerin ise eşlerini aldatmadığı bilindiğine göre eşini başka kadınla aldatma davranışı bu durumda içgüdüsel değildir çünkü içgüdü tanımına göre türün bütün üyelerinde de yâni bütün evli erkeklerde de aynı davranışın görülmesi gerekirdi. Oysa görülmüyor, o halde bu bir çelişki olup bazı erkeklerin eşlerini aldatmasının içgüdüsel değil sadece güdüsel eylemler sonucu olduğu anlaşılır.
(3) "Çiftleşme/üreme, hormonların baskılaması ile ortaya çıkan bir (iç?)güdüdür" görüşünüz:
Kendi ifadenizde “(…) çünkü çiftleşme/üreme
güdüsünü yerine getirmiş (…)” yazmıştınız yâni
güdü kelimesini kullanmıştınız. (a) Eğer zaten bunu kastetmişseniz o kısım doğrudur ama itirazım
hormonların baskılaması ifadeniz için olacaktır. (b) Eğer
içgüdü kelimesini kastetmişseniz o zaman buna da ayrıca itirazım olacaktır.
Öncelikle daha çok hayvanlar âlemi ile ilgili belgesel filmlerde kullanıldığını düşündüğüm
çiftleşme/üreme ifadesi bana hayli itici geldiği için ve
eşleşme/çoğalma ifadesini daha yumuşak bulduğum için bunu tercih edeceğimi belirtmek isterim. Bu iki kelimenin ifade ettiği anlamlar farklıdır ama aralarındaki neden-sonuç bağlantısı, kısacası nedensellik bağlantısı herkesin bildiği bir gerçektir. Fakat gözden kaçan husus ise bu iki kelime ile ifade edilenlerin aslında daha üst düzey bir nedenin çoklu alt sonuçları olabileceğidir. Elbette insanların ve özellikle erkeklerin
eşleşmedeki asıl amacı cinsî haz yaşantısı elde etmek ve sürdürmektir. Bunun olası sonucu olan kadınların hamileliğinin amaçlanması yâni biyolojik
çoğalmaya katkıda bulunma düşüncesi, asla erkeklerin ilk amacı olamaz ve nitekim kadınların hamile kalmasını kontrol etmek için çeşitli yöntemlerin geliştirilmiş olmasının öncelikli sebebi de zaten bu değil midir?
(a) "Eşleşme/çoğalma güdüsünün hormonların baskılaması ile ortaya çıktığı görüşü"nüz, aslında yaygın bir şehir efsanesine dayanıyor. Çünkü insanın cinsî dürtülerinin veya güdülerinin kaynaklarının oldukça karmaşık mekanizmalarla çalıştığı, cinsî isteğin pek çok faktöre bağlı olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Vücudunda tüm hormon dengesi gâyet yerinde olan bir yetişkinde yine de cinsî isteksizlik olabilmesinin açıklaması ancak bu şekilde yapılabilir. Cinsiyet ile ilgili hormonların, vücudun kendi ürettiği doğal kimyasal maddeler olarak ilgili organlar ve sistemlerin gelişiminde görev aldıkları ve ayrıca bir tür haberci mekanizma şeklinde çalışarak, cinsî organ işleyişlerinin aksamadan ve düzgün bir şekilde yürütülmesini ve sürdürülmesini sağlama veya buna destek olma fonksiyonlarını taşıdığı sonucuna varılabilse de, insanın
eşleşme/çoğalma eylemini gerçekleştirme kararı vermesinde tek başına neden olan bir maddî unsur olduğu ispatlanamaz. (İspatlanmış olsaydı, bireylerin ve toplumların kontrolü ve manipülasyonu tıbbî yöntemlerle mümkün olabilirdi ve olurdu! Bunun ne kadar sorunlu olacağını ve öngörülemez sonuçları olacağını belirtmeye hiç girmiyorum.) Cinsî isteğin kendisinin ve akabinde
eşleşme/çoğalma eylemi gerçekleştirme kararının, insan bilinci ve iradesi tarafından tercih edilen bir seçim olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bunun neredeyse bütün insanların hayatlarında neredeyse rutin olması basitçe içgüdü ile açıklanamaz. Çünkü insanın asıl amacının cinsî haz yaşantısını tekrarlamak olduğu bilinen bir gerçektir. Aslında
eşleşme/çoğalma güdüsünü, canlı biyolojisi iki farklı cinsiyete dayandığı için ortaya çıkan veya bunun ortaya çıkmasını amaçlamış olduğu düşünülebilecek daha üst düzeyde bir nedenin ürettiği, zorunlu bir sosyolojik sonuç olarak düşünmek mümkündür.
(b) Kontrol edilebilen yâni denetlenebilen bir insan davranışı, kişinin kendi bilinci ve iradesi ile gerçekleştiğine göre artık o davranışın sebebine insanın içgüdüsü denilemeyeceği açık bir gerçektir. Cinsiyet hormonlarının
eşleşme/çoğalma davranışını gerçekleştirme kararını almaya sebep olduğu görüşünün ispat edilmiş somut bilimsel temelleri zannedilenin aksine var olmadığına göre ve
eşleşme/çoğalma davranışının fizyolojik olarak aksamadan düzgün bir rutinle devamını sağlamada sadece maddî unsurlar olarak görev yaptığı somut ve bilimsel olarak kabûl edilebileceğine göre, insanların
eşleşme/çoğalma güdüsünün ne
hormonların baskılaması ile ortaya çıkıyor olduğu görüşünün, ne de onun bir
içgüdü olduğu görüşünün doğru olmayacağı veya olamayacağı ortadadır.
(4) "Evli erkekler mantıkları ile aldatma içgüdülerini yenebilirler." görüşünüz:
Mantık kullanarak yâni mevcut bilişsel verilere göre karar alarak ve bu kararı eyleme dönüştürerek bir içgüdü yenilebiliyorsa yâni bloke edilebiliyorsa o zaman içgüdü denilen o davranışa artık içgüdü denilebilmesi, içgüdü kavramının standard başlangıç tanımına aykırıdır. O halde bu bir çelişkidir ve doğru olan ifade “(Bazı) evli erkekler, aldatma güdüleri ortaya çıkarsa onu tercih etmeyebilirler.” şeklinde olmalıdır.
(5) "İnsanların hayvansal içgüdüleri vardır." görüşünüz:
İnsanlar, canlı türü olarak hayvanlar âleminde gösterildiği için ifadenizin doğru olması beklenir çünkü hayvanlarda çeşitli içgüdülerin olduğu kabûl edilmiştir. En basit örneklerden biri, suya
ilk defa giren bir ördek yavrusunun yüzme eylemini hiç zorluk çekmeden başarabilmesidir. Fakat insanlar için yüzmenin bir içgüdü sayılamayacağı rahatlıkla söylenebilir.
İnsan türünde ise hangi eylemlerin içgüdü sayılabileceği veya sayılamayacağı bildiğim kadarıyla hâlâ tartışmalıdır. Meselâ annelik bir içgüdü müdür sorusu böyledir. Bunun temel sebebi ise sanırım geçerli bir
bilinç teorisinin hâlâ kurulamamış olması ve bunun ileride de pek de mümkün olacağa benzer gibi gözükmemesidir. Kendim de mevcut bilgi ve yaşantılarıma dayanarak söyleyebilirim ki, içgüdü denilebilecek bir davranışı kişisel olarak bugüne kadar hiç gerçekleştirdiğimi hatırlayamıyorum. Sanırım sadece güdü veya eşanlamlı olarak dürtü söz konusu olabilir.
Saygı ve selamlar.