Dünya öküz ve balığın üzerindedir

Nun, sadece bir harftir. Ve mushaf içinde pek çok yerde sure başlarında değişik harfler kullanılmıştır. "Elif, lam, mim" veya "ta, sin, mim", ya da "ha, mim", hatta "kaf" başkaca da örnekler vardır. O zaman birileri çıkıp "kaf" harfi ile de bir şeyleri ilişkilendirebilir.
 

Ben de bundan bahsediyorum. Burada da bazı bağlantılar kurulmuş lakin bunların dayanakları nedir? Bu anlamları verirken kaynaklarınız nelerdir? Hangi eserlerden dogrulanabilir? Misal cahiliye devri, "ahlaki cehalet" olarak nitelendirilebilir. Çünkü o dönem ticaret ile uğraşan ve çevre ülkelere git gel yapan pek çok Arap mevcuttu. Bunların oralardan o çağa ait teknolojileri taşımadığını nasıl iddia edebiliyorsunuz? Birmingham nüshası sizin bu bağlantılarınızın neresindedir?

 
Son düzenleme:
@Andar Han Hocam, beni sakın yanlış anlamayın. Sizi yermek gibi bir amacım yok. Haddime de değil zaten. Hatta bu kadar bilgiye sahipseniz ve diğerleri gibi onun bunun videolarını atmıyorsanız, size saygım sonsuzdur.

Burada şeytanın avukatlığını yapmak zorundayım. Burası bir tartışma yeridir. Yapayım ki sizde başka argümanlar sunabilesiniz.

Acaba diyorum bu kadar ince, girintili çıkıntılı düşünmeseniz mi? @oases'in bahsettiği şey, 6000 civarı ayet var ve bunlar insan üretimi. "Bak bu buradan alınmıştır. Bu ayetteki kelime, şu medeniyetin bir üretimidir. Zamanında bu söylenmiş ardından kitaba da eklenmiştir." gibi söylemleri söylemesi kadar doğal bir durum yok. Peki buna karşı dinlerin kutsal kitaplarının neyi var elinde?

Doğal diyorum çünkü, aslında bizim düşmanlığımızdan(size göre düşmanlık) değil, dinlerin kanıt isteyenlere cevap verememesindendir. Bunların hepsinin psikolojik olduğunu savunuyorum. Bir bireyin, hayvanın, bitkinin kendi cinsini, fikrini, baskınlığını üstün görmesi bunları basite indirgememizi sağlayabilir.

Burada @oases'e de karşı şeytanın avukatlığını yapıp, peygamber olarak savunulan kişilerin var olduğunu savunup, oluşturduğu yapıların bu kadar çığırından çıkacağını düşünmediklerini savunuyorum.

Diyorum ki, İsa ortaçağı görse Hristiyanlığı kurmaktan vazgeçerdi. Belki de sadistti, vazgeçmezdi. Bilemiyorum.

Doğal diyorum çünkü, aslında bizim düşmanlığımızdan(size göre düşmanlık) değil, dinlerin kanıt isteyenlere cevap verememesindendir. Bunların hepsinin psikolojik olduğunu savunuyorum. Bir bireyin, hayvanın, bitkinin kendi cinsini, fikrini, baskınlığını üstün görmesi bunları basite indirgememizi sağlayabilir.
Ortaçağ engizisyon mahkemeleri, birilerini cadılıkla suçlamak zorundaydı. Ortada bir kısas olmak zorundaydı ki toplum o kişilerin gücüne inansın.

Yunan mahkemeleri Melethus'un dinsizlik yayma suçlamaları için Sokrates'i suçladı ve idam ettirdi. Peki Melethus'un çıkarı neydi? O zamanın elit kısmından biriydi. Şairdi ve din propagandacısıydı.

Yani her bir bireyin çıkarı vardır. Senin de, benim de...
 
Son düzenleme:
Pek çok ayet "anlaşmalarınıza/sözleşmelerinize sadık kalın" derken, yazıya işaret etmez ya da önemsemez.
Bu iddiaya karşılık konu açacağım. Anlatması o kadar da kolay değil.
 
Yunan mahkemeleri Melethus'un dinsizlik yayma suçlamaları için Sokrates'i suçladı ve idam ettirdi. Peki Melethus'un çıkarı neydi?

Ve biliyoruz ki Sokrates'te enikonu inançlı bir kişilikti. Ya da ortaçağ karanlığından çıkmaya vesile hareketlerde, genelde önde hareket edenler de az buz inançlı ve kilise içindeki çatlak seslerden oluşuyordu. Dine karşı, dini yok etmeye kalkarak hareket etmediler; dini anlayıp, aslolan ile yanlışa karşı mücadele ettiler.

Ayrıca islam özelinde bir şeyler söylemek gerekirse, İran'da islamın sosyal tarafı uzerine kafa yoran, Ali Şeriati ya da Mahmut Talegani ya da bizde İsmet Özel, Dilaver Demirağ benzeri örnekler mevcuttur. Din; özde ve esas anlamı olan ama yorumu insana kalmış olgularımızdan biridir.
 
Son düzenleme:
Kral Sargon, annem yüksek bir rahibeydi şeklinde başlamaktadır. Bu sınıftan kadınların katip yani yazıcı olarak uzun süre çalıştıkları da kayıtlar arasındadır. O yüzden kendilerine nun da denir. Yani yazıcılar. Kelam kalemle yazıya dönüşür.
Nun İngilizcede de rahibe demek.
 
"Gökyüzünden bahsetmeleri, yeryüzünü sömürmek içindir"

-Maximilien robespierre.
 
Türk mitolojisinde Korkut Ata, kopuzun mucididir. Ancak o da kopuz yapmayı şeytandan öğrenmiştir. Yine bu mitolojiye göre Kambar Ata, müzikle uğraşanların koruyucusudur. Bir şarkıda da denildiği gibi Kambar Ata gölün ve yolun sahibi olarak söylenir. Türkmenlerdeki dutar çalgısının yaratıcısıdır. Aslında Kambar Ata günümüzde hala yaşıyor. O yüzden hala kambersiz düğün olmaz diyoruz.
Hocam siz seversiniz Türk mitolojisini @telefonunugoster
 
Al karısız da bebek olmaz, o yüzden kundağa al sarılır al karısı demirden korkar o yüzden tüfek atılır loğusa anneye kurdele al bağlanır bu yüzden, Hatta öyle ki, Türkiye cumhuriyeti bayrağındaki o Al nerenin Alı işte o Al Al karısının alı.
Hocam siz seversiniz Türk mitolojisini @telefonunugoster
 
Herhangi bir döneme ait metni anlamaya çalışırken dönemin insanını, konuştuğu dil yapısını, birbirleriyle iletişim kurarken kullandıkları jargon ve deyimleri, yaşayış biçimlerini ve hatta yaşadıkları bölgenin coğrafi yapısını düşünerek okumak o metni anlamaya çalışırken daha sağlıklı olacaktır. Aksi halde geçmişte yazılmış olanlar günümüzde çoğumuza anlamsız gelebilir.

Şimdi Kalem suresini açalım. Hurufu mukattalardan birini göreceksiniz, Nun. Hurufu mukattalar dinle ilgilenen kişilere göre muammadır. Hemen hemen her alimin bu konu hakkında bir fikri vardır. Fikri olmayanlara göre ise bunlar Allah ile peygamberi arasında şifreli harflerdir. Fark edeceğiniz gibi klasik söylemlere sürekli şüphe ile yaklaşıyorum. Konu Lut Kavmi.

Resimdeki bu balığın lakabı Bahamut, içinde bulunduğu deniz de hokkadır. Kalem suresinde geçen kaleme andolsun ve Kehf Suresi 109. ayette bahsedilen deniz, bu resimdeki denizdir, yani hokka.
Eki Görüntüle 1520513

Dini metinlere göre önce söz vardı, yani kelam, sonra kalem ve hokkayla yasalar yazıldı. Sonra da Bakara, İnek ve bu anlayış Musa'dır. İslam Tarihi'ne göre Hira Mağarası'nda vahiyle muhatap olan Muhammed korkup Varaka bin Nevfel'in yanına götürüldüğünde Varaka kendisine bu sana gelen Musa'ya gelen nomosdur demiş. Yani namus, yani töre. Genel anlamda öküz, yasa/töre demektir. Zaten Kuran'da da Bakara Suresi'ni okursanız genel olarak günlük yaşam kuralları, bir toplumun birlikte yaşaması için gerekli yasaları okursunuz. Toprakla ilgilenen toplumların genel sembolleri budur. Hindistan'da da ineğin kutsal sayılması aynı sebepten. Yasalar kutsaldır!

Şimdi yukarıdaki resme daha dikkatli bakın. Gördüğünüz gibi öküzün yani yasanın üzerinde Dünya var, bir kaya şeklinde. Bu arada İsa'nın sembolünün de kaya olduğunu size hatırlatayım. Yasa: Tüm yeryüzünü ve malikleri yani melekleri taşır. Melaike kuvvetler demektir. Bazı yorumculara göre bu kuvvetler fizik kanunlarıdır ve tüm bunlar insanlığın emrine sunulmuştur. Başka bir ifadeyle yaratılış sahnesinde melaike yani melekler, insana secde ettirilmiştir. Elbette bu dinsel metinlerin anlatımı. Ancak gerçek hayatta da durum pek farklı değil. Dünya'nın malikleri de yasaları oluşturur ve Dünya'yı taşırlar. Hatta kimileri onları göklerden bir kuvvetin gönderdiğine inanır. (Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.)

Tarih boyunca yazılan metinlerde yönetici koltuğuna yani tahta oturan kralların göklerle bağlantılı olduğu anlatılmıştır. Onlar Tanrı'nın birer lütfu, Tanrı'nın yeryüzündeki elçileri ve temsilcisidirler. Bazılarına göre dini metinleri ancak bu şekilde okursak düzgün biçimde anlayabiliriz.

Yukarıdaki resim Ebu Yahya bin Zekeriyya ibn Muhammed el-Kazvini tarafından çizilmiş. Hadis külliyatındaki bilgilere ithafen çizildiği açıkça ortada. El-Kazvini İslam Tarihi'nde sahabe diye anlatılan Enes bin Malik'in torunudur. Abdullah bin Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre Muhammed'e şu şekilde sormuşlar. Ey Allah'ın elçisi Dünya ne üstündedir? O da; Dünya öküz ve balığın üzerindedir diye cevaplamış. Başka rivayette bir defa öküzün üzerindedir demiş, başka bir zamanda da balığın üzerinde. Bu ifadeler bazı yorumculara göre Dünya'nın astrolojik konumu ile ilgili açıklamalardır. Bir diğer hadiste şöyledir; Dünya öküzün boynuzları üzerindedir, öküz başını sallayınca depremler olur. Anlatılmak istenen tüm Dünya yazılmış anayasalarla yönetilir ve yönetici bu yasalara uymazsa, hakkaniyetli davranmazsa Dünya düzeni çöker kargaşa hakim olur.

Rivayetlere göre El-Kazvini yukarıdaki resmi Vehb bin Münebbih'in anlattıklarına göre çizmiş. Aktarılan rivayetlere göre Vehb'in babası Munabbih ibn Kamil Muhammed'in askerlerinden biriydi Horasan'lıydı. ve Yemen'e o zamanki Aksum Krallığı'na göç etmişti. Uyruğunun orijinali perstir yani iranlı. Kendisi dönemim gözde mesleklerinden biri ile meşguldü; ganimet karşılığı savaşan paralı bir askerdi. İşte bu paralı askerin oğlu Vehb bin Münebbih mezmurları arapçaya yazı olarak dönüştüren ilk kişiydi, ondan önce sadece sözlü olarak aktarım vardı. Ya da bu metinler farklı dillerin alfabeleri ile yazılıyordu. İşte yukarıdaki resimdeki balığın adı Nun'dur. O meşhur hokkadaki Tanrı'nın sözlerine karşılık tükenen denizde yüzen balık. Bu balığın diğer adı da Lutiyah, künyesi Balhut, lakabı da Bahamut'tur. Nun aynı zamanda yine dini metinlerde Yunus'u yutan balık olarak da biliniyor. Dini metinleri alegorik anlatımlar olarak kabul edersek; Yunus'u hapseden kanunun simgesidir. Yunus'u balığın yutması ve balığın karnında bir süre kaldıktan sonra dışarı çıkması dönemin yönetimi tarafından hapsedildiğini ve mevcut otoriteye karşı geldiğini anlatıyor.

Dini literatürde enstrüman türünün önemi büyüktür. Biri ney yani kamış, diğeri telli ve yaylı çalgılar. Arapça üflemeli çalgıların tamamına mizmar denir. Davud'un çalgısı budur. Davud, ilahilerini mizmarla okur. Mezmurlar adı buradan gelir. Suda yetişen kamıştan yapıldığı için; bununla yapılanlar ilahi kabul edilir. Çobanların sürüyü yönettiği çalgıdır, yani kılavuzun elindeki yönlendirme aracıdır. Tarih boyunca yaşanan sürgünler işte bu çalgı ile yönetilmiştir. Diğer enstrüman türü yaylı ve telli çalgılardır. Su ile değil ateş ile bağdaştırılır. Bu enstrüman ile okunanlar; insanın içindeki hırs, şehvet ve keyfi duygularla okunur. Yani şeytanın çalgısıdır, bu yüzden ilahi değil haramdır.

Hammurabi kanun metinlerinde farklı statülere sahip rahibeler sınıfının olduğu görülmektedir. Bunların her biri birbirinden farklı görev ve fonksiyona sahipti. Ayrıca Babil öncesi Mezopotamya toplumlarında da rahibe sınıfının olduğu biliniyor. Örneğin Akad İmparatorluğu'nun kurucusu olan Kral Sargon'un annesinin bir tapınak rahibesi olduğu ve belgelenmiş çivi yazılarında annesinin durumunu özellikle belirttiği görülmektedir. Kral Sargon günümüze ulaşmış olan şiirinin dizelerine; ben Agade'nin kralı büyük Kral Sargon, annem yüksek bir rahibeydi şeklinde başlamaktadır. Bu sınıftan kadınların katip yani yazıcı olarak uzun süre çalıştıkları da kayıtlar arasındadır. O yüzden kendilerine nun da denir. Yani yazıcılar. Kelam kalemle yazıya dönüşür.



Yasa yani kanun. Kanun bir topluluğu yönetmek, topluluğun bir arada yaşayabilmesi için ortaya konulan hükümlerin ve bu hükümlerle ve yasalarla örtülmüş toplumun prensiplerin tamamına verilen isimdir. Benzer bir kelimeyi de mecnun olarak gösterebiliriz. Aklını yönetecek davranışların ve yasaların örtülü olduğu ya da kim tarafından yazıldığı bilinmeyen kişilere mecnun diyoruz. Cinler tarafından yönetilen kişiler. Yani kimin yönettiği bilinmeyen kişiler. Nun kısaca yönetim için yazılmış yasalar olarak özetlenebilir. Peki bu yasalar din adamlarının iddia ettiği gibi Tanrı'nın ortaya koyduğu yasalar mı olmalı yoksa insanlar laik bir düzen içerisinde kendi yasalarını oluşturup kendi kendilerini yönetebilirler mi? Kanun aynı zamanda çok yakından tanıdığımız bir enstrümanın da adıdır. Kanun, Farabi tarafından icat edilen telli bir çalgıdır. Antik çağda Mısır ve Sümerler tarafından kullanıldığını gösteren bazı tarihi belgelerden başka; eski bir arap rivayetine göre kanunu İbn Hallikan'ın icat ettiği ve bu bilginin Horasanlı Bermek ailesinden olup genelde Türklerin yaşadığı Musul şehrinde doğduğu da söylenmektedir. Anca bu enstrümanla ilgili bütün bu prensipleri bir araya getiren kişi; İslam'ın altın çağında yaşamış filozof, gök bilimci, mantıkçı ve müzisyen olan Farabi'dir. Türk mitolojisinde Korkut Ata, kopuzun mucididir. Ancak o da kopuz yapmayı şeytandan öğrenmiştir. Yine bu mitolojiye göre Kambar Ata, müzikle uğraşanların koruyucusudur. Bir şarkıda da denildiği gibi Kambar Ata gölün ve yolun sahibi olarak söylenir. Türkmenlerdeki dutar çalgısının yaratıcısıdır. Aslında Kambar Ata günümüzde hala yaşıyor. O yüzden hala kambersiz düğün olmaz diyoruz.

Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini yerleştirmek için izninize ihtiyacımız olacak.
Daha detaylı bilgi için, çerezler sayfamıza bakınız.

Şimdi size başka enstrümandan bahsedeceğim; bu enstrümanın adı lut. Yani bildiğimiz ut'un 26 perdeli olanı. Türkçesi Lavta, arapça livata kelimesinden devşirilmiş olduğu söylenebilir. İlk çağda Sümerliler, Babilliler, Romalılar ve Yunanlarda bu sazın ilkel şekline rastlandı. Daha sonraları araplar tarafından geliştirildi ve Endülüs Emevileri döneminde İspanyollara ve oradan da batıya yerleşti. Yukarıda belirttiğim gibi resimdeki balığın bir diğer adı bazı kültürlerde ilginç bir şekilde Luthia'dır. Müzikle ilgileniyorsanız mutlaka duymuşsunuzdur; telli ve yaylı enstrümanları üreten kişilere luthier denir. Eskiden lut enstrümanını yapanlara denirdi ancak bu isim günümüze kadar ulaştı ve şu anda tüm telli çalgıları kapsıyor. Din anlayışında neden özellikle telli ve yaylı çalgıların haram olduğu konusunu bununla alakalı olarak düşünebiliriz. Çünkü din adamlarına göre kanunlar yani yasa, Tanrı tarafından yazılmış olmalıydı.


Tarih boyunca kendi kanunlarını yazan ve kendi kendilerini yönetmek isteyen toplumlar öte dünya sömürüsünün ellerinden alınacağını düşünen ve bunun endişesini taşıyan din adamları tarafından lanetlenmiştir. Bütün bu bilgilerdeki literatürün tesadüf veya sözcük benzerliği olması mümkün olabilir mi? İşte Lut'un halkı Sodom ve Gomora çevresindekiler tamamen bu konu ile alakalı bir topluluk olabilir. Yahudi kaynaklarında Sodom'un günahının cinsel taşkınlıktan çok adaletin saptırılması, cinayet, hırsızlık, yetime yoksula ve yabancıya zulüm, kibir ve kıskançlık olduğu ifade ediliyor. Bu halk; kendi kanunlarını ortaya koyup, kendi kendini yönetmeye çalışan halktı biçiminde düşünmemiz için artık bir nedeniniz var. Dini metinlerdeki hadlerini aştılar suçlaması da bu şekilde yorumlanabilir. Belki de dinlerin ortaya koyduğu Tanrı'dan geldiği iddia edilen yasaları tanımadılar ve belki de tarihte göklerden geldiği iddia edilen yasayı ilk reddeden milletlerden oldular. Günümüzdeki bazı ülkeler gibi; belki yazdıkları ve meclislerinde oyladıkları kanunlar arasında aynı cinsin evlenmesi gibi maddeler de bulunuyordu.

Hollanda, Belçika, İspanya, Danimarka, Norveç, İsveç, Portekiz, İzlanda, Fransa, Birleşik Krallık, Lüksemburg, İrlanda, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bazı eyaletler, Arjantin, Uruguay, Brazilya, Kanada, Güney Afrika ve Yeni Zelanda günümüzde anayasalarında bu tip uygulamalara izin veren bu devletlerde yaşayan halkların tamamına eşcinsel diyebilir miyiz? Elbette hayır. Peki konu Lut halkı olduğunda neden bu şekilde düşünüyorsunuz? Yada neden bu şekilde düşünmeniz isteniyor? Bu saydığım ülkelerin başına; deprem, sel, tsunami ve yangın gibi felaketler geldiğinde zaten eşcinsel evliliğe izin veriyorlardı, başlarına ne felaket geldiyse bu yüzden geldi biçiminde bir yorum yapabilir miyiz? Tabii ki hayır. Acaba Lut Kavmi hakkında bize öğretilen yalan yanlış taraflı anlatılan, tek taraflı anlatılan bilgiler yüzünden mi bu şekilde düşünüyoruz? Bütün bir halk eşcinsel olabilir mi? Bu mantığa ters değil mi?

Seküler bir ülkede Tanrı yasası olarak iddia edilen metinleri anayasadan saymayan, kendi yazdıkları kanunlarla, kendi oluşturdukları mecliste varlığı iddia edilen bir kuvvet tarafından değil, kendi seçtikleri denetlenebilir kişiler tarafından yönetilmek istenen kesimi düşünün. "İki sarhoşun(!) yazdığı yasayla yönetilmek istenen herkes;" hayatının eksenine dini yerleştiren kesim tarafından ensest yanlısı, eşcinsellik savunucusu, din iman tanımaya ahlaksızlar gibi kavramlarla tanımlanır. Bu yaklaşım günümüzde bile hala devam ediyor. Gökten indiği sanılan kitaplardaki kanunlar yerine kendi yazdığın kanunlar ile yönetilmek istiyorsan, her gün içki masasından kalkmayan, ensest ilişkiyi, eşcinsel ilişkiyi savunan ahlaksızlar olarak yaftalanıyor olabilirsin. İngilizcede bulunan ve aynı türden çokluk ifade eden lot kelimesine ilham olan lut veya arapçada oğlancı olarak kullanılan luti kelimesi, etimolojisini tarihte lut diye anlatılan kişiden alsa da lutun böyle bir insan olabileceği kabul görmez.


Evet, Lut Kavmi'nin adının luthier adının buradan geldiğini, lut gölü civarında yaşayan halkın tamamen luthier yani kendi kanunlarını yazıp kendi kanunlarıyla yönetilmek istenen laik bir halk olabileceğini düşünebilirsiniz. Klişe biçimde alıştığımız gibi dinciler tarafından, toptan olarak eşcinsellikle suçlanmış oldukları muhtemeldir. Bunu anlayabilmek için kendi yaşamınıza bakın. Bugün yaşadıklarımızı gözünüzün önüne getirin, kendi inançlarıyla örtüşmeyen topluluklara tarih boyunca attıkları iftiraları, yaftalamaları, suçlamaları gözünüzün önüne getirin. Dini hayatının merkezine koyanların genel davranış biçimi günümüzde bile böyle. Tıpkı 99 depreminde hayatını kaybedenleri fuhuşa bağlayan yobaz dinciler gibi; lut gölü çevresinde yaşayan halkta Tanrı kanunu diye iddia ettikleri savunanlar tarafından bu biçimde anlatılmış ve günümüze kadar aktarılmış. Yukarıda bahsettiğim gibi bütün bu hikayeler tek taraflı anlatıldı.

Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini yerleştirmek için izninize ihtiyacımız olacak.
Daha detaylı bilgi için, çerezler sayfamıza bakınız.
Son 3 paragraf tüm metni okumama değdi, elinize sağlık.

Al karısız da bebek olmaz, o yüzden kundağa al sarılır
Alkarısı sakinilan bir şey değil mi?
 

Geri
Yukarı