Herkes susunca, insan yalnız başına kaldığında, kimsenin onu arayıp sormadığını fark edince, "neden böyleyim?" diye düşünüyor. Sonra yaptıklarını anlıyor ama anlam veremiyor. Yaptıklarına, yaparken öyle değildi; şimdi neden böyle diye soruyor. Asıl insan, pişmanlıkla öyle bir karşılaşıyor ki, insanın yanında, arkadaşları, çevresinde dostları, ortamı olunca her şey bir gün biter diye düşünüyor. Sonra bir bakıyorsun, kimse yok. Neden? Sordun kendine. Belki de olmak istediğin insan değilsin, diyor. Kendimi düzeltmeye çalışıyorum, her şeye tövbe ediyorum ama yaptığım şeyler peşimi bırakmıyor.
İnsanın yanında eşi, dostu, sevdikleri olunca, pişmanım dediği şeylerin hepsi bir yalan. Hiçbir şeyden pişman değilsin. O an, asıl hayatın pişmanlığı, kendin olmaktan kaçtığın kişi olduğunu anlıyorsun. Bunu anlamanın nedeni, çevrende eşin, dostun, sevdiğin kalmamış; hepsini uzaklaştırmışsın kendinden diyerek başlıyor. İşte o gerçek pişmanlık oluyor. Ama insanlar seni o kişiliğinle yargılıyor. Bilmiyorlar ki, senin öyle birisi olduğun için çektiğin acıları, pişmanlıkları, eski mutluluğunu özlediğini ama o mutluluk geri gelse, eski sen gelir. Sonra düzgün bir insan olduğuna inanıyorsun. Yüzüne vuruyor yaptığın şeyler, sonra yine pişmanlık, yine yalnızlık. Basit pişmanlık değil, büyük pişmanlık. Hatırladıkça kahreden bir pişmanlık. Sonra "keşke" diyorsun. Şimdi her şeyin farkındayım, eski günler gibi olsam diyorum ama hiçbir şey öyle olmuyor.