Hikayem Güzel Mi?

Keduket

Decipat
Katılım
2 Temmuz 2019
Mesajlar
1.387
Makaleler
1
Çözümler
1
Hikayem aşağıda, sizce nasıl? Okumayacağınızı biliyorum ama neyse. Birazda Samanyolu TV senaryo oldu ama neyse. (FETÖ falan yok.)

İkindiye doğru siyah zeytin ağaçlarının arasında yükselen açık renkli çınar ve kavaklar gözüme ilişti. Burası küçük bir değirmendi. Suyu bol bir çay, küçük söğüt ağaçlarının arasından geçtikten sonra dar ve taş bir mecraya giriyor, oradan da dört tane tahta oluğa taksim oluyordu.
Ak sakallı değirmenci uzaktan yaklaşan iki karartıya uzun uzun baktı. Sonra yanındaki bir köylüye dönerek;
-Gözlerimin feri iyice azalmış şu gelenleri seçemedim. Sen bildin mi?
Üstü başı una bulanmış, şakakları kırçıllaşmış, yırtık gömleğinden parıldayan güneş yanığı göğsü hırıltıyla kakıp indi;
-Ben de bilemedim...
Değirmende çalışan köylülere iyice yaklaşmıştık. Ben Hüseyin ve arkadaşım Bilal , yavaş adımlar ile karşıdaki köylü görünümdeki insanlara doğru yürüyorduk. Daha da yaklaştığımızda birinin yırtık gömleği, diğerinin ise değirmenci olduğunu anladım. Değirmenci sandığım kişiye dönerek;
- Selamın aleyküm amca, acaba buralarda araba tamircisi var mıdır?
Aksakallı değirmenci;
Maalesef oğlum, buralarda hiç araba tamircisi yoktur. Birtek benim oğlum var. Oda küçük arızalara bakar. Peki siz neden araba tamircisine ihtiyaç duyuyorsunuz?
Bilal;
Biz şehirler arası yolda giderken, yanlış yola sapmışız. Tam geri dönecekken araba tak-tuk etmeye başladı. Buradan yaklaşık 100-200 metre uzaklıkta arabayı sağa çektik. Ne yaptıysak çalıştıramadık bizim emektarı. Bir umut, yardım edebilecek birilerini bulabiliriz diye başladık yürümeye. Sizi bulunca yardım edebilirsiniz sandık.
Yırtık gömlekli köylü halimize acıdığı her halinden belliydi. Bize dönerek;
- Çocuklar, saat geç oluyor. Buradan kalkan son minibüs yarım saat önce kalktı. Siz bugün köydeki misafirler için yapılmış küçük odalarda kalın. Yarın Ahmet Amca'nın oğlu Ali ile buluşursunuz. Gerekirsede şehre inersiniz.
Bilal ile ben birbirimize baktık. Başka çare yoktu. Bugünlük burada kalacaktık. Yarın ise zorlu geçecekti. Bir saat değirmenci ve köylüyü bekledik. Yardım etmemize izin vermediler. İşleri bittiğinde köylünün kırmızı traktörüne binip köye doğru yola koyulduk. Çok uzun sürmedi köy gözüktü. Bizi kalacağımız yeri gösterip, çarşaf, yastık ve bir tabak sarma dolma verdikten sonra, odanın anahtarını Bilal'e uzattılar. Çarşaflarımızı serdikten, yemeklerimizi bir güzel yedikten sonra yarının hayırlı olması dileğiyle uykuya daldık.
Ertesi gün sabahın köründe uyanıp güzel bir kahvaltı ettikten sonra aksakallı değirmenci Ahmet Amca'nın oğlu Ali ile buluşmaya gittik. Yanında sakalı gür ve simsiyah bır adam vardı. Bizi görünce biraz saklanmaya çalıştı gibi oldu. Ali'ye kendimizi tanıttıktan sonra derdimizi anlattık. Ali yanındaki adama galiba Arapça bir şeyler söyleyerek kalktı ve bize dönüp, "Hadi gidelim" dedi. Biraz yürüdükten sonra Bilal;
- O adam kimdi Ali? Arkadaşın falan mı?
Ali heyecan ile;
- O bizim akıl hocamız Mahmut abi. Bize çok şey öğretti. Onunla beraber ava çıkar, çok eğleniriz. Herkes en iyi atışı yapmaya çalışır.Bazen ben birinci olurum. Bir günde 34 tane kuş yakalamışlığım var. Ama asla hiçbir hayvanı ziyan etmeyiz. Yiyebildiğimizi yer geriye kalanları fakirlere dağıtırız. Banada nişan alma konusunda çok iyi olduğumu söyledi. Bu arada bize Arapça dersleri bile verir. Bedavadan ama. Kısacası Mahmut Abi çok iyi birisi.
Ali sözünü bitirdiğinde arabaya varmıştık. Ali bana kaputu açmamı rica etti. Açtım. Bir şeyleri çıkarıp taktı. Marşa basmamı istedi. Olmadı. En az 3 saatimizi bu işe verdik ama bu iş bugün olmayacaktı. Hep beraber arabayı iterek, aksakallı değirmencinin evinin yanına kadar getirdik. Ali bizden izin isteyerek kahveye gideceğini söyledi. Yardımları için teşekkür ettikten sonra kahveye doğru gitmeye başladı. Bizde sıkıldığımız ve bu güzel zeytin ağaçlarını gözlemlemek istediğimiz için gezindik.Tam bir köşeyi dönmüştük ki Bilal bana kahveyi gösterdi. Herkes bir masa etrafında toplanmıştı. Mahmut karşılarına geçmiş sanki vaaz veriyordu. Yavaşça onlara yaklaştık ve duyabileceğimiz fakat onların bizi görmediği bir yere geçtik. Mahmut ilk başta Arapça şeyler söylüyordu ama ara sıra Türkçe bir şeylerde katıyordu. Türkçe kısımları duyabildiğimiz kadarıyla 'İslam için savaşmanın ne kadar sevap olduğunu', 'Müslümanların bu savaşta kafirler karşısında nasıl dik durduğunu', 'Biz Müslümanların dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için mutlaka ama mutlaka kafirler ile savaşmamız gerektiğini' söylüyordu. Bu sözler karşısında çok şaşırmıştık. İçimizde bizi yiyen bir şüphe duygusu vardı. Bu adam kimdi? Acaba terorist miydi? Bunları bizi anlayabilecek birine anlatmalıydık. Bilal korkuyla bana baktı;
- Hüseyin kardeşim, baksana adam nasıl vaaz veriyor? İnşallah adam terorist falan çıkmaz. Resmen savaşa çağırıyor.
Bende Bilal gibi Mahmut'un terorist olabileceğinden şüpheleniyordum. Onları ava götürmesi, sanki onun savaş için eleme yaptığı bir yarışma gibiydi. Gençlere Arapça dersi vermesi, sanki onun gençlere savaşta güçlük çekmemeleri için yardım etmesi gibiydi. Konuşmanın en sonunda galiba herkes bu işin ciddiyetini anlamıştı. Ama hiç kimse gitmek için razı değil gibi gözükmüyordu. Konuşmanın sonunda savaş için seçilenleri okuyordu. Herkes heyecanlı, isminin okunmasını istiyordu. İsmi okunan kişi "Allah-u Ekber" diyerek bağırıyordu. İsmi okunanların arasında Ali'de vardı. Buluşma yerini Arapça söylesede, saatin kaç olduğunu türkçe söylemişti. Saat 1.30'da tahminimizce onları bekleyen araca binip, buradan kaçacaklardı. Gizlice bulunduğumuz yerden çıktık. Hızlıca bizi göremeyecekleri bir yere kaçacakken Mahmut ile gözgöze geldik. Artık koşuyorduk. Mahmut bizi yakalaması için iki genç yollamıştı. Hem koşuyor hemde Bilal ile konuşuyordum.
- Bilal, ne yapacağız oğlum. Kime, nasıl anlatacağız?
Bilal'in koşmaktan yorulduğu belliydi. Bana dönüp;
- Bir şey buldum ama bir sorunu var. Bence çözüm tüm aileleri bilgilendirmek. Kimse oğlunun terorist olmasını istemez sonuçta. Ama sorun şu ki bunu nasıl yapacağız?
Sonunda benimde aklıma bir fikir gelmişti. Hemen Bilal'e anlatmalıydım.
- Buldum be. Dünyada en hızlı yayılan şey dedikodu değil mi? Bizde sadece bir aileye durumu anlatacak ve onun bunu tüm ailelere yaymasını izleyeceğiz. Tabi ki bu kadar basit değil. İlk başta söylediğimiz aileyi inandırmamız lazım. Sonuçta köye yeni geldik. Kim bize inanır ki?
Hala şu iki gençten kurtulamamıştık. Tam bir yerden geçiyorduk ki, iki ev arasında kalan birazda önü kapalı bir yer gördüm. Bilal'i çekiştirerek kimseciklere görünmeden oraya girdik. İki genç hızlıca önümüzden geçtiler. İkiye ayrılan yolda anlaşarak birisi sağa, diğeri ise sola sapmıştı. Kısa vadelide olsa güvendeydik ve plan kurmalıydık. Bilal bana dönüp;
- Aksakallı değirmenci Ahmet Amca'ya gidelim. O durumu anlar. Herkesede söyler. Hem köyün en saygı-değer insanı o olabilir. Değirmeni yok mu? Köylüler kazançlarını oradan sağlıyorlar. Bu kadar köylü nereden ev geçindirecek? Kısaca bence değirmenciye gidelim.
Bilal'e katılıyordum. Yerimizden çıkıp Ahmet Amca'nın evine doğru yürümeye başladık. Nerede olduğunu bilmiyorduk ama bizim emektarı görünce Ahmet Amca'nın evi olduğunu anlayıp, bahçe kapısından içeri girdik. İki katlı, kerpiçten yapılmış evin merdivenlerini hızlıca çıkıp, ikinci katına ulaştık. Ahmet Amca yerde minderin üzerinde oturuyordu. Bize şaşkınlıkla bakıp;
- Hayrola oğul bune telaş, bi kovalayan mı var?
Bilal soluklanamadan;
- Hiç sorma Ahmet Amca. Olaylar olaylar. Az beni dinle herşeyi açıklayacağım. Şimdi şu Mahmut denilen herif varya, o galiba köydeki gençleri saat 1.30'ta savaşa götürecek. Tahminimizce onları bekleyen araca binip gidecekler. Buralarda telefonda çekmediği için jandarmayı arayamadık. Senin yardımına ihtiyacımız var. Tüm köylülere olup biteni anlatmanı istiyoruz. Anne ve babalar durumu anlarlarsa Mahmut'u durdurabiliriz. Bu arada takip ediliyorduk, kaçtık ama hala tehlikedeyiz.
Ahmet Amca suratını hiç değiştirmeden uzaklara doğru baktı ve söze başladı;
- Çocuklar, Mahmut bir yıl önce bu köye geldi. Her zaman insanlara iyi gözükürdü, hiç yalan söylemez herkese iyi davranırdı. Çocukları severdi ve onlarla hep oyun oynardı. Samimi, güvenilir, iyilik sever birisiydi. İlk başlarda benim kanım ısınmamıştı bu adama ama sonradan sevmeye başlamıştım Mahmut'u. Sonradan ne kadar onu sevsemde tüm gençleri kahvede toplayıp vaaz vermesi beni şüphelendirmişti. O zaman anladım ki bu Mahmut bir işler çeviriyor. Tabii kimse Mahmut'un art niyetli olabileceğini düşünmemişti. Çünkü Mahmut artık onların ailesinin bir üyesi gibiydi. Şunuda söylemek lazım, bizim gençlerde de iyi şeyler gözlemledik. Özelikle Ali oğlum eskiden duyarsız, kimseyi takmayan, vurdum-duymaz, ibadetlerini yerine getirmeyen birisiydi. Bu kahve toplanmalarından sonra eski Ali'den eser kalmamıştı. Yardım-sever, ailesi ile iyi geçinen, ibadetlerini harfi harfine gerçekleştiren, kısaca zamane gençlerinden çok farklı bir insana dönüşmüştü. Yinede ben Ali'yi göndermek istemiyordum. Bu meseleyi Mahmut ile de konuştum. Mahmut bana "Ahmet abi, ben burada gençlerimize kötü şeyler anlatmıyorum ki. Onlara nasıl vatana millete hayırlı bir evlat olunur onu öğretiyorum. Artık insanlar çok değişti abi. Haliyle gençlerde değişti. Büyük şehirlere gitsen, herkesin elinde telefon 7/24 ona bakıyorlar. Resmen içine düşmüşler. Baksana köye, bizde şehirlilere benziyoruz. Eskiden çocuklar top oynar, birbirleriyle görüşürlerdi. Şimdi ise yerimizden kalkmaya üşeniyoruz abi. Biri buna dur demeli! Gençlerimize ve çocuklarımıza eğitim vermeliyiz. Nasıl daha iyi biri olunur diye. Yoksa halimiz vahim abi. Gel sende derse, görsen haklı bulacaksın beni." Mahmut'un bu sözünden etkilenmedim değil. İzin verdim Ali'ye. Ama son zamanlardaki Ali eskisinden beter oldu. Nedense herkese sinirli, kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor her zaman ve kimse ile konuşmuyor. Tabiki bunuda Mahmut ile konuştum. Bana 'ergenlik' dönemi dedi. Bir anda başlar, herkese sinirlenir ve kimseyle konuşmak istemezmiş bu dönemde. Kendi haline bırakıp onunla iyi geçinmemizi söyledi. Ama dediklerinize bakarsak nedeni belli oldu. Ah ah... Üzgünüm ki, size yardım edemem. Kimse bana inanmaz. Mahmut çok değerli köyde. En iyisi Jandarmaya haber vermek. Ancak burada telefon çekmediği için haber vermek için ilçeye inmem lazım. Ben minibüsle giderken sizde onların olası kaçışlarına izin vermeyin.
Ayağa kalktı ve biraz beklememizi işaret etti Ahmet Amca. Bir odaya gitti. Yaklaşık 5 dakika sonra elinde bir tüfek ile döndü. Tüfeği bize verdikten sonra;
- Bu tüfeği alın. İçinde mermi var. Dikkatli olun kimseye sıkmayasınız. Eğerki kaçmaya çalışırlarsa tüfeği havaya doğru ateş edin. Patlama sesini duyar duymaz bizimkiler hemen kaçışmaya başlayacaktır. Toplamaları biraz uzun sürebilir. İnşallah o sırada zaman kazanabiliriz.
İkimiz kalktık. Değirenci Ahmet Amcaya dönerek;
- Biz hazırız. Bize yardım ettiğin için teşekürler. Sen kimseye çaktırmadan köyden ayrıl. Biz buradayız. Allah Kerim.
Ben, Bilal, Aksakallı değirmenci Ahmet Amca, yavaşça bahçe kapısından çıktık. Tüfeği gizlemek için ceketimin içine yerleştirdim. Biraz yürüdükten sonra Ahmet Amca ile yollarımız ayrıldı. Bizde beklemek yerine gizlice Mahmut'u ve gençleri aramaya başladık. Ardından bizi takip eden ikiliyi gördüm. Bize doğru koşmaya başladılar. Bilal'e beni takip etmesini söyledim. Biraz koştuktan sonra çıkmaz sokağa gelmiştik. Peşimizdekiler daha bizim sokağa dönmemişlerdi. Hemen bir yere saklanmalıydık ama hiç bir yer bulamadık bizi göremeyecekleri. En sonunda büyük bir çöp kutusunun arkasına saklandık. İki genci artık görebiliyorduk. Bir anda durup birbirlerine baktılar. Galiba nereye gideceklerini şaşırmışlardı. Biri bizim olduğumuz sokağa döndü. Diğeri hala etrafa bakınıyordu. Çıkmaz sokakta genç bize iyice yaklaşmıştı. Nefesimizi tutuyorduk. Aramızda bir metreden az kalmıştı. Biz hala onun görüş açısında değildik. Ben bizi görüpte saldırır diye hazırlıklıydım. Hemen onu yere indirip kaçacaktık. Artık 20cm-30cm mesafe kalmıştıki aramızda, diğer genç;
- Osman gel bu taraftan gidelim, kesin buraya döndüler.
Bize bakmayıp arkadaşına dönen genç, Tamam dedi. Tam giderken;
- Amma da pis kokuyormuş ha!
Derin bir nefes almanın vakti gelmişti. Az kaldıki yakalanacaktık. Tüm plan suya düşebilirdi. Gençler gözden kaybolunca bizde onların ters istikametine doğru yürümeye başladık. Kenardan kenardan, sanki şimdi yakalanacakmışız gibi yürüyorduk. Neredeyse köyün sonuna gelmiştik. Hala Mahmut ve gençleri bulamamıştık. Tam geri dönecekken uzakta bir otobüs gördüm. Biraz daha minibüse benzesede daha büyüktü. Ardından Mahmut'u ve toplanan gençleri. Bilal endişeli bir bakışla;
- Hüseyin, koş gidelim. İnşallah Ahmet Amca yetişir.
Mahmutların bulunduğu yere koştuk. Bizi fark etmemişlerdi. Tam otobüse binerlerken ateş etmenin vakti geldiğini anladım. Ceketimin içinden tüfeği çıkardım. Bilal kulaklarını kapattı. Tüfeği havaya doğru tuttum. Tetiği çektim. Bir şey olmadı. Tekrar tetiği çektim. Yine bir şey olmadı. Bir anda ben ile Bilal şoka uğradık. Yoksa Aksakallı değirmenci Ahmet amca bize yalan mı söylemişti? Olamazdı okadar plan yapmıştık. Bunları düşünürken otobüsün içinde Aksakallı değirmenciyi gördüm. Bilal de fark etmişti. Bilal;
- Neee? Ahmet Amca'da mı onlardan? Nasıl olur? Kimseye güvenmemeliydik. Offf.
Kandırılmıştık. Artık elimizden bir şey gelmiyordu. Otobüs kalkmaya hazırlanırken Bilal eline büyük bir taş aldı ve otobüsün ön camına fırlattı. Cam bin parçaya ayrılmıştı. İçindekiler çömelmiş, bağırıyordu. Bazıları çıkmaya bile çalışmıştı. Aksakallı değirmenci çıkmalarına izin vermiyordu. Bizi fark eden Mahmut silahını çıkarıp ateş etti. Bilal ve ben koşarken, Bilal yere çakıldı. Karın tarafından kanlar fışkırıyordu. Onu kenara çektim. Artık otobüs yola çıkmıştı. Hem başaramamış hemde Bilal'i - Can dostumu - kaybediyordum. Çevredikilerden yardım istedim. Kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. Ben hıçkırıklara boğulmuştum. Heryerinden kanlar fışkıran Bilal bana dönüp;
- Hüseyin, arkadaşım, üzülme. Kaderde buda varmış. Yapabileceğimizi yaptık.... Beni unutma.......
Ve Bilal'in boynu bir anda yana kaydı. Bilal'in nabzına baktım. Atmıyordu. Bu beni daha bi üzdü. Daha şiddetli ağlamaya başladım. Artık Bilal yoktu ve teroristler kaçmıştı.
 
Konu çok sığ. Hayattan enstantaneler var, o da yanlış. Dini duyguları, kötü amaçlarına alet eden gruplar hakkında desem, hiç değil. İslamofobi hak getire. Diyaloglar ise, her an güldürmeye müsait.

Yazmak güzeldir. İyi hissettirir. Yeterince istersen, bakış açını genişletirsen, daha iyi sonuç alırsın. Öylesine yazdıysan, tebrikler. Bir olay örgüsü yakalanmış.
 

Geri
Yukarı