Gerçi Cüneyt denen kıvırcık finoyla Can dündar denen doberman BATI STK petleri eskidi ama ben artık pek takip edemiyorum , yenileri piyasadadır şimdi onlar başlarlar merak etmeyin şu şekilde :
İşte darbeler türkiye de ühü ühü özgürlük mağdurum bla bla .
Çünkü malumunuz işbu petler BATI STK kamu diplomasisi petleridir , BATI STK ' da her zaman islamcıları ve faşistleri destekler .
Yani Petin petidir bunlar
Darbeden gına geldi ya
NOT : ABD'de bile ulusal muhafızlar asker sahaya inio bizdeki karşılığı bu ulusal muhafızların zorunlu askerlik hizmeti yapanlar oluo , Kuva-i milliye yani ulusal güçler oluo ..
Hadi şimdi bir iki yıla gene , Asker darbe darbeler kötüdür ciyak ciyak islamcıları seviniz onları hep el üstünde tutunuz demokrasi özgürlük hayvan kadın hakları

devam
Biraz bilgi sistematiği iyi olur.
Bireysel algımız, deneyimlerimiz, gözlemlerimiz, okumalarımız, hayal kırıklıklarımız, tezler, antitezler, analitik ve diyalektik düşünme yetenekleri edinme süreci birleşince kendimize özgü bilgi sistematiğimiz olur. Toplumsal algı, bireysel bilgi sistematiğimize ket vuruyorsa daha çok yolumuz var demektir.
Bertrand Russell'ın "Varoluşçunun Bunalımı" kitabı aynı isimli şu öykümsü makale ile başlar:
Büyük düşünür-ozan
Porphyre Eglantine çapraşık ve derin anlamlı yazılarıyla geniş bir ün yapmıştır ama, en çok ölümsüz şiiri
Chant du néant (Hiçliğin Türküsü) ile tanınır.
Koca bir çölde
Sonsuz bir kum denizinde,
Arıyorum
Yitik yolu arıyorum
Bulamadığım yolu.
Bir orada, bir burada
Bütün yönlerde ruhum
Bulamıyor aradığını.
Bu korkunç boşlukta
Bu sonsuz boşlukta,
Her yanım kum
Alabildiğine parlak, boğucu
Kumlar uzanıyor çevren'in sonuna değin
Sonra bir ses duyuyorum
Tatlı, gür ve kahredici
Diyor ki bana:
Yitik bir ruh sanıyorsun kendini sen!
Bir ruh sanıyorsun kendini
Yanıılıyorsun. Bir ruh değilsin gerçekte
Yitmiş de değilsin
Bir hiçsin yalnızca
Yoksun sen.
Gerçi oldukça ünlü bir şiir bu
Chant du néant, ama nasıl bir ortam içinde yaratıldığım, ne gibi olaylara yol açtığımı bilen azdır sanırım.
Porphyre çocukluğundan beri duyguluydu; olmadık şeyleri dert edinirdi kendine. Varolmadığı korkusu sarmıştı yüreğini. Aynaya her bakışında İmgesini görememekten korkardı. Bu korkusunu dağıtmak amacıyla bir felsefe yarattı sonunda…
Genellikle kuşkularını bir yana itebiliyordu böylece; ama
Hiçliğin Türküsü'ndeki o birden her şeyi yıkan görüntü ozanın bu konudaki başarısızlığını gösteriyor bize. Porphyre bu uğursuz sesi susturmak için her ne pahasına olursa olsun VAROLMAĞA karar verdi.
İç gözlem ve dış gözlem ona hiç bir şeyin
acı kadar gerçek olamayacağını öğretmişti; var olması için acı çekmesi gerekiyordu.
Porphyre büyük acılar bulmak umuduyla yollara düştü. Güney Kutbu'nda tek başına bir kış geçirdi. Sonu gelmeyen gece ona geleceğin karanlık görüntülerini esinledi.
Nazi Almanyası'nda kendini Yahudi diye tanıtarak türlü işkencelere katlandı. Ama tam bu işkenceler dayanılmaz bir hal almışken toplama kampına
Poe'nun kuzgunu geldi sıçraya sıçraya,
Mallarme'nin sesiyle o korkunç tekerlemeyi haykırdı: Acı çekmiyorsun sen; Bir hiçsin yalnızca; Sen yoksun!
Sonra Rusya'ya gitti Porphyre. Orada da Wall Street'den (New York bankalarının merkezi olan sokak) yollanmış bir gizci (casus) süsü verdi kendine. Bu yüzden bir kışı da Beyaz Deniz kıyılarında ağaç kesmekle geçirdi. Açlık, yorgunluk, soğuk her gün biraz daha iliklerine işledi. Eh, bu gidişle bir gün var olurum elbet, diye düşünüyordu kendi kendine. Ama hayır! Kışın son gününde, karlar tam erimeye yüz tutmuştu ki uğursuz kuş bir kez daha göründü, bir kez daha haykırdı o korkunç sözleri.
Belki de, diyordu Porphyre, arayıp bulduğum bu acılar sudan şeylerdi. Gerçek mutsuzluğu duymam için acılarıma bir de utanç katmalıyım.
Bu yeni düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla kalkıp Çin'e gitti. Orada Komünist Parti'nin gözde üyelerinden güzel bir Çinli kıza deli gibi tutuldu. Sonra sahte belgeler düzerek onu İngiliz Hükûmeti'ne gizli ajanlık yapmakla suçladı. Korkunç işkencelerle gözleri önünde öldürdüler kızcağızı. O zaman Şimdi gerçekten acı çekmiş sayılırım, diye düşündü ozan. Sonuna değin çılgınca sevmiştim bu kızı; kendi korkaklığım kendi alçaklığımla bu korkunç sona sürükledim onu. İnsanoğlunun dayanabileceği acıların en büyüğü bu olsa gerek.
Ama hayır! Elini kolunu bağlayan buz gibi bir korkuyla donakaldı Porphyre. Kader Kuşu yine gelmiş, kendisini Paris edebiyat çevrelerine tanıtan ölümsüz ozanın sesiyle yine o korkunç sözleri haykırmıştı.
Kuş uçup gitmeden Porphyre bütün gücünü toplayarak yüreğindeki umutsuzluğu dile getirdi. Ey Kuzgun, diye haykırdı, söyle bana, var olduğuma seni inandırmak için ne yapayım? Kuzgun bir tek sözcükle karşılık verdi buna: Ara, sonra da yokoldu ortadan.
Böylece yeniden aramaya koyuldu Porphyre. Ama bu arayışı bütün gücünü kapsadı sanmayın. Bu süre boyunca yine bir düşünür-ozan olarak her yerde, özellikle gizli çevrelerde hayranlık topladı. Çin'den dönüşünde şeref üyesi olarak Paris'teki Felsefe Kurultayı'na çağrıldı. Toplantı günü herkes salonda yerini almıştı; yalnız başkan yoktu ortada. Porphyre tam sabırsızlanmaya baslamıştı ki birden Kuzgun girdi içeri, geçip başkan yerine oturdu.
Sonra ozana dönerek bütün üyelerin duyabileceği çınlıyan bir sesle, Senin felsefen yok aslında; senin felsefen bir hiç! diye bağırdı. Bu sözleri duyan Porphyre'in yüreğini en acı yaşantılarının bile veremediği derin bir umutsuzluk kapladı. Yığılıverdi olduğu yere.
Kendine geldiğinde kuşun ağzından ne zamandır özlemini çektiği sözlerin döküldüğünü duydu: Yeter artık, acı çekiyorsun. Yeter, varsın...
O sırada gözlerini açtı Porphyre. Rahat bir soluk aldı; gördüğü bir düştü yalnızca.
Ama o gün bugündür felsefe üstüne ne bir söz söyledi ne de bir şey yazdı.