İsmail Saymaz: AFAD, depremden 36 saat sonra TSK’dan yardım istedi

Durum
Mesaj gönderimine kapalı.
Hiçbir şeye benzemez, halkını satanların korkusu...

Halk TV yazarı İsmail Saymaz, depremlerde AFAD’ın 35 saat 56 dakika sonra TSK’dan yardım istediğini yazdı.

Saymaz, “Mehmetçik, AFAD'dan gelecek yardım mesajını beklemekteydi” diyerek şunu belirtti:

“Çünkü TSK’ya toplumsal olaylarda müdahale yetkisi veren EMASYA Protokolü, darbeye zemin hazırladığı iddia edilerek, 2010’da kaldırıldı. Yerine Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) çıkarıldı. AFAD koordinatörlüğünde uygulanan planda TSK, ‘Ana Çözüm Ortağı’ değil, ‘Destek Çözüm Ortağı’ olarak konumlandırılıyor.”


Gerçi Cüneyt denen kıvırcık finoyla Can dündar denen doberman BATI STK petleri eskidi ama ben artık pek takip edemiyorum , yenileri piyasadadır şimdi onlar başlarlar merak etmeyin şu şekilde :

İşte darbeler türkiye de ühü ühü özgürlük mağdurum bla bla .


Çünkü malumunuz işbu petler BATI STK kamu diplomasisi petleridir , BATI STK ' da her zaman islamcıları ve faşistleri destekler .

Yani Petin petidir bunlar

Darbeden gına geldi ya

:D

NOT : ABD'de bile ulusal muhafızlar asker sahaya inio bizdeki karşılığı bu ulusal muhafızların zorunlu askerlik hizmeti yapanlar oluo , Kuva-i milliye yani ulusal güçler oluo ..

Hadi şimdi bir iki yıla gene , Asker darbe darbeler kötüdür ciyak ciyak islamcıları seviniz onları hep el üstünde tutunuz demokrasi özgürlük hayvan kadın hakları :D devam
 
Gerçi Cüneyt denen kıvırcık finoyla Can dündar denen doberman BATI STK petleri eskidi ama ben artık pek takip edemiyorum , yenileri piyasadadır şimdi onlar başlarlar merak etmeyin şu şekilde :

İşte darbeler türkiye de ühü ühü özgürlük mağdurum bla bla .


Çünkü malumunuz işbu petler BATI STK kamu diplomasisi petleridir , BATI STK ' da her zaman islamcıları ve faşistleri destekler .

Yani Petin petidir bunlar

Darbeden gına geldi ya

:D

NOT : ABD'de bile ulusal muhafızlar asker sahaya inio bizdeki karşılığı bu ulusal muhafızların zorunlu askerlik hizmeti yapanlar oluo , Kuva-i milliye yani ulusal güçler oluo ..

Hadi şimdi bir iki yıla gene , Asker darbe darbeler kötüdür ciyak ciyak islamcıları seviniz onları hep el üstünde tutunuz demokrasi özgürlük hayvan kadın hakları :D devam
Biraz bilgi sistematiği iyi olur.
Bireysel algımız, deneyimlerimiz, gözlemlerimiz, okumalarımız, hayal kırıklıklarımız, tezler, antitezler, analitik ve diyalektik düşünme yetenekleri edinme süreci birleşince kendimize özgü bilgi sistematiğimiz olur. Toplumsal algı, bireysel bilgi sistematiğimize ket vuruyorsa daha çok yolumuz var demektir.

Bertrand Russell'ın "Varoluşçunun Bunalımı" kitabı aynı isimli şu öykümsü makale ile başlar:

Büyük düşünür-ozan Porphyre Eglantine çapraşık ve derin anlamlı yazılarıyla geniş bir ün yapmıştır ama, en çok ölümsüz şiiri Chant du néant (Hiçliğin Türküsü) ile tanınır.

Koca bir çölde
Sonsuz bir kum denizinde,
Arıyorum
Yitik yolu arıyorum
Bulamadığım yolu.
Bir orada, bir burada
Bütün yönlerde ruhum
Bulamıyor aradığını.
Bu korkunç boşlukta
Bu sonsuz boşlukta,
Her yanım kum
Alabildiğine parlak, boğucu
Kumlar uzanıyor çevren'in sonuna değin
Sonra bir ses duyuyorum
Tatlı, gür ve kahredici
Diyor ki bana:
Yitik bir ruh sanıyorsun kendini sen!
Bir ruh sanıyorsun kendini
Yanıılıyorsun. Bir ruh değilsin gerçekte
Yitmiş de değilsin
Bir hiçsin yalnızca
Yoksun sen.
Gerçi oldukça ünlü bir şiir bu Chant du néant, ama nasıl bir ortam içinde yaratıldığım, ne gibi olaylara yol açtığımı bilen azdır sanırım.

Porphyre çocukluğundan beri duyguluydu; olmadık şeyleri dert edinirdi kendine. Varolmadığı korkusu sarmıştı yüreğini. Aynaya her bakışında İmgesini görememekten korkardı. Bu korkusunu dağıtmak amacıyla bir felsefe yarattı sonunda…
Genellikle kuşkularını bir yana itebiliyordu böylece; ama Hiçliğin Türküsü'ndeki o birden her şeyi yıkan görüntü ozanın bu konudaki başarısızlığını gösteriyor bize. Porphyre bu uğursuz sesi susturmak için her ne pahasına olursa olsun VAROLMAĞA karar verdi.

İç gözlem ve dış gözlem ona hiç bir şeyin acı kadar gerçek olamayacağını öğretmişti; var olması için acı çekmesi gerekiyordu.

Porphyre büyük acılar bulmak umuduyla yollara düştü. Güney Kutbu'nda tek başına bir kış geçirdi. Sonu gelmeyen gece ona geleceğin karanlık görüntülerini esinledi.

Nazi Almanyası'nda kendini Yahudi diye tanıtarak türlü işkencelere katlandı. Ama tam bu işkenceler dayanılmaz bir hal almışken toplama kampına Poe'nun kuzgunu geldi sıçraya sıçraya, Mallarme'nin sesiyle o korkunç tekerlemeyi haykırdı: Acı çekmiyorsun sen; Bir hiçsin yalnızca; Sen yoksun!

Sonra Rusya'ya gitti Porphyre. Orada da Wall Street'den (New York bankalarının merkezi olan sokak) yollanmış bir gizci (casus) süsü verdi kendine. Bu yüzden bir kışı da Beyaz Deniz kıyılarında ağaç kesmekle geçirdi. Açlık, yorgunluk, soğuk her gün biraz daha iliklerine işledi. Eh, bu gidişle bir gün var olurum elbet, diye düşünüyordu kendi kendine. Ama hayır! Kışın son gününde, karlar tam erimeye yüz tutmuştu ki uğursuz kuş bir kez daha göründü, bir kez daha haykırdı o korkunç sözleri.

Belki de, diyordu Porphyre, arayıp bulduğum bu acılar sudan şeylerdi. Gerçek mutsuzluğu duymam için acılarıma bir de utanç katmalıyım.

Bu yeni düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla kalkıp Çin'e gitti. Orada Komünist Parti'nin gözde üyelerinden güzel bir Çinli kıza deli gibi tutuldu. Sonra sahte belgeler düzerek onu İngiliz Hükûmeti'ne gizli ajanlık yapmakla suçladı. Korkunç işkencelerle gözleri önünde öldürdüler kızcağızı. O zaman Şimdi gerçekten acı çekmiş sayılırım, diye düşündü ozan. Sonuna değin çılgınca sevmiştim bu kızı; kendi korkaklığım kendi alçaklığımla bu korkunç sona sürükledim onu. İnsanoğlunun dayanabileceği acıların en büyüğü bu olsa gerek.

Ama hayır! Elini kolunu bağlayan buz gibi bir korkuyla donakaldı Porphyre. Kader Kuşu yine gelmiş, kendisini Paris edebiyat çevrelerine tanıtan ölümsüz ozanın sesiyle yine o korkunç sözleri haykırmıştı.

Kuş uçup gitmeden Porphyre bütün gücünü toplayarak yüreğindeki umutsuzluğu dile getirdi. Ey Kuzgun, diye haykırdı, söyle bana, var olduğuma seni inandırmak için ne yapayım? Kuzgun bir tek sözcükle karşılık verdi buna: Ara, sonra da yokoldu ortadan.

Böylece yeniden aramaya koyuldu Porphyre. Ama bu arayışı bütün gücünü kapsadı sanmayın. Bu süre boyunca yine bir düşünür-ozan olarak her yerde, özellikle gizli çevrelerde hayranlık topladı. Çin'den dönüşünde şeref üyesi olarak Paris'teki Felsefe Kurultayı'na çağrıldı. Toplantı günü herkes salonda yerini almıştı; yalnız başkan yoktu ortada. Porphyre tam sabırsızlanmaya baslamıştı ki birden Kuzgun girdi içeri, geçip başkan yerine oturdu.

Sonra ozana dönerek bütün üyelerin duyabileceği çınlıyan bir sesle, Senin felsefen yok aslında; senin felsefen bir hiç! diye bağırdı. Bu sözleri duyan Porphyre'in yüreğini en acı yaşantılarının bile veremediği derin bir umutsuzluk kapladı. Yığılıverdi olduğu yere.

Kendine geldiğinde kuşun ağzından ne zamandır özlemini çektiği sözlerin döküldüğünü duydu: Yeter artık, acı çekiyorsun. Yeter, varsın...

O sırada gözlerini açtı Porphyre. Rahat bir soluk aldı; gördüğü bir düştü yalnızca.

Ama o gün bugündür felsefe üstüne ne bir söz söyledi ne de bir şey yazdı.
 
Son düzenleme:
Yani diyorsunuz ki hiçlik yabancılaşmak ve benzerleri gibi düşünsel bazı soyut imgeler bizlerin hayatı anlamasını sağlıyor yoksa sağlamaktan öte bizleri bozuyor mu ?

Misal şöyle düşünelim !

Ya Hep Ya hiç ile elektrik ya da kimyasal tetiklenmeyle iyonik dediğim bu kimyasalla tetiklenme olayı yakınsa birbirine , hop sinir sisteminde sinir iletici maddeler o maddeler salındıkça da zorlantı ve düzenli regular davranışlar ya da eylemler başlar da dürtü yani zorlantı sonra güdü yani motive , hayatta hepsi bundan ibaret ya !

İşte bu sarmalın içerisinde regular düzenli eylemler ve davranışlar ve bunlardan pekiştireç almalı impuls almalı rutinler ve pratikler !

İşte bizlerin sergiledikleri eylemler ve davranışlar icra ettikleri sonucu bir de açığa çıkan bir gerçeklik var Reality yani ve eğer bozukluksa bizim davranışlarımız haliyle de otomatikman bilişsel kopukluk oluo yani aslında o davranış ve eylem doğru değil ve bu gerçeklikte o davranış ve eylem doğru kabul edilio ama gerçeklik gerçek değil !

Bu kadar yabancılaşmaya çalışacağımıza : bozukluk icra eden davranışsal eylemsel bozukluk ne kadar cezai ehliyeti olmayan akli melekesi muhakemesi yetisi olmayan akli dengesi olmayan bunları toplumdan tecrit etsek , her tür otoriteden tüzel varlıktan men etsek tasarruftan men etsek ve müşahedeye alsak ki TCK'da bile var ama uygulanmıo

Sonuç olarak ne olur , O zaman işte yabancılaşma da olmaz varoluşsal sancılar da olmaz
Pekiştirecini de alırsın .
Not : Milyonlarca insanın bu bozukluklardan ve akli meleke sorunundan muzdarip olmasının nedeni süreğen şekilde kanıksanmış rutinler ve pratikler üzerinden hep davranışsal ve eylemsel bozukluklara maruz kalarak bunu içselleştirmesi bir içsel dışsal savunma mekanizması haline getirmesidir . Pekiştirecini de buradan almasıdır yoksa zorlantıyla baş edemio müsveddeler .

Travmatik yani eğer ki artık , bunları gerekirse de milyonları müşahede altına almaya çare bulursan PEDEGOG psikiyatr ve bunları artık bir şekilde artık asla tedavi olamayacakları bir kenara koyup ruh ve sinir hastalıklarında gerisini de gözetmenine imza yoluyla ve gerektiğinde gözetmene ceza yoluyla bir şekil halledersen

Pekiştirecini alamayan işbu müsveddeler nihayetinde bu eğilimlerinde değişmeye gidecektir .

Yine de bunları tasarruftan men edeceksin ve mümkün mertebe sınırlayacaksın .

Sınırsız hoşgörüyle geri-zekalıca yapılan hoşgörüler nihayetinde hoşgörünün sınırlarını da ortadan kaldırır ve fanatikler radikaller görüldüğü üzere :
O yüzden artık , yapılabilecek tek şey var , el birliğiyle hasta edilen bir nesil milyonları bir şekilde ya kontrol altına almak ya da onları müşahede altına almak .

Biraz bilgi sistematiği iyi olur.
Bireysel algımız, deneyimlerimiz, gözlemlerimiz, okumalarımız, hayal kırıklıklarımız, tezler, antitezler, analitik ve diyalektik düşünme yetenekleri edinme süreci birleşince kendimize özgü bilgi sistematiğimiz olur. Toplumsal algı, bireysel bilgi sistematiğimize ket vuruyorsa daha çok yolumuz var demektir.

Bertrand Russell'ın "Varoluşçunun Bunalımı" kitabı aynı isimli şu öykümsü makale ile başlar:

Büyük düşünür-ozan Porphyre Eglantine çapraşık ve derin anlamlı yazılarıyla geniş bir ün yapmıştır ama, en çok ölümsüz şiiri Chant du néant (Hiçliğin Türküsü) ile tanınır.


Gerçi oldukça ünlü bir şiir bu Chant du néant, ama nasıl bir ortam içinde yaratıldığım, ne gibi olaylara yol açtığımı bilen azdır sanırım.

Porphyre çocukluğundan beri duyguluydu; olmadık şeyleri dert edinirdi kendine. Varolmadığı korkusu sarmıştı yüreğini. Aynaya her bakışında İmgesini görememekten korkardı. Bu korkusunu dağıtmak amacıyla bir felsefe yarattı sonunda…
Genellikle kuşkularını bir yana itebiliyordu böylece; ama Hiçliğin Türküsü'ndeki o birden her şeyi yıkan görüntü ozanın bu konudaki başarısızlığını gösteriyor bize. Porphyre bu uğursuz sesi susturmak için her ne pahasına olursa olsun VAROLMAĞA karar verdi.

İç gözlem ve dış gözlem ona hiç bir şeyin acı kadar gerçek olamayacağını öğretmişti; var olması için acı çekmesi gerekiyordu.

Porphyre büyük acılar bulmak umuduyla yollara düştü. Güney Kutbu'nda tek başına bir kış geçirdi. Sonu gelmeyen gece ona geleceğin karanlık görüntülerini esinledi.

Nazi Almanyası'nda kendini Yahudi diye tanıtarak türlü işkencelere katlandı. Ama tam bu işkenceler dayanılmaz bir hal almışken toplama kampına Poe'nun kuzgunu geldi sıçraya sıçraya, Mallarme'nin sesiyle o korkunç tekerlemeyi haykırdı: Acı çekmiyorsun sen; Bir hiçsin yalnızca; Sen yoksun!

Sonra Rusya'ya gitti Porphyre. Orada da Wall Street'den (New York bankalarının merkezi olan sokak) yollanmış bir gizci (casus) süsü verdi kendine. Bu yüzden bir kışı da Beyaz Deniz kıyılarında ağaç kesmekle geçirdi. Açlık, yorgunluk, soğuk her gün biraz daha iliklerine işledi. Eh, bu gidişle bir gün var olurum elbet, diye düşünüyordu kendi kendine. Ama hayır! Kışın son gününde, karlar tam erimeye yüz tutmuştu ki uğursuz kuş bir kez daha göründü, bir kez daha haykırdı o korkunç sözleri.

Belki de, diyordu Porphyre, arayıp bulduğum bu acılar sudan şeylerdi. Gerçek mutsuzluğu duymam için acılarıma bir de utanç katmalıyım.

Bu yeni düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla kalkıp Çin'e gitti. Orada Komünist Parti'nin gözde üyelerinden güzel bir Çinli kıza deli gibi tutuldu. Sonra sahte belgeler düzerek onu İngiliz Hükûmeti'ne gizli ajanlık yapmakla suçladı. Korkunç işkencelerle gözleri önünde öldürdüler kızcağızı. O zaman Şimdi gerçekten acı çekmiş sayılırım, diye düşündü ozan. Sonuna değin çılgınca sevmiştim bu kızı; kendi korkaklığım kendi alçaklığımla bu korkunç sona sürükledim onu. İnsanoğlunun dayanabileceği acıların en büyüğü bu olsa gerek.

Ama hayır! Elini kolunu bağlayan buz gibi bir korkuyla donakaldı Porphyre. Kader Kuşu yine gelmiş, kendisini Paris edebiyat çevrelerine tanıtan ölümsüz ozanın sesiyle yine o korkunç sözleri haykırmıştı.

Kuş uçup gitmeden Porphyre bütün gücünü toplayarak yüreğindeki umutsuzluğu dile getirdi. Ey Kuzgun, diye haykırdı, söyle bana, var olduğuma seni inandırmak için ne yapayım? Kuzgun bir tek sözcükle karşılık verdi buna: Ara, sonra da yokoldu ortadan.

Böylece yeniden aramaya koyuldu Porphyre. Ama bu arayışı bütün gücünü kapsadı sanmayın. Bu süre boyunca yine bir düşünür-ozan olarak her yerde, özellikle gizli çevrelerde hayranlık topladı. Çin'den dönüşünde şeref üyesi olarak Paris'teki Felsefe Kurultayı'na çağrıldı. Toplantı günü herkes salonda yerini almıştı; yalnız başkan yoktu ortada. Porphyre tam sabırsızlanmaya baslamıştı ki birden Kuzgun girdi içeri, geçip başkan yerine oturdu.

Sonra ozana dönerek bütün üyelerin duyabileceği çınlıyan bir sesle, Senin felsefen yok aslında; senin felsefen bir hiç! diye bağırdı. Bu sözleri duyan Porphyre'in yüreğini en acı yaşantılarının bile veremediği derin bir umutsuzluk kapladı. Yığılıverdi olduğu yere.

Kendine geldiğinde kuşun ağzından ne zamandır özlemini çektiği sözlerin döküldüğünü duydu: Yeter artık, acı çekiyorsun. Yeter, varsın...

O sırada gözlerini açtı Porphyre. Rahat bir soluk aldı; gördüğü bir düştü yalnızca.

Ama o gün bugündür felsefe üstüne ne bir söz söyledi ne de bir şey yazdı.
 
Depremin daha ilk dakikalarından itibaren askerlerin yardıma geldiğini gösteren görüntüler sahte. İsmail Saymaz doğru. Hulusi Akar'ın açıklamaları yalan. İsmail Saymaz doğru.

İftiralarında boğulsunlar inşallah.
99 Depreminde gördüğümüz askeri personelden daha fazlasını görmeyi bekledik fakat yine beklediğimiz sonucu elde edemedik 99 depreminde ilk safhalarda dahi 15 general, 1392 subay, 1896 astsubay ve 33 bin 199 erbaş ve er görev yaptı. Belli ki ejderha meyvesi yiyen birileri ülkenin temel taşı olan ordudan 15 temmuzdan beri tırsıyor.
 
Dahilik ile cinnet arasında ince bir çizgi var. İradeyi cinnete evrilmeden başta bireysel akıl sağlığına ve huzura kavuşturmak lazım. Ve bunu insan bizzat kendi istencinden aldığı güçle yapabilmeli.

Vasat toplumun vasat algılarından sıyrılıp özgür bir bilgi sistematiği geliştirmek lazım. Sizde bu sayede çıkacak kıymetli bir cevher hissediyorum.

Mükemmeliyetçi bir disiplin altında büyüyen Hitler, babasından edindiği sadist zevkleriyle yeşerttiği faşizmini kitlelere yedirmek için "nasyonal sosyalist" hareket olduklarını iddia ediyordu.
Mussolini de eski bir sosyalist iken yaşadığı hayal kırıklıkları ile edindiği mükemmeliyetçi takıntı ile en sistematik faşizm doktrinini ortaya çıkardı.

Umarım örnekler kırıcı olmamıştır @telefonunugoster arkadaş.
 
99 Depreminde gördüğümüz askeri personelden daha fazlasını görmeyi bekledik fakat yine beklediğimiz sonucu elde edemedik 99 depreminde ilk safhalarda dahi 15 general, 1392 subay, 1896 astsubay ve 33 bin 199 erbaş ve er görev yaptı. Belli ki ejderha meyvesi yiyen birileri ülkenin temel taşı olan ordudan 15 temmuzdan beri tırsıyor.

Nedeni olası infialde askeriyede kurmay da düşük rütbeliler bunlardan kasıt Yüzbaşı Teğmen Üsteğmen gibisinden , çünkü yoğunlukla yapılması gereken darbeler hep kurmay tabakasının altıyla yapıldı , bunun içinde askeriye içinde emir komutayı bozmak için de şunu geliştirdiler : Uzman çavuşlar sözleşmeli erler sözleşmeli onbaşılar sözleşmeli çavuşlar işbu arkadaşlarımızın hepsi yürütmeye bağlıdır ve sağ ve sol kolda pırpırlar da bunlara hilal ve yıldız verilir . Çünkü bunlar yürütmeye bağlı paralı askerlerdir , ve hükümetin çalışanlarıdır . İşte sinyali alasıya kadar da bu yüzden kurmaylardan hala Atatürk falan filan diye düşünenler varsa şayet infialde bir kalkışma olmasın diyerekten çok tırsak yaklaşıyorlar .

Dahilik ile cinnet arasında ince bir çizgi var. İradeyi cinnete evrilmeden başta bireysel akıl sağlığına ve huzura kavuşturmak lazım. Ve bunu insan bizzat kendi istencinden aldığı güçle yapabilmeli.

Vasat toplumun vasat algılarından sıyrılıp özgür bir bilgi sistematiği geliştirmek lazım. Sizde bu sayede çıkacak kıymetli bir cevher hissediyorum.

Mükemmeliyetçi bir disiplin altında büyüyen Hitler, babasından edindiği sadist zevkleriyle yeşerttiği faşizmini kitlelere yedirmek için "nasyonal sosyalist" hareket olduklarını iddia ediyordu.
Mussolini de eski bir sosyalist iken yaşadığı hayal kırıklıkları ile edindiği mükemmeliyetçi takıntı ile en sistematik faşizm doktrinini ortaya çıkardı.

Umarım örnekler kırıcı olmamıştır @telefonunugoster arkadaş.

Örneğin Hitler ne de güzel demiştir , Muhakamesi olmayan insanlar müktedirler için ne büyük nimettir :

Örneğin Hitler'i ele alınız değil mi ? Hitler'i ortaya çıkaran opsiyonları birer birer değerlendirdiğinizde şunu görürsünüz !

Hitler doğrudan doğruya Alman halkının gerçekliğinden açığa çıkmıştır ve Alman halkının dışa vurumudur .

Bakınız itaat ve otorite deneyleri , otorite figürleri , uyum kuramı , sosyal kimlik kuramı , terör yönetimi kuramı !

Toplumun genelini zaten bilimsel olarak algısı oldukça düşük ve melekesi muhakemesi yetisi zayıf muhtemel de bozukluk yaşayan bireyler oluşturmaktadır .

Bunlar da olası bir itaat sarmalında herhangi bir otorite figürüne irade-i tahvil yapmaktadır .

Ve en ağır şiddette kompulsiyonlar davranışsal ve eylemsel bozukluklar icra etmektedir sergilemektedir , keza bunu da törecilik adı altında işbu figürlere tahvil ederek bundan da gram vicdan azabı duymamaktadır .

İşbu davranışsal ve eylemsel bozukluklar da doku hasarlarına ampütasyonlara ölümlere ve sayısız şekilde ağır travmatik süreçlere varmaktadır !

Evet işbu sadistçe ve canice eylemleri ve davranışları bizzat-i o sıradan normal ve erdemli gördüğünüz o normal insanlar yapmaktadır .

İşte Hitler bu sürecin bir ürünüdür , Ve Hitler bir entropi boşalmasıdır Alman halkının

Yüksek sosyal entropiden ve tansiyonun bir türlü sönümlenemeyişinden sürekli artan tansiyon zorlantı nihayetinde Hitler ve dahası onun skalasında bir entropi boşalmasına neden olmuştur en ağır şiddette !

Bu yüzden bana istediğin kadar ağır laflar edebilirsin , ve bu benim açımdan bir sıkıntı teşkil etmez ama yanlış yoldaysan bu benim açımdan bir sıkıntı teşkil eder .

Çünkü düzensiz ve bozukluk olarak saydığımız davranışları icra etmek ve sergilemek sadece sizleri değil sizlerle birlikte çevrenizi ve dahi içinde yaşadığınız toplumu etkiler .

O toplum da süreğenlik işbu pratiklerin ve rutinlerin değişmesine neden olur ve herkes pekiştirecini işbu bozukluklardan alarak bir bilişsel kopukluk bir melekesi olmayan gerçeklik ve dahi akıl bozukluğu sonuçları açığa çıkar .

Örneğin Türkiye'de yaşantıya bakınız .

Gerçeklik ile gerçek ayrı şeylerdir , Gerçeklikten kopmuş bir gerçeklik nihayetinde tartışmasız bir bozukluktur .
 
Durum
Mesaj gönderimine kapalı.

Yeni konular

Geri
Yukarı