Yukarıda biraz özetlemiştim ancak açmak gerekirse yaşadığım bir olayı ufaktan anlatayım.
Ben yakışıklı bir insan değildim, hala da değilim. Lise dönemimde de kilolarım gereğinden fazlaydı. "Sevgililik" denilen ve adından iğrendiğim olguyu yaşayamamanın sebebini fiziki kusurlarıma bağlıyordum. Aşk, gözümü öyle bir kör etmişti ki bir anda 20 kilo verdim ve kendime bir tarz oluşturdum. O zamanlar kendimce açılma yöntemi olarak seçtiğim "Kitap sayfasına şiir yazma" yöntemini uyguladım. Kitap ve şiir okuyan bir insan değildim. Kitabı malum kişiye verdim ve okuduktan sonra bir cevap vermesini bekledim. Kitabı okudu ancak şiir hakkında hiçbir şey sormadı. Ne sağa baktı ne de sola. Hep arafta kaldım ve psikolojide terimi geçen "oneisit", türkçesiyle "kadın saplantısı" denilen algının kölesi oldum. Meslek lisesinde okuduğum için her sabah işe gitmem gerekiyordu. Her sabah işe geç kalan ben, O'nu görmek için yarım saat erken kalkıp o durağa koşardım. Biraz olsun o gözlerine bakmak, gülüşünü duymak için. Corona dönemi isabet edince aramızda ki muhabbet kesildi. Ben O'nu unutmamak için O'na her doğum gününde hediyeler aldım, şiirler yazdım, besteler karaladım, mektup yazdım. Hiçbirini veremedim. Aylar öncesinde O'nu tabir-i caizse hapishane kaçkını, at hırsızı tipli biriyle gördüm. Başımdan aşağı kaynar sular dökülse de aklıma şunu getirdim. Ben O'nu değil, bende kalan hatıralarını sevmişim. Ben ondakileri değil, bende kalan hayalini sevmişim. Şimdilerde ise pek aklıma gelmiyor. Bu bahsettiğim süreç 4 yılı kapsıyor. Çok bir şey yaşanmamış gibi dursa da çok ufak bir kısmını özet olarak geçtim. Neler yaşadığımı bir de o zaman ki bana sorun. Ufakta olsa tavsiye vermem gerekirse; Kesinlikle ama kesinlikle kendinizi tanımadan başkasını tanımaya çalışmayın. Kendinize değer vermeden başkasına değer vermeyin. Ve en önemlisi, kendinizi sevmeden başkasını sevmeyin. Kendinizi bu işlere hazır hissettiğiniz vakit aynı soruyu tekrar sorun. Konu çok teferruatlı olduğu için şimdilik girmiyorum.