Benim zorluktan kastım bu değildi. Örneğin bundan 1000 yıl önce yaşayan insanın işleyebileceği günahlar ile günümüzdeki günah sayısı bir değil veya mucizeleri görenler ile biz bir miyiz? Apaçık bir adaletsizlik olduğu belli.
Peygamberlerin zamanında yaşayan insanların hepsi veya büyük çoğunluğu mucizeleri gördükten sonra iman etmiş değiller. Büyük çoğunluğu peygamberlerin söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdiği için iman etmiştir. Kaldı ki, eğer mucizeleri görmek imanın bir şartı olsaydı, bu takdirde her peygamberin peygamberliği yalnız kendisinin hayatta olduğu süreyle sınırlı olurdu. Örneğin, Hz. Muhammed (asm)’in peygamberlik süresi 23 yıl olması gerekirdi. Zira, onun vefatından sonra bu anlamda bir mucize söz konusu değildir. Peygamberlik sürecinin sona ermesi ise, dinin sona ermesi anlamına gelir. Bu takdirde -en azından- her yüzyılda yeni bir peygamberin gönderilmesi zorunlu olurdu. Bu ise ilahi hikmetin ön görmediği bir tasavvurdur. "Her bir ümmet için belirlenmiş bir müddet vardır. Vadeleri gelince ne bir an geri bırakabilir, ne de bir an öne alabilirler." (A'raf, 7/34) mealindeki ayette bildirildiği üzere, milletlerin, ümmetlerin, dinlerin belli bir süresi vardır. Bu süreler Allah’ın ezeli ilmiyle tayin edilmiş olduğundan değişmeleri asla söz konusu olmaz, olamaz. Bununla beraber, İslam dininin hâkim olduğu yaklaşık 15 asırdan beri bu din mensupları için ilahi bir lütuf olarak sönmez, eskimez, canlı bir mucize olan Kur'an gibi kırk yönden mucize olan bir kitabımız var. Hiçbir mucize bu Kur'an kadar kuvvetli değildir. Çünkü, duyu organlarına hitap eden bütün hissi mucizeler -âdeta- anlık bir harikadır. Bir süre sonra etkisini yavaş yavaş kaybeder. Çünkü, insanda bulunan evham, vesvese, hayal, şüphe gibi duygular, akla rağmen kendi fonksiyonlarını icra edecekler ve görülen mucizeleri -sihir, büyü gibi algılayıp- yanlış bir yorumla yanlış bir mecraya kaydırabilirler. Bir daha geri dönüp gösterilen mucizeleri görme imkânları da olmayınca onları görmemiş gibi olurlar. Soruda da işaret edildiği gibi, bazı kimselerin mucize görmelerine rağmen yine de doğru yoldan sapmalarının nedeni budur. Söz konusu hayvani dürtülerin araya girmesi, akıl elektriğinin kısa devre yapmasına sebep olurlar. Ve atın kişnemesi ile bülbülün sesi arasındaki fark anlaşılmaz olur. Bununla beraber, hiçbir peygamberin mucizesi Kur'an ile kıyaslanmaz. Çünkü, Kur'an akli bir mucizedir ve her zaman gözle, kulakla, akılla varlığı hissedilebilen bir mucizedir. Akli bir mucize olması, onun kıyamete kadar devam edecek en son vahiy olmasıyla da tamamen örtüşmektedir. Hz. Peygamber (asm) bu hakikatin altını şöyle çizmiştir: "Her peygambere insanların onun bir benzeriyle imana geldikleri bir mucize verilmiştir. Bana verilen (mucize) ise, Allah'ın bana vahiy ettiği bir vahiydir / Kurandır. Bu sebeple kıyamet günü, diğer peygamberlere karşı, tabileri / ümmeti en çok olan peygamberin ben olacağını ümit ediyorum."
(Buharî, Fezâilu'l-Kur'ân 1, Î'tisâm 1; Müslim, İman 239) Şimdi, elimizdeki bu
akli, ilmi, manevi mucizelerin canlı hazinesi olan Kur'an’ı ve onun tefsirlerini okuyup anlama zahmetine katlanmadan, hissi mucizelerin yokluğunun arakasına sığınarak tembelliğimiz örtmeye çalışma insaf ölçüleriyle bağdaşmaz. Şunu unutmamak gerekir ki,
din bir imtihandır. İmtihan ise gizli, kapalıdır. Âdil bir imtihanın cereyan etmesi için, peygamberlerin, vahyin, dinin söyledikleri şeylerin kabul edilip edilmeme payı olması lazımdır. Yoksa her şey güneş gibi açık olursa, verilen böyle bir kopya, imtihanın ciddiyetini ortadan kaldırdığı gibi, çalışkan kimselerle tembel kimselerin, bilenlerle bilmeyenlerin hepsine aynı not verip sınıfı geçirmek gibi büyük bir adaletsizlik olur...