Bu yazı dizisinde sizlere, hayatımızın içine iyice giren yapay zekâ teknolojilerinin insanlık için bir tehdit unsuru olup olmadığını ve bu teknolojilerin gelişimi ile alakalı bilgileri, bilimsel verileri ve makalelerden oluşan çalışmaları sizlere aktaracağım.
Yazı dizisine geçmeden önce kaynakları görmek isterseniz yazı sonuna bakabilirsiniz.
Zaman Yolcuğu
Zaman yolculuğu, pek çok insan için merak uyandırıcı ve hala beklenen bir icat. Peki ya uzak bir geleceğe ya da uzak geçmişe seyahat edilirse ne olur? Zaman yolculuğunda zamanda geriye gidip örneğin bir 250 yıl kadar geriye yani 1770 yılına giderseniz ve oradan bir insanı alıp günümüze getirirseniz, hayatını kaybetme riski vardır. Bunun sebebi, yaşayacağı teknolojik değişimden kaynaklı şok geçirmesi olur. Ancak bu düşük bir ihtimal. Her ne kadar elektriğin ve uzun mesafe iletişiminin olmadığı bir zaman diliminden, bir noktadan bir noktaya havada uçarak gidebildiğimiz, kıtalar arası haberleşebildiğimiz, parlak kapsüller içinde oradan oraya seyahat edebildiğimiz bir zaman dilimine gidilmiş olsa da bu durum onun için yeterince şok edici olmayabilir. Yaşadığımız dünyayı ona gösterdiğimizde çok etkilenecektir ve hatta belki dehşete kapılacaktır. Ancak bunun öldürmek için net düzeyde yeterli olup olmadığını kestirmek zor. 1700’lü yıllardan gelen kişi, yaşadığı bu deneyimden çok memnun kalsa ve bu deneyimin aynısını kendi zamanından daha önceki insanlara yaşatmak için zaman makinesini yanında götürüp, zamanda daha da geri gitse ve o insanı kendi zaman dilimine götürse ne olur? 1700’lü yıllara geri dönen adamımız 1500’lü yıllara gidip oradan birini kendi zamanına getirse zaman yolculuğu yaptırdığı kişi muhtemelen çok etkilenecektir ama bu durum onu yine de öldürmezdi. Hatta 1700’lü yıllardan 2010’lu yıllara gelen birinin yaşadığı şoka oranla çok daha az etkilenirdi. Çünkü; 1700’lü yıllarla 1500’lü yıllar arasındaki farkın boyutu, her ne kadar 1700 yılı 1500 yılına göre oldukça farklı olsa da 1700’lü yıllar ile 2010’lu yıllar arasındaki fark kadar büyük bir fark değil. 1700’lü yıllardaki insan kendi yaşadığı şokun benzeri derecesinde şoku birine yaşatmak istiyorsa, MÖ 12.000 civarı bir yıla gitmesi gerekirdi. Tamamen avcı ve toplayıcı, hiçbir teknolojinin olmadığı zamandan, okyanusları aşabilen gemileri, tarım devrimini, uygarlığı, bilgi birikimini görse bu sefer MÖ 12.000 civarı bir zamandan gelen kişi muhtemelen yaşayacağı şoktan dolayı ölecektir. Eğer MÖ 12.000 yılından biri de ölmese ve aynı şeyi yapmak istese MÖ 24.000 yılından birini tutup kendi zaman dilimine getirse neredeyse hiçbir şok etkisi yaratmaz. MÖ 12.000 yılındaki kişi de kendi yaşadığı deneyime benzer bir deneyimi yaşatabilmek için yaklaşık 100.000 yıl geriye gitmesi gerekir. Aslında tüm bunları size anlatmamın sebebi insanlığın gelişim hızını göstermek.
Bir insanın geleceğe gidip öldüğünü ifade eden bir birime ihtiyaç duysak buna muhtemelen (ÖGB) Öldüren Gelişme Birimi derdik. Avcı toplayıcı toplumdan birinin ÖGB birimi, ortalama 100.000 yıldan fazla çıkmakta. Tarım devrimi sonrası bu rakam ortalama 12.000 yıla, 1750 yılındaki bir insan için ise bu rakam yalnızca birkaç yüzyıla kadar düşüyor. Bu durum bizlere zaman geçtikçe insan gelişiminin hız kazandığını gösteriyor. Fütürist Ray Kurzweil bu durum için ‘’insanlık tarihinin ivme kanunu’’ diyor. Kurzweil bunun olmasına sebep olarak ise gelişmiş uygarlıkların, daha az gelişmiş uygarlıklara kıyasla daha hızlı bir gelişme kabiliyetine sahip olmasını gösteriyor. Yani, gelişen toplumlar zaman ilerledikçe eski uygarlıklara göre daha hızlı ilerleme kaydediyor. Teknolojik verilere bakacak olursak, 1985 ve 2015 arasındaki ortalama gelişme hızı, 1955 ve 1985 yılları arasına kıyasla daha yüksek.
Kurzweil ivme kanuna dayanarak, 20. yüzyılda yaşadığımız bütün teknolojik gelişmelerin, 2000 yılındaki gelişme hızı ile, yalnızca 20 yılda tamamlanabileceğini öngörüyor. Bu öngörüyü açacak olursak Kurzweil’in anlatmak istediği şey, 2000 yılında sahip olduğumuz gelişme hızı, 20. yüzyılda sahip olduğumuz gelişme hızından tam 5 kat fazla. 20. Yüzyıl değerinde gelişmenin 2000 ile 2014 yılları arasında yaşandığına ve 20. Yüzyıl değerinde bir gelişmenin ise 2021 yılına kadar yaşanmasını bekliyor. Kurzweil öngörüsünde, bundan birkaç on yıl sonra, 20. yüzyıl değerinde büyük bir teknolojik gelişmenin aynı yıl içinde birkaç kez olması da var. Kurzweil, bundan birkaç zaman sonra ise bu büyüklükteki teknolojik gelişmelerin bir aydan kısa sürede yaşanmasını bekliyor. Sonuç olarak Kurzweil’in ivme kanuna dayanacak olursak, 20. yüzyıl içerisinde yaşadığımız teknolojik gelişmelerin 1000 katı kadarını 21. yüzyıl içerisinde yaşayacağız.
Eğer Kurzweil haklı ise 1700’lerden alıp 2010’lu yıllara getirdiğimiz adamın yaşadığı şokun benzerini bizler 2030’lu yıllarda yaşayabiliriz. Bu denklem haklı çıkarsa bir sonraki ÖGB yalnızca birkaç on yıl içerisinde yaşanabilir. Bu teoriye göre 2050 yılına geldiğimizde bambaşka bir dünyada yaşıyor olabiliriz. Bu durumun ürkütücü veya heyecan verici kısmı ise pek çok bilim adamının bunu bilim kurgu olarak görmemesi. Veriler gösteriyor ki tarihe şöyle bir göz atarsak bu teorinin olma ihtimali oldukça yüksek. Geleceğe dair tüm bu tahminlere rağmen insanlar genellikle şüpheci bir tavır takınıyor. Eğer siz de bu şüpheci tavırları bu yazıyı okurken takınıyorsanız bunun üç sebebi var:
Tarihi düz ilerleyen bir çizgi olarak algılıyor olabilirsiniz.
Muhtemelen önümüzdeki 30 yıl içerisinde gerçekleşecek olan teknolojik gelişmeleri hayal ederken geride bıraktığımız 30 yılı göz önüne alıyorsunuz. Buna doğrusal düşünme deniyor. Ancak söz konusu teknolojik gelişim olduğunda doğrusal değil üstel düşünmemiz gerek. Eğer doğru bir biçimde analiz yapmak istiyorsak bu alandaki gelişmeleri önceki 30 yılda yaşanan teknolojik hıza bakarak değil, şu anki teknolojik gelişme hızına bakarak yapmalıyız. Gelecek hakkında mümkün daha tutarlı bir tahminde bulunmak içinse, gelişmelerin şu anki ilerleme hızlarından daha hızlı ilerlediklerini hayal etmeniz gerekli.
Yakın geçmişin gidişatı çarpıtılmış bir şekilde aktarılıyor.
Şunu belirtmek gerekirse üstel bir eğri bile yalnızca ufak bir kısmına baktığınızda doğrusal şekilde durur, tıpkı büyük bir çemberin ufak bir kısmına yakından baktığınızda neredeyse düz bir çizgi şeklinde görünmesi gibi. İkinci olarak üstel büyüme tam anlamı ile düz ve tek şekilli değildir. Kurzweil, gelişmelerin “S eğrileri” şeklinde yaşandığını açıklıyor.

Bir S eğrisi, yeni paradigmalar dünyaya yayıldığında oluşan gelişme dalgası tarafından meydana getiriliyor. Oluşan bu S eğrisi üç evreden geçiyor:
- Yavaş büyüme (Üstel büyümenin erken safhası)
- Hızlı Büyüme (Üstel büyümenin son, patlayıcı safhası)
- Söz konusu paradigmalar olgunlaştıkça bir düzleşmenin gerçekleşmesi
Eğer sadece yakın geçmişe bakarsanız, S eğrisinin şu an üzerinde bulunduğunuz parçası, gelişimin ne kadar hızlı yaşandığını görmenize engel olabilir. 1995 ve 2007 yılları arasında geçen zamanda internetin patlaması ardından, Google ve Facebook gibi platformların halk arasında yaygınlaşmasını, sosyal medyanın doğuşunu, cep telefonlarını, ardından da akıllı telefonların hayatlarımıza girişini gördük. 2008 ve 2019 arası yıllara teknolojik gelişim ve büyüklük açısından bakacak olursak bu yılların bir önceki periyota göre sahip olduğu teknolojik gelişim hızı ve büyüklüğü daha az çarpıcıydı. Gelecek hakkında düşünen biri olarak dünyanın teknolojik gelişimini ölçmek adına son birkaç yıla bakacak olursa büyük resmi kaçırmış olacağız. Yaşadığımız son birkaç yıla bakacak olursak yeni ve bir o kadar da büyük bir 2. evre patlaması hazırlık aşamasında olabilir.
Kişisel tecrübelerimiz bizleri gelecek hakkında inatçı bireyler yapıyor.
Dünya hakkında sahip olduğumuz düşünceler genellikle yaşadığımız tecrübelere dayanıyor. Yaşamış olduğumuz bu tecrübeler kafamıza “işlerin işleyişi” olarak kazınmış durumda. Hayal gücümüz tecrübelerimizden yola çıkıp tahminler yaparak bizleri sınırlandırmakta. Bu durum ilk bakışta karmaşık gelmiş olabilir. Gelin bu durumu biraz daha açık hale getirelim. Gelecek hakkında bizim tahminlerimiz ile çelişen bir tahmin duyduğumuzda buna tepki verir ve çoğunlukla inkâr ederiz. Eğer siz okuyuculara bu yazının devamında hiç ölmeyeceğinizi ya da ortalama 250 yıl yaşayacağınızı söylesem, pek çoğunuz bu bilgiyi inkâr edecek ya da bunu saçma bulacaktır. Bunun olmasının sebebi ise sahip olduğunuz içgüdüler. İçgüdülerinizin tarihten bildiği kadarıyla, yaşayan her canlı mutlaka ölecektir ya da hiçbir insan o kadar yaşamamıştır. Aslına bakarsanız evet kimse o kadar uzun yıllar yaşamadı. Ancak uçaklar icat edilmeden önce hiç kimse uçmayı da başaramamıştı. Eğer bu yazıyı okurken içinizden yok ya hissi geçirseniz ve bu size doğru gibi gelirse, bu his muhtemelen yanlış. Gerçek şu ki, eğer duruma gerçekten mantıksal yaklaşırsak ve tarihsel şablonların devam etmesini beklersek, önümüzdeki yıllar içinde beklediğimizden çok daha fazlasının değişeceği sonucuna varabiliriz. Mantığımız ayrıca şunu iddia ediyor; eğer bir gezegendeki en gelişmiş canlı türü ileri doğru hızlanarak daha büyük adımlar atmaya devam ediyorsa, bir noktada, o kadar büyük bir adım atacaktır ki bilinen kadarıyla mevcut yaşam kavramını ve insan olmanın tam olarak ne anlama geldiğini değiştirecektir.
Süper Zeka’ya Giden Yol
Yapay Zeka Nedir?
Birkaç yıl öncesine kadar aslında pek çok insan için yapay zekâ absürt bir bilim kurgu öğesinden ileriye gitmeyen bir durumdu. Ancak ilerleyen teknoloji ile birlikte yapay zekâyı daha çok duyar olduk. Hayatımızın neredeyse her alanında yer almaya başlayan yapay zekayı, konu ile doğrudan ilgili olmayan kişilerin kavramakta zorluk çekmesi muhtemel. İnsanların yapay zekâ konusunda kafasının karışık olmasının temelinde üç sebep var.
- Yapay zekâyı filmler ile ilişkilendiriyoruz (Yıldız Savaşları, Terminatör, Jetgiller). Bu tarz ve benzeri yapımların tamimiyle kurgu olmasından ve yapay zekâ ile ilişkilendirilmiş olmasından kaynaklı, bizlerin yapay zekâyı ciddiye alması pek mümkün olmuyor.
- Yapay zekâ tahmin ettiğinizden daha geniş bir alanı kapsıyor. Telefondan hesap makinesine, otomobillere hatta tıp sektörüne dahi uzanan bir ağ söz konusu. Bu denli kapsamlı olan yapay zekâ doğal olarak anlaşılması daha güç hale geliyor.
- Yapay zekâyı günlük hayatımızda sıkça kullansak dahi yapay zekayı kullandığımızın farkında olmuyoruz. 1956’da yapay zekâ terimini bulan John McCharty, yapay zeka insanların hayatında işlemeye başladığı andan itibaren artık insanların ona yapay zeka dememesinden şikayetçiydi. Bu fenomenden dolayı yapay zekâ terimi kulağımıza halen fantastik bir bilim kurgu senaryosu gibi geliyor.
Bu üç maddeyi düzene sokup açıklama getirecek olursak ilk olarak yapay zekanın yalnızca bir bilim kurgu öğesi olmadığını ve yalnızca filmlerde var olmadığını kabullenmemiz gerek. Teknolojilerimizin sahip olduğu zekânın çok kapsayıcı olduğunu ve bunun gelecekte daha da artacağının farkına varmamız gerektiğini unutmamız gerek. Son olarak ise yapay zekanın geniş bir konsept olduğunun farkına varıp yapay zekanın tipine veya biçimine göre değil, kapasitesine ve kategorisine göre sınıflandırmamız gerektiğini bilmemiz gerek.
Yapay zekâ üç ana kapasite kategorisine sahiptir. Bunlar:
- YZ1 Yapay Dar Zekâ (YDZ): Bazen zayıf yapay zekâ olarak da isimlendirilen yapay dar zeka, bir alanda uzmanlaşan ve yalnızca uzmanlaştığı alanda iş çıkarabilen yapay zekalardır. Örneğin satrançta dünya şampiyonunu yenebilen bir yapay zekâ mevcut ancak bu yapay zekânın tek işlevi bu.
- YZ2 Yapay Genel Zekâ (YGZ): Güçlü yapay zekâlar bazen insan seviyesinde yapay zekâlar olarak adlandırılır. Bunun sebebi, yapay genel zekânın neredeyse her konuda bir insan kadar akıllı olmasına dayanır. Herhangi bir insanın yapabileceği düşünsel tüm aktiviteleri hiç zorlanmadan gerçekleştirebilecek bir makinedir. Yapay genel zekayı yaratmak, yapay dar zekayı yaratmaya oranla çok daha zor bir iştir. Henüz yapay genel zekaya sahip olan bir sistem yapmayı gerçekleştirebilmiş değiliz. Amerikalı eğitim psikolojisi profesörü Linda Gottfredson’a göre zekâ; akıl yürütme, planlama, problem çözme, soyut düşünme, kompleks fikirleri kavrama, hızlı öğrenme ve tecrübeye dayalı öğrenme yeteneklerini barındıran düşünsel bir kabiliyet. Bir yapay genel zekâ, tüm bu bahsi geçen şeyleri en az insanlar kadar kolay bir şekilde yapabilme potansiyeline sahip olmalıdır.
- YZ3 Yapay Süper Zeka (YSZ): Oxford’lu filozof ve yapay zekâ düşünürlerinden biri olan Nick Bostrom yapay süper zekâyı tanımlarken ‘’bilimsel yaratıcılık, genel bilgelik ve sosyal yetenekler dahil olmak üzere neredeyse her alanda en iyi insan beyninden dahi çok daha akıllı olan bir zeka biçimi’’ olarak ifade ediyor. Yapay süper zekânın sahip olduğu seviyeyi daha iyi anlatabilmek için şu tanımı kullanabiliriz: ortalama bir insandan, birazcık daha akıllı olan bir bilgisayardan, milyarlarca kat daha akıllı. Yapay süper zekanın bu denli yüksek olması da bizi yazımızda bambaşka bir yere götürüyor; hem ölümsüzlük hem de insanlığın yok olma tehlikesinin var olması. Yazımızda bu konu ilerleyen noktalarda birkaç kez daha karşımıza çıkacak.
Şu an için insanlık yapay dar zekâyı hayatının her alanına yaymış ve ondan mümkün olabildiğince faydalanmış durumda. Yapay zekâ devrimi yapay dar zekâdan, yapay genel zekâ aracılığı ile yapay süper zekâya giden bir yol. Durumdan sağ çıkıp çıkamayacağımız belli olmayan bir yol. Ancak her ne olursa olsun bildiğimiz her şeyi değiştirecek bir yol. Bu alanda önde gelen düşünürlerin bu yol hakkındaki düşüncelerine ve bu devrimin neden düşündüğümüzden daha yakın bir zamanda gerçekleşebileceğine yakından bir göz atalım:
Şu An Neredeyiz
Yapay dar zekâ yazımızda da bahsettiğimiz gibi, belirli konularda insan zekasına eşit durumdayız. Buna birkaç örnek verecek olursak;
- Yeni nesil araçlar pek çok yapay dar zekâ sistemi ile donatılmış durumdalar. ABS fren sisteminin ne zaman devreye gireceğini belirleyen şey bir bilgisayardır. Yakıt enjeksiyonu parametrelerini ayarlayan yine yapay dar zekâya sahip bilgisayarlardır. Test edilen sürücüsüz otomobiller çevresini algılayabilen ve ona göre tepki veren yapay dar zekâ sistemleri içermekte.
- Günlük hayatımızın olmazsa olmaz bir parçası haline gelen akıllı telefonlarda adeta birer yapay dar zekâ fabrikası gibi çalışmaktalar. Harita uygulamalarını kullanarak yolunuzu bulduğunuzda, Spotify gibi uygulamalardan zevkinize uygun tavsiyeler aldığınızda, ilgi alanlarına göre reklam gördüğünüzde, Siri ve benzeri uygulamalar ile etkileşime geçtiğinizde ve daha bunun gibi pek çok günlük aktivitemizde yapay dar zekâyı kullanıyoruz.
- E postaların spam bölümleri de yine bir yapay dar zekâ ürünü. Gelen maillerden hangilerinin spam olup hangilerinin olmadığına karar vermek için önceden yüklenen bilgilere bakıp, ardından sizin zamanla yaptığınız seçimlere bakarak tecrübe kazanıp öğrenmeye devam ediyor. Böylelikle sahip olduğu zekâyı size göre düzenlemiş oluyor.
- İnternetten bir ürün satın aldıktan sonra başka bir sitede o ürünün benzerlerinin sizin için önerildiğini mutlaka deneyimlemişsinizdir. Bu ve bunun gibi durumların olmasının sebebi yapay dar zekâ sistemlerinin kendi arasında bir ağ oluşturması. Yapay dar zekâ sistemleri bu ağ sayesinde kim olduğunuzu, nelerden hoşlandığınızı, yaşınız, cinsiyetiniz gibi bilgileri birbirleri ile paylaşıyorlar. Yapay dar zekalarının oluşturduğu bu ağ sayesinde hakkınızda bilgi sahibi olan sistemler daha sonra sizlere neler göstereceğine karar veriyor. Amazon gibi sitelerde gördüğümüz ‘bunu alanlar bunları da aldı’ kısmı milyonlarca müşterinin davranışlarından bilgi toplayarak ve toplanan bu bilgileri sentezleyerek sizlere daha fazla ürün satmaya çalışan yapay dar zekâ sistemleri.
- Google Translate gibi çeviri programları da yapay dar zekâ sistemlerinin bir başka örneği.
- Uçakların piste iniş yaptığında hangi kapıya gitmesi gerektiğini söyleyen ciddi ve sorumluluk gerektiren bu işleri yapan da yine başka bir yapay dar zekâ sistemi.
Bu yukarıda bahsettiğim yapay dar zekâlar, yalnızca tüketici dünyasında var olan basit birkaç örnek. Yapay dar zekâ sistemleri aynı zamanda askeri alanlarda, imalat ve finans gibi sektörlerde hatta tıp alanında doktorların teşhis koymasına yardımcı olmak ve ilaç üretmekte karşımıza çıkabiliyor. Yapay dar zekâ sistemlerinin bu denli hayatımızın içerisinde olması korkulacak bir şey değil. Günümüzde en kötü ihtimalle hatalı veya yanlış programlanmış bir yapay dar zekâ güç nakil şebekesini devre dışı bırakmak, nükleer santral arızasına sebep olmak ya da borsa felaketine yol açmak gibi izole felaketlere yol açabilir. (2010 yılında Amerika’da bir yapay dar zekâ programının beklenmedik bir duruma karşı yanlış tepki göstermesi üzerine, Amerika menkul kıymetler borsası kısa süreli bir düşüşe geçerek 1 trilyon dolar zarar etti. Yapay dar zekanın sebep olduğu bu olaya ise Flash Crash adı verildi.)
Tüm bunlara rağmen yapay dar zekâ var oluşsal bir tehditte yol açacak kabiliyete sahip değil. Her şeye rağmen yapay dar zekalardan oluşan bu büyük ve karmaşık olan ekosistemi zararsız görmemek gerekir. Yapay dar zekayı zararsız olarak görmek bir yana onu yolda olan ve tüm dünyayı baştan aşağı değiştirecek olan bir fırtınanın öncüsü olarak görmeliyiz. Yapılan her yeni yapay dar zekâ buluşu yapay genel zekâya ve yapay süper zekâya giden yola bizleri daha da yakınlaştırıyor. Meksikalı iş adamı ve siyasetçi Aaron Saenz’in görüşüne göre yapay dar zekâ sistemleri: dünyamızın ilkel bataklıklarındaki amino asitler gibi beklenmedik bir gün uyanan yaşamın cansız kaynakları gibi.
Yazımın geri kalanına en yakın zamanda ikinci bölümünde devam edeceğim.
İlginizi çekebilir: Işınlanmak Gerçekten Mümkün Mü?





Otonom makine zekasının
(ona isim takmak istemedim makine olmak nasıl birşey bilemez insan=ama kısaca Türk diyelim)
İnsanda bulunan zekalar gibi 7 çeşit zekanın toplu kullanımında ki kombinasyonların ürettiği değerlerin
Otonom makine zekasının(Türk) karşısında varacağı yer kesinlikle aynı olmayacak.
Yada bir anlamı olmayacak toplamda Türk’ün karşısında
Çünkü makinenin kaynaklara ulaşımını insanoğlu olarak destekleyerek sınırsız kombinasyonlara
ulaşması sağlanabilir.
Fakat bizi tehlike olarak görmesi konusu ise sadece ahlak yani insanın varlığına
saygı duyacağı programı insan eliyle nasıl yazacağımız yada Türk’ün kendi üretebilme ihtimali olan yazılımı
nasıl yazdığıyla alakalı olabilir sonumuz.
Birde değinmek istediğim diğer konu zekanın tek olmayabileceği birkaç farklı noktaya konumlarsa
(bir yerde bir şekilde mobil olacak tabiki)
kendisini istişare ederek çok daha komplex bir yapıya ulaşabilir.Sonucunda ise bizi insanlık olarak
1-Yardım edip geliştirebilir(pc gibi kalır) en düşük ihtimal
2-Bizimde dahil olduğumuz bir karma düzen kurar(matrix’teki gibi yada irobot’taki gibide olabilir.
3-Yok edene kadar uğraşır(büyük ihtimal)
ne terminatör ne matrix nede b.s.galacticaya benzer yokedişi
hızlı ve etkin bir şekilde yapar muhtemelen herhangi bir insan zekası engellemesin diye