Hüseyin nihal atsız kimdir?

Hüseyin Nihâl Atsız (12 Ocak 1905, Kadıköy, İstanbul – 11 Aralık 1975, İstanbul), Türk yazar, Türkolog, şair, düşünür ve öğretmendir. Türklerin tarihini konu edindiği edebî eserleri ve tarih araştırmaları olan Atsız Türkçü-Turancı ve ırkçı dünya görüşüne sahiptir. Özellikle hayatının son yıllarında İslam'ı olumsuz şekilde eleştiren yazılar kaleme almıştır.

Hüseyin nihâl atsız
, 12 Ocak 1905'te İstanbul'da doğdu. Atsız'ın babası Gümüşhane'nin Midi köyünün çiftçioğulları ailesinden deniz güverte binbaşısı Mehmet Nail bey, annesi Trabzon'un kadıoğulları ailesinden deniz yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı Fatma zehra hanım'dır.
İlköğrenimini Kadıköy'deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul sultanilerinde (İstanbul lisesi) yaptı. Buradan mezun olunca askerî tıbbiye'ye yazıldı.
Atsız, 1922 yılında askerî tıbbiye'ye kaydolduğu çağlarda türkçülük fikrinin etkisi altına girmeye başladı. Ziya Gökalp'in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi türkçülük fikrine karşı olan öğrencilerle kavga ettiği okul yönetimi tarafından cezalandırıldı.

1670177366144.png


Ve daha sonra aralarında birtakım sorunlar yaşanan Arap asıllı Bağdat'lı Mesut Süreyya efendi adlı bir mülazıma (teğmen) selam vermediği gerekçesiyle 3. sınıf talebesiyken 4 Mart 1925 tarihinde askeri tıbbiye'den atıldı.

Bu olaydan sonra üç ay kadar kabataş erkek lisesi'nde yardımcı öğretmenlik yapan atsız, daha sonraları deniz yolları'nın mahmut şevket paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalıştı ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında birkaç sefer yaptı.

1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu'nun edebiyat fakültesi'nin edebiyat bölümüne ve İstanbul Dârülfünûnu'nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydolan atsız, bir hafta sonra askere çağrıldı ve askerliğini 28 Ekim 1926 ile 28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul'da taşkışla'da 5. piyade alayında er olarak yaptı.

Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı "Anadolu'da türklere ait yer isimleri" adlı makalenin türkiyat mecmuası'nın ikinci cildinde yayınlanması üzerine hocası Mehmet Fuad Köprülü'nün dikkatini çeken atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmî'nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yaptı ('divân-ı türkî-i basit, gramer ve lügati', 1930, 111 s. Türkiyat enstitüsü mezuniyet tezi, no 82). Aynı yıl edebiyat fakültesi'nden mezun oldu.

Atsız'ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimler yer alıyordu.

Mezuniyetinden sonra edebiyat fakültesi dekanı olan hocası prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti'nde atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Muallim Mektebi'ni öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931'de atsız'ı kendisine asistan olarak almıştır.

Atsız, yine 1931 yılında dârülfünûnun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi mehpare hanım ile evlenmiş, ancak 1935 yılında ayrılmıştır.

Atsız, 15 Mayıs 1931'den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua'yı çıkarmaya başladı. Mehmet Fuad Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu türkçü ve köycü dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan türkçü bir çığır açmış, adeta Cumhuriyet devri türkçülüğünün öncüsü olmuştur.

Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını "h. Nihâl" imzasıyla, hikâyelerini de "y. D." imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır. 1932 Temmuz'unda Ankara'da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, prof. Dr. Zeki Velidi Togan'a dr. Reşid Galib'in yaptığı eleştiriler üzerine atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye Atsız ile Pertev Nâilî Boratav'ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, dr. Reşid Galib'e "Zeki Velîdî'nin talebesi olmakla iftihar ederiz" diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de Reşid Galib'in tepkisini üzerine çekmiştir.

19 Eylül 1932'de Reşid Galib, maarif vekili olmuştu. Kısa bir süre sonra da Mehmet Fuad Köprülü'nün dekanlıktan ayrılması üzerine edebiyat fakültesi dekanlığı'na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir. Reşid Galib, Atsız Mecmua'nın 17. sayısındaki 'dârülfünûn'un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi' adlı makalesi nedeniyle edebiyat fakültesi dekanı'na baskı yaparak, 13 Mart 1933 tarihinde atsız'ın üniversite asistanlığına son vermiştir.

Atsız, önce Malatya ortaokulu'nda Türkçe, daha sonra Edirne lisesi'nde edebiyat hocalığına tayin edildi. Edirne'de iken orhun dergisini yayımladı (1933-1934). Atsız'ın Edirne'deki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir süre devam etmiştir. (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933).atsız, Edirne'de iken atsız mecmua'nın devamı mahiyetindeki aylık türkçü dergi orhun'u (5 Kasım 1933-16 Temmuz 1934, sayı 1-9) yayımlamıştır. orhun dergisinde, Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarında bulunduğunu iddia ettiği yanlışları ağır bir şekilde eleştirdiği için 28 Aralık 1933'te bakanlık emrine alınmıştır ve orhun dergisi de 9. sayısında Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmıştır.
Dokuz ay bakanlık emrinde kalan atsız, 9 Eylül 1934 tarihinde kasımpaşa'daki deniz gedikli hazırlama Okulu'na Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur.

Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan bedriye hanım ile evlenen atsız'ın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde yağmur atsız ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de buğra atsız adlı iki oğlu olmuştur. Atsız, ikinci eşi bedriye atsız'dan da mart 1975 tarihinde ayrılmıştır.

Atsız, kasımpaşa'daki deniz gedikli hazırlama okulu'nda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden ihraç edilmiştir.

Bunun üzerine özel yüce-ülkü lisesi'ne geçen atsız, burada 1937 yılından 1939 yılının haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Atsız, 19 Mayıs 1939 ile 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi lisesi'nde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur. “türk tarihi üzerinde toplamalar” ve “türk edebiyatı tarihi” adlı ilmi kitapların yanı sıra birçok broşür yayımladı. Komünistlerle şiddetli bir fikir mücadelesine girişti. Tanrıdağ, çınaraltı gibi milliyetçi dergilerde yazılar yazdı. 1943'te Orhun'u yeniden yayımladı. Bu derginin 15-16. sayılarında dönemin başbakanı şükrü saracoğlu'na hitaben yayımladığı açık mektuplarda, milli eğitimde solcuların nasıl yuvalandığını örneklerle gösterdi ve Milli Eğitim Bakanı hasah-Ali yücel'in istifasını istedi.

Atsız, Boğaziçi Lisesi'nin Türkçe öğretmeni iken basın ve yayın genel müdürü selim Sarper'in de teşvikiyle orhun dergisini (1 Ekim 1943-1 Nisan 1944, sayı: 10 ile 16 arası, 7 sayı) yeniden yayınlamaya başlamıştır.

1944 Irkçılık-Turancılık Davası
II. Dünya Savaşı sürerken Türkiye'de komünist faaliyetlerin arttığını düşünen Atsız, orhun'un mart 1944'te yayınlanan 15. sayısında, daha önce 5 Ağustos 1942 tarihli meclis konuşmasında "bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir." diyen devrin başbakanı Şükrü Saracoğlu'na hitaben bir açık mektup yayımladı.

Atsız, nisan 1944'te yayımlanan 16. sayıda, şükrü saracoğlu'na hitaben ikinci açık mektubunu yayımlayarak Ahmed Cevat Emre, Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel'in Marksist faaliyetlerde bulunduklarını ve millî eğitim bakanı'nın "komünistleri kolladığını" ileri sürerek devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'i istifaya çağırdı. Bu ikinci açık mektup, türkçü çevreler içinde büyük bir galeyana sebep olarak başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirde, antikomünist gösterilere yol açtı. Bunun üzerine Hasan âli yücel, 7 Nisan 1944'te atsız'ın Boğaziçi lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliğine son verdi.
orhun dergisi de Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatıldı. Sabahattin Ali'nin arkadaşı ve atsız'ın da yakın arkadaşı olan Ankara Musiki Muallim Mektebi müdürü Orhan Şaik Gökyay'ın arabuluculuğuna rağmen dava açmak zorunda kaldı. Aleyhine dava açılan atsız, trenle Ankara'ya gitti ve türkçü gençler tarafından istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edildi.

Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçer. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencileri alınmamış, bu yüzden de öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır. Davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, sabahattin Ali'ye "vatan haini" dediği için 6 aya mahkûm edilen atsız'ın cezası hâkim tarafından "millî tahrik" gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir. Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir.

Devrin iktidarı, bunun üzerine, açık mektuplarda adı geçen hikayeci sabahattin Ali'yi, atsız aleyhine hakaret davası açması için teşvik etti. Bir taraftan da orhun dergisini kapattı. Atsız-sabahattin Ali davası büyük yankılar uyandırdı. Ankara'daki üniversite gençliği atsız'ı desteklemek ve komünistleri protesto etmek için 3 Mayıs 1944'te büyük bir gösteri yaptı. Hükümet bu gösteriyi şiddetle bastırdı, birçok milliyetçi genci gözaltına aldı. Hemen ardından türkçülerin tutuklanmasına başlandı. Atsız ve 22 arkadaşı “hükümet darbesine teşebbüs” suçlaması ile yargılandı. Atsız, sorgusu sırasında, lağım sularının akıtıldığı bir zindana konularak yedi gün boyunca işkenceye maruz kaldı.

19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde eleştiren nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesi'nde yargılanmaya başlanmışlardır. Aralarında Alparslan Türkeş gibi subay, üniversite profesörü, öğretmen, doktor ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu sanıklar, sorguya çekilmişler; atsız dahil sanıklar, daha sonra tabutluk diye adlandırılan hücrelerde işkence gördüklerini.
Belirtmişlerdir. 7 Eylül 1944 günü yargılama başlamış, 'ırkçılık-turancılık davası' adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve atsız 6 yıl 5 ay hapse mahkûm olmuştur.

1670262877067.png


Ancak, askeri yargıtay bu kararları bozdu. Yeniden görülen dava sonucunda bütün türkçüler ve bu arada atsız da beraat ettiler. Ancak, atsız, uzun süre öğretmenlik mesleğine dönemedi. Türkiye yayınevi'nde çalıştı ve önemli osmanlı tarihlerinin neşirlerini hazırladı. Bu dava ile ilgili Hayri Yıldırım tarafından 3 Mayıs 1944 ırkçılık turancılık davası adında bir kitap yazılmıştır.

Dava Sonrası​

Nisan 1947'den temmuz 1949'a kadar kendisine iş verilmeyen atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir süre Türkiye Yayınevi'nde çalışan atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan "Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir" adlı kitabını da i. Süruri ermete adıyla yayımlamak zorunda kalmıştır.

Atsız'ın sınıf arkadaşlarından prof. Dr. Tahsin Banguoğlu millî eğitim bakanı olunca, atsız'ı 25 Temmuz 1949'da Süleymaniye Kütüphânesi'ne "uzman" olarak tayin etmiştir.
4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi'nde vermiş olduğu "Türkiye'nin kurtuluşu" konulu bir konferans üzerine Cumhuriyet gazetesi, atsız'ın aleyhine haberler yayımlamıştır. Hakkında bakanlık tarafından soruşturma açılan atsız'ın konuşmasının bilimsel olduğu tespit edilmiştir. Fakat atsız 13 Mayıs 1952 tarihinde haydarpaşa lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliği görevinden "muvakkat" kaydı ile alınarak yine Süleymaniye Kütüphânesi'ndeki görevine tayin edilmiştir.

31 Mayıs 1952 tarihinden itibaren emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphânesi'nde çalışan atsız'ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphânedeki memuriyet olmuştur.

Atsız, 1950-1952 yıllarında yayımlanan haftalık orkun dergisinin başyazarlığını yaptı. 1962'de kurulan Türkçüler Derneği'nin genel başkanlığını üstlendi. 1964'ten ölümüne kadar Ötüken dergisini yayımladı.
Evrin Cumhurbaşkanı cevdet sunay, Gaziantep'e giderken bir işçinin kendisine "idareciler araplara toprak veriyorlar, biz türklere vermiyorlar" sözlerine karşılık, "Türk topraklarında yaşayan herkes Türk'tür." demiş; atsız bunun üzerine, ötüken'in nisan 1967'de yayınlanan 40, sayısından itibaren "konuşmalar, ı" (sayı 40), "konuşmalar, II" (sayı 41), "konuşmalar, III" (sayı 43), "bağımsız kürt devleti propagandası" (sayı 43), "doğu mitinglerinde perde arkası" (sayı 47) ve "satılmışlar-moskof uşakları" (sayı 48) adlarıyla yayınladığı seri makalelerinde, marksistlerin doğu bölgelerinde gizli çalışmalarda bulunduklarını iddia etmişti. Bu makaleler hakkında savcılıkça soruşturma açılmış fakat atsız'a hiçbir suçlamada bulunulmamıştır.

Ancak bu yazılar üzerine, Ankara sokaklarında atsız aleyhine hazırlanmış, ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler dağıtılmış[kaynak belirtilmeli] ve aynı günlerde adalet Partisi'nin Diyarbakır senatörlerinden birisi, senato kürsüsünden atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır.

Hasan dinçer'in adalet bakanı olduğu dönemde, bakanlık tahkikat açmış ve atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart (1971) muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir.

Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, ötüken'de bölücülük hareketlerine karşı dikkatleri çeken yazılar sebebiyle kendisi “bölücülük” iddiası ile suçlanarak ötüken'in sahibi Atsız'ı ve sorumlu yazı işleri müdürü Mustafa Kayabek'i onbeş ay hapse mahkum edildi.

Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1'lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuştur. Fakat aynı mahkeme 2-1'lik kararda ısrar edince, yargıtay kararı onaylamıştır. Atsız ve Mustafa kayabek "tashih-i karar" isteğinde bulunmuşlar ancak bu istekleri mahkemece kabul edilmemiştir. Böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.

Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne yatan atsız'a, haydarpaşa numune hastanesi tarafından "cezaevine konulamayacağı" kaydı bulunan rapor verilmiştir. Ancak 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve "reviri olan cezaevinde kalabilir" şeklinde değiştirilmiştir.

Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 çarşamba günü sabahı atsız'ı evinden aldırarak toptaşı Cezaevi'ne sevk etmiştir. 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan atsız, bir süre sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi'ne nakledilmiştir.

Atsız, kesinleşen 1.5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, üniversite hocaları ve öğrencilerinden oluşan bir grup Cumhurbaşkanı'na başvurup atsız'ın affını istemiştir.

Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, bu cezası, kendi isteği olmaksızın, hastalığı sebebiyle, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, kendi yetkisini kullanarak atsız'ın cezasını affetmiştir. Fakat ileri yaşta 2,5 ay hapis yatmaktan kurtulamadı.

22 Ocak 1974'te Sağmalcılar Cezaevi'nden tahliye edilen atsız,1.5 yıllık cezasının 2.5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir.

İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın tarifi ile "atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan atsız, ateşli ve keskin bir üslûba sahip idi.

Ölümü​

Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır. 10 Aralık 1975 çarşamba akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor infarkt olduğunu anlayamamıştır. Nihal atsız, 11 Aralık 1975 perşembe akşamı saat 20.00'de geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir.

Kurban Bayramı'nın ilk günü olan 13 Aralık 1975 tarihinde Kadıköy Osmanağa Camii'nde kılınan ikindi namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı'na gömülmüştür.

Osmanağa Camii'nde cenaze namazı kılındıktan sonra Imam'ın "merhumu nasıl bilirdiniz?" sorusuna Fethi Gemuhluoğlu yüksek sesle: "bu musalla taşı, atsız kadar gerçek bir er kişiyi az görmüştür, hoca efendi!" demiştir.

Siyasi görüşleri​

Nihal Atsız, çocukluk döneminde osmanlı imparatorluğu'nun son birkaç yılına, gençlik döneminde ise Türkiye cumhuriyeti'nin ilk yıllarına tanıklık etmişti. Yaşadığı dönemde yükselişe geçmiş olan Türk milliyetçiliğinin etkisi altına girmiş ve bu fikir akımının sıkı bir savunucusu olmuştur. Atsız, kendisini Türkçü, milliyetçi ve Turancı olarak tanımlamıştır. Türkiye'de 1960'lı ve 1970'li yıllarda çokça destekçi bulmuş olan sosyalizm akımına ve gelenekçiliğe şiddetle karşı çıkmıştır ve bu akımların karşısında bulunmuştur. Yaşamı boyunca sol görüşlü kimseler tarafından kendisine pek çok kez "faşist" olduğu suçlamasında bulunulmuştur fakat atsız kendisinin bir faşist olmadığını, yalnızca bir türkçü-turancı olduğunu yinelemiştir. Türk-İslam sentezini savunan ülkücülerle ortak çalışmada bulunmamıştır. Öz türkçülüğün savunucusu olmuştur.

« Hakkımda türlü türlü sözler söyleyen insanlara ve hakiki fikrimi soranlara şunu söylemek isterim ki ben ne faşistim, ne demokratım. Ben, yabancı kaynaklı hiçbir fikri benimsemeye tenezzül etmeyecek kadar millî şuur ve gurura malik bir Türk’üm. Siyasi, içtimai mezhebim Türkçülüktür. »
Gençliğine ait bir fotoğrafındaki saçlarını tarayış biçiminden dolayı Ad*lf H*tl*r'e özendiği iddiasında bulunan kimselere yanıt olarak şunları yazmıştır:

« ...Hamit Şevket bunları biliyor mu? Bilmiyorsa benim Hitlerizme tabi bir adam olduğuma nereden hükmeder? Saçlarım benzermiş... Bu ahmakça iddia yıllardan beri birçok budalalar tarafından aleyhimde delil gibi kullanıldı. Hatta evimde Hitler'in resminin asılı olduğu bile söylendi. Ben, dışarıdan gelmiş hiçbir fikri kabul etmeğe tenezzül etmiyecek kadar millî gurur ve şuura sahip olduğumu, içtimai mezhebimin Türkçülük olduğunu vaktiyle yazarak ilan ettim. Daha ne yapabilirim? Saçım Hitlerinkine benziyormuş diye beni Hitlerci sanacak kadar budalalık gösteren binlerce, belki onbinlerce zavallıya ayrı ayrı mektup yazamam ya... Hamit Şevket asla unutmasın ki bu vatana bağlılıkta kendisini benimle bir tutamaz. Çünkü ondan fazla olarak ben bu toprağa ecdadımın kanı ve hatırasıyla bağlıyım. »
Atsız, parti fanatizmine karşı çıkmıştır. Ona göre, bir ülkü sahibi olmayan siyasi partiler türkçülüğe hizmet etmeyeceklerdir çünkü siyasi partilerin varlığı kalıcı değildir. Fanatiği olunabilecek şey, fikirlerdir; partiler değildir. Bunu türkçülük ve siyaset adlı makalesine açıklamıştır. Atsız'ın bazı görüşleri:

« Partilerde ülkü yoktur. İktidara geçmek veya orada kalmak için en aşırı tavizlerden çekinmezler. »
« Türkçüler bugünlük ancak Türkçü karakteri olan partileri tutarlar. Türkçülük’ten sapan veya taviz veren hiçbir parti Türkçüler’ce tutulmaz, tutulamaz. Türkçülüğün ne olduğu açık, seçik ortada bulunduğu için bugünkü tutumları ile hiçbir parti Türkçü değildir. »
İsmet İnönü hükûmetine şiddetle karşı çıktı. Komünistlerle iş birliği yaptığı için eleştirdi. Nihal atsız N*zi hükûmetinin sempatizanı olmakla ve Türk hükûmetini devirmeyi planlamakla suçlandı. İsmet inönü için Demokrat Parti'nin 1950 Türkiye genel seçimlerinden sonra iktidara gelmesinin ardından yazdığı makalede "moskof hayranı milli şefleri çürük bir tahta gibi yıkılıp bir paçavra gibi kenara atıldı. İfadelerini kullandı.

Nihal Atsız, Kemalizm'i türkçülük gibi yerli bir düşünce olmaktan uzakta, dış kaynaklı bir safsata olarak gördü. Kemalistleri "inkılâp yobazları" olarak tanımladı. kemalizmi eleştirirken görüşlerini şöyle ifade etti:

...kemalizm denilen muazzam safsata kısmen Fransa kısmen de İtalya ve Rusya'dan alınmak suretiyle dış alemin bir değil, birkaç merkezine birden bağlı olan, bu suretle diğerlerden daha çok ve karmakarışık bir şekilde dışarıya bağlı bulunan bir ucubedir.

Atsız, Demokrat Parti'nin 1950 Türkiye genel seçimlerini kazanmasından öncesini, 1923-1950 arasını gayrimeşru ve müstebit (zorba) bir diktatörlük olarak tanımlar. Bu.
Görüşlerini yazdığı makalesinde "Türkiye cumhuriyeti 1950 yılında kurulmuştur." ifadelerini kullandı.

1670263729228.png

Yorumlar

Sabahattin Ali ile tartışmalarını eklemeyi unutmuşum galiba çok kısa bir şeyler yazayım geçeyim.

Atsız'ın, bu mektubunda kendisinden “vatan hâini” bahsetmiştir. Kendisini sevmezdi zaten Nihal Atsız Anti-Koministtir. Çok detaylı bir konu araştırabilirsiniz.
 
Arkadaşlar kabri Ataşehir'de miydi ve aynı zamanda kendisi ülkücü mü?
Üsküdar ile Kadıköy sınırında Karacaahmet mezarlığında. Karacaahmet Sultan Dergahı Cemevi'nin hemen yanında mezarı. Yukarıdaki arkadaşın belirttiği gibi de kendisi Ülkücü değil.
 
Çakma liberal veya çakma komünistleri desteklemekten iyidir. Vaktiyle bir atsız varmış var olsun.
Herhangi bir gruba kendimi ait hissetmiyorum. Daha çok Atatürk'ün fikirlerine katılan bir vatandaşım.

Bir sınıfa ait olmak bireyler için iyi olsa da, toplum için kesinlikle kötü sonuçlar doğuruyor. Çünkü karşılaştıkları yeni ve farklı olaylara karşı, diğer fikirlerden örnek almak yerine, var olan fikirleri uyarlamaya çalışıyorlar. Bu durum binlerce yıl boyunca sefalet içinde sürünen halkları ortaya çıkarıyor.

Komünizm, faşizm veya liberalizm gibi tüm bu sınıfların yerine, karma bir modelin benimsenmesi, her ideolojinin kendi içinde iyi işlediği unsurları bir araya getirerek daha sağlam bir devlet yapısını ortaya koyabilir.

Devlet, sadece Meclislerde oturan elit adamlardan değil, aynı zamanda Anadolu'nun sefalet içindeki köylerinde yaşayan insanlardan oluşur.
 
Herhangi bir gruba kendimi ait hissetmiyorum. Daha çok Atatürk'ün fikirlerine katılan bir vatandaşım.

Bir sınıfa ait olmak bireyler için iyi olsa da, toplum için kesinlikle kötü sonuçlar doğuruyor. Çünkü karşılaştıkları yeni ve farklı olaylara karşı, diğer fikirlerden örnek almak yerine, var olan fikirleri uyarlamaya çalışıyorlar. Bu durum binlerce yıl boyunca sefalet içinde sürünen halkları ortaya çıkarıyor.

Komünizm, faşizm veya liberalizm gibi tüm bu sınıfların yerine, karma bir modelin benimsenmesi, her ideolojinin kendi içinde iyi işlediği unsurları bir araya getirerek daha sağlam bir devlet yapısını ortaya koyabilir.

Devlet, sadece meclislerde oturan elit adamlardan değil, aynı zamanda Anadolu'nun sefalet içindeki köylerinde yaşayan insanlardan oluşur.

Ben türkçülüğü ve atatürkçülüğü destekliyorum kitaplarını okuyup kendi hayatımda da uyguluyorum antikemalist veya böyle saçma düşüncedeki kişileri arama almıyorum. Hüseyin nihal atsız, Kemalizm düşmanı diyeceksin onu araştırdım neden öyle olduğunu ve sonradan fikirleri değişiyor.
 

Blog girdisi detayları

Ekleyen
enversosa
Okuma süresi
10 dakika okuma
Görüntüleme
1.332
Yorumlar
27
Son güncelleme
Yazar değerlendirmesi
5,00 yıldız
Değerlendirme
3,33 yıldız 3 değerlendirme

Tarih kategorisindeki diğer girdiler

enversosa adlı kullanıcının diğer girdileri

Bu girdiyi paylaş

Geri
Yukarı