Dostum normalde senin gibi cevap verenlere gülücük atıyordum ancak sen araştıran ve fikirlere saygı duyduğuna inandığım bir kişi olduğun için şöyle söyleyeyim:
İslamî usuller ile devlet yönetme iddiası, İslam'a en çok zarar veren şeydir. Dünyada doğru uygulanan ve kendi savunduğu şeye zarar vermeyen tek bir radikal yönetim yoktur.
Hele bu teokratik yönetimlere geldiği zaman bu durum iyicene felaket bir hâl alıyor. Zira insan, pis bir varlıktır. Din özellikle refah seviyesi düşük insanları kandırmanın ve onları şükürcü aptallar yapmanın en basit yoludur.
Dini yönetimler, devleti yönetenlerin hesap verebilirliğini azaltır zira bu yönetenler işlerini dini referans alarak yaptıklarını iddia edecekler ve onlara muhalefet edenleri münafıklık ile suçlayacaklar ve çok rahat bir şekilde her boku yiyecekler.
Dini yönetimler, bürokrasi içerisindeki kişilerin keyfî uygulamaları ve bir yerlerinden hadis, ayet uydurması ile birlikte kendi dinlerine de zarar verecekler.
Ahlaki boyutuna gelirsek, İslam bize göre hoşgörü dinidir. Her şey Allah ile kul arasındadır. Kul, kula karışamaz.
İsteyen namaz kılar, istemeyen kılmaz. İsteyen oruç tutar, istemeyen tutmaz. Bu Mevlam ile o kulları arasındadır. Seni, beni bağlamaz. Biz yalnızca tavsiye verebiliriz. Aksi takdirde kac yaşına gelmiş adama "Bak Allah böyle buyuruyor, böyle yapacaksın" demeye hakkımız yok. O bizim inandığımız gibi inanmıyor olabilir. İçki içer, başörtüsü takmaz ama ben Müslüman'ım der. Hiçbir farzı yerine getirmeden ben Müslüman'ım diyebilir ve bizim ona bir şey deme hakkımız yahut onu "sen Müslüman falan değilsin" diyerek onu afaroz etme hakkımız yok. Dediğim gibi onun bu tutumları yalnızca kendini etkiliyorsa bizi bağlamaz. Bu Allah ile onun arasında görülecek bir hesaptır.
Aksi takdirde baş örtüsü takmayan bir kadının kafasına baş örtüsünü zorla mı geçireceğiz? Kadın: "Hayır, benim inandığım İslam hoşgörülü ve özgür bir dindir ve ben böyle inanıyorum." diyebilir.
İnançta esas, inancın özünü kavramaktır. O ilahî boyuta erişebilmek ve yürekten bağlılıktır. Bizim insanlara bir şeyleri dayatıyor olmamız bize kalitesiz inananlar verecektir. Bu ne demek? Bu demek ki, adam namazını kılacak ama neden kıldığını bilmeyecek. Araştırmayacak, sorgulamayacak. Yalnızca toplum baskısından ötürü Müslüman'ım diyecek ve gerekliliklerini yapıyor gibi görünecek. Bu da Hucûrat 14'teki gibi bir mümin âlemi yaratmış olacak. Üstüne üstlük bağnaz, yobaz, cahil bir mümin toplumu oluşturup İslam'a devasa bir darbe indirmiş olacağız.
Peki, laik devlet İslam'a zarar veriyor mu?
Eğer laiklik = din düşmanlığı gibi bir garâbete kapılıyorsak evet.
Ancak bu işin doğrusu Laiklik = din ile devlet işlerinin ayrılması yani devletin dinlere karşı apateist, apolitik bir tutum almasıdır. Laik devlet senin neye inandığını sormaz. Ne istediğini sorar. Mesela A bölgesindeki kişiler camii istiyorsa, Laik Devlet onalara camii verir.
B bölgesindekiler Kilis'e istiyorsa, onlara Kilis'e verir. Teolojik bir eğitim isteniyorsa, ilahiyat fakültesi açar. Ancak devlet gözetimi dışında ve baskıcı hiçbir yapıya müsaade etmez.
Laik devlet yapısı, insanlara başka insanların özgürlüğüne zarar vermeden kendi inanç özgürlüğünü yaşama ortamı verir.
Bu insanların toplum baskısından çekindikleri için değil, gerçekten istedikleri için inanmalarını sağlar. Bu da kaliteli bir inanan kitlesi demektir. Kaliteli müminler de İslam'ın yayılmasını kolaylaştırır. Ayrıca baskı da ortadan kalktığı için din düşmanı olan grupların eleştirilerinin de bir önemi kalmaz. "Yiğit at, kendine çubuk vurdurmaz." Senin dininin müminleri neye neden inandığını çok iyi biliyor ve etraftaki kişileri de bu özü anlatarak, hoşgörü ile davet ediyorsa kimse o dine dil uzatamaz. Uzatsa da kimse o uzatanları önemsemez.
Başta dediğim gibi hiçbir teokratik yönetim başarılı olamamış ve bir fiyasko olmuştur.
Baskıcı yönetim az önce dediğim gibi kaliteli imânı da azalttığı için, kalitesiz inananlara sahip olan din bir paçavra hâline gelecek. Bu da özellikle gençlee üzerinde imân zayıflamasına ya da dinden kopmalara sebebiyet verecek. Çünkü o genç etrafına baktığında İslam'ın bir karanlıktan başka bir şey olmadığını görecek ve dinimiz ona itici görünecek. Arabistan, İran, Afganistan gibi sözde İslam rejimleri sayesinde oryantalistlerin eline koz geçiyor ve inanan müminler kendi dinlerinden soğuyorlar.
Son olarak, başka toplumlarda inanç Allah korkusuna dayanır. Bizde ise Allah sevgisine dayanır. Bizde Allah aşkı vardır. Bizde Mevlânalar, Yunus Emreler vardır.
Bizler cenneti garantilemek için değil, bu işin özünü kavradığımız için imân ederiz.
"Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni
(.)
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni"
Bizim imânimız budur. Biz insanlara Allah'ın müjdelerini, bu işteki kutsal özün ne olduğunu insanlara anlatarak insanları bu inanca çağırmalıyız. Dinimizi siyaset ve devlet politikası gibi pis işlere alet ederek değil.
İslâmî bir rejimi savunmak, İslam'ı savunmak değildir.
"Ben tebaamın Müslüman'ını camide, Hristiyan'ını kilisede, Mûsevî'sini havrada fark ederim, aralarında başka bir fark yoktur” demiş II. Mahmud. Biz İslam devletiyiz deyince İslam'ı kurtarmış olmuyoruz.
Teokratik rejimler dinleri hacıların, şeyhlerin, psikoposların, keşişlerin, sözde evliyaların eline bir silah olarak vermekten başka bir şeye yaramayacak. Ancak işin özüne vâkıf olursak, işte o zaman İslam Âlemi uyanıyor demektir.
Dikkat ediniz ki Şeriat en çok Batılı Devletlerce desteklenir. Çünkü dinimiz bir paçavra hâline gelecek ve bizleri kullanmak kolaylaşacaktır.
Saygılar, hürmetler.
@The_Türk sizlerin de okumanızı rica ederim.