Anasayfa Haber Uzay Savaşları: ABD, Sovyetler Birliği ve Özel Şirketler

Uzay Savaşları: ABD, Sovyetler Birliği ve Özel Şirketler

Apollo

Geride bıraktığımız 2019 yılının 13 Ağustos tarihinde, insanlık olarak Apollo 11’in ay yüzeyinde ilk kez yürüyüşünün 50. yıl dönümünü kutladık.

Geride bıraktığımız yıllarda, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında inanılmaz bir uzay yarışı söz konusu idi. Bu iki ülke arasındaki daha iyi olma yarışı, insanlığın teknoloji konusunda da oldukça ilerlemesini sağladı. Ancak ülkeler arasında pek çok siyasal savaşın sona ermesi gibi, iki ülke arasındaki uzay savaşları da belirli bir noktadan sonra son buldu. O dönem için insanlık olarak önemli bir sıçrama yapmamamızı sağlayan bu yarış, şimdilerde şirketler arasında tekrar canlanacak gibi görünüyor. Üstelik artık hedefler daha da büyük. İnsanlığın ve şirketlerin artık ortak hedefi Mars’ın da ötesinde.

Günümüzde şu an uzay yarışlarının farklı bir boyutunu da görmekteyiz aslında. Günümüzde uzaya her yıl yaklaşık 200 defa uydular ve roketler fırlatmaktayız. Fırlatılan bu roketlerin ve uyduların kimi uzay gözlemi için kullanılırken, kimi haberleşme için kullanılan uydulardan oluşmakta. Dolayısı ile uzayda şu an böyle bir yarışın söz konusu bize tuhaf gelmese de bundan 60 yıl öncesinde her şey oldukça farklıydı.

Geçtiğimiz yıllardaki uzay yarışlarının kısa bir özeti

İnsanlık olarak uzaya göndermiş olduğumuz ilk insan yapımı nesne bir Alman roketi idi. 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, 1944 yılının haziran aylarında Nazi Almanyası tarafından askeri taktiksel çalışmalar amacıyla gönderilen V2 isimli roket, dikey olarak 109 km’lik bir yüksekliğe ulaşmasının ardından dünyaya tekrar düştü. Böylelikle insanlık olarak uzaya ilk roketimizi göndermiş bulunduk.

 

V2 roketinin bir kopyası. Kaynak: AElfwine, Wikimedia Commons

V2 Alman roketinin ardından ABD ve SSCB mühendisler, bilim adamları ve teknisyenlerden oluşan ekipler kurarak kendi uzay araçlarını yapma konusunda çalışmalara başladılar. Amerika, Alman V2 roketinin uzaya gönderilmesinin ardından 4 yıl gibi bir sürede tampon roket programı adını verdiği program ile uzaya araç gönderme çalışmalarına başladı. Tüm bu gelişmelerin akabinde SSCB, birkaç ay içerisinde kendi uçuş programlarının da başlayacağını dünyaya duyurdu.

Bu gelişmeler ile artık dünyada yarış başlamış bulundu. Bu noktadan sonra ülkeler uzayda kimin daha uzağa gidebileceği konusunda birbirleri ile yarışmaya başladılar. Bu dönemin ardından Amerikan Hava Kuvvetleri ve NASA, menzil hedeflerini 80 rakım standart olacak şekilde belirlediler. Bahsedilen bu rakımın en büyük özelliği ise, bu rakım yüksekliğinde atmosfer yoğunluğunun oldukça düşük olmasıdır. Dünya atmosferinin %99’u bu bölgenin altındadır. Bu nedenle bu FAI (hava ve uzay uçuşlarındaki başarıları kaydeden küresel bir kuruluş) gibi kurumların açıklamalarına göre bahsi geçen irtifalarda kanatlı uçuş imkansızdır.

Amerika ve Sovyetler birliğinin tek amacı sadece uzayda daha uzak mesafelere gidebilmek değildi. Bu iki ülkenin adı geçen teknolojiler ile amaçladıkları şeyler askeri isteklere de hizmet etmekte idi. Ülkeler, yeryüzünden mümkün olabildiğince yükseğe çıkarak uçakların elde edebileceği görüntülerden daha kapsamlı görüntüleri çekmeyi, silah taşımayı ve coğrafi konumlar arasında daha hızlı ulaşım sağlamayı amaçlamaktaydılar.

Bu yarış tüm dünya üzerinde etkilerini gösterdi. 1950’li yıllarda Kore ve Vietnam’daki çatışmalar artarken aynı zamanda dünya genelindeki nükleer silah tesislerinde devasa bir büyümeye neden oldu. Amerika ve SSCB arasındaki mevcut gerilimin de artmasına sebep olan bu durum, belki de o dönem için insanlık açısından çözülmesi gereken en acil sorunlardan biri halini almaya başladı.

Tüm bu olaylar ışığında en kritik olaylardan birinde ise SSCB rol aldı. SSCB’nin gezegenimizin yörüngesine göndermiş olduğu Sputnik-1 isimli ilk yapay uydu, yörüngemizde 3 hafta boyunca kalarak dünyaya “buradayım” diyen basit bir radyo sinyali yaydı. SSCB’nin gezegenimizin yörüngesine gönderdiği bu uydu her ne kadar 3 haftanın sonunda atmosferik sürüklenme sonucu dünyaya geri gelse de o dönem için pek çok insanın panik yapmasına ve tüm bu yarışların daha da kızışmasına sebep oldu. Bu başarının ardından Sovyetler Birliği o dönem bir dizi daha ilke imza attı.

Sovyetler Birliği sırası ile şu ilkleri de gerçekleştirdi;

Amerika bu sırada arkasına yaslanmış ve SSCB’nin elde ettiği ihtişamları, başarıları izlemiş durumuna kendini sokmamak adına, 1960’lı yıllarda ilk güneş enerji panellerine sahip uyduları geliştirdi. Amerika ayrıca geliştirdiği hava durumu uyduları ile meteoroloji alanında gelişim kaydetti ve de Mars’a ulaşan ilk ülke oldu. Bu olaydan birkaç yıl önce ise SSCB, Venüs’e ulaşma başarısını göstermişti.

İnsanlığın tanık olduğu ilk uzay yarışı için tartışmalı olan ama bir o kadar da çokça konuşulan hedef, uydumuz olan Ay olmuştu. Dünya tarihinde kalıcı bir yer haline gelmek adına başlayan Ay yarışı o dönemin Amerikan Birleşik Devletleri Başkanı’nın açıklamaları ile artık iyice alevlenmişti. Dönemin Amerika Başkanı John F. Kennedy yaptığı konuşmada “Bu ulusun, bu on yıl sona ermeden, aya bir adam indirip onu güvenli bir şekilde dünyaya döndürme hedefine ulaşması gerektiğine inanıyorum” ifadelerinde bulundu. Bu açıklama Yuri Gagarin’in yörüngede söylediği ‘Poyekhali!’ (Git) sözünden yalnızca 1 ay sonra yapıldı. O dönem pek çok kişi için Amerika’nın bu isteği bir hayalden ibaretti. Bazı insanlar için ise Amerika’nın bu hayalini gerçekleştirmek için 9 yıla ihtiyacı vardı. Amerika tüm bu olumsuz düşüncelere rağmen, kendine ideoloji olarak belirlediği Ay’a insan gönderip getirme isteğini 5 ay gibi neredeyse imkânsız bir sürede başardı.

Ayda Neil Armstrong. Resim: İnternet Arşivi, Nasa

John F. Kennedy’nin koymuş olduğu bu hedef doğrultusunda, Amerika oldukça ciddi paralar da harcadı. Apollo uzay programının hayata geçirilebilmesi adına, bilgisayar, malzeme ve roket teknolojisinde bir dizi yeni mühendislik gelişmelerine imza atıldı. Bu gelişmeler de günümüzdeki teknolojik çağa bizi yaklaştıran büyük bir sıçrama noktası olarak tarihte yerini aldı. Şimdi, bahsi geçen bu uzay yarışının hangi teknolojilerin gelişmesine nasıl katkı sağladığı konularına bir ışık tutalım.

Eski Dönemin Yeni Teknolojileri

1950’li yılların sonu ve 1960’lı yılların başı bilgisayarlar için bir kilometre taşıydı. Çoğunlukla uzay ve mühendislik sektöründe kullanılan mekanik veyahut analog sistemler, bu yıllarda ve öncesinde şirketler tarafından talep görse de işlevsellik açısından sektörün ve şirketlerin beklentilerini tam anlamıyla karşılayamıyordu. Bu dönemdeki bilgisayarlar özellikle karmaşık sistemleri yönetmek açısından yetersiz kalıyordu. Bir roket sistemi ise tahmin edebileceğiniz üzere oldukça komplike bir işleme yeteneğine ihtiyaç duyuyordu. Mevcut bilgisayar sistemlerinin yetersiz kalması Apollo programı için, monolotik entegre devrelerin icat edilmesini sağladı. Üretilen bu monolotik entegre devreler, roketlerin yönlendirme sistemlerini yönetmek adına kullanıldı.

1960’lı yılların başından ortalarına kadar, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’ndeki araştırmacılar tüm güçlerini güvenilir bir bilgisayar üretmek için kullandılar. Araştırmacı ve mühendis gruplar, yoğun çalışmaları sonucunda, saniyede 85.000 işlem yapabilme hacmine sahip olan 32 kg ağırlığındaki AGC (Apollo Guidance Computer) isimli bilgisayarı üretmeyi başardılar. Bu bilgisayar NASA’nın gereksinimlerini karşılamak adına tam 10 yıl boyuncu NASA tarafından çoklu görevlerde kullanıldı.

Apollo Guidance Computer (Solda) ve DSKY birimi (sağda). Görüntü: Wikimedia Commons

AGC için çalışma, çıktı ekranı olarak ise DSKY adı verilen bir araç kullanıldı. AGC’ye bir program girmek için mevcut olan iki komutu ve ilişkili sayıları kullanmak yeterliydi. Bu cihazın kullanımının kolay olması onun güçlü olan taraflarındandı. Böylelikle astronotlar merkezden aldıkları yeni programları sistemlerine hızlı bir şekilde girebiliyorlardı.  Tüm bilgisayarlarda olduğu gibi elbette AGC de bir belleğe ihtiyaç duyuyordu. AGC’nin sahip olduğu ROM, MIT’nin bilim adamları tarafından tasarlandı. Ayrıca bu ROM 540 kilobitlik bir belleğe sahipti. AGC sahip olduğu bu ROM’a ek olarak, 30 kilobitlik manyetik çekirdeğe sahip ek bir depolama alanına da sahipti.

Apollo görevinde Amerika son teknoloji kullanırken, Sovyetler Birliği ise GLOBUS IMP adı verilen navigasyon ünite sistemlerini kullanmayı tercih etti.

Globus IMP. Görüntü: Wikimedia Commons

Globus IMP, NASA’nın kullanmış olduğu AGC’nin aksine uzay aracını doğrudan kontrol etmiyordu. Sovyetler Birliği bunun yerine yapmış oldukları uzay görevlerinde araçlarını dünyadan kontrol etmeyi tercih etti. Kozmonotlar araçların içerisinde NASA’nın aksine yalnızca sürüş için varlardı. Sovyetler Birliği’nin yürütmüş olduğu projelerde kozmonotlar kısa süreli olarak merkez ile iletişime geçerek, Globus aracılığı ile doğru pozisyonu korumak ve mürettebat pozisyonunu değiştirmek adına gereken bilgilere, bu cihaz yardımı ile ulaşıyordu.

Bilgisayarların Kullanım Alanlarının Artışı

Bilgisayarların çığır açan kullanımları yalnızca roket fırlatmada kullanımı ile sınırlı kalmadı. NASA uzay görevinden gönderilen verileri işleyebilmek adına, IBM’in en yeni makinelerinden olan System/ 360 Model 91’i kullandı.

Ibm System/ 360 Model 91. Görüntü: Wikimedia Commons

IBM’in o dönemki bilgisayarları gerçekten işe yarar ve faydalı cihazlardı. IBM’in üretmiş olduğu bu bilgisayarlar 32 bit tam sayı ve 64 bit kayan nokta işlemlerini yapabiliyordu. Saniyede 16 milyon hesaplama yapabilen bu cihazların sistem belleği ise 2 ila 4 MB arasında değişkenlik gösteriyordu. Aynı zamanda IBM’in bu cihazları, okuma ve yazma performansını arttırabilmek adına birden fazla bellek kanalına sahipti.

Amerika IBM ile çalışırken SSCB de kendi yer bilgisayarlarını aynı derecede geliştirmeyi başarmıştı. NASA’nın Apollo programı için IBM’in süper bilgisayarları kullandığı sırada Sovyet Bilimler Akademisi, 48 bit kayan nokta işlemcisine sahip BESM-6 adında bir bilgisayarı tasarlayıp inşa etmeyi başarmıştı.

Sovyet BESM-6 Süper Bilgisayarı. Görüntü: Wikimedia Commons

Sovyetler Birliği’nin üretmiş olduğu BESM-6, IBM’in System/360 Model 91’i ile kıyaslandığında saat hızı ve bellek açısından IBM’nin cihazlarının gerisinde kalmasına rağmen, üstün Sovyet teknolojisi ihtiyaçları tam anlamı ile karşılamayı başarıyordu. Sovyetler Birliği’nin ürettiği bu cihazlar öylesine güçlüydü ki yaklaşık 20 yıl boyunca kullanılmaya devam ettiler.

Bilgisayar endüstrisindeki teknolojik gelişme hızı o kadar yüksek ki, dünya tarihini ya da insanlık tarihini göze aldığınız takdirde, yalnızca 20 yıl gibi kısa bir sürede bu cihazların artık nasıl müzelik olduğuna şahit olabiliyoruz. Bugün sahip olduğumuz bilgisayar sistemleri, 1960’lı yıllardaki bilim adamları ve mühendislerinin hayalinin çok ötesinde. Şüphesiz ki Sovyetler Birliği ve Amerika arasındaki bu yarış mevcut olmamış olsaydı, insanlık olarak bugün bu kadar güçlü bir teknolojiye sahip olamazdık.

Uzay İçin Üretilen İleri Mühendislik Malzemeler

Ülkelerin bu uzay savaşı sırasında, gelişen ve ilerleyen tek alan bilgisayar ve dijital elektronik sektörü olmadı. Uzaya gönderilen astronotlar için geliştirilen özel kıyafetler de gelişimin bir parçası oldu. Uzayda giyilecek kıyafetler oldukça önem arz etmekte. Apollo görevinde astronotların hayatta kalmalarını sağlayacak bu kıyafetler, astronotların sahip olduğu ufak birer uzay mekiği olarak düşünülerek üretildi. Üretilen bu kıyafetler, yüzey sıcaklığı 120 dereceye kadar ulaşan Ay yüzeyinde astronotların sıcaktan etkilenmemeleri için soğutma katmanlarına sahipti. Bu kıyafetler aynı zamanda çetrefilli ay yüzeyindeki kayalara karşı mukavemetli olacak şekilde tasarlandı. Yine astronotlar için üretilen bu kıyafetler, atmosfer eksikliği ile başa çıkabilmek adına basınçlı bir kap şeklinde tasarlanıyordu.

S71-24537-A7L. Görüntü: Wikimedia Commons

Komple birtakım olarak üretilen bu kıyafetler, o dönem polimer ve silika malzemeleri kullanan ürünlerde uzmanlaşmış olan International Latex Corporation (ILC) tarafından tasarlanıp üretildi. NASA o dönem uzay kıyafeti olarak A7L ürün gamını kullandı. Tercih edilen A7L gamı içerisinde lateks kauçuklar, polietilen tereflalat lifleri, polimid filmler, nikel ve krom alaşımlar, polikarbonat kabuklar ve altın kaplama polisülfon tabakalar yer almaktaydı. NASA günümüzde halen Latex Corporation (ILC) ile çalışmaya devam etmektedir.

Soğutma iç çamaşırları (Solda), koruyucu dış katman (ortada), Ay yüzeyi için eldiven ve botlar (sağda). Görüntü: NASA

A7L, ICL ve NASA için oldukça başarılı oldu. Bu, öylesine bir başarıydı ki NASA her ne kadar uluslararası uzay istasyonunda bu kıyafeti gereksinimleri doğrultusunda büyük ölçüde değiştirmiş olsa da kıyafetin genel yapısını halen kullanmaya devam etmekte.

Uzay teknolojilerinde ek olarak yakıt ve malzeme mühendisliğinde de ciddi gelişmeler sağlandı. Bu bağlamda malzeme ve yakıt teknolojilerinin gelişimini somut kanıtlarla gösteren proje ise Satürn V roketi oldu.

Saturn V roketinin inşası için alüminyum, titanyum ve çelik alaşımlar içeren özel malzemeler kullanıldı. Saturn V, aynı zamanda yakıt konusunda da 3 aşamalı sisteme sahip olan bir roketti. Bu üç aşamadan ilki, yakıt için rafine edilmiş gaz yağı ve sıvı oksijenin kullanmasıydı. Sadece 2 dakika sürecek olan bu sürecin ardından Saturn V roketi, 8046 km/h hıza ulaşacaktı. İkinci aşamada ise Saturn V’in hızını 16093 km/h daha arttırmak adına 6 dakika boyunca sıvı hidrojen ve oksijenden yanış gücü kullanılacaktı. Son aşama ise, ikinci aşamadaki gibi yine hidrojen ve oksijenin yakıt gücünü kullanarak, dünya yörüngesine girmek ve Ay’a gitmek için kullanıldı.

Yarım Milyon Dolarlık Alüminyum, Titanyum ve Çelik Alaşımlı Saturn V roketi. Görüntü: NASA

Tamamen yakıt doldurulmuş olan bu yapının ağırlığı ise 6 Milyon Pound (2.721,55 kg) civarındaydı. 111 metre uzunluğa sahip Saturn V roketi, halen dünyada inşa edilmiş en büyük ve en güçlü roket unvanını korumakta.

Saturn V roketinin çalışmaları Apollo görevi için oldukça önemliydi. Saturn V roketi sayesinde yapılan ay modülünde 4.500 kg ağırlık tasarrufu sağlandı. Tüm bu gelişmeler sırasında Sovyetler Birliği ise Satürn V ile aynı ölçekte olmasa da N1 olarak isimlendirilen büyük bir roket inşa etti. Sovyetler Birliği N1 roketi ile ilk 3 fırlatmada ne yazık ki başarı elde edemedi. Sovyetler Birliği başarısız roket fırlatma denemelerinin ardından, proje içerisinde yer alan insanların arasındaki ego savaşları, proje kavgaları ve siyasi kavgalar gün yüzüne çıkmaya başladı.  Tüm bu olumsuz havaya ek olarak yeterli finansman desteğini kendine bulamayan N1 roket projesi, 1975 yılında rafa kaldırıldı. Ciddi paralar harcanarak yapılan N1 roketi, artık devasa bir hurda yığını olarak SSCB mühendislerinin hayal kırıklığını yansıtıyordu.

NASA’nın Yükselişi

1960’lı yıllarda Amerikalı mühendislerin başarıları ile ciddi anlamda güç kazanan NASA, kendisine kalıcı uzay istasyonları inşa etmek, Ay’da bir üs kurmak, yeniden kullanılabilir roketler ve araçlar tasarlamak, nükleer roketler üretmek ve Mars’a insanlı bir roket göndermek gibi hedefler belirledi.

NASA bu hedeflerini açıkça belirten projelerini o dönemin başkanı olan Richard Nixon’a iletti. Richard Nixon, NASA tarafından iletilen projeleri inceledikten sonra, iletilen projelerin tamamı için net bir şekilde olumsuz dönüş yaptı.

Kurum, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Richard Nixon’ın olumsuz dönüşüne rağmen zaman içerisinde yeniden kullanılabilir araç projesini hayata geçirmeyi başardı. Daha doğrusu NASA yeniden kullanılabilir araç projesini uzay mekiği projesi olarak değiştirerek bu hedefine ulaşmayı başardı. Ayrıca kurum ilerleyen zamanlarda Skylab şeklinde geçici bir uzay istasyonu yapma hedefine de ulaşmayı başardı. Ancak NASA’nın bu başarısına rağmen kesinleşen bir şey vardı. İnsanlık olarak Ay’a ya da dünya yörüngesinden daha uzağa gitmek oldukça yüksek maliyetlere sebep oluyordu. Bu mali çıkmazın akabinde Amerika, uzay görevleri için daha sınırlı bir bütçelendirme yoluna gidecekti.

Bu bütçelendirme konusunda küçülmeye gitmeyi anlamak ise çok zor değildi. Amerika Birleşik Devletleri, Apollo programı için 1973 yılına kadar toplamda 25 milyar dolar harcadı. Bu para miktarı, bu şekilde bakıldığı zaman Amerikan hükumeti için büyük değilmiş gibi görünmeyebilir ancak Amerika Birleşik Devletleri’nin Federal bütçesi o dönem için yalnızca 180 milyar dolardı. Amerikan hükumetinin, NASA ve uzay çalışmalarının bu büyük maliyeti sebebi ile bu düzeyde harcama yapabilmesi söz konusu görünmüyordu.

Amerika tüm bunlara rağmen Sovyetler Birliğinin Ay’da ya da Mars’ta yaşamaya başlamasını göze alamazdı. Amerika bu bağlamda yapılacak her uzay uçuşunda NASA’nın ve mühendislerin adeta ortaya bir zanaat koymalarını beklemeye başladı. Uçuş başına maliyetleri 300 Milyon doları aşan Apollo görevlerinin çok daha uygun fiyatlara mal olması bekleniyordu.

Amerika hükumetinin baskılarının neticesi olarak NASA, mühendislerinden özellikle yakıt konusunda yenilikler getirmesini bekliyor ve onları baskı altına alıyordu. O dönem projelerde yer alan mühendislerin yaşadığı baskıları kestirmek oldukça güç. NASA tarafından uzaya gönderilen her Satürn V roketi aslında oldukça benzersiz yapılardaydı. Bu roketler hiçbir şekilde seri olarak üretilecek şekilde tasarlanmamıştı. Tüm bunlara ek olarak, her bir Satürn V roketi, önceki uçuşlarda yaşanan sorunları çözmek adına pek çok revizyon gerçekleştirmek zorundaydı. Bu durumda üretim konusunda onu benzersiz kılmak zorunda bırakan etmenlerden biriydi. Fırlatışı gerçekleştirilen her bir Satürn V roketinin yalnızca komuta modülü dünyaya tek parça olarak dönmeyi başarabiliyordu. Ancak geri dönüş yapan bu komuta modülleri de görmüş oldukları yüksek hasar sebebi ile bir daha hizmet veremez hale geliyordu.

NASA, her uçuşu rutin ve kararlı hale getirebilmek adına oldukça ciddi çalışmalar yürüttü. Tüm bu çalışmaların sonucunda üretilen uzay mekikleri üzerinde sadece ana yakıt tankının boşa harcanmasını sağlandı. Sovyetler Birliği, Amerikan Hükumeti ve NASA’nın üretmiş olduğu bu uzay mekiklerinin bir kopyasını (BURAN) kısa bir süre kullanmayı denedi. Ancak bu proje, o dönem Sovyetler Birliğinin çöküşü, tasarım sorunları ve finansman sorunlarından dolayı, o dönemin devleti olan Rusya tarafından başarısızlıkla sonuçlanmasına sebep oldu.

Avrupa Ariane 5 ES Roket fırlatma rampasına gidiyor. Görüntü: DLR Alman Havacılık ve Uzay Merkezi

Rusya 1993 yılında Buran programını tam anlamı ile terk etti. Bu noktaya gelene kadar, gerek NASA için gerek Rus hükumeti için her bir misyon onlara 400 milyon dolardan fazlaya mal oldu. Yapılan onlarca hatta yüzlerce uydu ve uzay probu lansmanın ardından şu an faaliyette olan pek çok fırlatma sistemi bu ekosistemin bir rutini haline geldi. Ancak bu platformlar bile halen oldukça yüksek maliyetlere sebep olmakta. Ve tüm bu platformlar, halen yalnızca bir kez kullanılabilmekte. Ancak üç yıl önce bu durum değişmeye başladı.

Yeni bir çağ başlıyor

SpaceX, 30 Mart 2017 yılında Kennedy Uzay Merkezi’nden uzaya coğrafi iletişim uydusu taşıyan bir roket fırlattı. Bu roket yeni bir çağın başlangıcı niteliğinde sayılabilecek bir fırlatışa ve inişe sahipti.

Bu tarihi ve bu kalkışı özel kılan ise iki önemli etken vardı. Bunlardan ilki, uydunun yörüngeye oturmasını sağlayan roketin dünyaya tekrar kullanılabilir şekilde iniş yapmasıydı. Bu kalkışta önemli bir diğer nokta ise bunu başaran ve yapan, bir hükumet ya da NASA değildi. Askeri özel bir deney de değildi. Bu durumu bu kadar özel kılan şey bu başarılı fırlatmayı ve inişi gerçekleştiren firma olan SpaceX’in dünyada artık herkesçe bilinen Elon Musk’ın kendi ticari girişimi olmasıydı. Elon Musk, uzaya gönderilip sağlam bir şekilde geri getirilen Falcon 9 roketini, daha önce kendi işletmelerinden elde ettiği ve topladığı fonlar ile finanse etti. Üstelik Elon Musk ve Space X, Sovyetler Birliği ve NASA gibi devasa kuruluşların yıllardır yapmak istediği ancak bir türlü başaramadığı bu işi, SpaceX’in kurulmasının yalnızca 16 yıl ardından başardı. SpaceX’in bu başarısı, diğer kurumların başarısı ve sahip olduğu zaman, finansman, iş gücü gibi opsiyonlar ile kıyaslandığında daha da gösterişli bir hal alıyor.

Elon Musk, roket üretimin maliyetlerini mümkün olabildiğince düşürmek ve gelirini maksimum düzeyde tutabilmek adına, yeniden kullanılabilirlik konusunu kendisi ve şirketine misyon olarak belirledi. SpaceX, NASA’nın uzay programının aksine katı yakıtlı roket güçlendiricileri kullanmaktan kaçındı. Bu yaklaşım, SpaceX’te yer alan mühendislerin daha radikal yaklaşımlar göstermesini ve daha radikal tasarımlar üretmesini sağladı.

Geleneksel shuttle (uzay mekiği) programlarında güçlendiriciler, gerekli olan itme ve fırlatma gücünün neredeyse tamamını sağlamak adına neredeyse boşalana kadar yanmakta. Program dahilinde shuttle güçlendiricileri gerekli seviyeye geldiğinde shuttledan ayrılarak tamamen boşalana kadar yanmaya devam edecek şekilde programlanmış durumda. Yakıt boşaltma işlemini tamamlayan bu güçlendiriciler, paraşütler yardımı ile serbest düşüş yöntemi ile dünyaya düşmekte. NASA daha sonra yakıt olarak tükenmiş olan bu güçlendiricileri Atlantik Okyanusu üzerinden bir gemi yardımı ile toplamakta. Ancak ne yazık ki denize serbest düşüş gerçekleştirerek düşen bu güçlendiricileri tekrar kullanmak neredeyse imkânsız hale geliyor.

 

SpaceX için ise durum oldukça farklı ve inovatif. Şirket, kendi roketlerinde geleneksel yapının aksine, shuttle güçlendiricilerini tamamen otonom bir şekilde kontrol etmekte. Bu sayede shuttle güçlendiricilerini yönlendirerek otonom olarak indirebilen SpaceX, sonraki uçuşlarda da bu güçlendiricileri kullanarak maliyetleri ciddi anlamda düşürebilmekte. SpaceX’in sahip olduğu roketlere ait shuttle güçlendiricileri, çoklu yetenekleri olan motorlara sahip. Roketlerin elle kontrol edilebilmesi onları aynı zamanda uzayda herhangi bir noktaya gönderme ve o konumdan tekrar dünyaya döndürme konusunda eşsiz kılıyor.

SpaceX Roket Vizyonu

Normal bir roket hedeflenen irtifaya ulaştıktan sonra sabit bir dengeleme hareketinin ardından yukarı doğru ivmelenmeye başlar ve bu noktadan sonra görevini tamamlamış olur. Ancak bu, Falcon roketleri için görevin yalnızca yarısı. Falcon roketlerinin, dikey tırmanışlarının ardından tekrar dünyaya geri dönüş yapmaları gerekiyor. Falcon roketleri, geri dönüş aşamasında aerodinamik kontrolün mümkün olabildiğince kolay olabilmesi için ciddi anlamda hafif olmak zorunda.

Satürn V roketi, sahip olduğu alüminyum alaşım sebebiyle oldukça ağır bir roketti. SpaceX, bu ağırlık konusunu çözümlemek için ise Falcon roketlerinde alüminyum–lityum alaşımı kullanmakta. Bu alaşım kendi zorluklarını da beraberinde getirse de havacılık sektöründe kullanım alanı olarak gittikçe yükselen bir grafiğe sahip.

Falcon roketleri, dönüş uçuşlarında ana roket, küçük iticiler ve aşağıda da görüldüğü üzere aerodinamik ızgara kanatçıkları kullanmakta.

Kurulum için hazır bir Falcon 9 ızgara kanadı. Görüntü: SpaceX

Yukarıda görmüş olduğunuz Falcon 9’a ait olan bu ızgaralar, roket bünyesinde sıkışmış bir halde yer alır. Roketlerin dönüş görevlerinde ise bu ızgaralar dönerek katlanır. Space X bu ızgaralar için başlangıçta yalnızca alüminyum alışım kullanırken, daha sonra titanyum alaşımına geçiş yaptı. Bunun sebebi ise titanyum alaşımın alüminyum alaşıma göre süpersonik uçuş sırasında termal stres ile daha iyi başa çıkması.

SpaceX’e ait bir Roket’in üst tarafında bulunan bir kamera yardımı ile çekilmiş olan geri dönüş videosunu burada görüyorsunuz. (Video hızlandırılmıştır. Gerçek uçuş yaklaşık 4 ila 5 dakika sürmektedir.)

Tüm bu iniş işlemleri, SpaceX roketlerinde yer alan bilgisayar sistemleri tarafından kontrol edilmekte. SpaceX’in Falcon roketlerini indirirken hangi sistemleri kullandığını ise ne yazık ki tam olarak bilmiyoruz. Ancak sistem Linux tabanlı bir işletim sistemi tarafından çalıştırılıyor. İndirme işleminde kullanılan programlar ise şirket içerinde geliştirilmiş özel yazılımlar.

SpaceX roketlerinin aynı zamanda radyasyondan kaynaklı oluşabilecek arızalar ile de mücadele etmesi gerekiyor. Bu yüzden roketlerin üzerinde birden fazla olacak şekilde işlemci grupları yer almakta. SpaceX roketlerinin radyasyon ile mücadele edebilmesinin iki yolu var. Bunlar radyasyon sertleştirme ve radyasyon toleransı olarak ayrılmaktadır.

Roketlerin üzerinde meydana gelebilecek radyasyon ile mücadele edilebilecek olan yöntemlerden ilki, bu roketler üzerinde bulunan çiplerin normalde olduğundan çok daha ince olacak şekilde tasarlanmaları. Sıradan çiplere oranla daha ince yapıda olan bu çipler, oluşan radyasyonu geleneksel işlemcilere göre daha iyi bir şekilde absorbe edebilmekte. Roketler üzerindeki radyasyon ile mücadele edebilmenin bir diğer yolu da birbirinden bağımsız çipler yerleştirmek. Roket üzerinde üç farklı işlemci seti kullanarak, herhangi bir radyasyon etkileşimi durumunda diğer setlerin bu radyasyondan etkilenmemesi gözetilmekte. Eğer radyasyon bu üç işlemci grubundan herhangi birine zarar verirse, SpaceX yazılımı diğer iki işlemci grubunun sunduğu verileri işleyerek çalışmasına devam edebiliyor.

Devasa Satürn V roketlerinde neredeyse her şey mürettebat tarafından manuel olarak yapılmaktaydı. Ancak SpaceX roketleri optimum seviyede otonom olacak şekillerde tasarlanmıştır. Bu durum hassas ayarları yapabilme konusunda kendilerine ek imkanlar sunarken, aynı zamanda hata payını da minimize etme şansı sunmakta.

Uzay Yarışında SpaceX Tekel Değil

Uzay yarışlarında özellikle şirket bazında boy gösteren ve yatırım yapan tek kişi Elon Musk değil. 2000 yılında Amazon’un sahibi olan Jeff Bezos, Blue Origin şirketini kurdu. İki şirket birbirinden tamamen zıt marka algılarına ve işleyişe sahip görünüyor. SpaceX her zaman medya önünde yer alırken, Blue Origin ise her zaman için mümkün olabildiğince gizli kalmaya önem veriyor. Bu durumu şirketlerin gerçekleştirmiş olduğu lansman sayılarından da görmek mümkün. SpaceX, bugüne kadar 80 üzerinde lansman gerçekleştirmiş durumda. Buna karşılık Blue Origin ise yalnızca 11 defa lansman yapmış.

SpaceX ile Blue Origin arasındaki karşılaştırmada karşımıza çıkan bir diğer fark ise çalışan insan sayısı. SpaceX firmasının Blue Origin şirketine kıyasla tam 3 kat daha fazla çalışanı bulunmakta. Blue Origin, SpaceX’ten farklı olarak dışarıdan neredeyse hiç yatırım almamakta. Blue Origin şirketinin finansman desteğinin büyük bir çoğunluğunu ünlü iş adamı Jeff Bezos karşılamakta. Tüm bu etkenlere rağmen Blue Origin teknoloji konusunda SpaceX’in gerisinde kalmadı. Özellikle roket motorları söz konusu olduğunda Blue Origin şirketinin ortaya koyduğu iş azımsanamayacak seviyede.

Günümüzde kullanılan çeşitli fırlatma sistemlerinde genellikle 3 farklı tip yakıt türü tercih edilir.

Yukarıda yer alan her bir yakıt türünün kendi içerisinde avantajları ve dezavantajları bulunmaktadır. Ancak Blue Origin şirketi bu noktada bilinen tabuları yıkarak, roketlerinde doğal gaz ve oksijenin kombinasyonundan oluşan bir yakıt tipini kullanmakta. Bu birleşim, sıvı hidrojenin ardından en temiz yanan ikinci yakıt sistemi olarak bilinmekte. Blue Origin şirketinin bu yakıt türünü kullanmasının kendisine sağladığı avantaj ise motorun sadeliği. Diğer sıvı yakıtlı sistemlere göre Blue Origin şirketinin kullanmış olduğu doğal gaz ve oksijen kombinasyonu, diğer motorlara göre daha az komplike bir şekilde işleyebiliyor.

Blue Origin şirketinin sahip olduğu bu yakıt türü ve motor sadeliği şirkete maliyet noktasında avantaj kazandırmakta. SpaceX firması ise, yakıt olarak daha geleneksel bir yapı olan rafine edilmiş gaz yağı kullanmakta. Adı geçen iki şirketin de kullanmış olduğu motor ve yakıt tipleri farklı olsa da iki firma da NASA’nın aksine düşük maliyetli ve tekrar kullanılabilir roketleri kendilerine hedef almaktalar.

Tüm bu heyecan verici ve tutkulu çalışmaların yanı sıra heyecan verici ve tutku kelimelerinden uzak başka bir çalışma daha günümüzde karşımıza çıkmakta. Bu çalışmayı yürüten ise tahmin edilebileceği gibi NASA. Şirket geliştirmekte olduğu yeni projesinde Boeing firmasıyla ortaklaşa çalışmakta. Yapılan proje dahilinde Boeing şirketi, NASA için Apollo görevlerinin neredeyse aynısı niteliğinde bir uzay fırlatma sistemi (SLS) hazırlamakta. NASA bu görevde ana motor ve güçlendirici gibi konularda ise yalnız çalışıyor. Yürütülen bu proje Apollo görevi ile öylesine bir benzerlik göstermekte ki rokete bakıldığı zaman Satürn V roketinin karbon bir kopyası gibi görünmekte.

SLS Görüntü: Wikimedia Commons

NASA’nın yapmış olduğu açıklamaya bakacak olursak, gerçekleştirilecek olan bu uzay görevini 1 ila 2 yıl gibi bir sürede görmemiz mümkün değil gibi. SLS projesindeki her şey planlandığı gibi giderse, SLS NASA operasyonları içerisindeki en güçlü roket olacak. Ancak bu roket aynı zamanda 50 yaşındaki bir teknolojinin yardımı ile fırlatılacak.

Tüm bu olumsuzluklara ek olarak SLS’in tekrar kullanıma açık olmayan yapısı tepki çekiyor. Projenin yüksek maliyetleri ve geciken inşaat işleri göz önüne alındığında, mevcut proje eski NASA yöneticileri tarafından da ciddi eleştirilere maruz kalmakta. NASA, toplanan vergiler ile finanse edilen bir kurum olmasına rağmen, bu denli savurganca ve belirsiz tutumu pek çok kesim tarafından tepki çekmeye devam edecek.

Tekrar Ay’a gitmek mümkün mü?

2005 yılında Amerika Birleşik Devletler Kongresi, NASA’ya Takım Yıldızı isimli bir projeyi başlatması için yetki verdi. Bu projede amaç Uluslararası Uzay İstasyonu’nu geliştirmek ve Ay’a gönderilecek insanlı görevlerde kullanılmak adına yeni bir platform sağlamaktı.

Projeden 5 yıl sonra maliyetlerin inanılmaz derecede büyük rakamlara çıkması ise projenin iptal edilmesine sebep oldu. O dönemde Apollo 17’nin 1972’den bu yana ilk kez Ay’a insan gönderme planı, ciddi anlamda tartışma konusu haline geldi. Bu tartışmaya eski Apollo görevlerinde yer alan pek çok astronot ve pek çok bilim adamı da dahil oldu. İnsanlar, elde edilen onca başarıdan sonra nasıl olur da bu projelere artık devam edilmez diyerek hayal kırıklıklarını paylaşıyorlardı. Tartışmanın diğer tarafında yer alan politikacı ve iktisat uzmanları ise, bu görevlerin ülkeye hatta dünyaya getirdiği maddi yükü anlatmaya çalıştı.

Sürdürülen tartışmaların neticesinde NASA Constellation ismindeki bu programı sonlandırma kararı aldı. Proje içerisinde yer alan fikirler ise yeni projelere temel oluşturdu. NASA Constellation Projesi’nden çıkan fikirlerin ışığında, derin uzay habitatı kurmaya karar verdi. Bu proje Ay’ın keşfine ve ötesine açılan bir kapı olacak şekilde tasarlandı. Projede adı geçen bu habitat, diğer benzer çalışmaların aksine Dünya’nın değil Ay’ın yörüngesinde dönecek şekilde tasarlandı.

2016 yılına gelindiği zaman ise işlerin değişmeye başladığına tanıklık ediyoruz. SpaceX şirketinin Mars’ı kolonileştirmeyi planladıklarının açıklamasının ardından, dünya genelinde bir heyecan söz konusu oldu. Elon Musk, bu proje dahilinde izleyecekleri yol haritasını ve ödeme planlarını basınla paylaşarak kamuoyuna ekstradan güven sağladı.

Geçen yılların ardından Ay’ın ötesine giderek koloni kurmaktan bahseder hale gelmiş bulunmaktayız. NASA’nın yaşamış olduğu finansal krizlere ve politik baskılara maruz kalmayan dev şirketler, insanoğlunun bu hayallerini gerçeğe çevirmek üzere sürekli olarak çalışmaya devam ediyor. Tıpkı 1960’lı yıllarda olduğu gibi yine rekabetin getirmiş olduğu bir kazanç durumu söz konusu. 60’lı yıllarda ülkeler uzay yarışı içerisinde kendine yer bulmaya çalışırken, şimdi ise şirketler kendi aralarındaki bu uzay yarışında kimin ipi göğüsleyeceği konusunda yarışa girmiş durumda. Şüphesiz ki bu yarış biz insanlığın uzayda kendi yerini belirleyebilmesi ve daha fazla ileri gidebilmesi adına önemli bir olay.

Mars’a Yolculuk İçin Her Şey Yolunda Gidiyor

Daha önce yayınlanan makale ve söyleşilere bakacak olursak, SpaceX firması Mars’a gidebilmek adına her geçen gün daha da hazır hale geliyor. SpaceX, Mars yolculuklarını yapabilmek adına, 2 adet yeni uzay gemisi üzerinde ise çalışmalarını devam ettirmekte. Bunlardan biri tekrar kullanılabilir ve fırlatılabilir Super Heavy  (Big Falcon Rocket), diğeri ise Starship. Bu araçlar birlikte bir bilim kurgu filminden çıkmış gibi görünse de proje dahilinde olan ve gerçekleşmesi planlanan projeler.

SpaceX’in Starship gemisine ait sanatsal çalışma.  Görüntü: Wikimedia Commons

Yukarıda görmüş olduğumuz konsept tasarıma sahip bu uzay gemisinde küçük kanatların yer aldığını görmekteyiz. Uzay gemisinde yer alan bu kanatçıklar, uzayda yol almak ve Mars’a yolculuk etmek adına bu gemide yer almamakta. Kanatçıkların kullanım amacı aerodinamik frenleme yapmak. Starship, bu kanatçıkları kullanarak ve Falcon serisi roketlerdeki benzer sistemleri de kullanarak, ister Dünya’da ister Mars’ta dikey olarak inebilmeyi planlamakta.

SpaceX firması Mars’a ulaşmak adına şimdilik kesin bir tarih belirlemedi. Elon Musk, yatırımcılar ile yapmış olduğu anlaşmalar dışında bu projeyi gerçekleştirmek için politik baskılar altında değil. Bu durum da onları daha özgür ve efektif kılıyor.

Uzay Yolculuğu Bir İntihar Olabilir Mi?

İnsanları Mars’a göndermek ve onları Dünya’ya geri getirmek, evden markete gitmek gibi basit bir iş değil. İnsanları Mars’a götürmek ve ardından tekrar Dünya’ya getirmek, içerisinde pek çok engeli barındırmakta. Bu engellerden ilki elbette ki mesafe. Dünya ile Mars arasındaki mesafe yaklaşık olarak 56.000.000 Km. Bu mesafe, Dünya ile Ay arasındaki mesafenin yaklaşık yaklaşık 150 katı ediyor. Daha önce yapılan Apollo görevlerinde Dünya ile Ay arasındaki yolculuk 4 gün sürdü. Starship projesinde Mars’a gidecek olan bu roketin, Apollo görevlerindeki araçlar ile aynı hızda gideceğini varsayarsak Starship ile Mars’a gitmek 600 gün yani ortalama 1.5 yıl sürecek.

Bugüne kadar bir insanın uzayda geçirdiği en uzun süre ise 438 gün. Rus Mir uzay istasyonundaki Valeri Polyakov bu sürenin sahibi. Mikro yer çekimine sahip ortamlarda yaşamanın uzun vadeli etkileri yıllar boyunca derinlemesine incelenmiş durumda. Yapılan bu araştırmaların neticesinde mikro yerçekimine sahip alanlarda uzun süre kalan insanlarda kemik yoğunluğu, kemik kaybı, gen değişiklikleri ve bilişsel davranışlarda değişiklik gibi unsurlara rastlanılmış durumda. Bu durum da uzayda bir yıldan fazla süre kalmanın sakıncalı olduğu sonucuna ulaşmamıza neden oluyor. Dolayısı ile şu anki bilinen teknolojilerin ışığında Mars’a seyahat etmek, oldukça riskli bir durum.

Astronotlar için, tipik altı aylık uzay görevlerinden sonra Dünya’ya uyum sağlamak aylarca rehabilitasyon gerektirebiliyor. Uzaydaki 600 günlük yolcuğun iki defa yapılacak olması unutulmaması gereken önemli hususlardan bir tanesi. Mars’a gitmek bir yana, Dünya’ya dönmek de ayrı bir sorun teşkil etmekte. Mars ve Dünya, her 2 yılda bir birilerine en yakın konuma geliyor. (56.000.000Km) Bu da Dünya ile Mars arasında yolculuk yapılması için en uygun zaman. Eğer bu zaman aralığında yolculuk gerçekleştirilemez ise yolcuların uzayda geçirecekleri süre azımsanmayacak oranda artış gösterecektir.

Yaşanan bu sorunun bariz çözümü ise, elbette ki yolcuları taşıyacak olan geminin hızını arttırmak. Şu ana kadar bilinen en hızlı insanlı roket Apollo 10 gemisi. Apollo 10, 39.900 Km/sa ile bu rekoru elinde bulundurmakta.

Yaşanacak olan bir diğer büyük sorun ise yine Mars ile Dünya arasındaki mesafe ile ilişkili. Mars’ta bulunun bir insan neredeyse her sorunu kendi başına halletmek zorunda. Mars’tan Dünya’ya herhangi bir radyo sinyalinin ulaşma süresi ortalama 22 dakika. Bu durum bizlere Mars’ta oluşabilecek bir sorunda Mars’ta yer alan ekibin Dünya’da yer alan ekip ile gerçek zamanlı olarak konuşma ihtimalinin olmadığını göstermekte. Bu sebeple ortaya çıkabilecek her türlü mühendislik sorunlar ve tıbbi sorunlar için gerekli uzmanların, gönderilen mürettebatta yer almasını zorunlu kılıyor. Ancak bu uzmanlardan herhangi biri bir rahatsızlık yaşarsa ne olur kestirmek güç.

NASA, bugün mürettebatlarını dijital rehberler ve belgelerle pek çok konuda desteklemekte. Aynı zamanda NASA, görevlere gönderdiği astronotlarını pek çok farklı senaryoya karşı eğitmekte. Tüm bunlar NASA’ya avantaj sağlasa da Astronotlar merkezden yalnızca 2 saniye uzaktalar. Bu durumda görevlerde yer alan astronotlara ekstra psikolojik rahatlık sağlamakta.

Uzay İçin Pek Çok İnovatif Girişim Söz Konusu

Uzay yarışlarında günümüzde tek hedef Ay’a ya da Mars’a gitmek, dev teleskopları yörüngeye yerleştirmek, uydular fırlatmak, uzay istasyonları inşa etmek vb. şeyler değil. Gelişen bu çağda artık uzay, bazı girişimciler için turizm anlamına da gelmekte.

Nisan 2001’de Dennis Tito isimli bir zengin, uluslararası uzay istasyonunda bir hafta geçirmek için Rus Federal Uzay Ajansı’na tahmini 20 milyon Dolar ödedi. Dennis Tito, bu hareketi ile dünyanın ilk uzay turisti olma unvanına erişti.

Uzay turizmi için girişim yapmak, belki de bilinen en riskli girişimlerden biri. Bu girişimi ilk olarak başaran isim ise Virgin Galactic isimli şirketin sahibi Richard Branson oldu.

 

İsminde her ne kadar Galactic kelimesi geçse de yapılan bu yolculuk ve gelecekte yapılması planlanan bu yolculuklar dikey olarak 4.572 Km’de gerçekleşmekte. Kompozit maddeler kullanılarak tasarlanan Virgin Galactic, sıvı yakıt kullanan bir roketle çalışan uzay aracı. Uzayın çizgisinde sizi kısa bir yolculuğa çıkaracak olan bu projenin biletleri ise 20.000 Dolar olarak belirlendi. Uzay turizminde her şeyin hazır olması için halen 2 seneye ihtiyaç olsa da şu an bu program için 300 kişi çoktan rezervasyonunu yaptırdı bile.

Bu gelişmelerin ışığında 2014 yılında yaşanan 1 kişinin ölümü ile sonuçlanan kaza sonrası, girişim hız kaybetmiş durumda. Ancak bu gelişmelere rağmen uzay turizmini hedefleyen tek şirket Virgin Galactic değil. SpaceX ve Blue Origin şirketleri de bu girişimin içerisinde yer alan diğer şirketler.

Ejderha mürettebatı kapsülü iç görünüm. Resim SpaceX

Yukarıda yer alan görselde SpaceX Dragon’un mürettebat kapsülünün iç konsept tasarımını görmektesiniz. SpaceX’in uzay turizmi için kullanmayı düşündüğü bu tasarımda, herhangi bir kontrol mekanizmasının yer almadığını rahatlıkla görüyoruz. Bu durumda bizlere uçuş için bu aracın herhangi bir kontrole ihtiyaç duymadığını göstermekte. Ne var ki yolcularına eşsiz bir uzay turizmi deneyimi yansıtmayı temenni eden Blue Origin şirketine ait araçta da benzer bir tasarım yer almakta.

Her iki görüntüye de dikkatlice baktığınızda, Apollo görevlerinden bugüne kadar gelen süre zarfında malzeme seçiminin ne denli değiştiğini görebiliyorsunuz. Her iki araçta da gri boyalı soğuk metal paneller, kompozit polimerler ve karbon fiber kullanımı tercih edilmiş. Bu ürünlerin gelişen teknoloji sayesinde düşen üretim maliyetleri araçlar için vazgeçilmez birer malzeme haline gelmiş durumda.

Kullanılan bu askeri sınıf yapıların en büyük avantajlarından biri de elbette ki ağırlık tasarrufu. Bu malzemeler sayesinde uzay araçlarında tasarruf edilen her bir ağırlık daha az yakıtın kullanılmasına ve daha hızlı yol kat edilmesine olanak tanıyor.

Uzay turizmi bizler gibi normal gelirlere sahip insanlar için olmasa da varlıklı insanlar için belki de olabilecek en ekonomik düzeye gelmiş bulunmakta. Yine de yakın zamanda uzay turizmi yalnızca milyonerlerin ulaşabildiği seçkin bir turizm modeli olarak kalmaya devam edecek gibi görünüyor.

Yeni Uzay Yarışları Hangi Noktada?

Bugün günümüzde yer alan uzay savaşları, neyse ki ülkeler arası bir soğuk savaş döneminin sonucu olarak ortaya çıkmış girişimler değil. Herhangi bir savaş durumu söz konusu olmadan ve fonlama sorunları olmadan siyasi ve politik baskılardan uzak olan şirketler, belki de insanlığın geleceği adına çok daha rahat şekilde çalışmalar yürütmekte. Geleneksel çalışma metotlarından kopmayan ancak yeni şeyler deneme noktasında da cesur olmaktan kaçınmayan bu şirketler şüphesiz ki insanlık tarihini yeniden ufak ufak dahi olsa yazmaya başladı.

İnsanoğlu olarak belki ilk kez kendimize Mars’a ve Ay’a gitmeyi hedef koymuyoruz. Ancak bu sefer ilk kez bunları tam anlamı ile bir ekosistem içerisinde, doğal bir yolla, suni bir yapı olmadan gerçekleştirme fırsatına sahibiz. Kulağa çılgınca gelse bile bu sefer devletlerin değil şirketlerin bir rekabeti söz konusu. Politikaya nazaran kaybedecek çok daha fazla şeyi olan ve devletlerin ekonomisine nazaran daha sınırlı ekonomilere sahip olan bu şirketler, kendilerini sınırlayan ve zorlayan bu sınırlar doğrultusunda çok daha tutarlı ve başarılı işlere imza atıyorlar. Bu noktada uzay girişimlerinde başarı elde eden bu öncü şirketler, sahip oldukları misyon ve vizyon ile sektöre giriş yapmak isteyen pek şirkete de cesaret kaynağı olmakta.

Dünya çapında gelişen ve globalleşen ekonomi pek çok mali sıkıntıyı da beraberinde çözüm getirmekte. 1960’lı yıllara kıyasla Amerika 20 kat daha zengin bir ülke haline gelmiş durumda. Eskiden yalnızca bir astronot olmak dahi oldukça ütopik ve ulaşılması zor bir hedef iken, gelişen dünya şartları sayesinde artık uzayda turist olmaktan söz edebiliyor noktaya gelmiş bulunmaktayız.

Elbette ki unutulmaması gereken şeylerin başında Apollo görevinin ve SSCB’nin dünya teknolojisine kattığı gelişme hızı bulunuyor. Bugün geçmişte yaşanan bu çekişme söz konusu olmasa idi, belki de halen uzay biz insanlar için bir bilim kurgudan ibaret olacaktı. Ya da isteklerimizin çok daha gerisinde olacaktık. Bu bağlamda o dönemde pek çok sıkıntıya rağmen harika işler çıkaran pek çok emekçiyi yad etmemek olmaz.

Yeni bir çağın eşiğinde hatta belki de içerisinde olduğumuz bu dönemde, teknoloji ve bilim eskiye nazaran artık çok daha hızlı gelişiyor. Geride bıraktığımız 60 yıla bakıp ne denli yol kat ettiğimizi görmek insanlık olarak bizlere heyecan vermekte. Bu gelişmelerin ışığında ve artan gelişme hızında Moore Yasaları’nı da işin içine katınca, yaşanabilecek olan olası gelişmeler insanı heyecanlandırıyor ve algısının sınırlarını zorluyor.

Sözlük:

  • Layka: (Rusça: Лайка, kelime anlamıyla “havlayan” adı ile Dünya yörüngesine çıkan; aynı zamanda orada ölen ilk canlı olma özelliğini taşıyan Sovyet uzay köpeği.
  • Luna 2: (E-1A serisi), Ay’ın yakınlarına ulaşan bir dizi uzay aracının ikincisidir. Sovyetler Birliği tarafından 12 Eylül 1959’da Baykonur Uzay Üssü’nden Vostok roketiyle uzaya fırlatılmıştır. 13 Eylül 1959’da Ay’ın yüzeyinde Sessizlik Denizi’nin batısına Aristides, Arşimet ve Autolycus kraterlerinin yanına çarparak Ay yüzeyine inen ilk insan yapısı nesne olmuştur.
  • Yuri Gagarin: (Rusça: Юрий Алексеевич Гагарин; 9 Mart 1934- 27 Mart 1968), Sovyetler Birliği pilotu ve kozmonotudur. Yuri Gagarin 12 Nisan 1961’de Vostok uzay aracıyla uzaya çıkarak Dünya yörüngesinde turunu tamamladı. Böylece uzaya çıkan ilk insan olmayı başarmış oldu ve bu başarısıyla birlikte uzay çağını başlattı.
  • Valentina Tereşkova: Valentina Vladimirovna Tereşkova (Rusça: Валенти́на Влади́мировна Терешко́ва) (6 Mart 1937), emekli Sovyet kozmonotu ve siyasetçi. Uzaya çıkan ilk kadın, ilk sivil; 16 Haziran 1963 yılında, Vostok 6 pilotluğu için 400’ü aşkın başvuru ve 5 finalist arasından Tereşkova birinci seçildi. Uzayda, Dünya’nın yörüngesinde 48 tur atarak yaklaşık 3 gün geçirdi.
  • Monolitik: Tek parça olan
  • IBM System/360 Model 91: IBM System / 360 Model 91’e rakip olarak 1964 yılında açıklandı. İşlevsel olarak, Model 91 diğer herhangi bir büyük ölçekli Sistem / 360 gibi çalışıyordu, ancak dahili organizasyon Sistem / 360 hattının en gelişmişiydi ve sıra dışı talimat yürütülmesini destekleyen ilk IBM bilgisayarı oldu. Bu ran OS / 360 işletim sistemi olarak. Bilimsel uygulamalar için yüksek hızlı veri işlemek için tasarlanmıştır. Buna uzay araştırmaları, teorik astronomi, atom altı fiziği ve küresel hava tahmini de dahildi.
  • BESM-6: BESM-6, Hassas Mekanik ve Bilgisayar Mühendisliği Enstitüsü’nde tasarlanan serinin en iyi bilinen ve etkili modeliydi. Tasarım 1965 yılında tamamlandı. Üretim 1968’de başladı ve takip eden 19 yıl boyunca devam etti.
  • Apollo/Skylab A7L: A7L Apollo & Skylab uzay giysisi Apollo projesinde NASA astronotları tarafından giyilen birincil basınç elbisesidir.1975’te Apollo programının bitiminde ve 1968’deki Apollo-Soyuz Test Projesi aşamasında, 3 insanlı Skylab uçuşlarında aynı zamanda kullanılmıştır. A7Lde ILC dover tarafından yapılan ve tasarlanan 7. Apollo uzay giysisidir. A7L ILC’nin ilk tasarımı olan A5L ve A6L’nin devamıdır. Öyle ki entegre termal ve mikro meteor kapak katmanı vardır. Apollo 1 in ölümcül yangınından sonra giysi yangına dayanıklı olması için geliştirildi ve A7L yerini aldı.
  • Polietilen tereftalat: Polietilen tereftalat, (PET, PETE, PETP) polyester ailesine ait poli kondenzasyon metoduyla üretilen termoplastik bir malzemedir. Meşrubat, yiyecek ve içecek kapları, sentetik fiber gibi kullanım alanları vardır. Isıl işlenmesine bağlı olarak, amorf (şeffaf) ve yarı-kristal (opak ve beyaz) malzeme olarak mevcuttur.
  • Polimer: Polimer (Yunanca: poli “çok”, meros “parça”; çok parçalı anlamında), monomer denilen görece küçük moleküllerin birbirlerine tekrarlar halinde eklenmesiyle oluşan çok uzun zincirli moleküllerdir. Aynı monomerlerin oluşturduğu polimerlere homopolimer, en az iki farklı tip monomerden oluşan polimere ise kopolimer denir. Bir kimyasal tepkimede polimer oluşumuna, polimerleşme denir.
  • Polikarbonat: Polikarbonatlar, termoplastiklerin özel bir grubudur. İşlenmesi, kalıplanması, ısıl olarak şekillendirilmesi kolaydır, bu tip plastikler modern imalat sektöründe çok geniş kullanım alanı olan plastiklerdir. Polikarbonatlar olarak isimlendirilmişlerdir, çünkü uzun moleküler zincirleri içinde karbonat grupları tarafından bağlanmış fonksiyonel gruplara sahiptirler.
  • Polysulfone (polisülfon): Termoplastik polimerler polisülfonlar ailesidir. Bu polimerler, yüksek sıcaklıklarda dayanıklılığı ve stabilite için bilinmektedir. Bunlar içeren alt birim aril olduğu tanımlayıcı özelliği olan -aril, sülfon grubudur. Polisülfonlar 1965 tanıtılmıştır Union Carbide nedeniyle ham madde ve işleme yüksek maliyetine, polisülfonlandır. Özel uygulamalarında kullanılır ve genellikle polikarbonat için üstün bir yedek vardır.
  • Saturn V: Satürn V, ABD yapımı insan taşıyabilen kullan at roket olup, NASA’nın Apollo ve Skylab programlarında 1967 ile 1973 arasında kullanılmıştır. Bu çok kademeli sıvı yakıtlı fırlatma aracını NASA 13 kez Kennedy Uzay Merkezi- Florida’dan hiçbir mürettebat veya yük kaybı olmadan fırlatmıştır. Kullanılabilirliği olan en uzun, en ağır ve en güçlü roket olup hâlen en ağır fırlatma aracı kapasitesi rekorunu elinde tutmaktadır.
  • N1 roketi: N1 (Rusça: Н-1, Носитель-1, Nositeli, “Taşıyıcı”) Sovyet kozmonotlarını Ay’a götürmek üzere 1960’larda geliştirilen dev uzay roketi. Dört fırlatma denemesinin de başarısız olması üzerine 1976 yılında proje resmen iptal edildi. Sovyetlerin insanlı Ay projeleri olduğunu inkâr etmeleri nedeniyle Perestroyka dönemine kadar varlığı gizli tutuldu.
  • Richard Nixon: Richard Milhous Nixon (9 Ocak 1913 – 22 Nisan 1994), 1969–1974 yılları arasında görev yapan 37. Amerika Birleşik Devletleri başkanı. Aynı zamanda, Dwight D. Eisenhower’ın başkanlığı sırasında 36. başkan yardımcısı (1953-1961). İki dönem başkan yardımcılığı (1953-61) ve iki dönem de başkanlık (1969-74) yapan Nixon, görevinden istifa ederek ayrılan tek ABD Başkanıdır. İstifası, Watergate skandalının ortaya çıkışından sonra olmuştur.
  • Skylab: Skylab, 14 Mayıs 1973 tarihinde Amerikan uzay ajansı NASA tarafından fırlatılan ve işletilen bir uzay istasyonudur. 1973 ve 1979 yılları arasında dünya yörüngesinde tur atmış olup, insanların yörüngede daha fazla kalabilmesi ve ağırlıksız ortamda çeşitli deneylerin yapılabilmesi amaçlanmış ve bunun için bir atölye, bir güneş gözlemevi ve diğer sistemler içermiştir. Değiştirilmiş bir Saturn V roketi kullanılarak, 77 ton civarı ağırlığı ile insansız olarak uzaya fırlatılmıştır. İstasyona 1973 ve 1974 tarihleri arasında üç insanlı görev uçuşu yapılmış olup yapılan bu uçuşlarda, Apollo Kumanda/Servis Modülü (KSM), Saturn roket ailesinin daha küçük bir üyesi Saturn IB üzerine takılarak kullanılmış, üç astronotluk ekipler taşınmıştır. Üçüncü görevde, fazladan bir Apollo KSM / Saturn IB roketi, olası bir uzayda kurtarma operasyonu için yerde uçuşa hazır olarak bekletilmiştir.
  • Buran Uzay Mekiği: Buran Uzay Mekiği, SSCB’nin Buran programı dahilinde tasarladığı uzay aracı. Buran uzay programının uzaya çıkmış tek aracıdır. Bununla beraber Buran programı için üretilmiş ilk uzay uçağıdır. Programdan sonra hangara kaldırılmış ve 12 Mayıs 2002’de bulunduğu hangar çökmüş ve araç parçalanmıştır.
  • Termal Stres: İnsanlar üzerindeki termal stres ile karıştırılmamalıdır. Olarak mekanik ve termodinamik, termal gerilme mekaniktir stres herhangi bir değişiklik yarattığı ısı malzeme içermesidir. Bu gerilimler, malzeme tiplerini ve kısıtlamaları içeren diğer ısıtma değişkenlerine bağlı olarak kırılmaya veya plastik deformasyona yol açabilir. [1] Sıcaklık gradyanları, termal genleşme veya büzülme ve termal şoklar termal strese neden olabilecek şeylerdir. Bu tip stres büyük ölçüde termal genleşme katsayısına bağlıdır malzemeden malzemeye değişir. Genel olarak, sıcaklık değişimi arttıkça, oluşabilecek stres seviyesi de artar. Termal şok, sıcaklıktaki hızlı bir değişmeden kaynaklanabilir, bu da çatlamaya veya parçalanmaya neden olur.
  • Azot Tetraoksit: Azot tetroksit (N2O4), kimyasal sentezde kullanışlı bir ayıraçtır. Azot dioksit ile bir denge karışımı oluşturur. Güçlü bir oksitleyici olup roketlerde kullanılmaktadır.
  • Hidrazin: Hidrazin (N2H4) amonyaktaki bir hidrojen yerine NH2 (amino) grubunun geçmesi sonucunda oluşur. Hidrazindeki her bir N atomunun yükseltgenme basamağı (değerlik)-2’dir. Hidrazin bifonksiyonel bir bazdır. Susuz N2H4 dumanlar oluşturan renksiz bir sıvıdır. Kaynama noktası 114 °C’dir. Havada ısı vererek yanar. N2H4 (s) + O2(g) → N2 (g) + 2 H2O (s)
  • 1,2-Bütadien: 1,2-Bütadien olan organik bileşik, formül CH 2 = C = CHCH 3. Sentetik kauçuk yapmak için kullanılan yaygın bir monomer olan 1,3- bütadienin bir izomeridir. Renksiz yanıcı bir gazdır, en basit ikame edilmiş alenlerden biridir.
  • Amonyum perklorat: Perklorik asitin amonyum tuzu olan bu bileşik diğer perkloratlar gibi kuvvetli bir oksitleyicidir. Kuvvetli oksitleyici oluşu, amonyum perkloratın başlıca kullanım alanını katı itici yakıtlar olarak belirlemiştir. Amonyum perklorat aynı zamanda PEPCON endüstri felaketi ve Güney Afrika Havayolları 295 no’lu uçuş kazası gibi bir dizi kazadan da sorumludur.
  • Constellation Program: Constellation Programı (kısaltılmış CXP) iptal edilmiş olan mürettebatlı uzay uçuşu tarafından geliştirilen program NASA, uzay 2005 programının başlıca hedefleri “nin tamamlanması idi 2009 ABD’nin ajansı, Uluslararası Uzay İstasyonu ” ve “geri dönüş için Ay en geç 2020” den gezegen için mürettebatlı uçuş ile Mars nihai hedef olarak. Programın logosu, programın üç aşamasını yansıttı: Dünya (ISS), Ay ve nihayet Mars- Mars hedefi de programın güçlendirici roketlerine verilen adda ifade buldu: Ares (Roma tanrısı Mars’ın Yunanca karşılığı). Programın teknolojik amaçları, düşük Dünya yörüngesinin ötesinde önemli astronot deneyiminin yeniden kazanılmasını ve diğer gezegensel bedenlerde sürekli insan varlığını sağlamak için gerekli teknolojilerin geliştirilmesini içeriyordu.
  • Takımyıldız, NASA Yöneticisi Sean O’Keefe ve Başkan George W. Bush tarafından Uzay Keşfi Vizyonunda belirtilen hedeflere yanıt olarak başladı. O’Keefe’nin halefi Michael D. Griffin , NASA’nın Uzay Keşif Vizyonunda belirlenen hedefleri nasıl takip edeceğini yeniden şekillendiren Keşif Sistemleri Mimari Çalışması olarak eksiksiz bir inceleme emri verdi ve bulguları resmileşti 2005 NASA Yetkilendirme Yasası tarafından. Kanun NASA’yı “uzayda keşif, bilim, ticaret ve ABD öncülüğünü teşvik etmek için güçlü bir öncü program dahil olmak üzere Ay’da sürdürülebilir bir insan varlığı geliştirmeye ve Mars’ın ve diğer destinasyonların gelecekteki keşiflerine bir sıçrama taşı olarak yönlendirdi. Bu gözden geçirilmiş Constellation Programı üzerinde, önce astronotları önce Uluslararası Uzay İstasyonu’na, sonra Ay’a, sonra da Mars’a ve ötesine göndermek için çalışmalar başladı.
  • Space habitat: Bir uzay yaşam alanı (uzay kolonisi, uzay yerleşimi, yörünge habitatı, yörünge yerleşimi veya yörünge kolonisi olarak da adlandırılır), basit bir yol yerine kalıcı bir yerleşim veya yeşil habitat olarak tasarlanması nedeniyle çıplak kemikli bir uzay istasyonundan daha fazlasıdır. – istasyon veya diğer özel tesisler. Henüz hiçbir uzay yaşam alanı inşa edilmedi, ancak değişen derecelerde gerçekçilikle birçok tasarım konsepti hem mühendislerden hem de bilim kurgu yazarlarından geldi.
  • Super Heavy: SpaceX Starship’in ilk birinci kademe güçlendirici sınıfının adı
  • Starship: Yıldızlar arası uzay aracı.
  • Valeri Polyakov: 27 Nisan 1942 doğumlu Rus eski kozmonottur. İnsanlık tarihinde uzayda en uzun tek kalmak için rekorun sahibi ve Mir uzay istasyonunda bir seyahat sırasında 14 aydan fazla (437 gün 18 saat) kalıyor.
  • Virgin Galactic: Virgin Galactic’in amacı profesyonel olmayan astronotları uzaya, 100 kilometre yüksekliğe, atmosferin dışarısına çıkararak uzay gezisi yapmalarını sağlamaktır. Bu sayede yerçekimsiz ortamı altı dakikaya kadar deneyimleyip, dünyayı uzaydan izleyebileceklerdir. Her koltuk 200.000 dolara sahip bulacaktır. Şirket başkanı Will Whitehorn’a göre, 2007 Kasım’ına kadar 200 koltuk satılmıştır. Planlanan ilk uçuş 2009 yılında yapılacaktır.
  • Richard Branson: Sir Richard Charles Nicholas Branson (d. 18 Temmuz 1950 Blackheath, Büyük Londra, İngiltere), İngiliz yatırımcı, iş adamı, 350’den fazla şirketi bulunan Virgin şirketler grubunun kurucusu ve CEO’su.

 

Kaynakça: