Peki bugünlerde Batı tam olarak nedir ya da kimdir? Kipling sonrası, bunu cevaplamak kolay değil. Teknoloji artık Batı’yı diğerlerinden ayıran bir unsur değil. Günümüzde, kültürel Batı egemenliğinin sağlam rakibi olan Singapur’da, kişi başına düşen optik lif kablo sayısı dünyadaki herhangi bir yerdekinden fazla. Kentucky Fried Chicken’in yeni emperyalizmin bir aracısı olarak damgalandığı Hindistan, Bangalore merkezli, gelişen bir yazılım endüstrisine sahip.
Coğrafya da artık işe yarar bir rehber değil. Her kıta, Batı tarzı bayındırlığın sınırlara taciz eden parçalamalarıyla nokta nokta bir halde. Asya’nın Hong Kong’u, Afrika’nın ise Pretoria’sı var. Şili ve Türkiye gibi ülkeler de Batı’nın gerçek üyeleri olarak kabul edilmek için sıkı çalışıyor. Başta Japonya olmak üzere, diğer bazı ülkeler de çoktan bu konuma ulaştılar.
Zenginlik de çarpıcı bir gösterge değil. Dünyanın en zengin ülkelerinden ikisi olan Suudi Arabistan ve Brunei, en boğucu şekilde geleneksel olan ülkeler arasında. Malezya’nın müthiş ekonomik kalkınması, liderlerinin Batı karşıtı hitabetini yumuşatmakta gerçekten de çok etkili olamadı, başarı sadece ülkenin özgüvenini güçlendirdi.
Öyleyse, Batı gibi anlamsız bir terimin hala kullanılması şaşırtıcı. Ancak yine de başarılı. Aşırı milliyetçi yöneticiler, ülkelerini nelerden koruduklarını tanımlarken, sıklıkla Batı’nın dış fikirler, fast food ve yabancı müzik gibi ölümcül tuzaklarını hatırlatıyorlar. Aslına bakılırsa, Batı etkisinin tehlikeleri hakkındaki uyarılar, çoğunlukla bu risklerden çok şikayetçilerin kendilerinden bahsediyor. Batı’ya şiddetle sövüp saymış olan ülkeler-eski Sovyetler Birliği, Hindistan, Kuzey Kore-iç savaşla en harap olmuş ülkeler olma eğiliminde. Bugün Sovyetler Birliği parçalanmış durumda; Hindistan ayrılıkçı çatışmalara ev sahipliği yapıyor ve Kuzey Kore hakkındaki asıl soru, ülkenin dağılmasına savaşın mı, kitlesel açlığın mı, yoksa ikisinin birden mi eşlik edeceği. Her durumda, suçlayıcı dış yozlaşmaya değil, hiç şüphesiz yabancı düşmanlığının boğucu simyası tarafından kışkırtılmış yaygın iç çürümeye kurban gidiyor.
Eğer Batı herhangi bir anlam ifade ediyorsa, bu, belirli bir değerler dizisi değil, bir üst değerdir, düşünceler hakkında bir düşüncedir. Dünya kültürünün zenginliğine kapılarını açmak ve bulduğunun en iyisini benimsemeye cesaret etmekle ilgilidir. Bu manzara göz korkutucu olabilir; muhtemelen kökten, büyük çaplı kültürel değişimler vadeder. “Asyalı değerler”in savunucuları ve diğer gelenekçiler, geçmişin sürekliliğini sağlamayı vurgular. Gelişmiş teknoloji gibi iyi fikirlerle birlikte kötülerinin de gelebileceğinden korkarlar: yabancı kültür, göreneklere saygısızlık ve sağlıksız gelenekler. Dış kavramları benimsemekle, kimliklerinin bir kısmını bir şekilde kaybedebilirler, kendilerinden uzaklaşabilirler.
Ancak tersi doğru. Yaşayan kültür değişime gereksinim duyuyor. Kapsamlı olarak benimseyebilen bir ulus, karışıklık içindeki bir ulus değildir. Japonya, kendi kültürüne çok zarar vermeden, Meiji devrinden beri Batı’yı mümkün olduğunca benimsemekte. Hong Kong, Batı etkilerini sevinçle içine çekiyor ama gerçekte Çinli-ve de son derece başarılı olarak kalıyor. “Kendimle çelişiyor muyum?” diye sormuştur başka bir ünlü muhafazakar Walt Whitman. “İyi o halde, kendimle çelişiyorum./(Büyüğüm, çoklukları kapsıyorum).”
Eğer Batı’nın sömürgeci genişlemesi tekil bir konuşma, dünyanın az gelişmiş uluslarına sert, saygısız bir emir olmuşsa, bugünün küresel manzarası da karşılıklı bir konuşmadır, aynı anda hem dinleyip hem de öğrenen birçok sesin heyecan verici bir çağlamasıdır. Değiş tokuş, çok yönlü ve anlıktır. Bir Japon, bir Venezuela Internet Web Sitesi’nde, Hollanda pornografisine arzuyla bakabilir; bir Alman, bir Güney Kore VCR’sinde Hong Kong kung fu videoları izleyebilir. Eğer Kipling günümüze gelebilseydi, kebap dükkanları, köri restoranları ve dai-pai donglarla dolu bir İngiltere görecekti. Ve hemşehrileri, bunların tadını çıkarırken bulacaktı.
Filozof Kipling, bu günlerde pek de revaçta değil. Ona ait olan, beyaz bir adamın sorumluluğu, Avrupalıların uygarlıklarını yayma zorunluluğu kavramı, çağdaş, çok yönlü dünya için çok fazla kibirli. Kipling’in saygınlığı yine de tekrar artabilir. Büyük kitleleri açıkça aşağılamış olmasının ötesinde, kendisininkinden daha eşitlikçi bir zamanı belirsizce de olsa önceden görmüş olan bir uluslararasıcıydı. Onun “Doğu Doğu’dur.” sözü kalıplaşmış olacak kadar iyi bilindiği halde, az insan şiirdeki şu takip eden mısraları hatırlar: “Fakat iki güçlü adam karşı karşıya durdukları zaman, ikisi de dünyanın birer ucundan gelseler de/ O zaman ne Doğu kalır ne Batı, ne de sınır; artık onların ne doğdukları yer önemlidir, ne de hangi soydan oldukları!”
Coğrafya da artık işe yarar bir rehber değil. Her kıta, Batı tarzı bayındırlığın sınırlara taciz eden parçalamalarıyla nokta nokta bir halde. Asya’nın Hong Kong’u, Afrika’nın ise Pretoria’sı var. Şili ve Türkiye gibi ülkeler de Batı’nın gerçek üyeleri olarak kabul edilmek için sıkı çalışıyor. Başta Japonya olmak üzere, diğer bazı ülkeler de çoktan bu konuma ulaştılar.
Zenginlik de çarpıcı bir gösterge değil. Dünyanın en zengin ülkelerinden ikisi olan Suudi Arabistan ve Brunei, en boğucu şekilde geleneksel olan ülkeler arasında. Malezya’nın müthiş ekonomik kalkınması, liderlerinin Batı karşıtı hitabetini yumuşatmakta gerçekten de çok etkili olamadı, başarı sadece ülkenin özgüvenini güçlendirdi.
Öyleyse, Batı gibi anlamsız bir terimin hala kullanılması şaşırtıcı. Ancak yine de başarılı. Aşırı milliyetçi yöneticiler, ülkelerini nelerden koruduklarını tanımlarken, sıklıkla Batı’nın dış fikirler, fast food ve yabancı müzik gibi ölümcül tuzaklarını hatırlatıyorlar. Aslına bakılırsa, Batı etkisinin tehlikeleri hakkındaki uyarılar, çoğunlukla bu risklerden çok şikayetçilerin kendilerinden bahsediyor. Batı’ya şiddetle sövüp saymış olan ülkeler-eski Sovyetler Birliği, Hindistan, Kuzey Kore-iç savaşla en harap olmuş ülkeler olma eğiliminde. Bugün Sovyetler Birliği parçalanmış durumda; Hindistan ayrılıkçı çatışmalara ev sahipliği yapıyor ve Kuzey Kore hakkındaki asıl soru, ülkenin dağılmasına savaşın mı, kitlesel açlığın mı, yoksa ikisinin birden mi eşlik edeceği. Her durumda, suçlayıcı dış yozlaşmaya değil, hiç şüphesiz yabancı düşmanlığının boğucu simyası tarafından kışkırtılmış yaygın iç çürümeye kurban gidiyor.
Eğer Batı herhangi bir anlam ifade ediyorsa, bu, belirli bir değerler dizisi değil, bir üst değerdir, düşünceler hakkında bir düşüncedir. Dünya kültürünün zenginliğine kapılarını açmak ve bulduğunun en iyisini benimsemeye cesaret etmekle ilgilidir. Bu manzara göz korkutucu olabilir; muhtemelen kökten, büyük çaplı kültürel değişimler vadeder. “Asyalı değerler”in savunucuları ve diğer gelenekçiler, geçmişin sürekliliğini sağlamayı vurgular. Gelişmiş teknoloji gibi iyi fikirlerle birlikte kötülerinin de gelebileceğinden korkarlar: yabancı kültür, göreneklere saygısızlık ve sağlıksız gelenekler. Dış kavramları benimsemekle, kimliklerinin bir kısmını bir şekilde kaybedebilirler, kendilerinden uzaklaşabilirler.
Ancak tersi doğru. Yaşayan kültür değişime gereksinim duyuyor. Kapsamlı olarak benimseyebilen bir ulus, karışıklık içindeki bir ulus değildir. Japonya, kendi kültürüne çok zarar vermeden, Meiji devrinden beri Batı’yı mümkün olduğunca benimsemekte. Hong Kong, Batı etkilerini sevinçle içine çekiyor ama gerçekte Çinli-ve de son derece başarılı olarak kalıyor. “Kendimle çelişiyor muyum?” diye sormuştur başka bir ünlü muhafazakar Walt Whitman. “İyi o halde, kendimle çelişiyorum./(Büyüğüm, çoklukları kapsıyorum).”
Eğer Batı’nın sömürgeci genişlemesi tekil bir konuşma, dünyanın az gelişmiş uluslarına sert, saygısız bir emir olmuşsa, bugünün küresel manzarası da karşılıklı bir konuşmadır, aynı anda hem dinleyip hem de öğrenen birçok sesin heyecan verici bir çağlamasıdır. Değiş tokuş, çok yönlü ve anlıktır. Bir Japon, bir Venezuela Internet Web Sitesi’nde, Hollanda pornografisine arzuyla bakabilir; bir Alman, bir Güney Kore VCR’sinde Hong Kong kung fu videoları izleyebilir. Eğer Kipling günümüze gelebilseydi, kebap dükkanları, köri restoranları ve dai-pai donglarla dolu bir İngiltere görecekti. Ve hemşehrileri, bunların tadını çıkarırken bulacaktı.
Filozof Kipling, bu günlerde pek de revaçta değil. Ona ait olan, beyaz bir adamın sorumluluğu, Avrupalıların uygarlıklarını yayma zorunluluğu kavramı, çağdaş, çok yönlü dünya için çok fazla kibirli. Kipling’in saygınlığı yine de tekrar artabilir. Büyük kitleleri açıkça aşağılamış olmasının ötesinde, kendisininkinden daha eşitlikçi bir zamanı belirsizce de olsa önceden görmüş olan bir uluslararasıcıydı. Onun “Doğu Doğu’dur.” sözü kalıplaşmış olacak kadar iyi bilindiği halde, az insan şiirdeki şu takip eden mısraları hatırlar: “Fakat iki güçlü adam karşı karşıya durdukları zaman, ikisi de dünyanın birer ucundan gelseler de/ O zaman ne Doğu kalır ne Batı, ne de sınır; artık onların ne doğdukları yer önemlidir, ne de hangi soydan oldukları!”