Bruma Şehri
Benim adım Toral, 4 Nisan 4. Çağ 180 yılında (21 Yaşında) Cyrodiil'in Bruma şehrinde Kuzeyli bir ailenin tek çocuğu olarak dünyaya geldim. Kendimi bildim bileli etrafımdaki dünyayı değiştirmeye çalıştım. İkna edici, benmerkezci, dışadönük, bağımsız, karizmatik ve hırslı bir kişiliğe sahibimdir. Ayrıca inatçı, dominant, alıngan, biraz asabi ve yerine göre de acımasızımdır.
Birçoğunuza antipatik gelmiş olabilirim ama altını çizmek isterim, pek çok ırkdaşımın aksine vicdansız, vahşi biri değilimdir. Hayatımda ki zorluklar karşısında her zaman sağlamlık, hedeflerim karşısında da süreklilik sergilemişimdir. Dayanıklıyımdır ve cesurumdur. Ancak sonuçları ne olursa olsun seçim yaparken ahlaki değerlere bağlı kalmaya çalışmışımdır.
Annem ev hanımı, Babam ise bir zanaatkardı, toplum tarafından değer gören, güzel görünen, faydalı aletler yapardı. Jerall dağlarındaki ormanlarda ağaçlar o kadar boldur ki şehirdeki her şey neredeyse ahşaptan yapılmıştır. Bu yüzden zenginler bile yeni mobilyalar yaptırtmak ve evlerini güzelleştirmek için babama gelirlerdi. Rahat ve lükse alışkın biri olarak büyüdüm.
Bir çekiç ile balyoz arasındaki farkı anlarım. Çocukluğumu şehrin en varlıklı soylu Kontlarından birinin köşkünde uşak olarak geçirdim. Kötü tarafı hizmet ederken ilk görevim, her zaman ağır başlı ve alçak gönüllü olmaktı, İyi tarafı her türlü eğlencenin olması: Ziyafetler, yarışmalar, turnuvalar, dedikodular, büyük aşk ve hikayelerin şiirlerini okuyan ozanlar, soylu tabakadan insanların ziyaretleri. Anlayacağınız bir dünya kargaşa ve yorucu olay.
Hiç unutmam, soylu ailelerin çocuklarıyla, genelde beni görmezden gelirlerdi ama hepsi kendini beğenmiş değildi. Aralarından iyi arkadaşlık kurduklarımda oldu. Ağaç dallarını kılıç gibi kullanarak kaba oyunlar oynardık. Oynadığımız bu oyunlar gündelik yaşantımda bana paha biçilemez dersler verdi. Şimdilerde yolların çağrısına cevap veren bir köyden ya da şehirden diğerine, bulabildiğim ne varsa ticaretini yaparak dolaşan bir gezginim. Çocukluğum aksine yetişkinliğe yeni adım attığım bu zamanlardaki hayatım zengin bir varoluşa sahip değildi, ama böbürlenmek gibi olmasın, konu pazarlığa gelince en cimri ihtiyarlardan bile iyi fiyat koparacak kadar ustaydım.
Annem ve babam vefat ettiğinden beri aklımda tek bir şey var, o da ailemin kaybının acısı bu kadar yakınken artık Cyrodiil'de kalamayacağımdı. Evim gitgide adeta bir hapishaneye dönmüştü. Çocukluğumdan beri dünyayı gezip görme hayallerim vardı. Ama özellikle bir yer vardı. Skyrim'i görmek istiyordum, tüm Kuzeylilerin babası olan Tiber Septim'in, Yüce Talos'un doğduğu yeri görmek istiyordum.
Belki de yeni bir hayat bana, ailemi onurlandırmamı ya da onları unutmamı sağlayabilirdi. Ayrılma fikri kafama yatmıştı, ayrıca Bruma Nibenlilerin şehri olarak bilinir ancak Skyrim sınırına yakınlığından dolayı daha çok kuzeyli bir şehri andırır. Bruma her zaman soğuk ve karla kaplıdır. Böyle bir iklimde doğup büyümek Skyrim'de bana avantaj sağlayacaktı, kendi memleketimde gibi hissedecektim ve alışmakta zorluk çekmeyecektim.
Skyrim hakkında hikayeler anlatıp dururlar. İmparatorluk ile Fırtınapelerin arasındaki savaşlar yüzünden paramparça bölünmüş topraklar, fırsatçılar, maceracılar, haydutlar, ve son olarak ejderhaların dönüşü. Tehlikelere göğüs gerecek nitelikte olanlara büyük fırsatlar sunan bu ülkede geçmişimi ardımda bırakıp yepyeni bir hayata başlayabilirim. Özgür olacağım ve seçtiğim yol her ne olursa olsun büyük maceraların beni beklediğini hissediyorum. Hızlı bir kararla sadece gittim ve asla arkama bakmadım...
SONUN BAŞLANGICI
BÖLÜM 1
Dawnstar Kasabası
BÖLÜM 1
Dawnstar Kasabası
Sevgili Günlük,
14 Ağustos, 4. Çağ 201 Cumartesi, Saat 10:30
Cyrodiil'den yelken açtığımızdan bu yana, birkaç hafta geçti. Yorucu ve sıkıcıydı ama sonunda Skyrim'e varmıştım ve şuan önemli olan tek şey buydu. Dawnstar limanına demir attığımızda fark ettiğim ilk şey korkunç soğuhuydu. Ama bizim Bruma'da Dawnstar aratmayacak kadar soğuk bir iklime sahip olduğundan bu havalara alışkındım. Bulunduğum bölgenin adı Akdiyar: kar ve buzla kaplı geniş arazilerden oluşan çorak bir bölgedir.
Sınırları Skyrim'in orta kısmından başlayarak kuzeyde ki kıyılara kadar uzanır. Başkenti Dawnstar'dır ve ülkenin en işlek limanlarından birine sahiptir. Kıyı kesimdeki su yollarına yakın olması sebebiyle olası bir savaş halinde hayati önem taşıdığını düşünüyorum. Şayet Fırtınapelerinler ulu kralın konağına, aynı zamanda İmparatorluğun baş karargahı Solitude şehrine nehirden saldırmaya çalışırsa buradaki liman onlara çok yakın olduğundan kolaylıkla açık bir hedef haline gelecektir.
Etrafımdaki güzelliklerin keyfini çıkarmak için fazla bitkindim. Yaptığım ilk şey çevrede çalışan gemicilerden birine kalacak bir yer sormak oldu. Windpeak adında bir handan bahsetti. Sıcak birşeyler içip, biraz dinleneceğim ertesi gün Dawnstar'ı detaylıca gezip ardından ne yapacağıma karar veririm. Dayım Klimmek'in yanına gideceğim. Skyrim'deki tek akrabamız, hayal meyal hatırlıyorum annem söylemişti sanırım Ivar köyünde ikamet ediyordu.
Bana kalacak bir yer çalışacak bir iş verebilirdi, kendi düzenimi kuracak kadar para kazandıktan sonra da yanından ayrılıp küçük bir ev alıp kim bilir belki ilerde kafa dengi bir kadın ile tanışıp evlenip çoluk çocuğa karışabilirdim. Bunları düşünmek için fazlasıyla erken galiba, öncelikle sağlam bir yemeğe ve temiz bir uykuya ihtiyacım var.
Helgen Kalesi
Sevgili Günlük,
17 Ağustos, 4. Çağ 201 Salı, Saat 07:11
İki gündür yürüyorum Ivar köyüne olan yolculuğum beni Helgen dedikleri küçük bir köyün yakınlarına getirdi. Çevredeki avcılarla konuştum, söylediklerine göre bu uzun hattı izlersem Ivar köyüne ulaşabilirmişim. Tam o anlarda yakınlardan gelen bağrışmalar duymaya başladım. Ardından etrafımda koşuşturan İmparatorluk askerleri belirdi. Neler olduğunu anlamak için onları takip ettim.
Etrafları İmparatorluk askerleri tarafından çevrelenmiş ve elleri, ağızları bağlanmış bir grup Fırtınapelerin askerinin yakınlarında durdular. Çalıların arkasından olan biteni izlediğim sırada askerler tarafından fark edildim. Kılıçlarını kınlarından çektiler üzerime doğru geldiler. Aralarında Fırtınapelerinin casusu olduğumu söylüyorlardı. Bir yanlış anlaşılma olduğunu ve sadece çevreden geçen meraklı bir yolcu olduğumu söylemeye çalışsamda dinlemediler. Fırtınapelerinler ile birlikte beni de esir aldılar.
İmparatorluk askerlerinden oluşan bir konvoya getirdiler ve bizi at arabalarına bindirdiler. En azından sonunda ağzımızı çözdüler nereye götürüldüğümüzü sorduğumda Helgen olduğunu söylediler. Arabadaki esirler arasında Ralof adında bir Fırtınapelerin askeri, Lokir adında bir at hırsızı ve en önemlisi Fırtınapelerin isyanının lideri, Windhelm'in Mevkibeyi Ulfric Stormcloak vardı. Ralof ve Lokir ile biraz lafladık ancak Ulfric'in ağzı hala bağlı olduğu için onunla konuşma fırsatı yakalayamadım.
Ralof'un söylediğine göre Helgen'e idam edilmek için götürülüyorduk, ilk başta inanmak istemedim ancak at arabasını kullanan askerin cellatla ilgili bir şeylerden bahsetmesiyle Ralof'un iddiası doğrulanmış oldu. Skyrim'deki ilk maceram son mu olacaktı ? Şu anki durumumda oturup sonun gelmesini beklemekten başka elimden bir şey gelmiyordu.
Çevremizde İmparatorluk Askeri Valisi General Tullius ile birlikte Thalmor Elçiliğinden Elenwen dedikleri bir high elf kadını vardı ve bir şeyler konuşuyorlardı ama bizden uzakta oldukları için duyamadık. İçimdeki az umutta Cellat ile Arkay rahibesini görmemle yok oldu. Listedeki isimler söyleniyor, herkes tek tek sıraya geçiyordu. Sıra Lokir'e geldiğinde kaçmaya çalıştı, tabi ki firarını planlarken İmparatorluk okçuları gibi küçük bir detayı hesaba katmayarak en büyük ve son hatasını yaptı, gözlerimizin önünde öldürüldü aptal herif.
Yerimi aldım ve idamım için beklemeye başladım. Göklerden belli belirsiz sesler geliyordu, Fırtınapelerin askerleri bir bir idam ediliyordu, esirlerin kanıyla ıslanmış kütük beni de çağırıyordu ve nihayetinde sıra bana da geldi Cellatta doğru askerler tarafından sürüklendim. Beni ancak bir mucize kurtarabilirdi ve işte o mucize o an gerçekleşti. Kellem tam gidiyorken o anda dağların arkasından kanatlı büyük siyah bir şey belirdi, öylesine büyüktü ki devasaydı. Üç at arabası büyüklüğündeki bu uçan şey bir ejderhaydı. Gelen o şey tüm öfkesini üzerimize doğru kusuyordu, ironiye bakın şayet o olmasa şuanda bu günlüğü tutuyor olmazdım.
Yaratığın köye saldırmasıyla elime bir fırsat geçti ancak acele etmezsem o fırsatı bana veren ejderha cellattın yarım bıraktığı işi tamamlamaya istekliydi. Ralof ile birlikte kendimizi yakınlardaki bir kuleye güç bela attık. Ulfric Stormcloak'ta kurtulmuş kalede saklanıyordu. Kulenin üst katlarına doğru kaçtığımız sırada ejderha oraya da saldırdı duvarda açtığı bir gedikten üzerimize ateş püskürdü. Ralof erkenden fark edip uyarmasaydı ölmüş olacaktım. Ralof Ulfric'i güvenceye almadan gelemeyeceğini söyledi. Duvardaki gedikten aşağıdaki hana doğru tek başıma atladım ve birkaç çizikle kurtuldum.
Tesadüfe bakın idam listesini okuyan İmparatorluk askeriyle karşılaştım Hadvar. Bu duruma o da en az benim kadar şaşırdı. Onu takip etmekten başka çarem yoktu. Savaş büyücüleri ve okçular ejderhayı durduramasalar bile General Tullius ile kasaba sakinlerinin kaçması için onlara zaman kazandırmaya çalışıyordu. İşte tam bu anda bir yol ayrımına düştüm. Ralof'la karşılaştık. Ya Hadvar'la gidecektim ya da Ralof'la, her zaman ki gibi hızlı bir karar alarak Ralof'un peşinden gittim.
Ralof ile birlikte Helgen kalesinin içine girdik. Bağlarımı çözdü yerde ölü bir Fırtınapelerin askeri vardı adı Gunjar. Onun zırhıyla baltasını almak zorunda kaldım. Etrafı araştırdık ancak tüm çıkış yolları kilitliydi. Tam bu anlarda bize doğru gelen bir kaç tane İmparatorluk askerinin seslerini duyduk ve saklandık. Niyetlerinin ne olduğunu öğrenmek istiyorduk. Aradığımız fırsatı yakalamıştık. Kilitli olan kapıyı açacak anahtar askerlerden birinde olabilirdi, ancak şimdi de onlarla savaşmamız gerekiyordu. Giydiğim zırhtan dolayı beni de Fırtınapelerin askeri sandılar. Askerleri öldürdükten sonra cesetlerden birinde tam düşündüğümüz gibi bir anahtar çıktı. Kapı kilidine tam oturdu.
Kalenin alt katına indik ancak yolumuza ejderha tekrar taş koymuştu. Geçiş yolumuz yıkılan bir duvarın en kaz parçalarıyla kapandı. Hemen solumuzda bir kapı vardı ama içeriden sesler geliyordu. Tekrar bir grup İmparatorluk askeriyle karşılaştık ancak bu sefer zorlanmadan onları indirdik. Ralof'la iyi ekip olmuştuk. Çevreden bulabildiğim iksir, yiyecek içecek artık ne varsa topladık ve yola devam ettik.
Daha aşağılara indiğimizde işkence odası dedikleri bir yere geldik bir grup Fırtınapelerin askeri ile İmparatorluk askeri birbirleriyle çarpışıyorlardı. Ralof'la birlikte onlara katıldık ve bütün İmparatorluk askerlerini öldürdük. Ralof bana bir kaç tane maymuncuk verdi. Çevredeki kafeslerin kapılarını açıp arta kalan ne varsa toplayıp oradan ayrıldık.
Masada Ejderdoğan adında bir kitap gördüm. Çocukken bu kitabı okumuştum. Söylenenlere göre Ejderdoğan olmak Akatosh tarafından kutsanmak anlamına gelirmiş. İmparatorluğu kuran Tiber Septim ve ondan sonraki tüm meşru Septim İmparatorlarının soyu bütünüyle Ejder kanı taşıyordu. Ancak ilk Ejderdoğan Aziz Alessia idi bizzat Akatosh'un onu kendi kanıyla kutsadığı söylenir.
Böyle bir armağana sahip olsaydım ne yapardım bilmiyorum. Daha derinlere indik yerin dibine ve karşımıza tekrar bir grup İmparatorluk askeri çıkageldi. Önceki çarpışmalara göre bu zorlu olmuştu. Ancak üstesinden gelemeyeceğimiz birşey değildi. İmparatorluk askerleri öldükten sonra yolumuza devam ettik. Grubun geri kalanı Ulfric'i bekleyeceğini söylediler. Bir köprüye geldik Ralof kolu çekip köprüyü karşı tarafa açtı. Ardından her zaman ki o lanet olası ejderha tekrar yapacağını yaptı. Eğer hızlı olmasaydık ölmüş olacaktık. Köprüden geçtiğimiz sırada tepeden bir kaya parçası düştü ve köprüyü yıktı.
Köprünün diğer tarafında kalanlar başka bir çıkış yolu bulması gerekiyordu ve bizimde devam etmemiz gerekiyordu. Bu ilahların belası yerin sonu yok muydu ? Tekrar bir mağara benzeri yere indik. Ardından bir grup dev örümcek ile karşılaştık. Üzerimize zehir püskürtüp devasa dişlerini etimize geçirmeye çalışıyorlardı. Hayatımın en zor savaşıydı. Zehirlendim çok acı vericiydi. Tam bitti diyordum birde ne olsun karşımıza bir mağara ayısı çıktı. Ralof yanından gizlice geçebileceğimizi düşündü ama sinsilik bana göre değildi. Onu da halledip zafer hatırası olarak kürkünü yanıma aldıktan sonra yola devam ettik. Sonunda çıkışa ulaştık ve kendimizi dışarıya attık.
Ancak tekrar o ejderhayı gördük ama bu sefer bizimle ilgilendiğini söyleyemezdim. Bir yere doğru uçarak gitti. Ralof bana ona eşlik ettiğim için teşekkür etti ve Riverwood denilen bir köyden bahsetti. Kız kardeşi orada yaşıyormuş bize kalacak bir yer verebileceğini söyledi. Ardından Windhelm'e gitmemi ve Skyrim'in özgürleştirmek için savaşa katılmamı söyledi. İmparatorluğun gerçek yüzünü gördüğümden bahsediyordu. Haksızda sayılmazdı bu gün sorgusuz sualsiz bana kendimi savunma fırsatı bile verilmeden neredeyse İmparatorluk tarafından idam ediliyordum. Ama bunların sırası değildi çok yorgun düşmüştüm ve bir an önce kendimi sıcak bir yatağa atmak istiyordum.
Sonunda Riverwood'a vardık. Ralof beni kız kardeşi Gerdur ile tanıştırmak için götürdü. Ralof ailesine İmparatorluk pususunu ve Ejderha saldırısıyla ilgili herşeyi anlattı. Gerdur bana evlerinin anahtarını verdi ve istediğim kadar kalabileceğimi söyledi ardından bana biraz erzakta vermeyi unutmadı. Fakat karşılık olarak benden bir konuda yardımımı istiyordu. Benden Helgen'deki ejderha saldırısı haberini Whiterun Mevkibeyi'ne Balgruuf''a iletmemi istedi. Riverwood savunması için asker yollamasını talep ediyordu. Bende kabul ettim, ancak öncelikle yemek yiyip uyumam gerekiyordu.
General Tullius ve Ulfric
Sevgili Günlük,
18 Ağustos, 4. Çağ 201 Çarşamba, Saat 09:40
Tıkabasa dolu bir yemekten ve deliksiz bir uykudan sonra kendime zar zor gelebilmiştim. Başıma tüm bunların geleceğini bilseydim Cyrodiil'i terk eder miydim bilmiyorum, ama pişmanlığın faydası yok. Aklımda Gerdur'a verdiğim söz vardı bu işi bu gün halledip yoluma devam etmem gerekiyordu. Şu anda bulunduğum bölgenin adı Whiterun Skyrim'in merkezinde bulunur, bölge içerisinde sayısız çiftlik barındıran geniş, otlak arazileriyle bilinir.
Diğer bölgeleri birbirine bağlayan yolların birçoğu buradan geçer. Bölgenin başkentinin adı da Whiterun'dur çalılık bir tepenin zirvesinde yükselir. Balgruuf: kendisi Whiterun bölgesi'ni yıllardır iyi yöneten bir mevkibeyidir. İç savaşın dışında kalmaya çalıştığı söyleniyor ama bence fazla sürmeyecektir ve bir taraf seçmek zorunda kalacağı gün geldiğinde seçimini muhtemelen imparatorluktan yana yapacak gibi görünüyor. Söylenenlere göre Ulfric ile arası yıllardır açıkmış.
Bir şeyler yapmaya başlamadan önce yeni mallara ihtiyacımın olduğunu fark ettim köyün demircisi Alvor'un bana yardım edebileceğini söylediler. Üstüme çeki düzen verdikten sonra köyden ayrılmadan önce Sleeping Giant dedikleri hana gidip haberlere bakmak istedim. Hancı'dan öğrendiklerime göre Riverwood'da Lucan adındaki bir tüccarın dükkanına geçen gece hırsız girmiş. Bir de Faendal ile Sven adındaki iki adamın Camilla adındaki bir kadını etkilemeye çalıştıklarından bahsetti.
Öncelikle şu hırsızlık konusunun ne olduğunu araştırmaya karar verdim. Lucan Valerius Altın bir Pençeden bahsetti onu çalan haydutların Yelkıran Höyüğü dedikleri yere götürdüklerini ve geri getirebilirsem bana ödül vereceğini söyledi. Kabul ettim ancak öncelikle yapmam gereken daha acil işler var. Tesadüfe bakın Faendal ile Sven denen adamların paylaşamadıkları kadın Camilla Lucan'nın kız kardeşi çıktı.
Sven ile konuştum bana bir not karaladı ve bunu Camilla'ya götürüp Faendal'ın yazdığını söylememi istedi. Faendal'a bu durumu anlattığımda ise oda bir not verdi ve bunu Camilla'ya götürüp Sven'in yazdığını söylememi istedi. Bende düşündüm taşındım ve Camilla'yı ikisininde haketmediğine karar verip bütün olan biteni anlattım. Camilla Valerius ikisiylede bir daha görüşmeyeceğini söyledi bana gerçekleri anlattığım için minnettar oldu ve 50 septim verdi. Olanlar Sven ile Faendal'ın kulağına gidince sinirlendiler, ama doğruyu söylemek gerekirse ne düşündükleri umurumda değildi. Bu iki hergeleye kaptırır mıydım hiç bu hatunu kim bilir yakında belki bir şeyler yaparız.
Riverwood ile işim bittikten sonra Whiterun'un yolunu tuttum. Whiterun yakınlarına geldiğimde bir grup insanın bir devle savaştığını gördüm. Hemen yanlarına gittim ve onlara katıldım. Devi öldürdükten sonra aralarından biri yanıma geldi iyi dövüştüğümü ve iyi bir kalkan-kardeşi olabileceğimi söyledi. Kısa bir sohbetten sonra bana yoldaşlardan bahsetti bende katılıp katılamayacağımı düşüneceğimi söyledim. Şehrin kapısındaki muhafızlardan biri beni içeri almak istemedi, ancak Helgen'de ki ejderha saldırısıyla ilgili haberlerim olduğunu söylediğimde içeri girmeme izin verdi.
Whiterun Skyrim'in merkezi, kayalık bir tepenin üzerinde bulunan şehir, etrafını çevreleyen çimenli ovaların hakimidir. Yüksek duvarları şehir vatandaşlarını kurtlardan, devlerden, haydutlardan ve dışarıda izlenmiş diğer tehlikelerden korur. Muhteşem bir yer, buradan ev almalıyım. Mevkibeyi'nin sarayı Bulutlu Tepe dedikleri yerdedir. Adına Ejderkonak demişler. Sebebi İlk çağda Numinex adında bir ejdera varmış. Bütün Skyrim'i yakıp yıkmış. Bu korkunç yaratık sayısız Kuzeyliyi öldürmüş. Bu karanlık zamanlarda bir gün Olaf adında yetenekli savaşçı çıkmış.
Canavarı mağlup edeceğine söz vermiş ve güvendiği savaşçılardan oluşan bir grupla işe koyulmuş. Canavarı aramaya başlamış ve sonunda Numinex'i Antor Dağı'nın tepesindeki yuvasında bulmuş. Destansı bir çarpışma sonrası Olaf Numinex'i devirmiş ve bedenini Whiterun'a taşımış. Sarayın arkasına "Ejderkonak" adını verdikleri kocaman, taştan bir hücre inşa etmişler ve Numinex ölene kadar bu hücrede kalmış.
İnsanlar çok etkilenmiş ve elde ettiği bu büyük başarı Olaf'ı Ulu Kral seçilmesini sağlamış. Şehre ulaştığımda hava kararmış, şiddetli sağanak bir yağmur başlamıştı. Muhtemelen mevkibeyi de yatmıştır. Zaten bende çok yorulmuştum bu sebeple şehir hanında dinlenmeye ve sırılsıklam olmamak için girmeye karar verdim. Midemi bal likörüyle doldurduktan ve uyuduktan sonra ertesi gün görevime kaldığım yerden devam edeceğim...
Whiterun şehri yakınlarında Dev saldırsı