"Lekenin çağrısında bizlere katılın kardeşlerim. Bizlere uyumadan nöbet tuttuğumuz gölgelerde katılın. Tahammül edilemez acılarla yerine getirdiğimiz asla bitmeyecek görevimizde bize katılın. Şayet bu şanlı yolumuzda bizlere eşlik ederken düşerseniz, fedakarlığınızın asla unutulmayacağına ve bir gün Yaratıcı'nın yanındaki sizlerin arasına katılacağımızı emin olun. Daha büyük bir iyilik adına kendinizi karanlık lekenin kollarına bırakmaya hazır olun."
Wattpad Adresine Gitmek İçin Tıkla
18. Bölüm - Kardeşlerin Kavgası
Alandaki gri muhafızlardan bazıları uzaktan antrenman yapan adayları izleyerek kimin burada kalıp kimin evlerine gideceğine dair değerlendirmeler ve tahminler yürütüyorlar gibi görünüyordu. İşte kendimi bu adamlara kanıtlamak zorundaydım. Fakat öncesinde peşimdeki muhafızlardan kurtulmalıydım yoksa her an tepeme binebilirlerdi. Asıl soru; bu durumdan nasıl kurtulacaktım? Hızı mı kesmeden ilerlerken kafam sadece bununla meşguldü.
Tribündeki ve sahadaki insanlar yaşanan koşuşturmacayı fark ettiler. İdmanı yarıda kesen adaylardan bazıları ile gri muhafızların bir kısmı başlarını benden yana çevirdiler. Tüm bakışlar artık üzerimdeydi. Sahanın ortasında peşimde beş muhafızla beraber koşan benim kim olduğumu merak etmiş olmalıydılar. En başta açıkçası onları etkilemek isterken aklımdan geçen tam olarak bu değildi. Tüm hayatım boyunca katılmayı istediğim gri muhafızlar karşısına bu şekilde çıkmak utanç verici olmuştu.
Hala ne yapacağımı düşünürken adayların oluşturduğu kalabalık arasından tanıdık gelen iri bir çocuk çıkarak diğerlerini etkilemek için beni durdurmaya karar vermişti. Öne atılan bu kişi ağabeyimden başkası değildi. Benden iki kat daha iri olan ağabeyim üzerime doğru hızla geliyordu.
Ben başta konuşacağını sanıyordum ama aniden elindeki devasa kılıçla hamle yaptı ve bende hızla çekildim. Bunun üzerine ikinci bir hamle daha gerçekleştirerek kaçacağım yola doğru iki elli tahta kılıcını sert şekilde indirdi. Bana konuşma fırsatı dahi vermeden beni eliyle yere yapıştırdı. Amacı beni herkesin önünde aptal durumuna düşürmekti ve bunda epey kararlı olduğunu bakışlarından artık iyice anlamıştım.
Bende öfkelenmiştim. Ağabeyim olmasına rağmen onun beni durdurmasına razı olamazdım.
Ancak ağabeyime yaklaşınca boyunun uzunluğu karşısında iyice hayrete düştüm. Karşısında ufacık kalmıştım ve onu atlatabileceğimden şüphe duymaya başlamıştım.
Konuşmaya hiç niyeti olmayan ve tahta kılıcıyla üstüme giderek yaklaşmaya başlayan ağabeyimi durdurmak için hızlıca düşünmem gerekiyordu. Yoksa hayallerimin sonsuza kadar ayaklarımın altından kayıp gitmesi an meselesiydi.
Kendimi içgüdülerime bıraktım ve yerden aldığım bir taşı ağabeyimin kılıç tuttuğu eline doğru hızla fırlattım. Kılıcını indirmeye hazırlanan ağabeyim acıyla kıvranarak, ağır tahta aleti elinden düşürdü.
Hiç vakit kaybetmeden zıplayarak iki ayağımla beraber ağabeyimin göğsüne doğru sert bir tekme attım. Ancak iri yapılı olan ağabeyime vurmanın bir meşe ağacına vurmaktan neredeyse hiç farkı yok gibiydi. Ağabeyim saldırım karşısında hiç yerinden bile oynamamıştı. Tam tersi sinirlenerek elinin tersiyle bana tokat attı ve beni ayaklarının dibine doğru düşürdü. İşte bu çok kötü olmuştu.
Ayağa kalkmaya çalışırken ağabeyim beni sırtımdan yakaladığı gibi kaldırıp tekrardan toprağın üzerine fırlattı. Hızla etrafımıza toplanan çocuklar alkış tutmaya başladılar. İnsanlar karşısında küçük düştüğümü anlayınca utancımdan istemeden suratım kızarmıştı.
Ağabeyim fiziğine göre hiç beklemediğim kadar hızlıydı. Daha ben kendimi toparlayamadan üzerime çıkıp, beni tekrardan yere mıhladı. Birden güreş karşılaşmasına dönen kavgada doğal olarak bu ağırlıktaki bir erkeğe karşı hiç şansım yoktu.
Kana susayan diğer adaylar tezahüratlar atmaya başlamıştı. Öfkeli gözlerle üstümden bana bakan ağabeyim beş parmağını birden yanaklarıma doğru indiriyordu. Ağabeyimin niyeti sahiden canımı yakmak değildi ama buraya geldiğim için beni pişman etmekte istiyor gibiydi.
Son anda gücümü toplayarak kafamı yana çekmemle parmakları toprağa saplandı. Bundan faydalanarak kendimi yana yuvarlayarak ağabeyimin altından kurtulmuştum.
İkimiz de ayağa kalktık ve yüz yüze geldik. Ağabeyim üzerime doğru koşarak eliyle beni yakalamak için hamle yapmaya çalıştı fakat yana doğru atlayarak kurtuldum. Eğer beni tekrar yakalamış olsaydı büyük ihtimalle zindanı boylamış olacaktım.
Bende bunun akabinde ağabeyimin midesine hızla bir yumruk indirsem de ağabeyim bunu da hissetmemiş gibi görünüyordu.
Daha yerimden kıpırdayamadan ağabeyimin dirseğiyle suratım buluştu. Darbenin etkisiyle arkaya savrulurken suratıma sanki bir çekiç inmiş gibi hissediyordum.
Düştüğüm yerde sallanarak soluklanmaya çalışırken göğsüme güçlü bir tekme darbesi indi. Bu sefer geriye doğru uçarak yere yapıştım. Bunu gören diğer adaylardan sevinç çığlıkları yükselmeye başladı.
Başım dönüyordu ve henüz toparlanamadan suratıma güçlü bir tokat daha yiyerek dümdüz yere serildim. Suratımda oluşan şişkinliği ve dirsek darbesinden sonra burnumdan sızmaya başlayan kanı hissetim. Yere uzanmış yenilginin ve yaraların verdiği acıyla inliyordum. Ağabeyim ise dersimi aldığımı düşünerek çoktan onu kutlamaya hazırlanan adayları arasına dönmüş tebriklerini toplaya başlamıştı bile.
Kız halimle bir başıma çıktığım bu akıl almaz yolculuğun sonuna gelmiştim ama artık pes etmek istiyordum. Ağabeyimle dövüşmeye çalışmamın bile manası yoktu. Bana karşı tam gücünü dahi kullanmıyordu. Hem artık daha fazla darbe kaldıracak halim kalmamıştı.
Ancak içimden bir ses ne olursa olsun yılmamam gerektiğini söylüyordu sürekli. Kaybeden ben olmamalıydım. Hele ki etkilemek istediğim Ferelden Kralı ile Gri Muhafız Komutanının önlerindeyken.
"Pes etme. Ayağa kalk Bertha. Kalk!" diyordum içimden kendi kendime.
Zorda olsa bir şekilde gücümü tekrardan topladım; acılar içinde ellerim ile dizlerim üzerinde doğruldum, ardından yavaşça ayaklarım üzerine dikildim. Şişmiş ve kan içindeki suratımla ağabeyim karşısında tekrardan çıktım. Ne etrafı düzgün görebiliyor ne de sağlıklı şekilde nefesimi kontrol edebiliyordum, buna rağmen yumruklarımı kaldırdım.
Benim ayağa kalkabildiğime inanamayan ağabeyim kaşlarını çatarak gözlerimin içine baktı. Tehditkar bir şekilde "Ayağa kalkmamalıydın Bertha! Bu sana verdiğim son şanstı." dedi ve üzerime doğru var gücüyle koşmaya başladı.
"Yeter!" diye bağıran bir ses duyuldu. "Kızın yanından geri çekil!"
Birden ortaya çıkan gri muhafız aramıza girerek avucunu ağabeyimin göğsüne koyup ilerlemesini engelledi. Kalabalık sessizliğe büründü. Bu kişi kıdemli gri muhafız şövalyelerinden olan Nathaniel Howe'dan başkası değildi. Nathaniel muhafızlar arasında zaten hep hayran olduğum bir kişiydi fakat artık ondan giderek daha çok hoşlanmaya başlamıştım.
Beni korumasından çok etkilenmiştim. Nathaniel Howe uzun boylu, geniş omuzları olan otuzlu yaşlardaki bakımlı saçlara sahip sert mizaçlı ama oldukça yakışıklı bir adamdı. Gümüşten yapılma birinci sınıf zırhı güneşin altında parlıyordu ve üzeri gri muhafızların bir zamanlar uçan binekleri olan ama şimdilerde nesilleri tükenmiş griffon adlı hayvanın armasıyla kaplıydı.
Olayların heyecanından ağzım kurumuştu.
Gri muhafız bana," Sen çiftlikteki o cesur kız değil misin?" dedi "Davet edilmediğin halde buraya kadar nasıl geldin ve arenaya girebildin?"
Daha cümlemi toparlayamadan peşimdeki muhafızlar kalabalıktan sıyrılarak olay yerine gelip arkamdan birden beni yakaladılar. Liderleri olan muhafız zar zor soluklanarak parmağıyla beni gösterdi.
"Emrimize karşı geldi bu kız!" diye bağırdı. "Zincire vurup, onu derhal zindana götüreceğim!"
"Ben yanlış hiçbir şey yapmadım!" diye karşı çıkmaya çalıştım.
"Öyle miymiş?" diye bağıran çirkin suratlı muhafız devam etti, "Komutanımızın mülküne izinsiz girmek hiçbir şey yapmamak mı oluyor sence?"
"Tek istediğim bir şanstı! diye bağırdım Nathaniel Howe'un gözlerinin içine bakıp yalvararak. "Tek istediğim gri muhafızlara katılabilmek!"
Sert bir ses, "Burası sadece katılan adaylara ve seçilenlere ayrılmıştır." dedi ve ardından herkes sesin geldiğine yöne doğru bakışlarını çevirdi.