...Espresso'nun ağır kokusu Robin'in içini ısıtıyordu. Robin yine favori kahvecisinde dizüstü bilgisayarında bir şeyler ile meşguldü. Robin diğerlerinin aksine burayı çok severdi, yudum yudum içtiği kahve, kimi zaman ilk yudumda dilinin ucunu yakardı. Ama robin buna alışmıştı. her gün, aynı saatte, aynı kahvecide, aynı köşede, aynı bilgisayardan, aynı kitabın, aynı sayfalarında gezinirdi. Biri sorduğu zaman; "biraz dinleniyor ve bir şeyler okuyorum" derdi. Aslında robin okumayı sevmezdi. Ama favori aktivitesi burada bir şeyler okumaktı. Çok kalabalık bir kahve dükkanı değildi, nispeten büyük bir dükkan, ama insanların umurunda değil, sadece kahve içmek isteyen insanlar buraya gelirdi. Kahve içmek yerine, içtiği kahveyi başkalarına göstermek isteyen insanların tercihi değildi. Robin kahvesini bitirip, bilgisayarını çantasına koydu. Çıktığında tüy gibi hafiflemişti. Robin için içeride zaman duruyordu. Çıktığında kafasını kurcalayan her şeyi unutuyordu. Robin, o kahvecide bir şeyler okumayı değil, o kahvecide bir şeyler okuma bahanesiyle kendine zaman ayırmayı seviyordu. Bunu kendisi de biliyordu. Ama bilmesine gerek yoktu...