Ben de böyle bir insandım zamanında, tam da tarif ettiğiniz gibi. Aslında hâlâ biraz öyleyim ama yavaş yavaş eritiyorum diyelim içimdeki buzları. Çok da büyük değildim açıkçası, lise başlarında falandım sanırsam. Başlarda pek çözüm önerisi düşünemediğimden günlük yazmak aklıma gelmişti. Benim için milat günlük yazmaktı sanırsam. İçimi kağıtlara dökmek mantıklı gibiydi. Hem günlük tarzı hem de düşünce defteri gibi bir şeydi tarif edersem, kağıda dökülmüş hâlimdi kısaca. İlk gerçek arkadaşlarımdan biriydi diyebilirim.
Bir süre sonra etrafımda güvenebileceğim neredeyse hiçbir insan olmadığını fark ettim. Maksimum 1, belki 2 kişiydi. Hatta onlarla bile tam anlamıyla dertlerimi, duygularımı paylaşamıyordum. Ama mesele insanlar değil de tamamen benmişim gibiydi, yani etrafımdakilere güvenmiyordum bir nevi. Günlük hayatta sohbet ettiğim, kafa dengi bulduğum kişilere güvenmeyi denemiyordum. Bunu denemekle başladım işe. Bana, açığa çıktığında, büyük zararlar vermeyecek şekilde ufak sırlarımı paylaştım; konuştuğum, sohbet ettiğim kişilerle. Bu ilişki karşılıklı da oldu. Onlar bana özelini açtı, samimi bir şekilde. Karşılıklı güven duygusu yavaş yavaş gelişti sanıyorum. Tek yaptığım güvenmeyi denemekti. Çok sağlam olduğunu düşündüğüm ilişkiler kurdum bu sayede. Yavaş yavaş her şeyimi paylaşır hâle geldim. Yine de bu hususta doğru kişileri seçmek önemli, belirtmek gerekirse.
Özetlersem duygularını önce kağıda dök. Onunla konuş, sohbet et. Yavaş yavaş da insanlara güvenmeyi dene. Duygularını sadece içinde yaşama, beraber bir çözüm bulun ya da ne bileyim beraber sevinin, üzülün, heyecanlanın. Emin ol daha kolay oluyor hayat. Belki takılıp düşersin, güvenmemen gereken insanlara sırtını yaslarsın ama olur bu. Çok normal. ''Bu da böyle bir insanmış'' dedikten sonra yoluna bakarsın. Ben bile bu yazıya yarın baktığımda ''Niye yazmışım yahu?'' diyeceğim sanırım.