İnceleme Metaphor: ReFantazio

Katılım
8 Ekim 2021
Mesajlar
6.354
Makaleler
7
Çözümler
38
Daha fazla  
Cinsiyet
Erkek
Meslek
Öğrenci

Metaphor: ReFantazio, sizi fantezi dünyasında uzun bir yolculuğa çıkaran harika bir JRPG​

1732428754614.png


Oyunu kayıtlarıma göre 42 fakat ATLUS oyunlarının bende hep bu noktada birkaç saat geri gösterdiğini düşünürsek 45-50 saatte oyunu bitirdim. Bondları büyük oranda yaptım, yan dungeonlara girdim ve true ending aldım. O zaman incelemeye geçelim.

Biraz bu oyun hakkında çıkmadan önce ne düşündüğümü anlatmak istiyorum. Sene 2023, yaz ayları ve bu oyun Xbox sunumunda Metaphor: ReFantazio olarak duyuruldu. Bilmeyen varsa bu proje "Project ReFantazio" olarak uzun bir süredir vardı ama isim bulması bu sunumda oldu. Tabii geliştirici kadrosu dışında hiçbir şey yok neredeyse. Fakat Evangelion'da mekaları yapan adamdan tutun P3, P4, P5 sanat dizaynında çalışan adama kadar kendini kanıtlamış çok kişi vardı bu kadroda. Hani "rüya takım" denen şey bu olsa gerek. Gerçekten çok fena isimler vardı. Sanki JRPG ve anime dünyasında başarılı olan herkesi toplamışlar gibi.

Fakat bundan sonra oyun karanlığa gömüldü. Doğru düzgün haber alamadık uzun bir süre. Belki de sebebi Persona 3 Reload için oluşturulan hypeı bozmamak olabilirdi. P3R için bir sürü karakter fragmanı, bilmem ne fragmanı hazırlayıp sunuyorlardı. Ki belli ki bir JRPGye göre ciddi bir hype vardı Persona 3 Reload için. ATLUS ve SEGA da bunun farkındaydı. Neyse ki ben bu fragmanları izlemedim. Bildiğin adamlar tüm Persona 3'ü koymuşlar fragmanlara. Hype oluşturmakta başarılı olmuşlar belli ki ama abartmışlar.

Tabii ben de bu dönemde Persona 3 Reload'a karşı Metaphor'dan daha ilgiliydim. Metaphor direkt senenin en merak ettiğim ve beklediğim oyunuydu ama P3R'nin çıkış tarihi yakındı işte. Tabii oyun o dönem en hızlı satan ATLUS oyunu oldu ve 1 haftada 1 milyon sattı. Kaldı ki Game Pass'den de oynayan ciddi bir kesim vardır. Bu Xbox ile anlaşan firmalardan iyi sonuç alan bir tek SEGA galiba. Oyunları o dönemden bu döneme ciddi bir kitle kazandı. 😀

Neyse Persona 3 Reload çıktı, oynadık. Bence fazlasıyla ucuz bir remaketi. En iyi Persona 3 versiyonu bu evet ama zaten orijinal oyun PS2'de kapalı kalmış bir oyundu. Çok bir başarı değildi bu hani. Ama tahminimce Metaphor için para toplamaktı amaçları. Ondan böyle herhalde dedim. Tamam dedik. Fakat bu noktada Shin Megami Tensei V: Vegeance duyurusu geldi ki bir de üzerine şu saatte özel sunum yapacağız diye duyurdular. Aylar önceden ismi olan hatta Project: ReFantazio olarak uzun bir süredir zaten olan bir proje olan Metaphor: ReFantazio için hala bir şey yoktu ortada. Fakat SMTVV sunumunun üzerinden çok geçmeden Metaphor: ReFantazio sunumu yaptılar.

Ve fantezi dünyasında bir Persona oyunuydu gördüğümüz. Farklı bir şey değildi. Oyunu bitirdim ve evet, yine farklı bir şey değil. Ve ben bu formülden Persona 3 ve 5 oynadıktan sonra sıkıldığımı düşünmüştüm. (Bu yazıyı yazarken hala Persona 4 oynamadım.) Ama hypeımı pek öldürmemişti bu. Hatta yan etkinlik olarak bounty hunt, yan dungeonlar falan görünce SMT ile Personanın olması gereken melezi bu olacak diye daha da hype yapmıştım.

Fakat ciddi bir sorun da burada başladı. Düzenli fragmanlar paylaşılmaya başlandı. Ben tabii izlemedim çoğunu. Hani 2 saatlik fragman paylaşıyordu adamlar. Biliyordum kesin oyunun alayını koyacaklar diye. Fakat fragmanların izlenme sayıları rezaletti ve bu durum bende kafa karışıklığı oluşturdu. Hani Persona 3 Reload gibi ucuz bir remake için bile yapmadıkları marketing kalmadı. Personayı batının alayına duyurdular fakat bu oyunu Japonlar dışında ne bekleyen ne de konuşan görüyordum. Ve bu durum oyunun çıkışına kadar devam etti. Hani senenin en beklediğim oyunu ama ben bile çıkış tarihini unutuyordum çoğu zaman ki sadece benim için de böyle değildi. Birçok arkadaşım da oyunun çıkışından bir haberdi oyunu çok beklemelerine rağmen. Şimdi burada Xbox kötü marketing yapıyor olabilirdi. Fakat bir diğer sebep de oyunun cilasız ve kötü olması olabilirdi. (Cilasız kısmı bazı kısımlar için doğru. Sonra anlatacağım.) Oyun hakkında şüphelenmeye başladım bu sefer. Çünkü şöyle düşününce ATLUS son yıllarda hikaye yazma kalitesini oldukça düşürüp en JRPG saçmalıklarıyla dolu hikayeleri yazıyordu. Persona 5 ve bundan sonrası oyunları (Persona 5'in Royal versiyonundaki third semester hariç) tam anlamıyla fazlasıyla sıkıcı, kötü ve JRPG saçmalıklarını tümüyle barındıran hikayelerdi.

Fakat bu noktada Shin Megami Tensei V: Vegeance çıktı. Hikayesi şaşırtıcı derecede çok iyiydi. Zaten bu sene çıktı biliyorsunuzdur. Benim de yılın oyunu listemde 2. sırada olan bir oyun şimdilik. 1.'yi inceleme sonunda öğreneceksiniz zaten ve inanın hiç şaşırtıcı olmayacak. Neyse işte bu SMTVV hikayesini oldukça beğenince benim için hem korku, hem de ümit başladı. Belki bu da iyi olur, belki de cidden artık hikaye yazabiliyorlardır diye umutlanırken bir yandan da tüm bu kaliteli yazarların SMTVV için hikaye yazdığını, geri kalan Studio Zero yani Metaphor'u geliştiren ekipte bunların olmadığı ve hikayenin yine saçma bir JRPG hikayesi olma ihtimali aklıma geliyordu. Hala da bilmiyorum SMTVV'deki yazarlar bu oyunda çalıştı mı. Şöyle de bir durum var; bu oyunda da Persona 5 gibi siyaset vs. işlerine girileceği biliniyordu. (Daha doğrusu tahmin edilen buydu, sonuç olarak bunu sadece tema olarak kullanıyor Persona 5'in aksine.) Fakat Persona 5 toplum, siyaset vs. eleştirisi üzerine tüm oyunu kuran fakat bunlardan hiçbirini düzgün yapamayan bir senaryoya sahip. Hani oyun önce kötü yetişkinler diye başlıyor, daha sonra toplum eleştirisi, kötü siyasetçi ve zenginler oluyor fakat oyun daha sonra "Sen de kötü olabilirsin ya." diyince oyun ne bu toplum ve siyasetin kötü yapısına çözüm bulabiliyor, ne de hikayede vermek istediği mesajı doğru düzgün verebiliyor. Eğer bir oyunda tüm hikayeyi siyaset ve toplum eleştirisi üzerine kuruyorsan buna bir çözüm bulman lazım. İster "İnsanlar iyi olsun kimse kötü olmasın." gibi 5 yaşındaki çocuğun bile söyleyebileceği bir saçmalık olsun, ister derin bir çözüm olsun fakat çözüm bulmak şart böyle bir hikayede. Persona 5 gibi çözüm bulamayıp bir de üstüne "Kanka sen de sütten çıkmış ak kaşık değilsin ha." diyince oyuncuya aklında kalan tek şey bir sürü tutarsızlık ve "Ne?" sorusu oluyor. Maalesef şu ana kadar da hikayenin temeli siyaset ve toplum eleştirisi olan güzel hikayeli bir oyun oynamadım. Bunun sebebi aslında biraz da Amerikalıların kendini binlerce yıllık tarihi olan, dünyanın merkezi olan bir millet sanmaları. Orada belki bunlar mantıklıdır (Ki sanmıyorum ama ihtimal vereyim yine de.) ama bizim gibi her gün bilmem kaç kişinin hayatını kaybettiği, siyasetin karışık durumda olduğu ve herkesin artık delirme noktasına geldiği toplumlarda bu işlemiyor. Persona 5 belki Japon siyaseti için mantıklıdır. (Ki bunu da sanmıyorum çünkü oyun kendi içinde çelişen ve kötü toplum ve siyaset yapısına çözüm bulamayan, onun yerine oyuncuya da sen de kötü olabilirsin kankam diyen oyun) Fakat bana göre hiç mantıklı değil P5'in sunduğu siyaset tablosu.

Oyunun çıkmasına kısa bir süre kala inceleme puanları da gelecekti tabii. Tahminim en fazla 89'du ama birden 95 ile açılınca, (Şu anda da PS ve Xbox'ta 94, PC'de 92.) ve sevdiğim inceleme kanalları da övgüye boğunca merak ettim. Ama aynı durumu Elden Ring DLC'sinde de yaşamıştım. O heyecanla beklediğim DLC fos çıkmıştı. 95 alan o şey en fazla 50-60 alacak bir DLC'ydi. Ama dedim zaten bu sene adam gibi oyun yok. Bakmaktan zarar gelmez diye.

Ve oyunu bitirdikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki iyi ki de bakmışım. Benim için bu kadar özel bir tecrübeyi kaçırsam yazık edermişim.

İncelemeye geçelim o zaman saygıdeğer insanlar.

Hikaye ve Karakterler
1732433298534.png

Hikayemiz kralın Louis tarafından yatakta öldürülmesini gösteren bir cutscene ile başlıyor. Daha sonra oyun ana karakterimizin perspektifine geçip ana karakterimizin yolculuğu sırasında bir grup haydut tarafından saldırıya uğraması ile devam ediyor. Bu saldırı sonucunda uçurumdan aşağı düşen karakterimiz bir süre baygın kaldıktan sonra uyanıyor ve yancı perimiz olan Gallica'nın yanında, çölün ortasında uyanıyor. Görevinin ne olduğunu unutan ismini kendimizin verdiği karakterimize bu peri Gallica görevimizi hatırlatıyor. Görevimiz, Louis tarafından yapıldığına inanılan bir laneti prensin üzerinden kaldırmak. Bunun sonucunda prens tahta geçecek ve hayalindeki "ütopya"yı kurabilecek.

Bu amaç doğrultusunda başkente ilerleyen karakterimiz, bir büyücü mağazası işleten bir kadın ile tanıştıktan sonra askerlere katılır. Burada Strohl adlı "noble" ırkından birisi ile tanıştıktan sonra eski bir kaleyi canavarlardan temizleme amaçlı yol alırlar. Fakat askerlerin teker teker bu kalede öldüğünü fark eden asker bölüğü bu noktada bir terslik olduğunu anlar ve kaleye doğru yol alırlar. Kaleye vardıklarında ise "human" denen canavarlardan birinin kalede olduğunu ve askerlerin ölümüne bu canavarın yol açtığı sürprizi ile karşılaşırlar.

Spoilerlı kısımda daha detaylı bahsedeceğim bu humanlardan fakat şimdilik bu evrende oldukça güçlü canavarlar bu humanlar. Askerlerin neredeyse hepsi öldükten sonra Strohl ve ana karakterimiz bu humanın peşine düşer ve onun olduğu yere geldiklerinde ve savaşmaya başladıklarında humanın kendilerinden çok daha güçlü olmasından dolayı ana karakterimiz ve Strohl ciddi yaralar alır. Tam o noktada Strohl noble geleneklerine göre kendini feda etmeye hazırlanıp ana karakterimize kaçmasını söylerken ana karakterimiz bir ses duyar ve o sesi duyduktan sonra kendi benliğinin bir yansıması olan "Archetype"ını uyandırır. Persona klasiği işte zor durumda olan ana karakter kendi Personasını uyandırır falan. Bundan sonra Archetypeı ile humanı öldüren ana karakterimiz, Strohl'u da kurtarıp oradan kaçarlar. Orada Grius ile tanışan karakterlerimiz, ana karakterimiz ile yine aynı görevi yani prensi kurtarmayı amaçlayan bu kişiyi de ekibe alır. Grius, Strohl'dan şüphe etse de sonuçta o da ekibe girer ve ekibimiz, başkente Louis'i suikast etmek ve laneti kaldırmak üzere yola çıkarlar. Fakat kalede yaşadıkları olaydan kaçtıkları için peşlerine askerler de takılmıştır. Strohl, Archetype'ını uyandırıp ekibimiz bu askerlerin elebaşını öldürdükten sonra başkente ulaşırlar. Kralın cenazesinin defnedileceği gün Louis'in de orada olacağını düşünen ekip, o günü bekler. Planlanan şey Grius'un, Louis'i o kargaşanın içine karışıp arkadan bıçaklamasıdır. O gün gelir ve beklenildiği gibi Louis de oradadır. Fakat krala saygı göstermek yerine onun zayıflığından dolayı öldüğünü, gerçek kralın güçlü biri olması gerektiğini halka söyler. Bunun sonucu karışıklık çıkarken birden kralın yüzü havada belirir. Kral, 4 ay sonucu halk tarafından en çok destek alanın kral olacağını söyler. Bunun sonucu hemen kral olamayacağını anlayan Louis biraz sinirli fakat kararlı bir şekilde halkın desteğini toplamak için kendi ideallerini etkili bir şekilde halka sunarak destek almaya devam eder. Kendi gücünü kanıtlamak için de kendi skyrunnerı (Havada uçan kocaman karavan düşünün öyle bir şey.) ile havadan kocaman bir human cesedi indirir. Bu da büyük bir kargaşa çıkarırken Grius o karışıklık içinden ileri atılıp Louis'e arkadan bıçağını saplayacakken havada hareketsiz asılı kalır. Ne olduğunu anlayamayan ekip şaşkınlıkla bakarken Louis kralın katili olmasına rağmen kralın büyüsünün kendisini koruyacağını beklemediğini söyleyerek Grius'u orada öldürür. Bu büyü, en popüler ilk 20 adayın suikaste uğramasını engelleyen kraliyet büyüsüdür. Grius'un öldürülmesinden sonra ekibimiz, prensin lanetini Louis'i öldürmek dışında başka bir yolla kaldırmak ve Grius'un intikamını almak için uzun bir yolculuğa çıkar.

Ve bu oyun bir siyaset hikayesi anlatmıyor. Toplum eleştirisi var ama o da ırkçılık üzerine. Ki ana konulardan biri de bu ve oyun bence bunu hem mantıklı, hem de mantıksız bir şekilde sunuyor. Oyunun dünyasında ırkçılık çok üst seviyede, ki bu dediğim durum sjw tayfanın "Herkes eşit yehu." diyip oyunlarda saçma sapan mesajlar olması durumu da değil. Ana karakterimizin ırkı olan eldalar ciddi ırkçılığa uğruyorlar. Hatta oyun başında bazı npcler size ürün satmıyor falan. Hani ırkçılığı bazı modern oyunlar gibi sözde değil uygulamada da bol bol gösteriyor oyun size. Mantıklı olan kısım bu. Mantıksız olan kısım, daha doğrusu biraz basit kalan kısım oyunun buna çözüm olarak "Birbirimize yardım edelim, kimse ırkçı olmasın." demesi. Bir tık basit kalıyor bence. Ama Persona 5 gibi tüm merkezini toplum ve siyaset eleştirisi yapmayan bir oyun için bence ciddi bir problem değil. Bu bir yolculuk hikayesi. Uzun bir yolculuk. Toplum ve siyaset eleştirisi değil.

Bu anlattığım kısım da hikayenin ilk 3-4 saatlik kısmı sadece. Bu hikaye bir sürü duyguyu içeren uzun bir JRPG senaryosu. İntikam, kayıp acısı, ihanet vs. gibi. Hepsini de güzel veriyor. Hikaye bence bu oyunun en güçlü yönlerinden. Kendimi kaptırdım, aktı gitti. Harika bir hikayesi var. Fakat spoilersız kısımda sadece bu kadar bahsedebiliyorum maalesef. Şimdi spoilerlı kısımda biraz daha detaylı bahsedip oyunun "metafor" kavramından bahsedeceğim. Oyunu bitirmediyseniz bu kısmı okumamanızı öneririm.

10 Eylül'de Opera House'da bildiğiniz üzere Ancient Dragon Lance ile Louis'i öldürüyoruz. Fakat bundan sonra prensin lanetinin kalkmadığını fark ediyoruz. Bu noktada laneti yapan kişinin aslında Louis olmadığını anlayan ekip, bunu yapanın Forden olabileceğini fakat lancei kiliseye verdiklerini, dolayısıyla onda olduğunu düşününce kendileri için bunun bir sorun olacağını fark ediyorlar. Çünkü ana karakterimiz royal magic tarafından korunuyor fakat bu lance bu büyüyü bozabiliyor Louis'e olduğu gibi. 11 Eylül'de de tahmin edebileceğiniz üzere Forden'ın bu işin arkasında olduğunu öğreniyoruz. Opera House'da Forden bize saldıracakken beyaz kıyafetli gizemli bir adam Forden'ın arkasına bir anda geçiyor. Forden kim olduğunu sorunca sesinden Forden ve biz onun Louis olduğunu öğreniyoruz. Forden, lance ile ona saldıracakken birden havada asılı kalınca Louis gerçek lancei onun karnına saplıyor. Forden orada hayatını kaybedince biz oyuncu da tabii bu adam nasıl hayatta kaldı demeden edemiyoruz. Meğerse oyun başındaki Necromancer eleman hayatta kalmak için kendini humanımsı bir forma çevirmiş ve Louis'i de bu necromancer eleman canlandırmış. Ben burada dedim aha başlıyor yine JRPG saçmalıkları, hikaye patlayacak diye. Fakat şaşırtıcı bir şekilde daha bile sürükleyici oldu. Adamlar bu JRPG saçmalıkları denen şeyleri mantıklı bir şekilde sunabilmişler. Güzel de olmuş. Fakat bundan sonraki bir kısım bana göre hikayenin en büyük göze çarpan eksiği ve bariz bir şekilde kesildiğini hissettiriyor. Forden ölünce yine lanet kalkmıyor ve ekibimiz iyice telaşa kapılıyor. Meğerse burada da lanetin arkasında Junah'ın üvey ablası Rella olduğunu öğreniyoruz. Rella ile Junah'ı oyun boyu bu kadar yakın görüp Rella'ya karşı da sempati besledikten sonra böyle bir twist olması oyuncuyu etkiliyor. Burada sorun yok. Asıl sorun bundan sonra biz eski büyü akademisine gidiyoruz Rella'yı öldürmek için. Burada beklediğimiz şey tabii ki de bir dungeon oluyor. Fakat oyun bir boss savaşı sunup bitiriyor olayı. 1 gün önce ölesiye düşman olduğumuz Rella birden geçmişinden bahsediyor. Küçükken Forden onu Junah'ı öldürmeyle tehdit etmiş ve prens elde olduğundan dolayı ona lanet uygulamazsa başlarında bir elda kral olacağını söylüyor. Üvey kardeşi için de Rella bu laneti prense uygulamış. Bariz bir şekilde kesildiğini hissettiriyor bu kısım. Muhtemelen bir dungeon olacaktı ve Rella'yı yavaş yavaş tanıyacaktık. Bilmiyorsanız söyleyeyim, oyunda 2 oynanabilir karakter (Louis ve Del), 7 tane de bond kesilmiş. Bu bondlardan biri de Rella. Bu kısım böyle kesip atılmasa 10/10 hikaye olurdu benim için. Çünkü Rella'nın backstory gayet iyi yazılmış. Sadece yeterli sahne süresi vermemişler. Bu da benim için o 10/10 olacak hikayeyi 9/10'a düşürüyor maalesef.

Bu şikayetten sonra biraz da "metafor" konusuna değinmek istiyorum. Bu konuda oyun hakkını veriyor. Metaforları güzel kurmuşlar. En bariz metafor humanlar zaten. Ama başta da ben dahil herkesin sandığı "İnsanlar canavar." metaforu değil bu.

Öncelikle bu human dizaynları büyük oranda Hieronymus Bosch'un "The Garden of Earthly Delights" (Dünyevi Zevkler Bahçesi) resminin cehennem panelinden alıntı.
1732437754284.jpeg

1732437782960.jpeg

Ayrıca Bosch'un diğer resimlerinde de oyundakilerle benzer dizaynlar bulabilirsiniz.
1732437882895.jpeg

Şimdi diyeceğim şeylere ne kadar katılırsınız bilmiyorum. Benim yorumlamalarım bunlar. Oyun bu noktada yoruma açık. Hani bir sayıyı adamın birinin 6, birinin 9 gördüğü karikatür var ya. Ama ikisi de kendine göre doğru. Bana katılmazsan sayın okuyucu, senin de yorumların yanlış değildir. Benimki de değildir. Oyun bu noktada yoruma açık ve ikimizin dediği de kendimize göre doğrudur. Ama farklı bir şey düşünüyorsanız konunun altına yazmanızı rica ederim. Tabii incelemeyi okuyacak kişi sayısı muhtemelen en fazla 3 olacağı için bırakın farklı fikir gelmesini, bu kısmı çoğu kişi görmeyecek bile. Ama yine de bu konuya değinmek istiyorum.

Oyunda 9/26 tarihindeki zindanın sonunda Louis, Royal Spectre yani kraliyet büyüsünü kullanmak için kullanılan aletin gücünü insanların anksiyetelerinden aldığını söylüyor. Bu anksiyetenin artması ile aynı zamanda magla da artıyor. Anksiyete ve maglaya yüksek oranda maruz bırakılan kimse kendini kaybederek humanlara dönüşüyor. Bizim ülkemizde de son zamanlarda oldukça yaşanan siyasetin toplumu baskılaması, kötü ekonomik şartlar ve toplum yapısı sonucu insanların iyice çılgınlaşarak cinayetlere kalkışması durumu gibi. Sadece bu da değil, Orta Çağ'da kilise baskısı sonucu yaşanan gerileme, daha sonra insanların iyice ezilmesi ile isyan ve Fransız İhtilali olması gibi. Oyunun burada yaptığı metafor bana göre bu. Bunu anlatmak istedim.

Belirtmek isterim ki hikayenin kötü adamı Louis, harika. Maruki'den daha çok sevdim ben. Louis hem kendine sövdürtmeyi, nefret ettirmeyi, hem de empati kurdurabilmeyi başaran, her bir diyaloğunda oyuncuyu ekrana kitlemeyi başaran bir karakter. Bence oyunun en güçlü yönlerinden birisi de kendisi.

Diğer karakterler de gayet iyiler. Strohl ve Gallica ile de sonunda şu aptal Persona yancıları olayı gitmiş. Ekibimizdeki diğer karakterler de güzel backstorylere ve oynanışta da bahsedeceğim bondlara sahipler. Fakat Basilio'yu bir tık daha görmek isteyebilirdim. Eksi olarak söylemiyorum, sadece ben bu karakteri sevdim ama endgamede olması süreyi biraz azaltıyor. Yoksa benim bu oyunda favori karakterlerimden biri Basilio. Öyle nefret ettiğim bir karakter olmadı zaten P5 ve P3 aksine. En kötüsü bile fena değil seviyesinde. Hikaye yazarlığında ciddi bir emek var ve bunu takdir ediyorum. Worldbuilding de gayet hoş. Bu noktada oyun 9/10'luk bir deneyim sunabiliyor.

Oyunun çıktığı hafta bazı Amerikan sağçıları da oyuna "Woke abi sjw." diye laf ediyorlardı. Oynamadıklarına çok eminim. Irkçılığı eleştirmenin nesi yanlış anlamıyorum. Oyunun ırkçılığı destekleyecek hali yok ya. Bu insanlar sjw tayfadan beter olmaya başladı artık. Her yere nefret ve kin kusup X'te drama çıkarmak dışında başka hiçbir işleri yok galiba. Bu insanları takmayın. Oyunun saçma sapan sjw ögeleri ile alakası yok. Bu insanlar muhtemelen oyunu bile oynamadı. Hele X'te bir şey görmüştüm, Persona 5 politik değil Metaphor politik, woke oyun diye. Persona 5'i de oynamamış eleman, Metaphor'u da oynamamış herhalde. Persona 5'e "politik değil" demek apayrı bir kafa hani oyunun direkt merkezi politika ve toplum eleştirisi. 😀

Oyunun finali de şu ana kadar gördüğüm en iyi finallerden birisiydi bu arada. Harikaydı. Bu oyun için yapılabilecek en iyi finaldi kesinlikle.

Oynanış
Bu noktada büyük oranda yazdığım ilk izlenim yazısından kopyala yapıştır yapacağım. Orada zaten diyebileceğim çoğu şeyi anlattım. Ha biraz değişiklik yapacağım ki oyun hakkında olumlu değişiklikler olacak bunlar.

O yazı:

Şimdi oyun bana kalırsa bu noktada potansiyeli harcanmış bir oyun. Nasıl mı?
Şimdi bu oyunun oynanışı 2 kısma ayrılıyor bildiğiniz üzere. Savaş kısmı ve gündelik yaşam kısmı. Gündelik yaşam kısmından bahsedeceğim önce ki Persona'ya göre çok basit kalmış diye düşünüyordum başta. Hani aşağı yukarı Persona 3 kıvamında diye düşünürken daha sonradan gelen fena olmayan yan dungeonlar, kolezyum vs. kurtardı durumu benim için. Bence yeterli oyun bu konuda. P5 kadar değil ama P5 gibi ana odak da değil bu oyunda. Ama keşke biraz minigame olsaymış. Board game falan hoş olurmuş minigame olarak.

Aktivite sayısı başta çok az geldi yazıda dediğim gibi ama daha sonradan çeşitlendi. Yeterli bence.

Bondlar ise harikalar. Ben bu formülden sıkılmamışım onu fark ettim. P5'te karakterler, P3'te yaşanan olaylar zayıftı. P4 oynamadım. Ondan dolayı ben öyle sanıyormuşum. Fakat bunda karakterler de yaşanan olaylar da gayet iyi. Hele Akinari'den iyi bond (social link yani) var. Oyunun en iyisi oydu bence. (Alonzo bondu)

Ama belirtmek isterim ki oyunun bu kısmı Personalardaki gibi oyunun ana odağı olmuş durumda değil. Daha doğrusu yarı yarıya diyeyim. Personadaki gibi oyunun yüzde 80'i gündelik hayat olmuyor. Oyun 12 ay değil 4 ay ve oyun sırtını biraz daha combata ve hikaye sunmaya yaslamış. Personalardaki sosyal hayat kısımlarını sevmeyenler için iyi bir şey olabilir. Şahsen ben de oyunun bu yöne sırtını yaslamasını doğru buldum ama belirtmek isterim ki bu konuda Persona 5'in üzerine çok koyma da var, ciddi downgrade de var.

Şimdi oyunda bir sürü yan dungeon var. Sayıca oldukça fazlalar. Oyun size deadline verdiğinde bomboş o aktiviteleri yapacağınızı sanmadınız değil mi? Tabii ki de hayır bunları yapıyorsunuz. Ödüllendirme sistemi de fena değil oyunun idare eder. Ama bu dungeonlar oyun başlarında dizayn olarak berbat ve sıkıcı koridorlardan ibaret. Fakat oyun sonlarında ana dungeonlardan daha iyi olanlar var. Gayet de keyifliydi bunlar. Biraz kurtardı bu benim için durumu. Ama öncelikle combat hakkında konuşmak gerek.

Persona 5'te oyun size combatta düşmana 2 şekilde yaklaşma imkanı sunuyordu. Ya önüne dikilip normal şekilde ne avantaj ne de dezavantajlı bir şekilde saldıracaksınız, ya da gizlenip düşmanı gafil avlayarak avantajlı bir şekilde savaşa başlayacaksınız. Oyun böyle olunca karakter sayınız kadar tur veriyordu size. Düşmanın da size bir şekilde yaklaşma imkanı vardı tabii. Düşman size saldırırsa tek vuruşta direkt dezavantajlı bir şekilde savaşa başlıyordunuz.

Bu oyunda fragmanlarda da fark ettiğiniz bir şekilde yakın dövüş sistemi bulunmakta. Peki nasıl çalışıyor bu sistem? Gamepadim bozuk olduğu için klavye fare üzerinde CTRL ile dodge, space ya da mouse sağ tık (Sol da olabilir bu arada kusura bakmayın hatırlayamadım şu anda tam olarak.) ile elinizdeki silah ile saldırı yapıyorsunuz. Fakat Personaların aksine tek atmıyorsunuz. Düşmanın sarı bir sersemleme barı bulunmakta. Amaç onu doldurmak ve savaşa avantajlı başlamak. Onu doldurduğunuzda ise "space" tuşuna basarak savaşa avantajlı başlayabiliyorsunuz.
1732440998478.png

Böyle olunca abartmıyorum düşmanların canlarının direkt yarısını alıp hem de karakterler sayınız kadar turla başlayabiliyorsunuz direkt. Fazla güçlü. Başta şahsen rahatsız etmişti beni hissiyatı falan ama alışınca bayağı eğlenceli geldi. Benim gibi oyunda büyük oranda gunner olduysanız hele ne kadar op olduğunu söylememe gerek yok. Düşmana direkt normal şekilde de yaklaşıp ne avantajlı ne de dezavantajlı başlayabilirsiniz tabii. Personalardaki gibi yine tek bir hamleye yakalanırsanız direkt dezavantajlı başlıyorsunuz belirteyim ama düşmanın seviyesi sizden yüksek ya da aynı civarlarda ise. Tabii saldırılardan kaçmak zor değil. Sistemin kendisi hoş ve keyifli. Ayrıca seviyesi sizden düşük düşmanlara direkt tek atabiliyorsunuz ki süreci hızlandıran keyifli bir durum. Hele yan dungeonlarda şükrediyorsunuz iyi ki oyunda böyle bir sistem var diye tek ata ata geçiyorsunuz.

Fakat çok geçmeden fark edeceksiniz ki Personalardan farklı bir sistem kullanılıyor. Shin Megami Tensei oynayanlara tanıdık gelecek bir sistem aslında. Hatta aynısı direkt.
1732441092500.png
Şimdi avantajlı başlama üzerinden anlatacağım bu sistemi, diyelim ki bir savaşa avantajlı başladınız ve 4 karakteriniz var elinizde. (En fazla o kadar zaten.) Oyun size 4 tane kutucuk veriyor. Her bir hamle 1 kutucuk, pas geçtiğinizde yarım kutucuk, çeşitli özel saldırılar da genellikle 2 kutucuk yiyor. Tabii 1 buçuk kutucuk ile özel saldırı veya yarım kutucuk ile normal saldırı da yapabiliyorsunuz. Bu özel saldırılardan daha sonra bahsedeceğim. Weak vurduğunuzda ise yarım kutucuk yani yarım tur elde ediyorsunuz. SMT oynayanlara tanıdık gelecek demiştim. 😀 Ve evet bu Personaya göre daha zayıf yapıyor weak vurarak elde ettiğiniz ekstra turları. Bu dediklerim düşmanlar için de geçerli. Onların da tur sayıları kendi sayılarına göre oluyor ve bazı saldırıları 1 tur, bazıları 2, size weak vurunca yarım tur kazanabiliyorlar. Personanın savaş sistemini SMT'nin savaş sisteminin çok basitleştirilmiş ve daha sıkıcı hali olduğunu düşünen biri olarak bu yeniliği sevdim. Hoş bir eklenti. All Out Attack yok bu oyunda bunu da belirteyim. Şahsen eksikliğini de hissetmedim. Yeni gelen "Synthesis" denen özel saldırılar bunu kapatıyor. Fakat bundan önce "job" sisteminden bahsetmem gerekecek.

Final Fantasylerde olan bir sistem. Belli bir karakteri kendi istediğiniz alanlarda özelleştirme sistemi diyebiliriz aslında. Bu oyunda karakterimizin birden fazla Personası (Bu oyunda Archetype.) yok. Bunun yerine her karakterin değiştirebileceği bir sürü Archetype, yani FFlerdeki joblar gibi şeyler var. Ve bu sistem bayağı güzel. Sizin Archetypeınıza göre savaş tarzınız, yakın dövüş silahınız falan değişiyor. Aynısı parti üyeleri için de geçerli. Mesela ben Hulkenberg'in varsayılan Archetype'ını sevmediğimden Faker ile değiştirdim. Benim karakterinki de gunner dediğim gibi. Ve bahsettiğim "Synthesis" saldırıları uyumlu 2 Archetypeın birleşerek yaptığı saldırılar oluyor. İkinziden de mp alıyor. Tur ve mpniz yettiği üzere istediğiniz gibi kullanabiliyorsunuz. Persona 5'teki showtimelar gibi rastgele değiller yani. Ve bu sistemi de beğendim.

Fakat endgamede Royal Archetypelar ile bu sistem anlamsızlaşıyor fakat şikayetçi değilim. Orada da bol bol güç fantezisi yapıyorsunuz ki gayet keyifli. Şikayetçi değilim.

Savaş sistemi klasik sıra tabanlı JRPG savaş sistemleri arasındaki en keyiflisi bence. Hani bayağı iyi şöyle bir bakınca. Ama şimdi "potansiyel harcama" kısmına gelelim.

Öncelikle düşman çeşitliliği çok çok çok az. 1., 2. Ve 4. dungeonlarda düşman çeşitliliği yine iyi ama hani abartmıyorum aklımda kalan düşman sayısı 5-6 falandır gerisinde. Ki aslında bilmem neyin farklı renklisi de olurmuş. JRPGsin sonuçta farklı saldırıları ve dayanıklılığı/zayıflığı olan bir şey koy yeni düşman işte. Hani ciddi bir eksi bu bence. Tamam, gerçek zamanlı kısmı var ama asıl odak sıra tabanlı kısmı ve orada yeni düşman yapmak bu kadar zor olmamalı. Olan dizaynlar iyiler ve bosslar da güzel ama çeşitlilik yok.

Ve diğer kısım da dungeonlar. O dediğim open worldde bir sürü dungeonlar var ya, ilk karşılaştıklarımın dizaynları berbat önceden dediğim gibi. Sonlara doğru güzeller. Sayıca fazlalar. Elden Ring vakası kısaca. Fakat ana dungeonlar da maalesef ortalamalar. Persona 5'e göre karşılaştırırsak ciddi downgrade var. Dungeonlar çok kısa. Hani abartmıyorum 2 saatte bitirirsiniz. Dizayn olarak da koridor topluluklarından ibaret. Bir tek 3. ve 4. dungeon böyle değil ve iyi. Dizaynlarını düşünürsek kısa olmaları iyi en azından bilgisayar başında uyumuyorsun. Oyun ve JRPG standartlarına bakarsak da ortalamalar. Rezalet değiller de işte sıradan dungeon dizaynı. Persona 5'e göre dediğim gibi ciddi bir downgrade. P3 ve muhtemelen 4'ten iyiler. P5'ten kötüler.

Bir de kötü havalarda dungeonlarda düşmanlar daha güçlü ama daha ödüllendirici oluyor. Şahsen pek bir fark göremedim. İstediğiniz zaman yapın siz bir şey fark etmiyor bence.

Ama ara sıra ejderhadan gizlice kaçmak, temple run gibi koşu kısmı, kılıcımızın üzerinde dev skyrunner üzerinde parkur yapmak, gizlilik ile fark ettirmeden Louis'in askerlerini bayıltmak ve yolu geçmek gibi çeşitli oynanış anları var ve renk katıyorlar. Aslında baya basit şeyler ama en azından çeşitliler ve düşman çeşitliliği konusunda hayal kırıklığımı biraz giderdiler.

Başta dediğim gibi bazı kısımlar da biraz cilasız hissettiriyor oynanış tarafında. Mesela Opera House'ta dungeon olacakmış orası cilasız ve kesilmiş belli. Benim için oyunun en büyük eksisi düşman çeşitliliği, bu cilasızlık da biraz olumsuz bir yön olarak aklımda kaldı. Ama yine de o kadar kötü değil durum.

Görsellik ve Teknik Kısımlar
Başta oyunun görselliğini bi garipsemiştim. Personalardaki gibi direkt kaptıramamıştım fakat daha sonradan gözüme çok hoş gelmeye başladı. Oyun sonuna kadar etkiledi beni. Sanat dizaynına çok kasmışlar belli. Persona'da oyun başlarında ufak bir etki ve daha sonra sanat dizaynını unutma olayı değil, başta hemen etkilenmeme fakat daha sonradan gittikçe daha fazla etkilenme olayı yaşadım. Bayağı takdir edilesi bu durum. Adamlar uğraşmış menülere falan. Bir de oyunda olaylar yaşandıkça değişiyor falan. Gayet hoş. Ama texturelar çok eskimiş belli oluyor. Bu motorda son oyunları zaten bu Metaphor. Unreal Engine 5 falan kullanırlar artık. Ama bu kötü texturelara rağmen harika görsellik sunabiliyorlar ve bu yüzden en iyi sanat dizaynı ödülünü hak eden oyun olduğunu düşünüyorum. Ayrıca menülerin harika tasarımının kıymetini God of War: Ragnarök gibi sıkıcı bir menü tasarımına sahip bir oyun oynayınca daha da anladım. Menü ve kapak tasarımları gerçekten önemli şeyler.
1732444366596.jpeg


Teknik kısıma gelirsek, oyun eksiklikler ile çıkış yaptı. Anti-Aliasing yoktu oyunda. Sesler az geliyordu falan. Bunlar çözüldü tabii. Optimizasyonu da çok iyi değil ama kabul edilebilir işte. Oynanabilir düzeyde diyorum bu noktada.

Son olarak umarım bu oyuna bir DLC ile bilmem ne sürümü çıkar da bu kesilmiş içerikleri de ekledileri ve eksiklerinin kapatıldığı bir şey gelir. ATLUS zaten DLC çağına geçmiş. Bu oyunun da satışları iyi diyorlar. Yarım günde 1 milyon sattı direkt çıkış günü. Şu ana kadar da 3 milyon sattı diye biliyorum. FF7R'nin Square Enix'i memnun etmemesinin aksine Metaphor satışları iyi. Yanlış bilmiyorsam en çok ve en hızlı satan ATLUS oyunu da oldu. Şunu bi tam paket yapıp DLC olarak şunun, fena mı olur? 😀

Son Söz
Metaphor: ReFantazio, eksiklerine rağmen kendimi saatlerce kaptırabildiğim harika bir senaryoya, karakterlere sahip. Güzel bir savaş sistemine fakat az düşman ve ortalama zindanlara sahip, bana göre yine de harika olan bir oyun. Bu sene oynadığım en iyi oyun ve 2024'te Game of the Year ödülünü hak eden oyun olduğunu düşünüyorum. Keyif alarak oynadım ve kesinlikle hayatımda unutamayacağım deneyimlerden birisi.

1732443008500.png

Nomura ödül almasın.

Ufak bir ekleme: Müziklerden bahsetmeyi unuttuğumu fark ettim. Yani bence güzeller ama Persona 3 Reload ya da Unicorn Overlord kadar güzel değiller. Ama atmosferi vermede başarılı güzel müzikler. Başarılı buluyorum. Hele gece çalan müzik bayağı rahatlatıcı.
 
Son düzenleme:

Technopat Haberler

Geri
Yukarı