Herkes hayatında yolculuk yapar. Bu yolculuk esnasında kullanılan ulaşım araçları her ne kadar farklı olsa bile, bu yolculuklardan en az birisinde otobüs seçilmiştir. Bence otobüs ile yolculuk, yolculuk için seçilebilecek en keyifli araçlardan biridir. Hele ki bu yolculuk bir uzun yolsa...
Kendi aracın ile seyahat etmek elbette daha rahattır ama insanın yanında kimse olmaması ve aracı kendisi kullanıyorsa etrafta olan doğal güzelliklerden çok, yola odaklanmak zorunda olması uzun yolculuklarda bir dezavantaj oluşturur. Oysa otobüs ile yapılan yolculuklarda cam kenarına alınmış bir bilet ile uzun yol insanın iç dünyasına yapılacak bir yolculuğa alınmış bir bilet de sayılabilir. Çünkü otobüs yola çıktıktan sonra telefonundan dinlediği bir müzik eşliğinde dışarıyı seyrederken bir yerden sonra kendi iç dünyasında bulur kendini. Dağlar, denizler, ormanlar her biri bir başka kişilerde bambaşka izlenimler uyandırır. Deniz görmemiş bir kişi sahil şeridinden seyrederken kendini alamaz mavilikten. Kendisini oraya yerleşmiş denizle iç içe hayaller kurarken bulur. Sürekli deniz kenarında yaşayan bir kişi ise o kadar önemsemeyebilir. Aslında insanda doğaya benzer nasıl ki doğada bazı yerler yemyeşil ormanlarla kaplı kimi yer masmavi denizlerle örtülü ise insanda buna benzer bir biçimde kimi zaman umut ve hayal doludur kimi zaman ise düş kırıklıkları ve hüzün. Mavi huzur verir derler, evet bu kısmen doğrudur ama tamamen doğrudur diyemeyiz. Çünkü az önce dediğim gibi her insan kendinden bir şeyler bulur doğada...
Örnekleyecek olursak; yakınını denizde kaybetmiş bir bireye mavi ancak hüzün verebilir. Ve yahut ormanda cesedi bulunan kişilerin yakınları da orman veyahut havanın temizliğini ciğerlerine çekme düşüncesinden önce kaybettiği yakınını düşünür. Her ne kadar başlıktan bağımsız görünse de bir otobüs yolculuğunda bu yerleri görürüz. Bunlarda ister istemez insanı kendisiyle yüzleştirir.
Otobüs yolculuklarına bir başka açıdan bakacak olursak her türlü sürprize açıktır. Yanınıza hayata bakış ufkunuzu geliştirecek bir kişi de düşebilir, yolculuk hayatınızı zehir edecek bebek ve annesi de veya kendinizi riske atmazsınız tekli koltuk alırsınız.
bu yolculuklar bazen hayat boyu unutamayacağınız komik veya ciddi hikayeler bırakabilir aklınızda... Bu kadar örnek verdikten sonra sevdiğim bir kişinin otobüs anısından bahsetmeden olmaz;
Bir gün otobüsle yolculuk ederken yanına entelektüel biri düşmüş, giyi miyle kuşamıyla her haliyle donanımlı biri olduğunu belli ediyormuş. Otobüse bindikten hemen sonra yanındaki kişi faust okumaya başlamış. Bu ha bırakır de bırakır derken dayanamamış;
-" Gözlerinize yazık değil mi?" Demiş.
Yanında oturan kişi kafasını hafifçe kitaptan kaldırmış kemik gözlüğünü çıkarıp,
- "Bu kitap bana meltemli bir havada manzaraya karşı salıncakta sallanırken akide şekeri çiğnemek kadar zevkli bir şey" demiş.
Bir süre sonra sevdiğim kişi dersini tam alamamış olacak ki laf atmaya kalkmış, ve kurduğu cümle ise.
-"Faust iyi yazar"olmuş.
Bu cümleyi kurarken yüzde 50 şansı varmış kitabın kapağında gördüğü faust ve goethe yazısı ve bu yüzde 50'lik ihtimalde yanlış olanı seçtiğini anlayınca bir daha konuşmamış adamla. Memleketinde işini halledip geri döneceği zaman kitabevine gidip faust kitabını istemiş. Orada ki görevli ise -artık nasıl böyle bir kanıya vardıysa- faust size ağır gelir size Ömer seyfettin öneririm demiş
her neyse sonunda bir kitap seçmiş. İlk yolculuğunda ki amcaya özenmiş ve adamın söylediği cümleyi ezberlemiş. Koltuğuna oturmuş avını bekleyen aslan gibi yanına oturucak olan kişinin gelmesini beklemiş. İstediği de olmuş. Köylü giyimli bir amca yanına oturmuş yolculuk başlayınca kitabı eline alıp okumaya başlamış. Tıpkı ilk yolculukta ki gibi yanındaki amca en sonunda dayanamayıp,
-"Bırak artık gözlerin bozulacak" demiş. Zaten bir işaret bekleyen tanıdığım hemen yapıştırmış cevabı;
- "Bu kitap bana meltemli bir havada manzara karşı salıncakta sallanırken akide şekeri çiğnemek kadar zevkli bir şey"
Amca bir süre cümleyi anlamak için bir süre yüzüne bakmış ve;
-" deli yahu deli bu adam "diye söylenerek yanından kalkıp başka bir koltuğa geçmiş.
Benim başımdan geçen her ne kadar otobüs olmasa bile minibüs olduğu için bahsetmek istediğim olay şöyle;
Kartal istikametinden kalkıp kadıköy de son durağı olan minibüse binmiştim o zamanlar yaşım 8 10 civarlarındaydı. Yaşımın ufak olduğuna bakmayın daha ileriki yaşlarda tekrar tekrar anlatıldığı için çok net bir şekilde aklıma yerleşti. Her neyse minibüse bindik, ücretini verdik. Anneannem şoför e.
-"Işıklarda ineceğiz" dedi.
Ben o yaşlarda aşırı hareketli yerimde duramayan biriydim. İneceğiz lafını duyar duymaz ayağa kalktım oysaki ışıklara daha gelmemiştik yaklaşmıştık. (Işıklardan kasıt dörtyol ışıklarının 10 15 metre ilerisinde ki minibüs durağı.)
Anneannem beni tutmaya çalışıyor bende sanki tutsak edilmiş bir esir gibi elinden kurtulmaya çalışıyorum. Biz o şekil cebelleşirken tam o sırada minibüs yeşil yanan ışıktan geçti. Bende -istesem denk getiremem- anneannemin elinden kurtuldum. Anneannem bana bakarak düşeceğim korkusu ve heyecanla;
-"Dursana lan dur dedim sana" dedi.
Şoför bu cümlenin kendisine yöneltildiğini sanıp, bizim ışıklardan önce ineceğimizi düşünerek frene basarken aynı anda.
-"Tamam teyze kusura bakma" "teyzede amma fenaymış" dedi ve 4 yolun ortasında durmuştu otobüs ve bizde ayıp olmasın diye indik.
Bunlar sadece benim bildiğim iki olay bu ve buna benzer olayları kendi aracınızla veya bir uçakla giderken yaşamanız düşük bir ihtimaldir. Bir istisna hariç eğer zeki müren iseniz havalanmış bir tarifeli uçaktan paraşütle atlayıp yolculukta yasabileceğiniz olayların Nirvana'sını yaşarsınız
Otobüs yolculuklarının olmazsa olmazlarından biri ise mola istasyonlarıdır. Bu istasyonların ortak özellikleri pahalı ve daima soğuk olmasıdır. Gerçi soğuk olması bir nebze iyidir. Çünkü tam uykum gelmiş iken mola yerine yanaşan otobüsten inerken karşılaşılan soğuk hava insanda uyku namına bir şey bırakmıyor. Ve yolcuların stres attığı anlardı bu molalar sigara bağımlıları sigarasını içer, çay bağımlıları çayını içer, tuvalet ihtiyacı olan ihtiyacını giderir. Kendi hayal dünyasına dalmış olanlar mecburen de olsa bu hayal dünyasından mola boyunca çıkarlar...
Son olarak bir otobüs anımı daha anlatayım ve bitireyim. Yine İstanbul Avrupa yakasından -Çanakkale istikametinde ilerliyoruz. Ben çay içmeyi çok seven birisiyim. Durmadan çay içerim molalarda çay satan yerlerden, otobüsün ikramlarından içecek olarak ne çay alırım. Durum böyle olunca sık sık tuvalet ihtiyacı hissediyor insan. Ben yine otogarda çay içe içe otobüsü bekliyorum bir yandan da tuvalete giderim yolda gelmesin diye düşünüyorum. Ama çay içerken daldığım için otobüs vaktine kadar tuvalete gitmedim. O an tuvaletim olmadığı için izin de istemeden otobüse bindim bayrampaşa'daki otogardan çıktık. Beylikdüzü civarında tuvaletim geldi. Ama ne de olsa Tekirdağ'da mola vereceğiz dayanırım dedim ve o an gelen ikramlardan olan çay ı aldım içmeye başladım. Silivriyi geçtikten sonra dayanılmaz bir sıkışma hissetmeye başladım. Sanki bir balon şişirir gibi git gide bir basınç oluşuyordu. En son yavaş yavaş adımlarla şoföre mola istemeye gidiyordum. Yavaş yavaş adımlarla gitmemim sebebi sanki attığım her adımda barajın duvarına vuran bir ekskavatör darbesi gibi hissediyordum. Bir yandan da durmazsa ne derim? Diye düşünüyordum. Çünkü bu otobüs ecabat- Çanakkale feribotuna yetişmesi lazımdı feribot kaçırması demek en az 45 dakika rötar yapması demekti. Mola harici durması küçük bir ihtimal, şoförün bana çocuk musun? Niye otogarda gitmedin? vb. çıkış yaması yüksek ihtimaldi. En son aklıma şu müthiş! Fikir geldi. Duramam derse bende ona;
-"Ağabey zaten gece sen orta kapıyı aç ben işerim kimse görmez" diyecektim. Zaten gece vaktiydi...
Şoförün yanına gittim. Mola verip veremeyeceğini sordum tamam ilk benzinlikte dururuz dedi. 5 dk kadar sonra benzinlik göründü ama o 5 dk izafiyet teorisini kanıtlar derecede bir 5 dk idi geçmek bilmedi. Neyse ben indim bir koşu gittim, tuvalete girer girmez kapakları açılmış bir baraj gibi akıyordu mübarek sanki saniyelerle yetişmiş gibiydim. Abartısız 1 dakika işemişimdir kesintisiz. Sonra acele ediyorum ya terslik illa ki olacak fotesel bir türlü kapıyı açmıyor bir yandan da korkuyorum araba gemiyi kaçırırsa bir otobüs insanla nasıl laf yarıştıracağım.
Diye neyse ki zıpladım falan dokundum açtı kapıyı koşa koşa otobüse bindim. Ve işemiş olmanın verdiği rahatlıkla termosumda ki çayımı yudumladım... (Bu arada feribota yetiştik)
Kendi aracın ile seyahat etmek elbette daha rahattır ama insanın yanında kimse olmaması ve aracı kendisi kullanıyorsa etrafta olan doğal güzelliklerden çok, yola odaklanmak zorunda olması uzun yolculuklarda bir dezavantaj oluşturur. Oysa otobüs ile yapılan yolculuklarda cam kenarına alınmış bir bilet ile uzun yol insanın iç dünyasına yapılacak bir yolculuğa alınmış bir bilet de sayılabilir. Çünkü otobüs yola çıktıktan sonra telefonundan dinlediği bir müzik eşliğinde dışarıyı seyrederken bir yerden sonra kendi iç dünyasında bulur kendini. Dağlar, denizler, ormanlar her biri bir başka kişilerde bambaşka izlenimler uyandırır. Deniz görmemiş bir kişi sahil şeridinden seyrederken kendini alamaz mavilikten. Kendisini oraya yerleşmiş denizle iç içe hayaller kurarken bulur. Sürekli deniz kenarında yaşayan bir kişi ise o kadar önemsemeyebilir. Aslında insanda doğaya benzer nasıl ki doğada bazı yerler yemyeşil ormanlarla kaplı kimi yer masmavi denizlerle örtülü ise insanda buna benzer bir biçimde kimi zaman umut ve hayal doludur kimi zaman ise düş kırıklıkları ve hüzün. Mavi huzur verir derler, evet bu kısmen doğrudur ama tamamen doğrudur diyemeyiz. Çünkü az önce dediğim gibi her insan kendinden bir şeyler bulur doğada...
Örnekleyecek olursak; yakınını denizde kaybetmiş bir bireye mavi ancak hüzün verebilir. Ve yahut ormanda cesedi bulunan kişilerin yakınları da orman veyahut havanın temizliğini ciğerlerine çekme düşüncesinden önce kaybettiği yakınını düşünür. Her ne kadar başlıktan bağımsız görünse de bir otobüs yolculuğunda bu yerleri görürüz. Bunlarda ister istemez insanı kendisiyle yüzleştirir.
Otobüs yolculuklarına bir başka açıdan bakacak olursak her türlü sürprize açıktır. Yanınıza hayata bakış ufkunuzu geliştirecek bir kişi de düşebilir, yolculuk hayatınızı zehir edecek bebek ve annesi de veya kendinizi riske atmazsınız tekli koltuk alırsınız.
Bir gün otobüsle yolculuk ederken yanına entelektüel biri düşmüş, giyi miyle kuşamıyla her haliyle donanımlı biri olduğunu belli ediyormuş. Otobüse bindikten hemen sonra yanındaki kişi faust okumaya başlamış. Bu ha bırakır de bırakır derken dayanamamış;
-" Gözlerinize yazık değil mi?" Demiş.
Yanında oturan kişi kafasını hafifçe kitaptan kaldırmış kemik gözlüğünü çıkarıp,
- "Bu kitap bana meltemli bir havada manzaraya karşı salıncakta sallanırken akide şekeri çiğnemek kadar zevkli bir şey" demiş.
Bir süre sonra sevdiğim kişi dersini tam alamamış olacak ki laf atmaya kalkmış, ve kurduğu cümle ise.
-"Faust iyi yazar"olmuş.
Bu cümleyi kurarken yüzde 50 şansı varmış kitabın kapağında gördüğü faust ve goethe yazısı ve bu yüzde 50'lik ihtimalde yanlış olanı seçtiğini anlayınca bir daha konuşmamış adamla. Memleketinde işini halledip geri döneceği zaman kitabevine gidip faust kitabını istemiş. Orada ki görevli ise -artık nasıl böyle bir kanıya vardıysa- faust size ağır gelir size Ömer seyfettin öneririm demiş
-"Bırak artık gözlerin bozulacak" demiş. Zaten bir işaret bekleyen tanıdığım hemen yapıştırmış cevabı;
- "Bu kitap bana meltemli bir havada manzara karşı salıncakta sallanırken akide şekeri çiğnemek kadar zevkli bir şey"
Amca bir süre cümleyi anlamak için bir süre yüzüne bakmış ve;
-" deli yahu deli bu adam "diye söylenerek yanından kalkıp başka bir koltuğa geçmiş.
Benim başımdan geçen her ne kadar otobüs olmasa bile minibüs olduğu için bahsetmek istediğim olay şöyle;
Kartal istikametinden kalkıp kadıköy de son durağı olan minibüse binmiştim o zamanlar yaşım 8 10 civarlarındaydı. Yaşımın ufak olduğuna bakmayın daha ileriki yaşlarda tekrar tekrar anlatıldığı için çok net bir şekilde aklıma yerleşti. Her neyse minibüse bindik, ücretini verdik. Anneannem şoför e.
-"Işıklarda ineceğiz" dedi.
Ben o yaşlarda aşırı hareketli yerimde duramayan biriydim. İneceğiz lafını duyar duymaz ayağa kalktım oysaki ışıklara daha gelmemiştik yaklaşmıştık. (Işıklardan kasıt dörtyol ışıklarının 10 15 metre ilerisinde ki minibüs durağı.)
Anneannem beni tutmaya çalışıyor bende sanki tutsak edilmiş bir esir gibi elinden kurtulmaya çalışıyorum. Biz o şekil cebelleşirken tam o sırada minibüs yeşil yanan ışıktan geçti. Bende -istesem denk getiremem- anneannemin elinden kurtuldum. Anneannem bana bakarak düşeceğim korkusu ve heyecanla;
-"Dursana lan dur dedim sana" dedi.
Şoför bu cümlenin kendisine yöneltildiğini sanıp, bizim ışıklardan önce ineceğimizi düşünerek frene basarken aynı anda.
-"Tamam teyze kusura bakma" "teyzede amma fenaymış" dedi ve 4 yolun ortasında durmuştu otobüs ve bizde ayıp olmasın diye indik.
Bunlar sadece benim bildiğim iki olay bu ve buna benzer olayları kendi aracınızla veya bir uçakla giderken yaşamanız düşük bir ihtimaldir. Bir istisna hariç eğer zeki müren iseniz havalanmış bir tarifeli uçaktan paraşütle atlayıp yolculukta yasabileceğiniz olayların Nirvana'sını yaşarsınız
Otobüs yolculuklarının olmazsa olmazlarından biri ise mola istasyonlarıdır. Bu istasyonların ortak özellikleri pahalı ve daima soğuk olmasıdır. Gerçi soğuk olması bir nebze iyidir. Çünkü tam uykum gelmiş iken mola yerine yanaşan otobüsten inerken karşılaşılan soğuk hava insanda uyku namına bir şey bırakmıyor. Ve yolcuların stres attığı anlardı bu molalar sigara bağımlıları sigarasını içer, çay bağımlıları çayını içer, tuvalet ihtiyacı olan ihtiyacını giderir. Kendi hayal dünyasına dalmış olanlar mecburen de olsa bu hayal dünyasından mola boyunca çıkarlar...
Son olarak bir otobüs anımı daha anlatayım ve bitireyim. Yine İstanbul Avrupa yakasından -Çanakkale istikametinde ilerliyoruz. Ben çay içmeyi çok seven birisiyim. Durmadan çay içerim molalarda çay satan yerlerden, otobüsün ikramlarından içecek olarak ne çay alırım. Durum böyle olunca sık sık tuvalet ihtiyacı hissediyor insan. Ben yine otogarda çay içe içe otobüsü bekliyorum bir yandan da tuvalete giderim yolda gelmesin diye düşünüyorum. Ama çay içerken daldığım için otobüs vaktine kadar tuvalete gitmedim. O an tuvaletim olmadığı için izin de istemeden otobüse bindim bayrampaşa'daki otogardan çıktık. Beylikdüzü civarında tuvaletim geldi. Ama ne de olsa Tekirdağ'da mola vereceğiz dayanırım dedim ve o an gelen ikramlardan olan çay ı aldım içmeye başladım. Silivriyi geçtikten sonra dayanılmaz bir sıkışma hissetmeye başladım. Sanki bir balon şişirir gibi git gide bir basınç oluşuyordu. En son yavaş yavaş adımlarla şoföre mola istemeye gidiyordum. Yavaş yavaş adımlarla gitmemim sebebi sanki attığım her adımda barajın duvarına vuran bir ekskavatör darbesi gibi hissediyordum. Bir yandan da durmazsa ne derim? Diye düşünüyordum. Çünkü bu otobüs ecabat- Çanakkale feribotuna yetişmesi lazımdı feribot kaçırması demek en az 45 dakika rötar yapması demekti. Mola harici durması küçük bir ihtimal, şoförün bana çocuk musun? Niye otogarda gitmedin? vb. çıkış yaması yüksek ihtimaldi. En son aklıma şu müthiş! Fikir geldi. Duramam derse bende ona;
-"Ağabey zaten gece sen orta kapıyı aç ben işerim kimse görmez" diyecektim. Zaten gece vaktiydi...
Şoförün yanına gittim. Mola verip veremeyeceğini sordum tamam ilk benzinlikte dururuz dedi. 5 dk kadar sonra benzinlik göründü ama o 5 dk izafiyet teorisini kanıtlar derecede bir 5 dk idi geçmek bilmedi. Neyse ben indim bir koşu gittim, tuvalete girer girmez kapakları açılmış bir baraj gibi akıyordu mübarek sanki saniyelerle yetişmiş gibiydim. Abartısız 1 dakika işemişimdir kesintisiz. Sonra acele ediyorum ya terslik illa ki olacak fotesel bir türlü kapıyı açmıyor bir yandan da korkuyorum araba gemiyi kaçırırsa bir otobüs insanla nasıl laf yarıştıracağım.
Diye neyse ki zıpladım falan dokundum açtı kapıyı koşa koşa otobüse bindim. Ve işemiş olmanın verdiği rahatlıkla termosumda ki çayımı yudumladım... (Bu arada feribota yetiştik)
Son düzenleyen: Moderatör: