İkinci meditasyonunda Descartes’ın ortaya attığı soru, zihinsel faaliyet hakkındadır. Eğer bir şeyden şüphe duyuyorsa ya da bir şeyi onaylıyorsa, istiyorsa veya düşünüyorsa, o zaman bu faaliyetler onun var olduğu anlamına geliyordu. Böylece, “Düşünüyorum; öyleyse varım”, Descartes’ın elindeki ilk bilgi parçası oldu.
Bildiği. tek şey, var olduğuydu. Nasıl mı? Çünkü bu, şüphe edemeyeceği tek şeydi. Diğer bir ifadeyle, ne zaman var olduğundan şüphe duymaya kalksa, varlığının gerçek olduğunu görüyordu. Şu kötü cine gelince bırakın istediği kadar kandırsın, dedi. O (Descartes) kendisinin bir şey olduğunu düşündüğü sürece, her şeye gücü yeten bir hilekar bile asla onun hiçbir şey olmadığını ileri süremezdi. Şüphe etme eylemi burada kendi kendisini engelleyen bir davranıştı, çünkü şüphe eden bir varlığın şüphe edebilmesi için önce var olması gerekiyordu. Descartes’ın bu feryadı, şu önermeyle ifade buldu: “Benim, Varım, ifadesi ne zaman benim tarafımdan söylense ya da zihnimde tasavvur edilse, doğrudur, gerçektir.”
Descartes bilgiye giden araştırmalarını başlatmak için bu gerçeği çıkış noktası olarak kullanır. Fakat bu “ben” nedir? Bir keresinde, insanın “akıllı bir hayvan” olduğu söylenmiştir. Peki, hayvan nedir? Ya da akıllı olmak ne demektir? En başta, kimliğinin bir kısmının bedensel özelliklerle -kollar, bacaklar ve diğer parçalarının işlerlik gösterdiği mekanik durumun bütünü- alakalı olduğunu düşünmüştür. Ama sonra bedenler konusunda da yadsınamayacak, meşru bir şüphe ortaya atmıştır. Neticede kendisinin “düşünen bir şey” olduğunu bilmektedir. Yani o şüphe duyan, onaylayan, anlayan, inkar eden, isteyen bir varlıktır. Bu da bizim düşünme özelliğimizin ne olduğuna dair daha net bir resim sunmaktadır.