Yaşlı Adam ve Deniz

Blog detayları

Yaşlı Adam ve Deniz

Yaşlı Adam ve Deniz, Ernest Hemingway’ in Pulitzer ve Nobel Edebiyat ödülü almış, 1958 yılında beyaz perdeye uyarlanmış bu kısa romanı, biz okurlara talihi uzun zamandır kötü giden yaşlı bir balıkçı olan Santiago’nun denizle ve hayatla sürdürdüğü mücadelenin bir bölümünü anlatıyor.

Özet

Yaşlı adam ensesinde derin kırışıklıklarla zayıf, bir deri bir kemik bir adamdı. Tropik denizden yansıyan güneşin sebep olduğu yararlı cilt kanserinin esmer lekeleri vardı yanaklarında. Lekeler yüzünün yanlarından aşağı kadar iniyordu ve ellerinde, misinaya takılan ağır balıkları çekmekten yer yer derin yara izleri vardı. Neşeli namağlup deniz rengi gözlerinden başka her şeyi kocamıştı. Balık mevsimi açıldığından beri her gün denize açılıyordu fakat 84 gündür bir balık bile tutamamıştı. Balık tutmaya giderken yanında olan bir çocuk vardı Santiago’nun. Yaşlı adam küçüklüğünden beri bu çocuğu, balık mevsiminde yanına çırak olarak alırdı. Balık tutmayı çocuğa o öğretmişti fakat küçük çocuğun ailesi yaşlı adamın –kısmetsizliğin en fena hali olan- salao olduğunu söylemiş ve onların talebiyle daha ilk haftadan üç koca balık yakalayan başka bir kayığa geçmişti. Yaşlı adamın her gün kayığıyla eli boş dönmesi çocuğu çok üzüyor, onun eşyalarını taşımasına yardım ediyordu. 85. gün sabahı yaşlı adam büyük bir umutla denize açıldı ve daha fazla balık bulabilme umuduyla yanındaki diğer balıkçılardan daha fazla açıldı. Karanın kokusunu ardında bırakarak okyanusun temiz seher havasına doğru kürek çekti. Yaşlı adam yeterince açıldıktan sonra oltalarını ve misinasını denize saldı, beklemeye başladı. Oltalarını attığından kısa bir süre sonra bir kıpırdama hissetti, oltayı eline aldı çekmeye başladı ama çok ağırdı, yaşlı adam balığın çok büyük olduğunu anladı. Balığı daha rahat çekmek için balığı yormayı düşündü ve teknenin balığın rotasıyla açıklara gitmesine izin verdi. 4 saat geçmişti ama balık hiç derinliğini değiştirmeden düz bir şekilde yoluna devam ediyordu. Yaşlı adam balığın neden oltadan kurtulmaya çalışmadığını merak etti, belki de balık daha önceden de bir oltaya yakalandığı için şimdi kaçmasının bir işe yaramayacağını biliyordu. Gece olmuştu, hava kararmıştı. Balık pes edecek gibi değildi, yaşlı adam bu gecede denizde kalacaklarını anladı. Yaşlı adam aslında hiç dindar değildi ama balığı yakalarsa dualar okuyacağına dair tanrıya söz vermişti. Eli uyuşmaya başlamıştı. Güneş görürse elinin uyuşukluğunun geçeceğini düşündü. Elinin uyuşukluğu geçene kadar balığın hareket etmemesi için tanrıya dualar etti. Ama işler istediği gibi gitmedi. Balık aniden denizden yukarıya sıçradı sonra derine indi az kalsın kayığı batıracaktı. Yaşlı adam balığın hareketini beklemiyordu, hazırlıksız yakalandı balık aniden ipi çekine adamın eli kanlar içinde kalmıştı neyse ki elindeki uyuşukluk geçmişti. Yaşlı adam çok yorgundu bir gündür sadece sabah yolculuğa çıkmadan önce büfede içtiği iki fincan kahve ve her zaman kayığının pruvasında tuttuğu bir şişe suyla idare ediyordu. İki gün daha geçti balıktan ses seda yoktu. Yaşlı adam her zaman tetikteydi ama çok acıkmıştı ve çok yorulmuştu, dünden beri sadece avladığı Lambuka balığının bir kısmını yemişti ama tuz ve misket limonu olmadığı için balık yemek ona işkence gibi gelmişti. Aniden balık hareket etmeye başladı etrafında birkaç kere döndü ve suyun yüzeyine yaklaşmaya başladı. Yaşlı adam zıpkınını eline aldı ve balığa sapladı. Balık artık ölmüştü. Yaşlı adam avını yakaladığı için mutlu olmuştu ama balığın ona hiçbir zararı olmamasına rağmen öldürdüğü için vicdanı sızlamıştı. Balığı, kayığının yanına bağladı ve Havana’ya doğru yola çıktı. Tam kayığının pruvasına oturmuş dinlenecekti ki bir köpekbalığının geldiğini gördü. Kayığın kıçına geldi uygun zamanı bekledi ve köpekbalığına doğru hamle yaptı. Zıpkını köpekbalığına sapladı ama geri çekemedi. Zıpkınını kaptırdı artık kendini savunacak bir aleti kalmamıştı. Üstelik köpekbalığı, balığın bir tarafını ısırmıştı ve kanlar okyanusa doğru yayılmıştı. Diğer köpekbalıkları kanın kokusunu alıp geleceklerdi. Gelecek köpekbalıklarını önlemek için kayıktaki sopanın ucuna bıçağını bir iple sıkıca bağladı. Yine dinlenmek için oturacaktı ki bir köpekbalığı sürüsünün geldiğini gördü. Bu sefer balığı savunmak önceki kadar kolay değildi. Hem zıpkını yoktu hem de sayıları çok fazlaydı. Kendi yaptığı zıpkınla önlemeye çalıştı fakat sürü gittiğinde dörtte birinden bile daha azı kalmıştı. Başaramamıştı, denize karşı verdiği mücadelede başarısız olmuştu. Eve döndü, saat çok geç olmuştu. Pantolonunu katlayıp başının altına koydu, üstüne gazeteler serilmiş döşeğine yattı ve derin bir uykuya daldı. Sabah oldu küçük çocuk acaba yaşlı adam geldi mi diye kulübeye koştu adamı orada görünce çok sevindi. Yaşlı adam hala uyuyordu, çocuk büfeye gitti ve adam için kahve ile su aldı. Büfede gezi için gelmiş turistler ve diğer balıkçılar, yaşlı adamın yakaladığı balığa bakıyordular. Herkes hayretler içinde kalmıştı ve bu yaşında tek başına denize açılmasına rağmen bu kadar büyük bir balığı tuttuğu için yaşlı adama saygı duyuyorlardı. Küçük çocuk eve gittiğinde yaşlı adam hala yatıyordu, çocuk sandalyeye oturup yaşlı adamı seyretmeye başladı…

Kendi Yorumum

Sanırım, Yaşlı Adam ve Deniz benim şu ana kadar okuduğum en güzel romanlardan biri. Kitabın çok sade ve akıcı bir dili olmasına rağmen yazar kitapta birçok söz sanatı kullanmayı ve ince mesajlar verebilmeyi başarmış. Ben, kitaptaki yaşlı adamı insana, denizi hayata, balığı hayal ve hedeflerimize, köpekbalıklarını hayatta karşımıza çıkan engellere, yaşlı adamın yanındaki çocuğu da hayatta yanımızda olan insanlara benzettim. Yani, biz her zaman düşmanlarımız olmasa bile hayal ve hedeflerimizi gerçekleştirmek için hayatla-deniz- mücadele ederiz, düşmanlarımız-köpekbalıkları- bu mücadeleyi zorlaştırır ve dostlarımız-çocuk- bu mücadeleyi kolaylaştırır. Ama dostlarımız -çocuk- her zaman bizim yanımızda olamazlar. Her ne kadar yanımızda dostlarımız olsa da hayatın merdivenlerinin bazı basamaklarını tek başımıza çıkmak zorunda kalabiliriz. Böyle zamanlarda asla pes etmemeli, büyük bir azim ve mücadele ile yolumuza devam etmeliyiz.



Burada da kitaptan aldığım alıntıları yorumladım;



“İhtiyarlar niye öyle şafakla uyanırlar bilmem. Günü azıcık daha uzun yaşayabilmek için mi acep?”

Yazar bu cümlede, yaşlandıkça insanların uyku süresinin daha az sürmesi bilimsel gerçeğini, yaşlandıkları ve ömürlerinin sonuna yaklaştıkları için erken kalkıp günü daha fazla yaşayabilmek düşüncesiyle bağdaştırmıştır.




“Ne var ki güneşi, yıldızları, ayı öldürmeye kalkmadığımıza iyi ediyoruz. Denizlere çıkıp gerçek kardeşliklerimizi öldürmek yetiyor bize.”

Yazar bu cümlede, maalesef çağımızın bir nevi hastalığı olan kardeş gibi gördüğümüz insanlar tarafından en ufak bir çıkar için bile yüzüstü bırakılmamıza değinmiş.





“Umutsuzluğa kapılmak ne saçma bir şey! Üstelik de günah."

Bazen hayatta başımıza kötü ve bizi hayattan bıktıran şeyler gelebilir ama ne olursa olsun pes etmemeliyiz, Theokritos’ un “Yaşayanlar için umut her zaman vardır. Umutsuzluk, ölüler içindir.” Sözü de asla vazgeçmememiz gerektiğinin bir kanıtıdır.




"Başkaları böyle yüksek sesle konuştuğumu duyacak olsa deli olduğumu düşünür " Diye söylendi. Fakat kendim deli olmadığımı bildikten sonra vız gelir, ne derlerse desinler.”



Maalesef hayatımızın her alanına yerleşmiştir bu “insanlar ne der?” düşüncesi. Bu bir kâbus, insanların mutluluğunun önündeki en büyük engellerdendir, bir işe başlamadan önce, kalabalık bir yere gitmeden önce, fikirlerimizi açıklamadan önce bu düşünce maalesef aklımıza takılır. Bu düşünce, başarısızlığın en büyük nedenlerinden biridir. Mesela Apple şirketinin eski ceosu Steve Jobs her gün aynı kıyafeti giyiyordu bunun ona bir eksisi olmadı hatta aklını işine daha çok vererek daha başarılı olmasını sağladı. “O şöyle düşünürse, bu böyle derse” diye kendimizi bir kalıba sokarsak, o insanlara kendimizi kul köle yapmış, hayatımızın kullanım şeklini onlara vermişiz demektir. Toplum içerisinde başımıza utanç verici bir olay geldi diyelim o toplumda olan insanların bizi daha sonra görüp görmeyeceği ne malum, olay bir süre sonra unutulacak herkes yaşamına sanki olay hiç olmamış gibi devam edecektir. Bu yüzden bu düşüncenin davranışlarımızı yönetmesine izin vermemeliyiz.





“Şimdi yanında olmayanları düşünmenin sırası değil. Olanla ne yapabilirsin onu düşün.”



Yazar burada, maalesef çağımızın çocuklarının hastalığı olan “sahip olduklarıyla yetinememe” ye değinmiş. Her zaman olduğun duruma şükretmelisin derler hep büyüklerimiz ve bu sözlerinde çok haklıdırlar. Hayatta olduğumuz durumdan daha kötü durumda olan birileri her zaman vardır bu yüzden halimize her zaman şükretmeli ve asla isyan etmemeliyiz.



"Biriyle konuşmanın, kendi kendine konuşmaktan, denizle konuşmaktan çok daha güzel olduğunu fark etti.”



“Zaten” diye düşündü, “Herkes, her şeyi öldürüyor."



“İnsan, ihtiyarlığında bir başına kalmamalı”



“Balık nasıl balık olmak için yaratılıyorsa sen de balıkçı olmak için yaratılmışsın.”



“Her gün yeni bir başlangıçtır. Elbette insanın şansa da ihtiyacı var. Ama önce gerekeni yapmalı ki, şans kapıyı çaldığında insan hazır bulunsun!”



"Gençken bilgi ağacını dikmezsek, ihtiyarlığımızda gölgesinde barınacak ağacımız olmayacaktır."



"Zor bulunanlar çabuk yitirilir bazen."



"Her gün yeni bir gündür."



"Okyanus böyle vahşi ve acımasız olurken zavallı kuşlar niye böyle narin ve güzel yaratılmış acaba?"



“Borç almaktan hoşlanmam. Bir defa borca alıştın mı sonra dilenirsin.”



‘’İnsan yenilmek için yaratılmadı. Âdemoğlu mahvolur ama yenilmez."



Ersan Bekir Demirtaş ~


Merhaba arkadaşlar, bu benim ilk makalem umarım beğenirsiniz, yapıcı eleştirilerinizi bekliyorum.



  • 0000000213528-1.jpg
    0000000213528-1.jpg
    33,9 KB · Görüntüleme: 52
  • 0000000213528-2.jpg
    0000000213528-2.jpg
    46,5 KB · Görüntüleme: 14
  • 1440279536_b.jpg
    1440279536_b.jpg
    13,7 KB · Görüntüleme: 23
Geri
Yukarı