Geçende yurt dışından geldim bir taksiyle eve gidiyorum. Ben yolda taksicilerle sohbet etmeyi severim. Her iş kolunda olduğu gibi en efendisinden en boşuna kadar bir sürü şoförle karşılaşabiliyorsunuz. Fakat hepsini anlatacak bir hikayesi oluyor. Her taksicinin söylediği “abi bunları yazsam roman olur” sözüne inanırım. Hikayelerini dinlerken yolun nasıl geçtiğini bile anlamıyorsunuz. Havalimanı taksisi olduğundan söz İstanbul’un trafiğinden açıldı. Trafik her İstanbullu’nun en büyük derdidir malum. Taksicinin aldığı bir yolcu yurt dışındayken İstanbul’un herşeyini hatta trafiğini bile özlediğini söylemiş. Bende Istanbul’u, özellikle de Boğazı çok özlüyorum. Ama trafiği kesinlikle özlemiyorum. Hatta kaldırıma park eden arabalardan nefret ediyorum. Bu konuda gayet mantıksız bir teorim var. Bir gün tüm yayalar anlaşıp kaldırımda duran her araba başına bir kişi olmak üzere araç yolunda durup sohbet etse nasıl olur acaba ? Trafik sonsuza kadar kilitlenir değil mi ? Birde üstüne dayak yersiniz. (Bunun için bu eylemde zebellah gibi zenciler kullanmak gerek !) Oysa aynı şeyi düşünmeyen araç sahipleri bu hareketlerine devam ediyorlar. Nasılsa biz yayalar cambazlığa alışkınız. Yola inip kaldırıma geri çıkarız. Ama onların metal yığınları bizim canımızdan daha değerlidir. Üstelik kaldırıma araç çıkmasın diye bir gün önce konulan babalar ertesi gün kırılır. Yani kimse zorla medenileştirilemez ! Medenileştirmek istersen kırarız !
Istanbul’u çok seviyorum. Ama trafik kırolarından da, kadın erken fark etmez, son derece rahatsız oluyorum. Ben bunu burada yazınca hiç bir şey değişmeyecek biliyorum. Tıpkı geçen ay yazdığım asker uğurlaması gibi. Ama bir kişiyi bu konuda düşünmeye sevk edip fikrini değiştirebilirsem ülkeme bir katkı sağlayacağımı ve o bir kişinin de başkalarını değiştireceğini biliyorum. Bu da bana yeter.