Atatürk, 4 Ocak 1922'de Lenin'e ikinci mektubu gönderdi ve mektupta kapitalizm ile emperyalizmi aynı kefeye koydu:
"Türkiye Rusya’ya, bilhassa son birkaç ayın Rusyasına Batı Avrupa’ya olduğundan çok daha yakındır. Memleketlerimiz arasında bir diğer ve daha mühim benzerlik, bizim kapitalizm ve emperyalizme karşı mücadelemizde yatmaktadır. Sizi temin ederim ki, Sovyet Rusya’ya karşı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlaşmaya ve ittifaka dahil olmayacağız."
Lakin Kurtuluş Savaşı başarıyla neticelendikten sonra Türkiye hızlı bir şekilde liberalleşmeye ve batıcılığa gitmiş, "şark" mefkuresinden "garp" mefkuresine hızlı bir dönüş yapılmıştı.
1923 İzmir İktisat Kongresi'nde yaptığı "Zannolmasın ki, ecnebi sermayesine hasımız; hayır..." konuşması ve 1935 İzmir Fuarı'nda yaptığı "Fertlerin hususi teşebbüslerini ve şahsi kabiliyetlerini esas tutmak..." konuşmasıyla liberal bir ekonomi istediği ortaya çıkmıştır.
Öyle ki, Kemalist devrim, Sovyetlere göre artık bir kitle hareketinden çok mutlak kapitalizm olmuştu. Stalin, Mao, Ho Şi Minh gibi sosyalist liderler de Atatürk'ün "diktatör", Kemalizm'in "kapitalist" olduğunu öne sürüyorlardı. Onlara göre Kemalist devrim bir burjuva hareketi olmuştu.
Bütün bunlar göz önüne alındığında Atatürk, sosyalizme meraklı değildi. Bolşevikler hakkında Atatürk'ün sözleri şunlardır:
"Bolşeviklerin kendilerine mahsus birtakım esasları, bakış açıları vardır. Ben şahsen bütün vuzuh ve teferruatıyla bunlara vakıf değilim..." (Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, sf. 215)
Yani, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı sırasındaki bütün sol yanlısı konuşmaları, onun pragmatizminin, ülke menfaati için gerekeni yapma düşüncesinin bir ürünüdür. Atatürk için Sovyetler, "düşmanlarının düşmanları"dır.