Bu Konuda Technopat Sosyal'in Özelliklerini Deneyebilirsiniz

Bsdafgdsagsdgasdgsagsdsagsdagdsa😃🤪😍🥰😌😝🤪😔😂SDVGDFASGDSAGSDAVsdgagsgsa🙁 gasgsagdsgagsdaffffffffffffffsaaafgsadgasdgasdgsdagsagfsa
selamın aleyküm
aleyküm selam

wow
fofsdaf
sasas
masa
insanazor
efendim
Bu hayat kime zor
insanazor
efendim
 
Bu deneme mesajıdır

PazartesiÇarşambaSalıPerşembe
🧳🧳🧳🧳
mn
denemedenemedeneme

PazartesiÇarşambaSalıPerşembe
🧳🧳🧳🧳
mn
denemedenemedeneme

büyük başlıksaha daha büyik


Deneme mesajıdrı
Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini yerleştirmek için izninize ihtiyacımız olacak.
Daha detaylı bilgi için, çerezler sayfamıza bakınız.
😢

DENEMESİ BEDAVA
AB C
1
2
3
4
5
6
7
8
9
 
Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir kasabada, Braunau am Inn'de
dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir. Hem bu
birleme, iktisadi sebeplerin sonucu olmamalıdır. Bu birleme, iktisadi bakımdan zararlı olsa
bile, mutlaka olmalıdır. Aynı kan, aynı imparatorlua aittir. Alman kavmi, kendi evlatlarını
tek bir devlet halinde bir araya toplamadıkça, sömürge siyaseti çalımalarında bulunmayı hak
etmeyecektir. Alman sınırları bütün Almanları ihtiva ettii zaman bu nüfusu besleyemeyecek
kadar güçsüz olduunu tahakkuk ederse; bu kavmin hissedecei gerek ve zorunlulukta

yabancı topraklar elde etmek için hak sahibi olacaktır, ite o vakit, sapan yerini kılıca bıra-
kacak ve temiz gözyaları gelecekteki dünyanın ürünlerini hazırlayacaktır. Dünyaya gözlerimi

açtıım ehrin durumu, yukarıda açıkladıım büyük ve erefli bir görevin sembolü gibi
görünüyordu. Bu ehrin büyük bir hatırası vardı. Bu hatıra her Alman milliyetçisini kendisine
çekecek büyüklükte idi. ite bu ıssız, bu köede kalmı memleket yüzyıl önce milletimizin
tarihinde ölmez olaylar görmü ve hatırlandıında her milliyetçi Almanı üzecek bir faciaya
sahne olmuu. Almanya'nın yıkılmasına ramak kaldıı devrede Nürenberg’de kitapçı dükkanı
sahibi olan, milliyetçi (nasyonalist) ve Fransız dümanı Johannes Palm Almanya urunda
canını vermekten çe-kinmedi. Feci olaydaki ortaklarını açıklamamakta gösterdii cesaret her
Almanın ders alacaı bir fedakarlık örnei idi. Leo Schlageter de fedakar kitapçının izinden
yürümütü.
O da Johannes Palm gibi, kendi hükümetinin bir temsilcisi tarafından Fransa hükümetine
gammazlanmıtı. Agusbourg'un polis müdürü olan Leo Schlageter, bütün Alman
milliyetçilerini üzen, fakat feci olduu kadar erefli olan bir sonla karılamıtı, ite Leo
Schlageter'ın bu tutumu Severing Hükümetinin yeni Alman memurlarına örnek olmutu.
Annem ve babam 1890 yılına doru kan itibariyle Bavyeralı, fakat siyaset bakımından
Avusturyalı küçük Inn ehrinde ikamet ediyorlardı. Babam görevine balı bir memurdu.
Annem ev kadını idi. Ev ileri ile megul olurdu. Annem ve babam çocuklarının üstüne
efkatle titrerlerdi. Hayatımın bu bölümleri bende çok az iz bırakmıtır. Aradan birkaç yıl
geçtikten sonra babam Braunau am Inn'den biraz daha uzakta Passan'da yeni bir göreve
baladı. Passan asıl Almanya'da idi ve babam yine memurdu. O günlerde Avusturyalı
memurların memuriyet hayatlarında birçok tayin, nakil ve takaslar söz konusu olurdu, ite bir

gümrük memuru olan babam da bir müddet sonra Linz'e döndü. Babam Linz'de me-
muriyetteki görevine bir süre daha devam ettikten sonra emekli oldu. Emeklilik sevgili babam

için hiçbir zaman bir dinlenme devresi olmayacaktı. Babam bir çiftçi ailesinin olu idi. Genç
yata evini terk etmek zorunda kalmıtı. 13 yaında iken çıkınını hazırlayıp köyünü terk etti.
Köylülerin ısrarlı uyarılarına ramen bir sanat sahibi olmak üzere Viyana'ya gitti. 1850
yılında cebinde sadece üç ecus ile böyle bir karar vermek, cesaret isteyen bir iti. 4 yıl
Viyana'daki çalıması sonunda babam esnaflıkta biraz ilerlemiti. Ancak bu gelime babama
yeterli gelmiyordu. O günlerin yoksulluu babamı daha iyi bir mevkie sahip olmak için
mesleini bırakmaya zorluyordu. Köyde yaarken papazın yaayıı onun gözünde insanların
yaayılarının en son sınırı olarak görünüyordu. Oysa imdi büyük ehir onun fikirlerini
deitirmi, yeni bir görüün sahibi yapmıtı. Artık babam memuriyeti her eyin üstünde
tutuyordu. 17 yaında henüz bir delikanlı iken her türlü yoksulluk ile karı karıya olmasına
ramen, kararlı bir ekilde hedefine ulamak için bütün fedakarlıklara katlanıyordu. Sonunda
hedefine ulatı ve 21 yaında iken memur oldu. Böylece baba ocaına "adam" olduktan sonra
dönmek üzere ettii yemini yerine getirmi oluyordu. Köyde kimse onu hatırlamıyordu ve o
da köyü yabancı buluyordu. imdi 56 yaında idi. emekli olmutu, ama bo durmak
istemiyordu. Avusturya'nın Lambach kasabasında arazi satın aldı. Topraı iletmeye baladı.
Uzun memuriyet görevinden sonra hayatının son halkasında tekrar aile kaynaına dönüyordu.
Zevklerim, beni babamın hayatına benzer bir hayata itmiyordu. Konuma yeteneim,
çocukluk arkadalarıma verdiim, ikna edici ve daha dorusu kandırıcı söylevlerle olumaya

baladı. Kendi kendimi zor idare edebilen küçük bir lider olmutum. Bu arada iyi bir örenci
olduumu da söyleyebilirim. Çalımak bana kolay geliyordu. Bo zamanlarımda "Lambach
Chanoine"lerin yanında an dersleri takip ediyordum. Dini yortuların ihtiam dolu gösterileri
beni mest etmeye yetiyordu, ite bu durum tıpkı babam gibi düünmeme sebep oluyordu.
Köyünün papazının yaayıı babamı nasıl büyülemi ise, muhterem peder Abbe de benim
gözümde büyüyor ve bana hedef olarak gözüküyordu. Konuma yeteneim babam tarafından
takdir edilmiyordu. Ailem benim davranılarımdan dolayı endieleniyordu.
Konuma hevesim yava yava kaybolurken, kiiliime daha uygun becerilerim ortaya
çıktı. Babamın kütüphanesinde elime geçen askeri konularla dolu çeitli kitapları ve 1870 -
1871 Alman Fransız savalarına ait yazıları büyük bir dikkatle okuyordum. Kısa zamanda
kahramanlık, ahlaki düüncelerimde birinci sıraya geçti. Savaa ve askerlie ait eylerin
tamamını her türlü kaynaktan toplamaya baladım. Bu, aynı zamanda bir gerçein ortaya
çıkııydı ve bazı sorular aklımı karıtırmaya baladı. Öyleya, bu savaları yapan Almanlarla
dierleri arasında fark var mıydı? Babam dahil bütün Avusturyalılar neden bu savaa
katılmadılar? Bizler (yani Avusturyalılar) dier Almanlarla aynı deil miydik?
Bu sorular beynimin içinde dönüp duruyordu. Sonunda bütün Almanların Bismarck
Hükümeti'ne dahil olmak saadetine sahip bulunmadıkları hükmüne vardım.
Nihayet eitim zamanı gelip çattı. Babam benim davranılarımdan lise eitimi için bir
becerim olmadıı sonucuna varıyordu ve benim için Realschule'yi daha uygun buluyordu.
Babamın bu karara varmasına biraz da resim alanındaki yeteneim sebep oluyordu. Babam
Avusturya liselerinde resim dersinin geçitirildiini söylüyordu. Kendi hayatının zorluklarla
dolu çalıma dönemi, onu, gözünde uygulamada hiçbir faydası olmayan "humanites"den
uzaklatırıyordu. in esasına bakılırsa babam, beni de kendi gibi memur yapmak istiyordu.
Yoklukla geçen gençlik devresinden sonra elde ettii küçük mevki babamda bu kararın
domasına sebep oluyordu. Hatta benim daha da yüksek bir memuriyete girmemi istiyordu.
Amacı benim hayatımı kolaylatırmaktı.
Bir vakitler kendi hayatının en büyük halkalarını oluturan eyin, benim tarafımdan kabul
edilmemesine bir türlü akıl erdiremiyordu, ite bu yüzden babamın kararı basit, emin ve çok
doaldı. Hayat kavgasının kazandırdıı çelik gibi bir karaktere sahip olan babam, benim, daha
dorusu tecrübesiz bir delikanlının gelecei hakkında karar vermesine izin vermiyordu.
Fakat sonunda i bambaka oldu.
Babam beni memur yapmak istiyordu. On bir yaımda idim. Derhal babama karı çıktım.
Memur olmak istemiyordum. Öüt ve sert hareketler beni yenemedi.
Babam kendi hayatına ait bir sürü hikayeler anlatarak bende de memur olma istei
uyandırmak için bir hayli çaba harcadı. O ne kadar çaba gösterdi ise ben de o kadar direndim.
Aslında anlattıı öyküler bende hep olumsuz etki yaptı. Günün birinde karanlık bir odada
masa baında oturacaımı, daha dorusu hapis olacaımı ve vaktimi istediim gibi
harcayamayacaımı, günlerimi birtakım kaıtların arasında geçireceimi düündükçe
memuriyete karı duyduum tiksinti gittikçe kabarıyordu.
Realschule'ye devam ettiim sürece vaktimi geçirmek hususundaki daha önceki
alıkanlıklarımda bir deiiklik olmadı. Okulun öyle uzun çalımayı gerektirmeyen dersleri,
benim zamanlarımı açık havada deerlendirmemi salıyordu, îte bugün siyasi dümanlarım,
benim gençliimde neler yaptıımı ortaya koymak için, çocukluk devreme varıncaya kadar
hayatımın bütün devrelerini büyük bir dikkatle aratırdıkları zaman, bana mutlu günlerimi
tekrar yaama fırsatı vermi oluyorlar. Bu yüzden kendilerine teekkür ederim.
Realschule'ye devam ettiim günlerde yaayıımda bir deiiklik olmadı. Babamın beni
memur yapma çabaları ve benim direnmem devam ediyordu. Bu duruma tahammül
ediyordum. Kendi düüncelerimi gizleyebiliyor, böylece babamla devamlı bir çatıma içine
dümüyordum. Hiçbir zaman memur olmama kararım kesindi. Bu karar beni mutlu
yaatmaya yetiyordu.

Fakat sonunda babamın düünceleri, benim idealim ile karılaınca iler çatallatı o sıralarda
on iki yaımda idim. Bir gün ressam olmam gerektiine karar verdim. Bu nasıl oldu, imdi
tam hatırlayamıyorum. Desinatörlük yeteneim su götürmezdi. Hatta babamın beni
Realschule'ye kayıt ettirmesinin sebeplerinden biri de bu yeteneimi görmü ve sezmi
olmasıydı. Ancak babam, benim ressam olacak kadar bu yeteneimi gelitireceimi aklına
getirmiyordu. Onun tek düüncesi beni memur yapmaktı. Bundan uzak durduumu gördüü
ve tam olarak anladıı zaman ilk defa bana ne olmak istediimi sordu. Ben kararımı çok önce
vermitim. Derhal u cevabı verdim: "Ressam" Babamın adeta dili tutulmutu. Önce benden
üphe etti. Sonra yanlı iittiini sandı. Fakat düüncelerimi ve idealimi tam örenince,
iddetle karı koydu. Benim yeteneimle ilgili düüncelerime hiç önem vermedi.
"Ressam mı olmak? Hayır... hayır... asla!.." diyordu. Fakat kendisi ne kadar inatçı ise, onun
olu da, yani ben de, o kadar inatçı idim. inatçılık babadan ola geçmiti. Baba "asla" deyip
duruyordu, ben de "her eye ramen" diye direniyordum. Çatıma böylece kaldı.
Bu karıtlıın sonuçları pek ho deildi. Babamın hayatı acılarla doluydu. Ben kendisini çok
seviyordum. Oysa babam ressam olmak isteini benden tamamen çekip koparmaya
çalııyordu. Sonunda ben biraz daha ileri giderek, artık örenim yapmayacaımı söyledim
Otoritesini kuran babam, benim bu çıkılarıma kulak asmadı, yeniden ben oldum. Böyle
olunca ben de dikkatli bir sessizlie büründüm. Realschule'den istifade edemediimi görünce
babamın ister istemez arzuladıım hedefe doru beni rahat bırakacaını hayal ediyordum.
Bunda baarılı olacak mıydım? Bilmiyordum. Bilinen bir ey varsa, o da benim okulda
baarısız bir örenci olduumdu.
Okuldaki baarısızlıım gözle görülür gibiydi. Houma giden derslere çalııyordum. Zevkle
çalıtıım derslerden tam not, dierlerinden ise "orta" ve "zayıf " notlar alıyordum. En çok
tarih ve corafya
derslerinde baarı gösteriyordum.
te bu sıralarda "milliyetçi" oldum ve tarihin gerçek anlamını anlamayı, idrak etmeyi ve bu
konuya nüfuz edebilmeyi örendim.
Eski Avusturya'nın sınırlan içinde çeitli milletler yaıyordu. O günlerde Reich'a mensup
olanların, böyle bir devlette herhangi bir kimsenin, günlük hayatının ne ekil alabileceini
tanımlaması çok zordu. Kahraman orduların büyük zafer yürüyülerini andıran Alman Fransız
Savaı'ndan sonra, Almanların sınırlarının ötesinde kalan Alman topraklarına, duyulan ilgi her
geçen gün biraz daha azalıyordu. Çou kimse bu dıarıda kalan Alman topraklarının deerini
bilmeye yanamıyor veya bu i de aciz kalıyordu. Özellikle Alman olan Avusturyalılar çökü
halinde bulunan bir hanedan ile, salam bir ırkı birbirine karıtırıyorlardı. Gerçekten de elli iki

milyonluk bir devlete kendi üstünlüklerini ve meziyetlerini kabul ettirebilmeleri için Avus-
turyalı Almanların en iyi ırk olmaları gerekirdi. Halbuki Almanya'da, Avusturya'nın bir

Alman devleti olduu sanılıyordu. Bu tanım büyük bir hataydı. Öyle ki çok kötü sonuçlar
verebilirdi. Fakat bu hatalı tanım, doudaki on milyon Alman için gurur verici bir görütü.
Reich'a dahil olan Almanlardan pek çou, Avusturya'da Alman dilinin ve Alman okullarının
zaferi için daha dorusu Avusturya'da Alman kalabilmek için devamlı ekilde çalımanın
gerektiini bilmiyordu. Bugün bu üzücü gerçek, Reich'ın tarihinde yabancı egemenlii altında
müterek vatan düünen, dikkatlerini bu düünceye toplayan ve hiç olmazsa ana diline kutsal
hakkı elde etmee çalıan birkaç milyon ırkdaımız tarafından görülmektedir. Fakat bununla
beraber, ırkı için mücadele etmenin ne demek olduu daha büyük bir çevrede idrak
edilmektedir. Hiç üphe yok ki, bazı kimseler Reich'ın dou sınırındaki Almanlıın
büyüklüünü takdire yanaıyorlardı. Avusturya asırlar boyunca bu Almanlıı douya karı
korudu ve daha sonra da ufak çapta savalarla Alman dilinin sınırlarının daralmasına engel
oldu. Bu direni sırasında ise, Reıch sömürgelerle ilgileniyor, fakat kapısının eiindeki kendi
kanını ve kendi elini önemsemiyordu. Her zaman, her yerde ve her kavgada görüldüü gibi

eski Avusturya'nın diller rekabetinde de üç çeit insan göze çarpıyordu: "Mücadele edenler,
suya sabuna dokunmayanlar ve hainler."
Bu duruma ilkokullardan itibaren rastlanıyordu. Halbuki gelecek nesillerin, yetiip meydana
çıktıkları bu yerlerde "dil kavgası"nın bütün iddeti ile hüküm sürdüüne dikkat edilmesi
gerekirdi, ite burada "çocuu fethetmek" söz konusudur. Kavganın ilk daveti çocua hitap
etmek olmalıdır.
Alman erkek çocuu, bir Alman olduunu unutma. Alman kız çocuu bir gün gelecek bir
Alman annesi olacaksın, daima bunu düün. Gençliin ruhunu anlamasını bilen kimse, onların
böyle bir daveti büyük bir sessizlik ve nee ile dinleyebileceini de takdir edebilir. Gençlik
daha sonra mücadeleyi çeitli zorluklara ramen, kendisine göre ve kendisine özgü silahları
ile idare edecektir. Yabancıların arkılarını söylemekten kaçınacaktır. Gençlik, Alman an ve
erefinden uzaklatırılmaya ne kadar uraılırsa o bu adi mücadeleye o kadar karı koyacaktır.
Kendi harçlıklarından arttırarak, sava hazinesi biriktirecektir. Yabancı öretmenlere karı asi
olacak ve daima uyanık bulunacaktır. Kendi ırkının yasaklanmı sembollerini takacak ve bu
hareketinden dolayı ceza görmekten ve hatta dayak yemekten ayrı bir sevinç duyacaktır. Yani
gençler, büyüklerin doru birer örnei olacaklardır. Hatta bu küçük örneklerin ilhamlarının,
büyüklerden çou zaman daha üstün olduu görülecektir.
ite ben de çok genç olduum bir sırada Avusturya'nın milliyetler arasındaki mücadelesine
katılmak fırsatım elde ettim. Güney bölgesi ve Ligue okulu için yardım toplandı. "Bluet'lerle
ve siyah-kirrmzı-sarı renklerle ruhlarımız comu bir halde "heil" diye baırıyorduk. ihtar ve
cezalara ramen imparator marı yerine "DE-UTSCHLAND ÜBER ALLES"i söylüyorduk,
ite milli demlen bir devletin tebaalarının ırklarına ait dillerinden baka bir ey bilmedikleri
bir sırada biz gençler böyle terbiye görüyorduk. Ben hiçbir vakit suya sabuna dokunmayan
"gevek insanlar "in arasında bu-lunmadım. Hatta kısa bir süre sonra müteassıp bir "Milli
Alman" oldum Gerçi benim bu durumum, bugün bu adı taıyan partinin ifade ettii anlamdan
çok daha baka bir eydi. Bu gelime bende çubuk oldu. On be yaında iken, hanedan
vatanperverlii ile milliyetçiliini birbirlerinden ayırmaya ve ırk milliyetçilii lehinde açık
fikir beslemee balamıtım. Habsburg monarisinin iç durumunu incelemek zahmetine
katlanmamı olanlar, böyle bir tercihi deerlendirmekte zorluklarla karılaırlar. Bu devletin
kaderi bir eilim beslemek, ancak okulda gösterilen tarih derslerinden doardı. Gerçekte
Avusturya'nın kendine özgü bir tarihi yoktu. Bu devletin kaderi Alman olan her eyin
varlıına ve gelimesine öyle balıdır ki, tarihte Alman veya Avusturya tarihi diye bir ayrım
yapılması asla akla getirilemez, ite Almanya'nın tarihi... Almanya iki devlete bölündüü
zaman parçalanmıtı. Eski imparatorluun görkeminden Viyana'da korunabilmi olanları, ileri
bir topluluun garantisi olmaktan çok, prestij yönünden bir etki yapıyordu.
Habsburglann yıkıldıkları gün, Alman olan Avusturyalıların kalplerinden ana topraklara
katılmak lehinde içgüdüye dayanan bir ses yükseldi, ite herkesin kalbinde uyuklayan sonsuz
hissi ifade e-den bu istek, ancak tarih dersinin verdii terbiye ile beslenen ve hiçbir zaman
kurumayan, hatta unutulduu günlerde bile, o anın rahatım bir kenara itip, geçmiin sesinin

yavaça yeni bir gelecei fısıldamasını salayan kaynak ile anlatılabilir. Bugün dahi ilkokulla-
rın üst sınıflarında dünya tarihinin okutuluu çok hatalıdır. Öretmenlerin pek çou tarih

dersinin amacının sadece tarihleri ve olayları öretmekten ibaret olduunu sanıyorlar. Bir
savaın balangıç veya bir marealin doum, bir hükümdarın tahta geçi tarihlerini bilmek hiç
önemli deildir. Tarih okumak, tarihsel olayları douran ve gerektiren sebepleri örenmek ve
aratırmaktır. Okumadaki esas ustalık uradadır: Esaslı olanı saklamak, ayrıntıları ise
unutmak.
Ben, ders göstermede ve imtihanlarda bu hususu son derece önemli bulan bir tarih
öretmenine rastlamı olmanın etkisi altında kaldım. Bu öretmen Linz Realschule'sindeki
doktor Leopold Poetsch idi ve bu meziyetleri ahsında toplamıtı. Sert görünülü, fakat içi
iyilikle dolu saygıdeer bir ihtiyardı. Göz kamatırıcı görünüü bizi etkiliyor ve peinden

sürüklüyordu. Ders verirken bize içinde bulunduumuz zamanı unutturan ve bütün sınıfı
sihirli bir ekilde geçmiin derinliklerine götürüp, orada yüzyıllarca sislerin altında kalmı
birtakım tarihsel olaylara canlı bir gerçeklik kazandıran, bu saçları kırlamaya balamı
adamı, bugün bile büyük bir heyecan ile gözlerimin önüne getiririm. Biz örenciler,
zihinlerimiz açılmı, sinirlerimiz gerilmi, gözlerimizden yalar gelecek kadar heyecanlı bir
biçimde bu adamın dersini dinlerdik.
Bu öretmen sadece geçmii, hal ile aydınlatmakla, gözler önü ne sermekle kalmazdı. O
geçmiten, bugün için dersler çıkarmada usta idi. Bizi heyecan içinde bırakan günün
davalarım gayet iyi anla tirdi. Bizim milli banazlıımızdan eitim yolları buluyordu. Çou
zaman, sınıfta düzeni salamak için milli hislerimize hitap eder baka çarelere bavurmazdı.
Böyle bir öretmen, tarihi en çok sevdiim bir ders yaptı. Ayrıca beni, genç bir devrimci
yaptıı da bir gerçektir. Fakat hemen unu belirteyim:
Kim Alman tarihini böyle bir öretmenden okur ve örenir de, milletin kaderi üzerinde yıkıcı
olduu görülen bir hanedanın dümanı olmaz? Geçmi devrin ve bugünün, adi ve ahsi
menfaatler urunda Almanya'nın menfaatlerine daima hıyanet eder diye ortaya koyduu bir
hanedanın kim sadık toplumu olabilir? Biz genç olduumuz halde Avusturya'nın, biz
Almanlar için hiçbir sevgisi olmadıını ve olmayacaını biliyorduk. Günlük olaylar
Habsburgların davranıları hakkında tarihten çıkan dersleri doruluyordu. Yabancı zehirler,
kuzeyde ve güneyde milletimizin bozulmasına yol açıyor, Viyana bile her geçen gün bir
Alman ehri olmaktan uzaklaıyordu. Avusturya hanedanı her hareketi ile Çeklerin ilerine
yarıyordu.
Avusturyalı Almanların dümanı Grandük Franz Ferdinand'ı ölümsüz hak ve aman vermez
ceza ilahının yumruu yere vurmutur. Tanrı namludan çıkmasına izin verdii kurunlarla onu
delik deik etmitir. Ferdinand, Avusturya'nın Slavlatırılması faaliyetini himaye ediyordu.
Alman milletinin yükü pek aırdı. Ondan istenen para ve kan fedakarlıının haddi hesabı
yoktu. Gerçi kör olanlar bile bunun faydasızlıım anlıyorlardı. Bizi en çok üzen nokta,
Habsburgların bize karı manen korunmakta olması idi. Almanya köhnemi monari
idaresinde Cermen ırkının yava yava da olsa kökünün kazınmasını adeta uygun buluyordu.
Hanedan, dıa karı Avusturya’nın bir Alman Devleti olduu intibanı uyandırırken, öte
yandan
Ona karı isyan ve kin hislerini besliyordu. Bütün bunların farkına
Sadece Reich'ı idare edenler varmıyorlardı. Renk körlüüne yakalanmı gibi , bir cenazenin
yanı baında yürüyorlar ve kokuma alametleri arasında bir defa öldükten sonra dirilmeyi
bulduklarını sanıyorlardı. Genç Reich ile çürük Avusturya Devleti arasındaki bu
Üzücü anlama dünya savaının ve yok olmanın tohumlarını etrafa saçıyordu.
Bu kitapta, bu meseleye pek geni bir ekilde temas edeceim. imdi hemen unu belirteyim
ki, gençliimden itibaren bazı esaslı fikirlere sahip olmutum. Daha sonra bu fikirlerim
gittikçe geliti. Alman ırkının kurtuluu Avusturya'nın yok olmasına balı idi. Esasen milli
hisle bir hanedana balılık arasında bir ilgi göremiyordum. Evet özellikle Habsburg hanedanı
Alman milletinin mahvına sebep olacaktı. te bundan dolayı u duyguyu taıyordum:
Vatanım olan Alman Avusturyası'na ateli bir sevgi, Avusturya Devleti'ne karı ise sonsuz bir
kin...
Zaman ilerledikçe okula borçlu olduum bu düünceler ve genel tarih sayesinde, günümüzde
tarihin tesirini, yanı siyaseti anlamam kolaylatı. Tarihi örenmek için benim çaba sarf
etmeme gerek yoktu, o bana kendisini öretecekti.
Politikada zamanından önce devrimci olduum gibi, sanat alanında da yenilik peinde
komaktan kendimi alamadım. Yukarı Avusturya'nın bakentinde, öyle böyle bir tiyatro
vardı. Pek fena deil denebilecek bu tiyatroda sık sık temsiller veriliyordu. Henüz on iki
yaımda iken ilk defa bu tiyatroda Guillaume Tell'i seyrettim. Birkaç ay sonra da hayatımın
ilk operasını gördüm: Lohengrin. Birdenbire büyülenmi gibi oldum. Bayreuth üstadına karı

kabaran gençlik heyecanıma ve galeyanıma diyecek yoktu. O günden beri, her zaman eserleri
beni mest etti. Küçük bir yerde bu temsillerin bana ilerde çok daha güzellerini dinlemek
alıkanlıını vermeleri gerçekten benim için büyük anstı.
Fakat bütün bunlar, babamın benim için tasarladıı memuriyet hayatına karı bende daha çok
nefret uyanmasına yol açtı. Bir memur kılıfına girmekle hiçbir vakit mutlu olmayacaıma
kuvvetle inanmaya baladım. Realschule'de ortaya çıkan desinatörlük kabiliyetim, bana
kararımda direnmeme yardımcı oldu.
Babamın ricaları bir yana, tehditleri de kararımı deitirmeye yetmedi. Evet, ressam olmak
istiyordum. Ne olursa olsun, asla memur olmayacaktım.
Bu arada günler geçtikce mimariye karı daha çok ilgi duymaya balıyordum, O zamanlar,
mimariyi resim sanatının tabii bir tamamlayıcısı sayıyordum. Böylece sanat faaliyetimin
sınırlarının genilemesine seviniyordum. Fakat sonunda iin bambaka bir ekil alacaı hiçbir
zaman aklımın ucuna gelmiyordu.
Benim için meslek problemi, tahmin ettiimden çok daha kıs, ı bir süre içinde çözülecekti.
Çünkü,babam daha ben on üç yaını dayken ansızın vefat etti. Bir felç darbesi, babamı en
güçlü döne-minde iken yere vurdu. O dünyadaki hayatını acı çekmeden son.ı erdirdi. Fakat
bizi büyük bir üzüntünün içine attı. Babamın en bu yük istei, olunu, kendisinin ilk
günlerinde çektii yokluklardan kurtarmak için bana meslek sahibi olmamda yardım etmekti.
Bu isteini gerçekletiremedi. Fakat bilinçsiz bir biçimde benim içime, ikimizin de
aklımızdan geçirmediimiz bir gelecein tohumlarını ekmiti.
îlk önceleri hiçbir ey deimedi. Annem örenimime, babamın istedii ekilde devam
etmeye, yani beni memur yapmaya kendini borçlu saydı. Ben ise memur olmamaya her
zamankinden daha çok azmetmitim. lkokulun yüksek sınıflarının ders programları,
idealimden uzaklatıkları oranda, okumaya karı olan ilgim de azalıyordu. Birkaç hafta süren
hastalıım, benim gelecekteki meselelerimi çözümledi ve bütün aile anlamazlıklarına son
verdi, Cierlerim feci ekilde hasta idi. Doktor anneme beni, gelecekte bir kalem odasına
kapamamaya ve özellikle en az bir yıl Realsc-hule'deki örenimime ara vermeyi öütledi.
Gizli isteklerimin ve daha da kararlı mücadelelerimin hedefi böylece bir hamlede salanmı
oluyordu.
Hastalandıım için annem Realschule'yi bırakarak akademiye giymeme rıza gösterdi. Bunlar
mutlu günlerdi. Bana adeta rüya gibi geliyordu. Gerçekten de ileride rüya olacaktı. Fakat iki
yıl sonra, flitin ölümü bu güzel tasarılarımı darmadaın ediyordu. Annem , süre ve çok acı
veren bir hastalıın esiri olmutu. Daha batan lif kurtulu ümidi kalmamıtı. Bu darbe beni
çok etkiledi. Babama saygı ile balanmıtım, annemi ise sevmitim. Hayatın gerçekleri çubuk
karar vermeye zorladı. Ailemin esasen zayıf olan geçinme kaynakları, annemin hastalıı
dolayısıyla hemen hemen kurumutu , ilana balanan yetim aylıı geçinmeme yetmiyordu. Ne
ekilde olursa olsun, ekmeimi kendim kazanmak zorunda idim. Bir çanta dolusu elbise ve
çamaırla Viyana'nın yolunu tuttum, içimde sarsılmaz bir irade vardı. Babam elli yıl önce
kaderini zorlamayı balkı ı dr babam gibi yapacaktım. Ama ben "adam" olacaktım memur
deil.
Canım annem öldüü vakit gözümün önünde geleceim hakkında bazı gerçekler belirmiti.
Annemin ölümünden önceki hastalıı sırasında ”Güzel Sanatlar Akademisi'n” kayıt olmak
için Viyana’ya gitmitim. Kolluumun altında bir sürü "desen'lerle yola çıkarken giri
imkanını baarı ile vereceime yüzde yüz inanıyordum. Çünkü Realschule’nin en iyi
desinatörü idim. O günlerde kabiliyetlerim fevkalade geliti. Öyle ki kendimden pek emin
olduum için çok ümitler besliyordum. Kendimi desene verdim ve mimari desenlere karı
istidadım olduunu zannediyordum. Bu yüzden mimariye karı ilgim de artıyordu. On altı
yalarında iken Viyana'da Hofmuseum'da resim galerisine gittim. Fakat resimleri deil binayı
seyrediyordum. Her gün sabahtan akama kadar merakımı çeken eylerin etrafında
dolaıyordum. Artık beni binalar ilgilendiriyordu. Saatlerce opera binasının önünde duruyor,

saatlerce parlamento binasını dalgın dalgın seyrediyordum. Ringstrasse bana bin-bir gece
masalları gibi geliyordu, ite bu kentte ikinci defa bulunuyordum ve sabırsızlıkla, fakat
marur bir ekilde imtihanın sonucunu bekliyordum. Fakat akademi sınavında baarılı
olamadım. Haber beni yıldırım çarpar gibi çarptı. Reddedilmeme bir türlü inanamıyordum.
Rektörle görümeye karar verdim. Akademinin resim ubesine kabul edilmeyiim öyle
açıklandı: Sınavda verdiim desenler, resim sahasında kabiliyetsizliimi ortaya koyuyordu.
Fakat akademinin mimarlık bölümüne girmem mümkündü. Çünkü sevdiim desenler mimari
alanda, bazı imkanlar arz ediyordu. Bitik bir halde idim. ilk defa kendimden üphe
ediyordum. Belki buna sebep kabiliyetim hakkında söylenen sözlerdi. imdi, bu sözler bende
bir nevi dengesizlik olduu düüncesini uyandırıyordu. Bir türlü bu halin sebebini çözemiyor
ve bundan da rahatsız oluyordum. Bir iki gün içinde kendimi mimar olarak gördüm. Gerçekte
bu da birtakım zorluklarla doluydu. Çünkü Realschule'ye meydan okumak yüzünden
önemsemediim eyler, imdi benden intikam alıyorlardı. Akademinin mimari bölümünden
önce inaat teknik derslerini okumak gerekiyordu. Bu dersleri görebilmek için de yüksek bir
ilkokul örenimi yapmı olmak gerekli idi. Oysa bütün bunların bir parçası bile bende yoktu.
Demek ki hayallerimin gerçeklemesi imkansızdı. Annemin ölümünden sonra üçüncü defa
Viyana'ya gelmitim. Bu sıra sükûnete kavutum. Azimli ve kararlıydım. Kırılan gururum geri
gel misti. Artık uzun yıllar Viyana'da kalacaktım. Varacaım hedefi kesin olarak tayin
etmitim: Artık "mimar" olacaktım. Karılatıını zorluklar, alt edilecek cinsten engellerdi.
Bu engellerin önünde ba eilmezdi. Gözlerimin önünde daima fakir köyümüzde, ayakkabı
tamircilii yoksulluundan memurlua yükselmi sevgili babamın hayali duruyordu. Bu hayal
bana güç veriyor ve önüme çıkan her türlü engeli paramparça etmek kuvvetini salıyordu.
Mücadelemin temelinde korkunç bir azim yattıı için baarı çok daha kolay olacaktı. ite o
günlerde, bana alınyazımın bir zulmeti gibi görünen duruma bugün ükrediyor ve Tanrının
bana bir yardımı olarak kabul ediyorum.
Yokluk ve ihtiyaçlar ilahı beni avucunun içine aldı ve bazı kere beni parçalamaya yeltendi,
ite iradem böyle günlerin çetin mücadelesi ile geliti ve sonunda ben galip çıktım. Bu günler
irademi sertletirdi ve bana sert olma kabiliyetini kazandırdı. Bu bakımdan bu devreye
minnettar kaldım. Gençliimin bugünlerine, daha çok beni kolay yaamanın hiçliinden çekip
aldıı, güzel bir rüyaya çok fazla yüz verilmi bir sırada uyandırdıı, endie üzüntüyü bana
"yeni ana" diye verdii, yokluk dünyasının içine attıı ve böylece ilerde kendileri ile
mücadele edeceim kimseleri tanıttıı için saygı duyuyorum.
te bu günlerde Alman milletinin devamı için en büyük tehlike olan ve haklarında henüz
herhangi bir fikir beslemediim iki eyi gördüm: MARKSZM ve YAHUDLK.
ite bu andan itibaren Viyana bakaları için nee kaynaı olurken benim içinse hayatımın en
hüzünlü anlarına, kaygı ve üzüntü be yılına sahne oldu. Bugün bile Viyana'nın adı bana
sıkıntı
geçen be yılın acılarından baka bir eyi hatırlatmaz. Viyana'daki bu be yıl içinde boyacılık,
amelelik yaptım. Az kazanç devamlı açlıımı bir türlü doyurmuyordu. Açlık, benimle her
paylaan bir dost gibi idi. Bunda aldıım her kitabın payı büyüktü. Operada gördüüm bir
temsil, ertesi günü yokluun bana etmesine sebep oluyordu. Bu insafsız dostumla devamlı
mücadele ediyordum. Gerçi bugünlerde her zamankinden daha çok eyler örendim. Mimari
alandaki harcamalarım ve aç kalmama sebep olan operaya gidilerimin dıında sayıları gün
geçtikçe artan kitaplardan baka bir elencem yoktu. Çok, pek çok okuyordum, iim bittikten
sonra arta kalan zamanımı sürekli olarak okumaya ve incelemeye ayırıyordum. Birkaç yıl
sonra kendim için meydana getirdiim bilgiler bugün bile hâlâ iime yaramaktadır.
Hemen unuda belirteyim ki, hareketlerimin sarsılmaz temelini meydana getiren düüncelerim
bende daha o günlerde bir ekil almıtır. Daha sonra bu düüncelerime pek az eyler ekledim
ve hiçbirini deitirmedim . Bugün kesin biçimde una inandım ki, bir insanda yaratıcı dü-
üncelerin en büyük bölümü genellikle gençlik çalarında kendim gösterebiliyor.

Ben, yalı kimselerin derin ve uzun bir hayatın tecrübelerinden doan bir basiretle gelien akıl
ve hikmetlerini, çeitli fikirler yayan, fakat çok oluları dolayısıyla bunları uygulamaya
imkanları olmayan gençliin yaratıcı dehasından farklı bulurum. Gençlik bazı malzemeler
toplar ve gelecek için planlar yapar. Olgunluk devresi, yani yılların getirdii o sözde akıl ve
hikmet, gençliin dehasını öldürmedii oranda, genç nesiller bu malzeme ve planlardan
faydalanırlar.
Bu ana kadar evde geçen hayatım, bütün gençlerin hayatlarına benziyordu. Yarın ne olacak
düüncesi beride yoktu. Bu sıralar bir sosyal mesele ile de karı karıya deildim.
Gençliim küçük burjuvalar arasında geçmiti. Bu sınıfın kol içilerine karı üstünlüü yok
denecek kadar azdı. Fakat aralarındaki dümanlık son bulmuyordu. Dümanlıın sebebi de,
her eyden yoksun ve münasebetlerindeki kabalık göze batacak kadar çok olan bu içi sınıfını
pek az da olsa amı bulunanların, tekrar o seviyeye inme korkusu veyahut da hâlâ bu sınıfa
dahilmi gibi sanılmaktan çekinmeleri idi. Bu sosyal seviyeyi bir defa geçmi olan alçak
gönüllü durumdaki kimseler için bile, kısa bir süre de olsa tekrar o yen-inmek çekilmez bir
zorunluluk olur.
Çou zaman yüksek bir sosyal seviyedeki kimseler, kendi vatandaları arasında basit
seviyelerde kalmı olanları, sonradan görmü olanlara kıyasla daha az kötülerler. Burada
sonradan görmü, olarak vasıflandırdıım sınıf, kendi imkanlarını kullanarak durumu nü
düzelten kimselerin topluluudur. te bu toplulua dahil bu kimse hayatın her türlü acılarına
muhatap olduu için, geride bira]. tıı basit sınıf mensuplarına karı her türlü acıma hissim
unutmıi
1
.. tur.
Kader bana bu hususta yardımcı oldu. Çünkü, babamın önceleri tatmı olduu sefalet ve her
türlü maddi imkansızlıklara tek dönmek zorunda kalınca, küçük burjuva olarak aldıım
terbiyeni dar görülerinden ve deerlendirmelerinden sıyrıldım. Böylece m sanları tanımayı
ve gerçek tarafları ile görmeyi örendim.
Viyana yirminci asrın balarında sosyal haksızlıklarla dolu kent olmutu. Servet ve yokluk
burada yan yana yaıyordu, Kentin merkezinde ve kenar mahallelerinde, elli iki milyon
nüfuslu ve çeitli milletlerden kurulu bir imparatorluun nabzının attıı görülüyordu. Göz
kamatıran bir saray hayatı, imparatorluun öteki bölümlerinin servet ve zekasını bir mıknatıs
gibi kendine çekiyordu. Bu cazibeye Habsburglar Monarisi'nin sistemli bir görünü içindeki
merkeziyetini de eklemek gerekir. Bu merkeziyet, birbirlerine hiç benzemeyen bir sürü milleti
salam bir ekilde bir arada tutmak için gerekli görülüyordu. Fakat yüksek otoritelerin,
imparatorun Oturduu ehirde toplanmalarına sebep oluyordu.
Viyana, sadece Tuna Monarisi'nin siyasi, fikri ve sanat merkezi degildi. Aynı zamanda
ülkenin iktisadi kalbinin attıı yer olarak da tebarüz ediyordu. Burada yüksek dereceli
memurlar, yüksek rütbeli subaylar, ilim ve fikir adamları ile sanatkarlar vardı. Fakat bütün bu
kalabalıa karılık bir de içi ordusu vardı. Aristokrasinin kamatıran varlıı yanında,
yokluun son noktası bir dev gibi Ring caddesinin büyük binalarının önünde yüzlerce, isiz
bir aaı bir yukarı gezinip duruyordu. Bu isizler, Avusturya’nın zafer dolu günlerini
hatırlatan bu büyük caddenin kanallarının içinde, çamuru kendilerine yatak yaparak
yaıyorlardı. Toplumsal dengesizlik Almanya'nın hiçbir kentinde, Viyana'dakinden daha iyi
incelenemez. Fakat bu inceleme ii hiçbir zaman sınıflara tepeden bakarak yapılamaz. Bu
korkunç yoksulluun ortasına dümemi bir kimse, Viyana'daki iktisadi durumun
kötülüünü anlayamaz. Eer bu ie layıkıyla sarılmayıp da ii ucundan tutarsanız, ancak basit
bir geveze ve istismarcı olmaktan ileri gidemezsiniz. "Halka doru gitmek" merakına kapılan
birtakım ık kimselerin, felein yüksek lütfuna kavumu olanların ve sonradan görmelerin bu
yoksulluk için fikir beyan etmeleri, konumaları, çarı göstermeleri derdin halledilmesi
yönünde uursuzluktan baka Bu gibilerin düünceleri içgüdüden yoksundur, fakat yinede her
ii birden kavramak düüncesine giderler. Sonunda savundukları tezlerin hiçbir ie
yaramadıını görünce de aırıp kalırlar kendilerinin anlaılmamı olmalarını, utanmadan

halkın nankörlüü olarak vasıflandırırlar. Bu ekil düünen kafalar için bir gerçek olmamakla
beraber öyle denebilir: HI l,ı,iliydin bütün bu konularla hiçbir ilgisi yoktur. Özellikle
bunlardan dolayı minnettar kalmak gerekmez. Çünkü lütuf ve iane daıtılmayacaktır. Haklar
geri verilecektir.
Ben toplumsal meseleleri bu biçimde inceleme durumunda kalmadım. Koyulmuların ve
yenilmilerin ordusuna kaydolunca, sefalet beni kendisini incelemeye çaırmaktan çok, beni
kendisinin uyruu yaptı. Eer kobay, ameliyata karı durmu ise suç kobayın deildir.
Bugün o günlerime ait hatıralarımı toplamaya çalıtıımda, bunu tam baaramıyorum.
Aklımda sadece belli balı olanları, bana pek yakından temas edenleri kalmı. Bunları, burada
kendilerinden istifade ettiim derslerle beraber göreceiz.
i bulmak benim için hiçbir zaman güç olmadı. Çünkü ekmek paramı kazanmak için usta bir
içi gibi deil, yardımcı içi veya rençper gibi çalııyordum. Böyle yeni bir dünyada,
kendilerine yeni bir hayat düzeni kurmak ve yeni bir vatan fethetmek gibi insafsız bir istekle
Avrupa'nın tozunu ayakları ile silkeleyenlerin aralarına girmitim, insanı tembellie sevk
edecek görev ve mevki düüncelerinden, çevre ve geleneklerden yoksun bulundukları için
önlerine çıkan her yere uzanıyorlar, her ie dört elle sarılıyorlardı. Namusluca çalımanın
hiçbir kimseyi lekelemeyeceini biliyorlardı. te benim için yepyeni olan bu dünyaya,
kendime bir yol açabilmek için bütün varlıımla atılmak kararını aldım. Aradan çok
geçmeden u nü gördüm ki, herhangi bir yerde i bulmak, bulunan ite devamlı
çalıabilmekten daha kolaydı. Günlük ekmekten emin olamama bana yeni hayatın karanlık
yönlerinden biri olarak gözüktü.
Usta bir içinin, herhangi bir rençper gibi iten sık sık kovul madiini da tespit ettim. Gerçi
usta içi de, çalıtıı yere tam güvenemiyordu; isizlik dolayısıyla aç kalmak ihtimaline daha
az uruyorsa da, grev veya lokavt tehlikeleri ile karılaıyordu, içinin günlük ücretinden
emin olmaması sosyal ve iktisadi hayatın en. korkunç yaralarından biridir.
Genç köylü çocukları daha kolay para kazanılıyor zannı ile sel re göç ederler. Belki de ehirde
para kazanmak daha kolaydır, l'.n gençler büyük ehirlerin zenginliklerine kapılırlar, ilk
iindeki k.ı zancı garanti olduu için, ehirde, yeni bir mevki elde edebilere, , ümidi doduu
vakit köyünü terk eder. Ayrıca genç toprak içi h ziraat içisi azlıı dolayısıyla köyde uzun bir
isizliin sürmesini' imkansız olduunu da bilirler. ehre göç edenler, toprak içisi olarak
kalanlara kıyasla daha akıllı ve daha kabiliyetli olan kimselerdir, ite çou kez elinde birkaç
para ile ehre gelen genç köylü, eer hemen i bulamazsa ümitsizlie kapılmaz. Onu yıkan
ey, bir ie girdikten sonra isiz kalmasıdır. Çünkü yeni bir i bulmak, özellikle kı aylarında
çok zordur, ilk günler, üyesi olduu sendikadan bir miktar isizlik ücreti alır ve biraz da elinde
bulunan para ile geçinir. Takat isizlik fonundan aldıı yardım da kesilip, elde avuçta bir ey
kalmayınca büyük bir sefaletle burun buruna gelir. Kendisine ait ufak tefek eyleri satar veya
rehine verip para alır. Bu bereketsiz parada bitince, sada solda sürünmeye balar. Kılık
kıyafet itibariyle de aaılık bir mevkie düer. Kı kıyamet günü parasız kalıı, onun belini bir
kat daha büker.
Fakat bir süre sonra bir i bulursa da, akıbet yine aynı olur. Bu hali birkaç sefer devam eder.
Sonunda alın yazısına rıza göstermeye alıır. Aynı eyin devamlı tekrarı genç içide bir
alıkanlık meydana getirmi olur.
Böylece önceleri çalıkan olan genç, her ite ve her eyde kendini salıverir. Bu duruma
düünce de, sadece korkunç kârlar peinde koan ahlaksız adamların oyuncaı haline gelir,
ite böyle bir genç içi ekonomik ihtiyaçları urunda mücadele etmenin, devleti veya
medeniyeti ortadan kaldırmakla aynı i olduu kanaatine varır. Ben bu karara varmadan önce,
binlerce içiyi inceledim. Sonunda genç adamları korkunç bir itahla kendine çeken ve daha
sonra onları öüten ve kendine göre ekil veren, nüfusları bir iki milyonu iline nefret
duymaya baladım. Bu içiler böyle bir manzara içinde kaldıkları sürece milliyetlerini
kaybediyorlardı.

Bende dier isizler gibi kaldırımlarda süründüm. Kaderimin her türlü darbelerine maruz
kaldım, i ile isizliin birbirini sık kovalaması geçinmek için art olan masrafları ve
harcamaları intizamsız bir hale sokuyordu. Açlık, kazanmanın kolay olduu günlerde daha
lüks bir hayat yaamaya zemin hazırlıyordu. Vücut iyi günlerde bollua ve fena zamanlarda
da açlıa alııyordu. Yokluk, para kazanmanın daha kolay olacaı günlerde içiyi daha
düzenli, bir yaayı planlamaktan alıkoyuyor, ikence ettii zavallıların gözlerinin önüne
kolay ve keyifli yaamanın hayallerini getiriyordu. Bu hayale o kadar çekicilik veriyordu ki,
sonunda hayali bir istek douyordu. Ücret biraz imkan salarsa, her ey unutuluyor ve ne
pahasına olursa olsun, bu hayal gerçekletiriliyordu. Yeni i bulmu bir kimse her türlü iyi
düüncelerden uzaklaıyor, gününü gün etmeye balıyordu, ilerdeki günler için mütevazı bir
yaayı planlayacak yerde, bu imkanı temelinden dinamitliyordu. Geliri ilk günlerde yedi
günün beine yetiyordu. Sonraları ise bu üç güne iniyordu. Aradan bir süre geçtikten sonra da
bir günlük ihtiyacı karılıyordu. En sonunda ise bir gecelik elencede bitiyordu.
Evde ise çou zaman kadın ve çocuklar oluyordu. Eer koca iyi kalpli bir kimse ise, yani eini
ve çocuklarını kendi tarzına göre seviyorsa, bunlar da bu yaayıa alııyorlardı. Bir haftalık
gelir, evde hep birlikte israf ediliyordu. Paranın yettii kadar yiyip içiyorlardı. Bu durum, iki
üç gün sürüyordu. Sonra yine hep birlikte açlıın acısını çekiyorlardı. Bu sırada kadın saa

sola bavurup, bir parça eyi veresiye alıyordu. Haftanın son günleri bu ekilde idare edili-
yordu. Öle vakitleri herkes hafif bir yemein etrafında toplanıyordu. Artık hafta baı iple

çekiliyor, hep ondan bahsedilerek, bo mide ile yeni tasanlar yapılıyordu.
Çocuklar küçük yatan itibaren sefaletle yakın bir ahbaplık kurarlar.
Eer erkek hafta baları kendi kafasına göre hareket ederse ile ı deiir. Karısı, çocukları için
onunla kavgaya balar. Evde kavga ek sik olmaz. Erkek karısından uzaklatıı nispette alkole
yaklaır. Ar tık koca, her hafta sonu sarhotur. Kadın, kendi ve çocukları için bir yemek parası
temin edebilmek için, fabrikadan meyhaneye giden yolda kocasının arkasına düer. Pazar
veya pazartesi geceleri erkei sarho, fakat cepleri bo bir durumda eve gönderdiinde,
çocukların gözleri önünde acınacak sahneler cereyan eder. nsanın kemiklerini sızlatan bu
sahnelere yüzlerce defa tanık oldum, îlk önceleri içimde isyankar bir duygu vardı. Fakat
sonunda bu acı olayların derin sebeplerinin feci yönlerini tehis ettim. Fena bir çevrenin
bahtsız kurbanlarına acıdım.
Ev derdi ise daha feciydi. Viyana içilerinin oturdukları evle ı deki sefalet sözle ve yazıyla
anlatılacak gibi deildi, O sefalet dolu inleri içlerinde pisliin aktıı sıınakları düündükçe
bugün bile titremekten kendimi alıkoyamıyorum. Bu sefalet ile yokluun ve çocukların kötü
kaderlerinin önü alınmazsa, er geç korkunç ve bu kadar gerekli olan "mukabele"nin davet
edileceini hiç akıllarına getirmeden olayların akıına uursuz bir ekilde ilgisiz kalan bu
beeriyetin hali ne olacaktı?
ite beni böyle bir hayat üniversitesine yazdırmı olan Allah'ın lütfuna bugün ne kadar
minnettar kalsam azdır. Bu gördüklerime ve hoa gitmeyen eylere ilgisiz kalamazdım.
Süratle ve esaslı bir ekilde örenim yaptım.
O günlerde etrafımdaki insanların akıbetlerinden ümidimi kesmemek için, onların bu hale
dümelerinin sebeplerini tetkike lüzum vardı. Ancak bundan dolayı, acı ve ıstırap veren
sahneleri tetkike ve seyre tahammül edebiliyordum. Göz yaartıcı sahnelere fena kanunların,
fena tecrübeleri sebep olduu görülüyordu.
ste bu günlerde, ben de yaamak için bin bir zorlukla pençeleiyordum. Bundan dolayı, bu
aaılık hal karısında sonu üzüntü bir hissiyata kapılmaktan kendimi koruyordum. Ancak
meseleyi bu ekilde görüp, kapamak olmazdı. Bana göre bu feci halin düzeltilmesi için iki ık
vardı. Biri, toplumsal sorumluluk duygusundan ilham alınarak gelimemiz için çok daha iyi
ve salam temeller atmak , dieri de, artık ıslahı ve eitilmesi imkansız hale gelmi olan
çocukları sert ve biraz da kaba bir kararla ortadan kaldırmaktır.

Tabiatta ender rastlanan herhangi bir yaratık kendi hayatının devamlılıından çok, kendi
neslinin gelimesine önem verir. Bu bakımdan günümüzün kötü taraflarını düzeltmeye
uramak gereksizdir. Esasen tam bir düzeltme yapmak imkansızdır. Esasta yapılacak
|tek i insanın doumundan itibaren ele alarak, ona ilerdeki gelimelere göre salam dikensiz
yollar hazırlamaktan ibaret olmalıdır. Viyana’daki ızdırap dolu yıllarda u kanıya vardım:
Toplumsal faaliyetin hedefi , hiçbir zaman insanları kandırıcı bir refah ve saadet salamak
olmamalıdır.Toplumsal faaliyetin toplumun gerilemesine sebep olan ekonomik ve kültürel
hayatımızdaki belli balı yoksullukları ortadan kaldıracak yönde olmasına dikkat edilmelidir.
Gerekli olan kurtulu tedbirlerini almayanların tereddütleri bir sınıf halkın ahlaksızlıa
dümesinden tek sorumlu olduklarına dair, kendilerinde bir duygu bulunmamasından doar.
Bu duygu, onlarda i yapma azmini de felce uratır.
Bu sefalet dolu günlerde beni korkutan ey, acaba insanların ekonomik yoksullukları ahlakça
gerilemeleri ve kaba alıkanlıklar edinmeleri mi; yoksa düünme kabiliyetlerinin zayıflıı ile
kültürsüz oluları mıydı? Yokluk içinde yüzde bir sefil, Alman olup olmamanın kendisi için
hiç de önemli olmadıım ve nerede karnını doyurabilirse, orada yaayıp, rahat edeceini
söyledii vakit, burjuva sınıfına dahil birçok kimse bu duruma isyan etmitir.
Gelgeldim, bu duygularla dolu olan kaç kii vardı? Acaba, kaç kii yüksek bir ırka mensup
olduklarını biliyordu? Alman olmanın gururunun kaynaının, Almanya'nın büyüklüünü ve
kudretini bilmek olduunu tahmin edebilen birkaç kii var mıydı? u anda biliniyor muydu ki,
bazı sosyete çevrelerinde bu gurur kaynaı ile alay ediliyordu?
Belki denebilir ki, bu her ülkede böyledir ve içi sınıfı, sosyete çevrelerindeki olaylara ramen
vatan sevgisi ile dolup tamaktadır. Bu iddia doru olsa bile, Almanların bu korkunç
ihmalkarlıklarını affettirmez. Kaldı ki bu iddia pek doru da deildir. Örnek vereyim: ite
Fransız milleti... Fransızların aırıya kaçtıı söylenen vatan sevgilerinin kaynaı, kültür
sahalarında Fransa'nın büyüklüünü ta göklere çıkartmaktan baka bir ey deildir. Fransız
genci herhangi bir hususta objektif olarak fikir elde edecek ekilde yetitirilmez. O, ülkesinin
büyüklüünü ortaya koyacak eylerin sübjektif deerlerini örenerek büyür.
ite böyle bir eitim, daima önemli olan ve herkes tarafından takdir edilen konulara dikkat
etmelidir. Bu deerli konular, milletin zihnine tekrar tekrar sokulmalı ve çakılmalıdır. Halbuki
bugün Avusturya ve Almanya'da halkımızın okul sıralarında örendii, milletim yücelten ve
kendisine gurur veren, bilgi kırıntıları da, siyasi hayatımıza zehir saçan ve onu kemiren

sıçanlar tarafından tırtıklanır, içinin kafasındaki bu bilgi kırıntısı, eer daha önce sefalet ta-
rafından yok edilmemise, o zaman bunu milli ahlakı tahrip eden sıçanlar yiyip bitirirler.

imdi, iki odalı bir evde yedi kiiden müteekkil bir ailenin oturduunu düünelim. Be
çocuktan biri üç yaındadır. Bu ya, çocukta bilincin olutuu dönemdir. Hiç kimse, bu
dönemin hatıralarını ihtiyarladıı zaman bile unutamaz. Evin dar oluu her zaman rahatsızlık
dourur. Bundan dolayı kavgalar olur. Normal bir evde kendiliinden çözümlenen birtakım
küçük anlamazlıklar burada büyük kavgalara yol açar. Çocuklar arasındaki kavgalar pek
önemli deildir. Kısa bir zaman sonra unutulur. Fakat anne ile baba arasındaki kavga bazen
adi haller alır. Sarholuun ve fena davranıların ne derece ileri gidebileceini tasavvur
edebilmek için böyle çevrelere girmek gerekir. Altı yaında bir çocuk büyük adamları dahi
hayrete düürecek ve onları titretecek birtakım ayrıntıya sahip olur. Ahlaken ve fiziken
zehirlenen çocuk, okula baladıı zaman, orada yalnızca okuyup yazmayı tahsil eder. Evinde,
okulundan ve hocasından adi bir dille bahsedilir. Zaten bu gibi evlerde daima devlet
müesseselerine hürmet gösterilmez. Din, ahlak ve milletle alay edilir. Çocuk, okulu bitirdii
vakit, müspet bilgiler hakkında, ya bir ahmaklık ya da saçları dimdik edecek kadar küstahlık
gösterir. Gözünde kutsal hiçbir eyi olmayan ve öte yandan hayatın bütün alçaklıklarını
tahmin eden veya bilen bu herif atılacaı hayatta ne ekle girecektir? On be yaındaki çocuk
her otoriteyi kötülemeye balar. Çünkü o düünce gücünü gelitirecek eylerden çok, çamur
ve pislii görüp örenmitir, ite delikanlının erkeklik terbiyesi öyle olacaktır: O,

çocukluunda gördüünü, yani babasının misalini devam ettirecektir, istedii saatte eve
dönecek, kendisini dünyaya getirmi olan zavallı annesini, babasının yerine imdi kendi
dövecek, Tanrı'ya küfredecek ve en sonunda ıslahhanelerden birine düecektir. Orada da
cilalanacaktır.
Bu sonuç, yani gençlerimizdeki milli heyecanın azlıı, bizim iyi kalpli burjuvaları hayrete
düürecektir.
Burjuva daima böyledir. Tiyatro, sinema, adi kitaplar ve gazetelerle, halka zehrin nasıl
verildiini görür ve sonunda da halkın ahla-kındaki zaaftan ve bananecilikten hayrete düer.
Sanki sinema ve üpheli basın milli büyüklüümüzün deerini halka yaymaya çalııyorlarmı
gibi... ite o zamana kadar aklıma gelmeyen u ilke}
1
! örendim:

Bir kavmi millet haline getirebilmek, daha önce kusursuz ve salam bir toplumsal çevre
yaratmaya balıdır. Kiinin eitimi için bu gerekli bir zemindir. Ancak, aile yuvasında ve
okulda memleketinin fikri, iktisadi ve siyasi büyüklüünü örenen bir kimse, o millete
mensup olmanın gururunu duyabilecek ve tadacaktır, insan ancak sevdii ve hürmet ettii ey
uruna mücadele eder. Hürmet etmek için bilmek arttır. Toplumsal konulara karı ilgim
uyanınca, bu konuları ciddi bir ekilde inceliyordum. On ana kadar bende meçhul olan yeni
bir dünya gözlerimin önüne seriliyordu.
1909 ile 1910 yılları arasında durumum deiti. Hayatımı amele olarak deil de ressam sıfatı
ile kazanıyordum. Bu meslek sayesinde ancak geçinebiliyordum. Fakat yeni mesleim
sayesinde akamları yorgun dümekten kurtulmutum. Artık antiyeden döndükten sonra
yataa kıvrılıp yatmıyordum. Çalımalarım gelecekteki mesleimle ilgili idi. Mecburiyet
dolayısıyla resim yapıyordum. Zevk için çalııyordum.
Gerçek hayatın ortaya koyduu derslerle, toplumsal konular hakkında karılatıım eyleri bu
gerekli nazari bilgilerle tamamlama imkanını buluyordum. Bu konuya dair elime geçen
kitapların hepsini okuyordum. Hem okuyor, hem de düünüyordum.
O günlerde çevremdeki insanların beni "kaçık" kabul ettiklerini tahmin ediyorum.
Ayrıca, bunlardan baka mimari çalımalara da ihtiras ile kendimi vermitim. Bunu, müzik
gibi güzel sanatların bir kraliçesi kabul ediyordum. Mimari sahadaki çalımam benim için bir
gerçek çalıma deil, sanki mutluluktu. Gece geç saatlere kadar hiç yorgunluk duymadan
okuyup, desen yapıyordum. Hedefe varmam için uzun yıllar beklemem gerektiini görmeme

ramen, güzel hülyam bu konudaki inanııma kuvvet veriyordu. Mimar olarak ün kazana-
caıma dair tam bir kanaatim vardı.

Bu zevkli çalımamın yanı sıra, siyasete gösterdiim ilgi, pek büyük bir anlam taımıyordu,
tam tersine bu ii, düünme kabiliyeti olan her yaratıın mecbur olduu ilkel bir görev
sayıyordum. Halbuki siyaset alanında bilgisi olmayan bir kimse her çeit eletiri veyahut
herhangi bir görev yapma hakkını kaybederdi. Bu alanda da çok okuyor ve çok
düünüyordum. Benim için okumak, sözüm ona düünürlerimizin bir bölümünün ifade ettii
anlamla aynı deildi.
Bazı kimseler vardır ki, bunlar hiç ara vermeden kitap okurlar. Okuduklarından bir netice
çıkarmaksızın devamlı okuyup dururlar. Bu kimselerde bir yıın bilgi yardır. Fakat beyinleri
bu bilgileri bir esasa göre tasnif edip deerlendiremez. Bir kitabın bütün içeriini adeta
ezberlerler. Kabiliyetleri, okudukları kitabın içinden ayrıntıyı atıp, esası zihinlerinde tutmaya
ve bu bilgi özünü ilerde kullanmaya yetmez. Kitap herkesin kendi mesleinin veya idealinin
tespit ettii muayyen bir sınırı doldurmak için deerli bir vasıtadır. Kitaplar hayat
mücadelesine atılmı olanlara veya büyük ideal sahiplerinin geni ufuklarına, yani ufuklar
katmakta yardımcı olurlar. Demek ki okumak bir gaye deildir. Okumanın ve bilgi edindikten
sonra mütalaada bulunmanın hedefi, dünya hakkında genel bir fikre ve görüe sahip olmaktır.
Sistemli biçimde okuyarak elde edilecek bilgiler, bir mozaik parçası gibi yerine
yerletirilmelidir. Böylece kitap okuyanın zihninde dünya hakkında genel bir fikir meydana
getirilmelidir. Yoksa okuyucunun kafasında büyük bir deerden yoksun bir bilgi salatası

meydana gelmemelidir. Bu bilgi salatası sahibine bir gurur vesilesi olsa da, herhangi bir ie
yaramaz. Kafalarının içinde bilgi salatası taıyan kimseler, kendilerinin çok eyler bildiklerine
hükmederler. Fakat bu gibi kimselerin hayatları ya bir hastanede ya da politika çukurunda son
bulur.
Böyle karmakarıık bilgi ve fikirlerle dolu beyin, istedii bilgiyi, kendisine gerekli olduu an,
bu kalabalıın içinden tutup çıkaramaz. Çünkü beyindeki bilgi tortusu hiçbir elemeye tabi
tutulmamıtır. Sadece okunan kitapların içerdii bilgilerle beraber bir sürü ayrıntı üst üste
yıılıp kalmıtır.
Bu gibi zavallı yaratıklar karılatıkları zorunluluklar sırasında okuduklarından
faydalanacakları akıllarına gelse bile, ancak kitabın adım, sayfa numarasını ezbere bilmeleri
gerekir. Aksi halde bu gibi kimseler ilerine yarayacak bilgileri hayatları boyunca bulamazlar.
Buldukları anda da i iten geçmi olur.
ite, hükümet üyelerinin büyük ilim sahibi olmalarına ramen, hata çukuruna
yuvarlanmalarının sebebini baka yerde aramaya gerek var mıdır?
Bir kitap veya dergide, gazetelerde veyahut bir broürde kendi özel ihtiyaçlarına cevap veren
bir malzemeyi görüp, ayrıntının arkasından çekip alabilen kimse, okumayı bilen, okuduunu
anlayan kimsedir. Bu kimsenin kendisi için faydalı olduunu anladıı bilgi özü , herhangi bir
husus için, derhal zihinde oluan hayalin içinde yerini bulur. Bu bilgi özü ya o düünceyi ya
da hayali tamamlar veya düzeltir, veyahut da onu açıklıa kavuturur.
Okumayı bilerek yapmı olan kimse hayat mücadelesi sırasında imi bir eyle karılaırsa,
hafızası yıllar önce de olsa çok eskiden elde ettii fikir ve bilgiyi onun zihnine getirir.
Muhakeme sahibi olan kimse de derhal bu bilgi ve fikirleri mantıına göndererek olay kar-
ısında tavır alır. ite okuma böyle yapılırsa bir yarar salar.
Örnein bu ekilde hareket etmeyen, daha dorusu edemeyen bir konumacı, kendisini
dinleyenlerden birinin yapacaı itiraz karısında aırıp kalacaktır. Hatta hatta bu konumacı
haklı bile olsa, o sıra acı içinde kıvranacaktır. Bu kimse ne savunduu fikirler için delil ve
tamamlayıcı bilgiler bulabilir ne de itiraz eden kimseyi susturabilecek haklı ve doru bilgiler
gösterebilir. Bu durumun kiisel sorumluluklar söz konusu olduunda bir zararı yoktur. Ancak
felek bu gibi kimseleri milletin baına bela ederse, ite o zaman tehlike belirir.
Ben küçük yaımdan itibaren okurdum, yani iyi okumaya alıtım. Bu ite hafızam ve aklım
bana büyük çapta yardımcı oldular. Bu sayede Viyana'da geçen günlerim benim için çok
verimli oldu. Her gün gördüüm yeni manzaralar beni devamlı olarak incelemeye ve okumaya
itti. Gerçei nazari olarak, nazariyatı ise gerçekle tetkik, tahkik ve tahlil ettiim için, kuramsal
bilgilerle kafamı doldurmadım. Günlük tecrübelerim toplumsal meselelerden baka, iki büyük
husus hakkında da kesin bir fikir verdi.
Böylece ben onları çok ince bir ekilde tetkik ve tahlil ettim.
Gençliimde Sosyal Demokrasi hakkındaki bilgim çok azdı ve tamamen yanlıtı. Sosyal
Demokrasi'nin gizli oy usulü için yaptıı mücadele beni memnun ediyordu. Çünkü bu usul ile
tiksindiim Habsburglar rejiminin çökeceini tahmin ediyordum. Ben Tuna Devleti'nin
Cermenlii gözden çıkarmazsa ayakta kalamayacaına inanıyordum, fakat nüfusun içindeki
Alman unsurunun Slavlatırılması da hiçbir güvence vermeyecekti. Keza Slavizmin bir
topluma verdii aynı cinsten olma kuvvetini gözümüzde büyütmemeliyiz. Sözün kısası nüfusu
10 milyon olan ve vatandaları arasındaki Cermen ırkını ölüme mahkum eden bu devletin bir
an evvel yıkılmasını ve aynı zamanda bu yıkılma iini çabuklatıracak her hareketi
destekliyordum. Dillerin çeitli oluunun dourduu kargaalık parlamentoyu nasıl zayıflatır
ve zaafa uratırsa, bu hükümetin yıkılma anı da, o kadar çabuk olacaktı. Bu an Alman
Avusturya'sının hürriyet anı olacaktı. Artık Avusturya'nın anavatan Almanya ile birlemesine
bir engel kalmayacaktı. Bu bakımdan Sosyal Demokratların hareketleri ve tutumları benim
düüncelerim yönünden çok iyiydi. Sosyal Demokratların içi lehinde çalımaları o günlerde
benim houma gidiyor ve bu yüzden beni bu partinin sempatizanı olmaya zorluyordu. Beni bu

partiden uzak tutan husus ise, Sosyal Demokratların Avusturya sınırı içindeki Germenlerin
muhafaza edilmesi için yapılan mücadeleye karı çıkması idi. Halbuki Slav komünistleri,
Sosyal Demokrasi'nin bu tutumunu sevinçle karılamalarına ramen, baka hususlarda bu
partiye karı çok küstah ve gaddar davranıp tepeden bakıyorlardı. Böylece bu siyasi
dilencilere hakları olan cevabı vermi oluyorlardı.
On yedi yaımda iken "Marksizm" hakkında da henüz bende bir fikir olumamıtı. Sosyal
Demokrasi ile Sosyalizm'e hemen hemen aynı manayı veriyordum. Sosyal Demokrasiyi
gösterilerinin bir seyircisi olarak tanıdım. Bu hususta bir fikrim olmadıı gibi, üyelerinin
zihniyetlerini de bilmiyordum.
Sosyal Demokratlarla ilk münasebetim, bir antiyede oldu. Açlıktan ölmemek için i
arıyordum. Geleceimden endie ediyordum. Bu yüzden de çevremle ilgilenmiyordum. Fakat
bir olay beni bu tarafa sürükledi: Bana sendikaya kayıt olmamı emrettiler. O zamanlar
sendikalar hakkında bir bilgi sahibi deildim. Sendikaların içilere faydası veya zararı
hakkında bir fikrim yoktu. Fakat, kesin olarak sendikaya girmem emredilince, bu konuda bir
bilgim olmadıını ve özellikle ne olursa olsun, hiçbir eye balanmak istemediimi belirterek
daveti reddettim. Eer hemen kapı dıarı edilmemisem bu ileri sürdüüm birinci sebepten
dolayı idi. Herhalde bir iki gün içinde her eyi öreneceimi ve kendilerine balanacaımı
sanıyorlardı, fakat tamamen yanılıyorlar di. Önceleri sendikaya girmem bir parça imkan
dahilinde idiyse de, iki hafta sonra bu ihtimal de ortadan kalkmıtı. Gerçekten bu kısa süre
içinde çevremdekileri pek iyi tanımıtım. Beni, dünyada hiçbir kuvvet, temsilcileri bana bu
kadar ters gelen bir tekilata sokamazdı, îlk önceleri kendi kendime dükündüm. antiyede
çalıırken ölenleri, içilerin bir kısmı açı dükkanlarına giriyor, dier bir kısmı da antiyede
kalarak sefilane bir yemek yiyordu. Bunlar daha çok evli olan içilerdi. Kadınlar da kaplar
içinde çorba getirerek karınlarını doyurmaya çalııyorlardı. Bin bir parça ekmek, biraz sütle
öle yemeimi yerken etrafımı da inceliyordum, incelemelerim sırasında örendiim eyler
insanı isyana tevik edecek mahiyette idi. Her ey inkar ediliyordu. Millet, kapitalist sınıfların
bir uydurmasıydı. Vatan, içi sınıfını sömürmek için burjuvazinin vasıtası idi. Kanunlar içiyi
ezmek için vazediliyordu. Din, milletleri istismar etmek için uydurulmutu. Ahlak, ahmakça
bir sabır prensibi idi. Her temiz ey, çamura batırılıp çıkarılıyordu.
Önceleri susuyordum. Sonraları susmaya çalıtım. Fakat buna devam edemedim. Adi
iddialara cevap vermeye baladım. Fakat cevaplarımın tatminkar olması için, açık ve kesin
bilgi sahibi olmam gerektiini anladım. Bunun üzerine pe pee kitap ve broür okumaya
baladım. Arkadalarımın fikirleri hakkında geni bir bilgiye sahip olmaya baladım. Fakat
onlar akıl ve mantıkla mücadele edebilecek kimseler deildiler. Beni antiyede i sırasında bir
iskeleden aaıya yuvarlamakla tehdit ettiler. Bunun üzerine antiyeden nefretle uzaklatım.
Kısa bir zaman sonra inadım nefretime galip geldi.
antiyeye geri döndüm. Aynı zamanda parasız da kalmıtım.
ite o zaman kendime sordum. Bu adamlar bir millete mensup olmaya layık mıdırlar?
Sorunun cevabı "evet" ise en iyilerin böyle bir azaba katlanmalarını bir millet haklı
gösterebilir mi? "Hayır" denecekse milletimiz insan bakımından zayıf ve fakir denecek
durumdadır.
Bu sıralarda bir gösteriye katıldım, iki saat olduum yerde kalıp nefesimi tutarak içilerin
dörder dörder geçmelerini sabırla seyrettim.
Evime dönerken, Avusturya Sosyal Demokrat Partisi'nin organı olan Arbeiterzeitung'u
gördüm. Bu gazeteyi kahvelerde ancak iki dakika kadar sabır göstererek okuyabildim. Bu
sefer içimden gazeteyi almak geldi.
Yalan dolu yazıların bende uyandırdıı nefrete ramen, o geceki zamanımı bu gazeteye
ayırdım. Böylece Sosyal Demokratların kendi gazetelerindeki fikirlerini, nazariye üstatlarının
yazdıkları kitaplardan daha iyi inceleme fırsatını buldum. Ne büyük fark vardı... Bir tarafta,
içinde peygamberlerin sözlerim hatırlatan gayet derin bir akıl ve hikmet ürünü imi gibi

hürriyet, namus ve eref mefhumları bulunan kitaplar... Dier tarafta da hiçbir alçaklıktan
korkmayan her türlü çamur ve iftirayı saçmayı pek tabii sayan, yılan gibi bir dil ve üslûp...
ite bu insanlıın kurtuluunu isteyen basındı. Sonunda anladım ki, kitaplar, ahmaklar ve
aydın kiiler için, gazeteler ise halk içindi.
Ben, Sosyal Demokratların doktrinini derin derin incelediimde kendi milletimi görmeye
baladım.
Eskiden bana aılması imkansız bir uçurum gibi görünen ey, imdi daha büyük bir sevgiye
yol açtı.
Gerçekte ancak, ahmak olan bir kimse bu büyük zehirleme iini bildii halde, kurbanları

kabahatli görebilirdi. Günler geçtikçe iradem baımsızlıına kavutu ve Sosyal-
Demokratlarım baarı sırlarını çözmeye baladım. O günlerde kızıl yayınlardan baka bir eyi

okumamamın, kızılların düzenledikleri toplantılardan baka bir mitinge katılmamamın
sebebini derhal çözdüm. Sefalet dolu çevremde, bu hiçbir eye izin vermeyen doktrinin

münakaa götürmeyen Sonuçlarını gördüm. Toplum ancak kuvvetli eyler karısında eile-
bilir. Nasıl kadınlar zayıflara baskı yaptıı halde, kuvvetli olanın karısında diz çökerlerse;

topluluk da otoriteyi, zayıfa tercih eder. Topluluklar, hogörü karısında, daima bir vazgeçme
alıkanlıına kapılırlar. Bunun için, topluluk üzerinde fikri bir baskıya bavurulmalıdır.
Topluluk insani alıkanlıklarım kullanmamalıdır. Bu baskı topluluk tarafından pek fark
edilmez. Böylece topluluk doktrinin hatalarını da görmez ve sezmez olur. Topluluk, dı
görünü itibariyle kuvvet ve baskının sonuçlan ile karılaır ve ona tam olarak balanır.
Bunun için Sosyal-Demokratların karısına çıkacak olan bir baka parti, ancak rakibinden çok
daha sert ve kuvvetli hareket ederse baarıya ulaabilir, iki yıl içinde gerek Sosyal
Demokratların tutumlarını, gerekse bu partinin oyuncaı haline gelen halk kitlesinin ruhunu
anladım.
Sosyal Demokratların faaliyetlerinin burjuva sınıfı üzerinde yarattıı deheti gördüm. Burjuva
sınıfının bu hareket ile mücadele etmeye ne ahlakı, ne de kuvveti yeterli idi. Oysa Sosyal
Demokratların adeti, kendi faaliyeti için en büyük tehlike görünen kimseleri, sinirleri
darmadaın edecek ekilde bir yalan ve kuru iftira bombardımanına tutmaktı. Bu korkunç
taarruz, o ahısların ayaa kalkamayacak ekilde yere serildikleri hissedilinceye kadar devam
ediyordu.
Sosyal Demokrasi, deerli kimselere saldırır, muhalif partinin zayıf adamlarını az çok ve gizli
bir ekilde metheder. O, iradeden yoksun bir dahiden çok, basit dereceli bir zekaya sahip olan,
sert tabiatlı bir adamdan korkar. Zeka ve iradeden tamamen yoksun olanları ise göklere
çıkarır.
Sosyal Demokrasi, huzuru salamak imkanına sadece kendisinin sahip olduu görüünü
yayar. Olayları yakından takip eder. Ya olayların bizzat içindedir, ya da olayların yanındadır.
Eer halkın dikkati bir baka yöne çevrilmi ise, Sosyal Demokrasi derhal bu duruma
müdahale eder.
ite bunun için partileri boan ve yok eden gazlara karı daha zehirli ve etkili gazlarla karılık
verilmelidir. Aksi takdirde galibiyet yolunun kapalı olduu halka anlatılmalıdır. Zayıf
yaradılılı kimselere bu durumun bir ölüm kalım mücadelesi olduu açıkça belirtilmelidir.
Ben bütün bunları tespit ederken ahısların toplulua karı duyduu korkunun önemini
gördüm.
Her yerde dehet ve korku, aynı derecede bir dehet ve korku tarafından yolu kapanmazsa
daima baarıya ulaır, ite o zaman böyle bir parti, istikamet deitirerek, önceleri hakaret
ettii, küçük düürdüü devlet otoritesine sıınır. Çou zaman da genel bir kararsızlık anında
isteine kavuur. Çünkü daima gerzek beyinli birkaç yüksek dereceli memur, korkularından
dümanın gelecekte kendilerine iyi muamelesini temin etmek amacı ile ona yardım eder.
ite bu biçimde bir baarının halk üzerinde nasıl bir etki yaptıı hem taraftarlar hem de karı
olanlarca bilinemez. Bunu ancak halkın ruhunu kitaplardan tanımaya çalıanlar deil, hayatın

içine girenler takdir ederler. Yapay olarak elde edilen baarı taraftarlar arasında sürdükleri
davalarının bir zaferi imi gibi kabul edilirken, yenik düenler ise ilerde ortaya çıkacak
direniin baarı ihtimalinin kaybolduuna inanırlar.
Zamanla kaba kuvvet usullerini örendikçe, bu kaba kuvvete hedef olan halk kütlelerine karı
duyduum hogörü de arttı. Bu çetin ve ıstıraplı günlerimde, beni milletime iade ederek
milletimin özelliini bana örettii ve terör hareketlerinin elebaıları ile, kurbanlarını
yakından tanımama fırsat verdii için Tanrı'ya bin kere ükrediyorum. Bu yollarını aırmı,

iki gözü de kapalı olan adamların sadece bıçak altına yatmı birer kurban oldukları kabul edil-
melidir, ite bu rezil sınıfların ruhlarını basit bir iki çizgi ile ortaya koyarken, bu toplulukların

derinliklerine inildiinde, parıldayan bir ııa rastlanacaktır. Ben gözlemlerim sırasında, bu
sınıfların bireyleri arasında ender de olsa, bazı fedakarlık olaylarına, sadık arkadalık
hislerine, samimi bir tevazu ile dolu çekingenliklere, insanı aırtan itidalli davranılara
rastladım. Bu pırıltılar özellikle yalı içiler arasında görülüyordu. Bu parıltılara yeni
nesillerde ve büyük ehirlerin çarkları arasında eriyenlere rastlanamıyordu. Ancak tek tuk bazı
gençler vardı ki, onlar doutan kazandıkları meziyetlerini muhafaza ederek, hayatın
kötülüklerine karı, hâlâ direniyorlardı, Fakat bu iyi insanlar, eer siyasi faaliyetleri
milletimizin can dümanlarına kaptırılıyorsa, bunun sebebi, o heriflerin idare ettii partilerin
kötülüklerim takdir edememelerinden ileri geliyordu. Çünkü hiç kimse bu adi heriflerin ne
dolaplar çevirdiklerini incelemek zahmetini göstermemitim. Bu kimselerde karı koyma
iradesi "sosyal sürüklenmelere malup olmutur. En sonunda sefalet onları gırtlaklarından
yakalayarak Sosyal Demokrasi çamuruna batırmı ve o çamurun içinde bırakmıtır.
Burjuvazi içinin en meru ve en tabii isteklerine dahi, binlerce defo büyük bir ahlaksızlıkla
"hayır" cevabı vermitir, ite bu haksız Direni karısında içiler sendikalara doru
itilmilerdir.
Böylece içi, en basit isteklerine insani bir cevap alamadıı için sendika tekilatı ile siyasete
doru sürükleniyordu, içi Sosyal Demokrasi’ye düman idi. Fakat direnileri defalarca
sonuçsuz kaldı. Burjuva partileri ise her türlü toplumsal sorunlara karı ilgisizdiler. iticinin
hayat artları düzeltilmedi, i kazaları, çocukların ve kadınların çalımaları, kadınların
hamilelik halleri hiçbir zaman göz önüne alınmadı. Makineler arasında çalıan içi her türlü
emniyet tedbirlerinden uzak bırakıldı. Böylece halk toplulukları Sosyal Demokrasinin aları
içine dütü. Sosyal Demokrasi, bu üzüntü veren siyasi düüncelerin sebep olduu olayların
hepsinden faydalandı. Buna karılık burjuva partiler hatalarını hiçbir zaman düzeltmediler,
esasen düzeltemezlerdi de... Çünkü her türlü toplumsal yenileme hareketine karı durmakla
kin tohumlarını etrafa serpmilerdi. Halkın can dümanı olanlarının iddialarına, yani içilerin
menfaatlerini sadece Sosyal Demokrat Partisi'nin koruduu yolundaki sözlerine hak verme
durumu domutu.
Böylece burjuva partileri, sendikaların kurulmasına imkan veren ahlaki temelleri hazırladı,
ite bu tekilatlar, Sosyal Demokrat partiye taraftar toplayan birer kuvvet haline geldiler.
Viyana'da bulunduum yıllar sırasında ben de ister istemez sendika konusunda bir vaziyet
almak zorunda kaldım. Sendikayı, Sosyal Demokrat Partisi'nin birbirinden ayrılmaz bir
parçası kabul ettim. Ama sonunda bu kanaatimin yanlı olduunu anladım. Seri olarak
verdiim bu karardan hemen vazgeçtim. te bu ana davalarda kader benim gözümü açacaktı,
ilk kararım tamamen ters çıkmı, altüst olmutu.
içinin en tabii toplumsal haklarım savunacak ve ona daha iyi hayat artlan salayacak olan
sendikalar ile, sınıflar arasındaki siyasi mücadeleyi kızıtıran ve bunu partiye hizmet için
yapan sendikaları birbirinden ayırt etmeyi örendiim zaman henüz 20 yaında idim.
Sosyal Demokrasi sendikaların kudretini anladı ve bunu kendi davasına dahil ederek
baarısını saladı. Burjuvazi ise bu tekilata deer vermedii için siyasi yerini kaybetti. Hatta
bu tekilatın normal gelimesine küstahça karı koyula engel olacaını zannetti.
Sendikaların, kuruluları itibariyle vatan fikrim ortadan kaldırdıını düünmek ve bunu iddia

etmek yanlıtı. Sendika faaliyetleri, milleti meydana getiren sınıflardan birinin (içi sınıfı)
toplumsal seviyesini yükseltmek amacını takip ederse, hiçbir zaman vatan ve devlet aleyhine
hareket etmi olmaz. Sendika, halkın fizik ve ahlakı sefaletlerini hazırlayan eyleri ortadan
kaldırarak ve onlarla mücadele ederek toplumsal yaraları iyi eder. Sonuç olarak sendika
faaliyeti her durumda ve ne olursa olsun gereklidir.
Toplumsal anlayıtan yoksun veya hak ve adalet hislerinden uzak kalmı i adamları var
oldukça, halkımızın bir parçası olan içilerimiz, tek bir teebbüsün hırsına veya akıl dıı
davranılarına karı, topluluun menfaatlerim korumak hakkına sahip olacaklardır. Çünkü
halkta balılık hislerini ve güveni korumak, fiziki ve iktisadi sıhhati kurtarmak, millet
yararına uygun hareket etmek demektir.
Ahlaktan yoksun bir bölüm i adamları, kendilerini topluma yabancı sayarlarsa ve bir sınıfın
fiziki ve ahlaki durumunu tehdit ederlerse, memleketin gelecei üzerinde olumsuz etki
yaparlar.
te bu durum karısında herkes kendi çıkarına uygun bir biçimde sonuç almaya kalkımasın.
Bu hususta hiç kimse serbest deildir. Kötü niyetli kimseler dikkatleri esas konunun
üzerinden çekip, baka tarafa çevirmek için çalımasınlar. Toplumsal hayata engel olan her
eyi yok etmek milli menfaatlere uygun mudur, yoksa uygun deil midir? Bu soruya verilecek
cevap evet ise baarıyı salayacak silahlar ile kavgaya katılmak lazımdır. Yoksa ferdi ve bir
iki kiinin bir araya gelerek yaptıı cılız çıkılar hiçbir zaman büyük i adamının sonsuz
kudretine set olamaz. te dikkat edilecek husus buradadır. Gaye hak temin etmek deildir.
Esasen hak temin edilmi ve ele geçirilmi olsa idi, ortada ihtilaf da olmazdı. Esas gaye en
kuvvetli olmaktır.
Halka çok fena muamele yapılır, kanunlara, aykırı hareket edilir Ve haksızlıklara karı bir
kanuni tedbir alınmazsa, anlamazlıkları ancak kuvvet halleder. Bunun için bir araya gelmeli
ve haklarını arayacak bir temsilci göstermelidirler.
ite bu bakımdan sendika kuruluları, bugünkü hayata somut sonuçları ile birlikte daha güçlü
bir "toplumsal ruh" getirebilirler. Böylece devamlı bir ekilde toplumsal hayatı sarsan ikayet
noktaları etkisiz duruma getirilir. Eer bu böyle olmuyorsa, ya toplumsal kanunların yollan
ustaca manevralarla kesilmektedir, ya da siyasi tesir ve nüfuz sayesinde mevcut kanunlar
hükümsüz bırakılmaktadır. Siyasi burjuvazi sendika kurulularının önemini takdir etmedikçe
veya anlamaz göründükçe ve bunlara karı iddetle direndikçe, Sosyal Demokrasi de bu hor
görülen hareketi benimsemekte gecikmedi. Sosyal Demokrasi gayet dikkatli bir davranıla,
sendika hareketinden kendisine salam bir zemin hazırladı ve bundan, bühtan geçirdii
günlerde istifade etti. Gerçi hareketin derin gayesi zamanla ortadan kalktı ve yerini yeni
hedeflere bıraktı. Çünkü, Sosyal Demokrat Parti, hiçbir zaman savunduu ve ele geçirdii
kooperatif hareket’in programını dahi korumak için çaba göstermedi ve buna önem vermedi.
Geçen yıllar içinde toplumsal hakların savunması için kurulan kuvvetlerin hepsi, Sosyal
Demokrat Partililerin becerikli ellerine geçer geçmez milli ekonomimizin tahribi ve yok
edilmesi uruna kullanılmıtır. Artık içinin en basit hakları dahi düünülmez olmutur.
Çünkü ekonomik sahadaki zorlayıcı araçların kullanılması, siyasi huyuna her türlü zulme
imkan hazırlar. Bu i için sadece bir tarafta cehalet ve dier tarafta ahmak sürünün mevcut
olması yeter. te ortada görülen durumda tam bu ekilde idi. Geçen yüzyılın son yıllarına
doru sendika faaliyetleri ilk amacından uzaklamaya baladı. Yıllar geçtikçe Sosyal
Demokrat Parti, içiler arasına dalarak en sonunda sınıf mücadelesinde bir tazyik aracı haline
geldi. Bin bir güçlüklere katlanarak kurulmu olan bütün iktisadi binalar devamlı darbelerle
yıkılırsa, sonunda iktisadi temellerinden tamamen yoksun kalmı bulunan devlet binası da
aynı akıbete uramaktan kendisini kurtaramaz. Parti, içinin gerçek ve müphem ihtiyaçlarına
zamanla daha az ilgi göstermeye baladı, istekler ne kadar çoalıyorsa, onlara cevap vermek,
onları tatmin etmek de o nispette azalıyordu. Halbuki içinin arzularına kısmen cevap
verilmek suretiyle, onların kavga kudretini zayıflatmak yoluna gidilebilirdi.

Çünkü halk arzusu bir kere tatmin edildi mi, kendini idare edenlere körü körüne balanır ve
kavga kuvveti olmaktan çıkardı.
Fırtınalarla dolu sonuç, sınıf mücadelesini idare eden ve onu körükleyenlere öyle bir dehet
telkin etti ki, her hayırlı toplumsal reforma el altından iddetle karı çıktılar. Her reform
hareketine bile bile cephe aldılar. Bu kadar akıl almaz bir davranıı haklı göstermek
zahmetine bile katlanmak gereini duymadılar.
ite bu hal karısında istekler dalgası ne kadar kabarıp yükseliyorsa, o istek dalgasının bir
parça tatmin ihtimali de o kadar azalıp, kayboluyordu. Fakat bütün döndürülen bu dolaplara
ramen, içilere, en tabii ve en küçük haklarına dahi gülünç denebilecek cevapların
verilmesinin sebebinin, içinin mücadele ruhunu, kudretini zayıflatmak ve mümkünse bunları
tam manasıyla felce uratmak olduunu, bu sinsi faaliyetin eytani bir emelin parçasından
ibaret bulunduunu anlatmak ve açıklamak gerekirdi. Bu durumda her türlü sözün salayacaı
baarıya hayret edilemezdi.
Burjuva Partileri, Sosyal Demokrat Parti'nin bu korkunç faaliyetinin sinsi sonuçlarım nefretle
karılıyorlarsa da, bu olumsuz çalımalara karılık verebilecek bir davranıa gerek

görmüyorlardı. Halbuki Sosyal Demokratların iktisadın ezdii, korkunç sefaletini hafif-
letmekten çekindii ve aynı zamanda sınıf mücadelesi sırasında silah olarak kullandıı

içileri, burjuvazinin kendi tarafına çekmesi gerekirdi. Fakat burjuvazi hiç ama hiçbir ey
yapamadı. Karı mevkilere taarruz edecei yerde, kendi bindii dalı kesti ve kendi kendisini
tazyik altında bıraktı, i iten geçtikten sonra da o kadar deersiz birtakım araçları imdadına
çaırdı ki, sonunda hiçbiri sonuç vermedi ve Sosyal Demokratlar tarafından kolayca saf dıı
edildi. Hiçbir ey deimedi, sadece deien memnuniyetsizlik oldu. O da gitgide çoaldı.
Artık serbest sendika, siyasi havaya girince herkesin hayatı üzerinde bir tehlike unsuru olarak
belirmeye baladı. Serbest sendika, milli iktisadın emniyet ve geleceine karı, devletin
salamlıına karı, ferdi hürriyetlere karı, korkulacak terör araçlarından biri oldu.
"Demokrasi" sözünü alaylı ve adi cümleler içinde telaffuz eden özellikle "serbest sendika"
oldu.
Bu hürriyete bir hakaretti. Kardelik ve birlik hususu ise u cümle ile rezil ediliyordu: "Sen bir
yolda deilsen kafan paramparça edilecektir."
ite görünüte insanlık dostu olan, fakat beeriyeti mahvetme yolunda yürüyen bir insaniyet
dostu (!) ile böyle tanıtım. Yıllar geçtikçe düüncelerim geliti ve hiçbir yönünü deitirmek
gerekmedi. Sosyal Demokrasi'nin dı görünüünü ne kadar iyi surette incelersem, bu doktrinin
derinliklerini görebilmek isteim de o kadar çoalıyordu. Bu hususta partinin resmi edebiyatı
bir yardımda bulunamazdı. Partinin resmi azı, eer iktisadi konularla megul oluyorsa, bu
husustaki konumalar, iddialar ve ortaya konan deliller hiçbir zaman doru olmuyordu. Parti
siyasi gayelerinden söz ettii zaman da samimi olmuyordu.
Bütün bunlardan baka çok gelimi olan mesele çıkarma ruhu ve delillerin ortaya konu
ekli, bana daima derin tiksinme hissi telkin ediyordu. Derin düünceleri, kekeleyici, karanlık,
hatta anlaılmaz ve manasız ıstıraplarla dolu bir sürü cümlelerle anlatmak isterlerken hiçbir
fikir kırıntısına rastlanmıyordu. Akıl öyle bir dolambaçlı yollardan ilerliyordu ki, daima
hedefi aırıyordu. Bir insanın kendini rahat hissedebilmesi ve bu sonsuz "dadaisme"* gübresi
içinde samimi ve gerçek bir durumda bulunabilmesi için ancak büyük ehirlerdeki o
"bohem"** kiilerden olması gerekiyordu. Sosyal Demokrat Parti'nin destekleyicisi olan
yazarlar pek açık olarak halkın bir kısmının tevazuunu istismar ediyorlardı. Çünkü bu tip halk
(Dadaisme- 1917 yılına doru kurulan bir edebiyat ve sanat okulu.bu okulun programları fikir
ile anlatı arasındaki bütün ilgileri ortadan kaldırmaktı. Bohem-Günü gününe yaayan,
baıbo kimse.) topluluu herhangi bir eyi ne kadar az anlarsa, onda o kadar ender gerçekler
ve deerler buluyorum sanır.
Böylece bu doktrinin, kuramsal bakımdan yanlılıı ve manasızlıı ile ortaya çıkan gerçekleri
mukayese edince, takip ettii gizli gaye hakkında geç de olsa açık bir fikir sahibi oldum.

O zaman unu anladım, bütün enerjisini kinden alan bir doktrin karısında bulunuyorduk. Bu
doktrin kendi zaferini kazanmak için en ufak teferruatı hesaplamıtı. Zafer kazanıldıı vakit
insanlıa öldürücü bir darbe indirilecekti. Hemen bu arada, bu yıkıcı doktrin ile bir milletin o
güne kadar benim dikkatimden uzak kalmı olan özel vasfı arasındaki münasebetleri gördüm.
Sosyal Demokrasinin gizli amacı, ancak Yahudilerin ne olduklarını bilmekle anlaılır. Bu
Yahudi milletini tanımak, bu partinin hedefi ve niyeti hakkında gözlerimizi kapatan yanlı
fikirler baını koparıp atmak demektir. Yahudileri tanımakla bizi kendine körü körüne
balayan bu partinin toplumsal fikri deildiinde Marksizm'in çirkin ve korkunç bir ekilde
gerilmi yüzü ortaya çıkacaktı. Yahudi kelimesinin bende ilk defa olarak özel birtakım fikirler
uyandırması, hangi çada meydana geldiini kestirmem pek imkansız deilse de, biraz zor
olacaktır. Babamın salıında bu kelimenin evimizde telaffuz edildiini hiç hatırlamıyorum.
Galiba benim için pek saygıdeer olan babam, bu kelimeyi özel bir ekilde telaffuz e-den
kimseleri geri kafalı adamlar kabul edecekti. O hayatı boyunca az çok bir kozmopolitlie
eilim göstermiti. Bu eilim onun gayet salam olan milli kanaatlerine ramen düüncelerine
hakim olmaktan baka, benim üzerimde dahi iz bırakmıtı. Okul sırasında hiçbir ey beni,
ailemden aldıım fikirleri deitirmeye zorlamadı. Realschule'de genç bir Yahudi çocuu ile
tanımıtım. Bu Yahudi çocuuna karı davranılarımızda hepimiz dikkatli hareket ediyorduk.
Fakat bu tutumumuza sebep, o Yahudi çocuunun bazı konular üzerindeki ketumluu
dolayısıyla bizde pek az bir güven uyandırabilmi olmasıydı. Esasen ne ben ne de
arkadalarım bu davranıımızdan özel bir sonuç çıkarmadık.
Nihayet on dört on be yaıma geldiimde siyasetten bahsedildii sıralarda Yahudi kelimesini
duymaya baladım. Bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu.
Mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çekimeleri gördüüm vakit içimde naho hisler
kabarıyordu. Bu hal de, beni bu hususta bazı itirazlara zorluyordu. Linz'deki Yahudi sayısı
azdı ve Avrupalılamalardı. Onları Alman zannediyordum. Bu kanaatin manasızlıını idrak
edemiyordum. Almanla Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduunu
zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din (arkına veriyor ve bu yüzden de
kendilerine antipati beslemiyordum.
ite kafam bu düüncelerle dolu olarak Viyana'ya geldim. Mimari alandaki kabiliyetimin
bolluu içine daldıım ve kendi mukadderatımın aırlıı altında ezildiim için, ilk günler
büyük ehrin nüfusunu tekil eden çeitli zümreler hakkında gözüme hiçbir ey takılmadı. O
günlerde Viyana'da iki milyon kii yaıyordu ve bu nüfusun iki yüz bini Yahudi idi. ite ben
bunun farkında deildim. lk günlerde gözlemlerim ve düüncelerim, yeni deer ve fikirlerin
giritikleri hücuma pek o kadar karı koyacak kuvvette deildi. Nihayet içimde aır aır
sükûnet ortaya çıkmaya baladıı ve bu hummalı hayaller açıklıa kavutuu sıralarda,
Yahudi meselesi ile burun buruna geldiim an ki, etrafımı çepeçevre saran dünyaya çok daha
dikkatli bakmaya baladım.
Yahudi meselesi ile karılamamdaki ekil bana pek ho gelmedi. Ben o sıralarda Yahudi'yi
sadece baka bir dine mensup bir kimse olarak kabul ediyordum. Dini çekimelerden ve dini
inanılardan çıkan her türlü dümanlıı, hogörü ve insaniyet adına daima kınamaktan da
kendimi alamıyordum. Bu arada Viyana'nın Yahudi aleyhtarı basının tutumu da bana medeni
bir milletin örf ve geleneklerine yakımaz gibi geliyordu. Orta çalara kadar uzanan ve tekrarı
kanaatimce hiç istenmeyen bazı olayların hatırası aklıma takılıyordu. Esasen bu bahsettiim
gazeteler, birinci sınıf basın organı olarak kabul edilmiyorlardı. Peki ama niçin bu böyle idi?
Bunu o günlerde ben de pek bilmiyordum, ite bundan dolayı bu gazetelerin tutumuna hiddet
ve çekememezliin sebep olduunu sanıyordum. Bu kanaatimi, büyük basın organlarının
yayın yolu ile yapılan bu hücumlara karılık vermemesi de kuvvetlendiriyordu. Benim takdir
edip, beendiim husus, bu basının kendi aleyhindeki yayınlara cevap vermeyip, susarak ve
onlardan hiç bahsetmeyerek onları "sessizlik" ile ortadan kaldırması idi.

Dünyaca mehur Neue Freie Presse, Wiener Tagblatt ve dierini devamlı olarak okudum.
Okurlarına bol bol bilgi vermeleri ve konuları gayet tarafsız ortaya koymaları beni hayrette
bıraktı, ite bu basının kibar halini takdir ediyordum. Sadece basının aır üslûbu beni biraz
rahatsız ediyordu, hatta bende olumsuz etki bırakıyordu. Belki de bu kusur, bütün bu büyük
kozmopolit ehre can veren çırpıntılı ve hareketli yaayıın sonucu olabilirdi. O günlerde,
Viyana'yı böyle bir ehir saydıım için, kendi kendime bulduum açıklamanın bir mazeret
tekil etmekten öteye geçemeyeceini kabul ediyorum.
Fakat beni en çok rahatsız eden ey bu basının hükümete pek yılıık ve terbiyesiz bir ekilde
kur yapması idi. Hofbourg'da küçük bir olay çıkmaya görsün, ite bu olay okurlara, ya çok
büyük bir evk ve galeyan içinde ya da büyük bir üzüntü bulutu altında kaleme alınarak
sunuluyordu. Hele hele gelmi geçmi bütün devirlerin en akıllı hükümdarı (!) konu edildii
vakit, gazetelerde çıkan yazılar, kızıma sırasındaki bir yaban horozunun diisini büyülemek
için yaptıı dansı akla getiriyordu. Bütün bunlar bana bir gösteriten ibaret gibi geliyordu.
te benim bu gözlemim "liberal demokrasi" hakkında bugüne kadar beslediim fikirlerin
üzerine bazı gölgeler düürdü. Sarayın sevgisini bu ekilde kazanmak, milletin erefini hiçe
saymak demekti. Böylece Viyana'nın büyük basını ile arama kara kedi girmiti. Her zaman
yaptıım gibi, daha ilk günlerde de Almanya'da gerek siyasi alanda ve gerek sosyal yaayıta
gelien olayların hepsini Viyana'da büyük bir dikkat ve ihtirasla takip ediyordum. Reich'ın
yükselmesini, Avusturya Devleti'nin rehavet hastalıı ile gurur ve hayranlık duyarak
mukayese ediyordum. Reich'ın dı siyasetindeki baarıları bana sonsuz bir keyif verirken
içteki siyasi durum beni o kadar sevindirmiyordu. O sıralarda ikinci Guillaume aleyhindeki
mücadeleyi hiç uygun bulmuyordum. Onu sadece Alman imparatoru kabul etmiyor, aynı
zamanda Alman donanmasının tek yaratıcısı
sayıyordum.
Reichtag'ın, imparatoru siyasi nutuk vermekten alıkoyan kararı, beni bir hayli
sinirlendiriyordu. Çünkü bu karar bu hususta hiçbir yetkiye sahip olmayan bir meclisten
çıkıyordu. Bu erkek kazlar, parlamentolarında sadece bir devre zarfında bile, bütün bir
imparator hanedanının yüzyıllar boyunca yapamayacaı manasızlıklardan Çok daha fazlasını
ortaya koyuyorlardı. Her yarı delinin düüncelerini dinletmek için söz aldıı, hatta kanun
yapıcısı sıfatı ile devlet içinde baıbo bırakılan ve bütün dönemlerin en geveze insanlarından
oluan aaılık bir meclisten, imparatorluk tacım taıyan kiinin azar iitebildiim görmek
bende nefret uyandırıyordu. Ayrıca beni çileden çıkaran baka bir ey daha vardı. Bu da
imparatorluk •tabalarının en adi atlarını bile, gayet saygıyla selamlayan ve eer hayvan
kuyruunu sallarsa büyük bir vecde dalan Viyana basınının, Alman imparatoru'na ait asılsız
endielerini üzüntülü bir dille ve aslında iyi bir biçimde saklanamayan kötü bir niyetle ortaya
koymaya cesaret etmesi idi. Eer bu basının yazdıklarına bakılırsa Almanya
imparatorluunun ilerine karımak niyetinde deildiler. Keke ALLAH onları böyle bir
davranıtan korusa! Fakat onlara bakılırsa, iki imparatorluk arasındaki anlamanın ortaya
çıkardıı ödevi yerine getiriyorlardı ve bu bakımdan yaranın üzerine o adi, pis parmaklarını
güya dostça bir biçimde basıyorlardı. Böylece basının gerçei yazma ödevini yerine getirmi
oluyorlardı (!) Aslında onlar, böyle yazarak sırıta sırıta yaraya kirli parmakları ile

basıyorlardı. Bundan dolayı bütün kanım tepeme çıkıyordu. Gitgide büyük ve itibarlı (!) ba-
sından üphe etmeye baladım. Sonunda Yahudi aleyhtarı gazetelerden biri olan Deutsches

Volksblatt'ın bu durumda daha asil ve terbiyeli bir ekilde hareket ettiini gördüm.
Ayrıca beni sinirlendiren dier bir husus da, büyük basının o günlerde Fransa Devleti'ne karı
gösterdii saygı idi. Nerede ise bu saygı ibadet eklini alacaktı. Bu itibarlı (!) basının o
"medeni millet"i övmek için söyledii güzel iirleri okuduum zaman, insan Alman olduuna
adeta utanıyordu. Bu adi Fransa sevgisi salgını çok defa bu büyük gazeteleri elimden fırlatıp
yere atmama sebep oldu. Çou zaman Volksblatt'ı okuyordum. O daha küçük bir dünyaya
sahip i-di. Fakat böyle konuları daha uygun bir üslûpla ele alıyor ve inceliyordu. Gerçi onun

Yahudi aleyhtarlıını pek tasvip etmiyordum. Fakat yazılanların arasında bazı kere öyle
deliller tespit ediyordum ki, bunlar beni düünceye sevk ediyorlardı.
Belki de o günlerde Viyana'nın kaderine hakim olan ahsı ve partiyi ite bu hava içinde
tanıdım. Bu adam Dr. Kari Lueger, parti de Hıristiyan Sosyal Parti idi. Viyana'ya geldiim
günlerde bunlara karıydım. Bana göre Dr. Kari Lueger ve parti, gericiydiler. Fakat sonunda,
hem o ahsı hem de eserini tanımak fırsatını elime geçirince bu hükmümü deitirdim. Bugün
bile Dr. Kari Lueger'i bütün devirlerin en yüksek Alman belediye bakanı kabul ediyorum.
Hıristiyan Sosyal hareket karısındaki kanaatlerimin deimesi ile, kafamda ne kadar batıl
düünceler varsa hepsi bir anda yok oluverdi. Yahudi aleyhtarlıı hususundaki kanaatim de
zamanla deiti. Fakat bu doru yola giri benim için çok ıstıraplı oldu. Ayrıca zihnimde gizli
mücadeleler cereyan etti. Ancak, akıl ve hissiyat, tıpkı iki düman gibi birbirleri ile
savatıktan sonra, akıl zaferi elde etti. iki yıl geçtikten sonra ise, akıl ve hissiyat birbiri ile
birleti ve sonunda hissiyat aklın sadık bir koruyucusu ve yol göstericisi oldu. Düüncelerimin
aldıı terbiye ile akıl arasında geçen ve pek ho olmayan bu büyük çekime sırasında Viyana
kaldırımlarının verdii hayat dersi, benim için çok deerli görevleri yerine getirmemi saladı.
Artık sokak ve caddelerde körler gibi dolamıyordum. Gözlerim açılmıtı. Bir gün Viyana'nın
eski mahallelerinden geçerken, ani olarak uzun pelerinli, uzun siyah saçlı bir adamla
karılatım. Bu da bir Yahudi miydi? ite ilk aklıma gelen düünce bu oldu. Linz
Yahudilerinde bu kıyafet yoktu. Bana yabancı gelen simayı ihtiyatlı bir ekilde ve dikkatle
inceledim. Bu yabancı simayı inceledikçe adamın yüz hatlarına dikkatle baktıkça biraz evvel
kendi kendime sorduum soruyu deitirdim: Acaba bu bir Alman mıydı?
Hemen kitaplarda üphelerimi yok edecek çareler aradım. Hayatımın ilk Yahudi aleyhtarı
broürlerini satın aldım. Fakat ne var ki, bu broürlerin hepsi de okuyucularının Yahudi
davasını biraz biliyor farz ederek hazırlanmıtı. Bu broürlerdeki yazılarda bende yeni
birtakım üpheler dourdu. Keza iddialarını ispat için ileri sürdükleri deliller çok yüzeysel ve
ilmi temelden tamamen uzaktı, ite bundan dolayı batıl fikirlere tekrar saplandım. Bu durum
haftalarca ve hatta aylarca devam edip gitti.
Mesele bana o kadar anormal, ithamlar o nispette ölçüsüz geliyordu ki, haksız bir karar alma
korkusu, bana ikence edip duruyor, beni endie ve tereddütlere düürüyordu. Esasen, dini
çekimeler sırasında özel bir mezhebe mensup olan Almanların konu edilmediini, tamamen
ayrı bir ırkın, yanı Yahudiliin üzerinde durulduunu anlamaya baladım. Artık bu hususta
hiçbir üphem kalmadı. Çünkü bu konu ile megul olmaya baladıım ve bütün dikkatimi
Yahudiler üzerine younlatırdıım günden bu yana Viyana'yı baka bir ekilde görmeye
baladım. Artık nereye gitsem, ne tarafa baksam gözüme hep Yahudiler takılıyordu.
Yahudileri çok ve sık gördükçe onları dier insanlardan kolayca ayırabiliyordum. Viyana'nın
merkezinde ve Tuna'nın kuzeyindeki mahallelerin dı görünüleri, Almanların oturdukları
yerlerin görünüleri ile tamamen farklı idi. Oralarda baka bir nüfus cıvıl cıvıl kaynaıp
duruyordu.
imdi, belki bu hususta, yani Yahudileri tanımada biraz üphem varsa da, Yahudilerden
bazılarının davranıları beni her türlü süphe ve tereddütten uzaklatırıyordu. Yahudiler
arasında gelime ve Viyana'da oldukça dal budak sarmı büyük bir hareket Yahudi ırkının
vasfını özellikle göze çarpar bir ekilde ortaya koyuyordu. Bu büyük hareket Siyonizm'di.
Yahudilerin küçük bir kısmı Siyonizm'i tasvip ediyordu. Geri kalan çounluk ise bu prensibi
kabul etmiyor gibiydi. Fakat bu davranılara yakından bakılacak olursa, perde kalkıyor ve
ortaya bambaka bir durum çıkıyordu. Göze, kendi davalarının gerei olarak Uydurdukları
birtakım aslı astarı olmayan sebepler çarpıyordu. Gerçekte ise Liberal Yahudiler, siyasi
faaliyet gösteren Yahudileri, aynı irkin mensupları deildir diye reddetmiyorlardı. Onlar
sadece Yahudiliklerini düünerek onlara fena gözle bakıyorlardı. Fakat bu durum onların bir
araya gelmelerine ve birlik olmalarına engel tekil etmiyordu, ite bu Liberal Yahudilerle,
Siyonist Yahudiler arasındaki yapmacık kavga bende büyük bir tiksintinin domasına sebep

oldu. Bu göstermelik çekime hiçbir gerçee dayanmıyordu, tam manasıyla koca bir yalandan
ibaretti. Bu hile ise, Yahudi ırkının kendine yakıtırdıı asalete ve temiz ruhlulua hiç uygun
dümezdi. in aslına bakılırsa bu ırkın ahlaklı ve temiz ruhlu oluu çok özel bir haldi. Bu
heriflerin suya karı ne kadar az yakınlıkları olduu yüzlerine bakılınca, hatta çou defa
yanlarına gözünüz kapalı olarak bile yaklaınca derhal anlaılıyordu. Sonra bu pelerin giyen
heriflerin o adi kokularını duydukça, midemin kabardıını hissetmee baladım. Hepsinin
üstü baı pisti ve hiç de kibar kimseler deildiler. Anlattıım bu ayrıntıda belki ilgi çekici bir
husus yoktur. Ama bu heriflerin pislikleri altında o seçkin ırkın ahlak yönünden eksikliini
tespit edince büyük bir tiksinti duyuyordum.
Artık beni en çok ilgilendiren ey Yahudilerin bazı sahalarda gösterdikleri faaliyetlerdeki
hareket ekilleri idi. Yava yava hareketlerinin sırlarını kefetmeye baladım. Sosyal hayatta
ne ekilde olursa olsun herhangi bir kötülük varsa Yahudi ona muhakkak katılıyordu. Bu tip
bir yaraya neter vurulur vurulmaz, kokumu bir vücuttaki solucan gibi parlak ııktan gözleri
kamamı bir çıfıt ortaya çıkıyordu.
Yahudilerin basında, güzel sanatlarda, edebiyatta, tiyatro ve sinemadaki faaliyetlerini inceden
inceye tetkik edince, bende Yahudilik aleyhinde bir çok ithamlar birikti. Böylece tatlı sözler,
tatlı yazılar bana bir fayda vermez oldular. Herhangi bir tiyatro ya da sinema afilerine
bakmak ve o temsili ya da filmin senaryosunu yazan adları incelemek yetiyordu. Böyle
yapılınca insan ister istemez Yahudilerin amansız dümanı oluyordu. Bu sinsi faaliyet
Viyana'da halkı zehirleyen bir ahlak vebasıydı ki, eski devirlerin vebasından çok daha büyük
felaketlerle yüklüydü. Bu zehir hiç durmadan bol miktarda i-mal edilip etrafa yayılıyordu. Bu
eserleri meydana getirenlerin terbiye ve fikir seviyeleri ne kadar sıfır, hatta sıfırın altında ise,
eser (!) meydana getirme kabiliyetleri de o kadar büyük idi. Bu adi adamlar sanki bir
püskürtme makinesi gibi, bütün pisliklerini insanlıın yüzüne fıkırtıp duruyorlardı. Bu gibi
adi adamların sayısı da bir hayli kabarıktı.
Tanrı'mın lütfettii bir Goethe'ye karılık, onun çadalarına bu çalakalem giden heriflerin
musallat olduklarını bir düünün. Bu adı adamlar birer basil gibi en temiz ruhları

zehirlemekten bir an bile geri kalmıyorlardı. Yahudi'nin Tanrı tarafından bu korkunç rolü oy-
namak için özellikle yaratıldıını düünmek pek müthi bir ey... Fakat bu hususta

aldanmamak ve hayallere asla kapılmamalıyız. Çünkü seçkin ırk dedikleri, bu mundarlar
mıdır?
Artık sanat eseri olarak ortaya çıkan pis ve adi yazılan kaleme alan isimleri, büyük bir
dikkatle incelemeye baladım. Bu incelemenin sonunda daha önceki düüncelerimin hatalı
olduunu gördüm Hissiyat ne kadar insanı aldatırsa aldatsın, aklın aratırma yolu ile ortaya
çıkaracaı sonuçlar daha doru oluyordu. Gerçek uydu! Güzel sanatlardaki adi eserler, edebi
sahadaki pislikler, tiyatro ve sinemalarda oynanan budalalıkların yüzde doksanı, memleket
nüfusu nün ancak yüzde biri kadar olan bir ırkın meydana getirdii eyler di. Bu inkar
edilmez bir gerçekti. Bir vakitler benim dünyaya hakim gibi gördüüm büyük basım da aynı

dikkat ve hassasiyetle inceledim. Çengeli ne kadar derine atar, neteri yaraya ne kadar çok vu-
rursam eskiden beni hayranlıklar içinde bırakan eylerin itibarları gözümde sıfıra iniyordu. Bu

basının üslubu dayanılmaz bir eydi. Milletine yabancı olduu kadar, basit bulduum fikirleri
de kabul etmek zorunda kaldım. Bu yalan makinelerinin yazılarındaki tarafsızlık bana doru
gibi gelmekten çok, büyük birer uydurma eklinde görünüyordu. Bu basındaki yazarların
hepsi Yahudi idiler. Eskiden hiç dikkatimi çekmeyen binlerce ayrıntı imdi bütün dikkatimi
Üzerlerine topladılar ve incelemeye layık görüldüler. Bir vakitler beni düündüren hususları
da açıkça görmeye ve etki alanlarını anlamaya baladım. Artık bu basının liberal fikir ve
düüncelerini bambaka bir ekilde görüyor ve tartıyordum. Kendisine karı olanların
yazılarına cevap verirken takındıı kibarlıın veya düüncesine ters düen yayına karı bir ölü
sessizlii içinde susmasının sahtekarlıını artık iyice anlıyordum. Bu üphesiz çok kurnazca
davranıtı.

Övgü dolu tiyatro sinema eletirileri, sadece Yahudi olan yazarlar içindi. Daima Alman olan
yazarlar kötüleniyordu. ikinci Guillaume'a sinsice batırdıkları ineler öyle güzel tekrarlanıp
duruyordu ki, bu yayının bir merkezden hazırlanıp halka sunulduunu derhal miadım. Fransız
kültürü ve medeniyeti için çıkan yazılar da bu ekilde hazırlanıyordu. Müstehcen yazılar, adi
tefrikalar gırla gidiyordu, Bu basının dili kulaıma yabancı geliyordu. Makalelerin hepsi
Alman milletinin menfaatlerine o kadar ters düüyordu ki, bu muhakkak kasten yapılıyordu,
ite böyle hareket etmek kimin faydasına idi? Bu bir rastlantı eseri miydi?
Tekrar tereddüt içinde kaldım, incelemelerime devam ettim. Bir sürü olayları tek tek
inceledikçe düüncelerim tekrar rayına olurdu. Yahudilerin ahlak ve gelenek hakkında
besledikleri düünce çok korkunç bir eydi. Bu hususta kaldırımlar bana hayat dersi verdi ve
bu ders benim için çok acı oldu.
Yahudilerin fuhuta ve özellikle beyaz kadın ticaretinde büyük fol oynadıklarını tespit ettim.
Bu kepazelik, Fransa'nın güneyindeki liman ehirleri bir kenara bırakılırsa, Batı Avrupa
ehirlerinin hepsinden çok daha kolay Viyana'da incelenebilirdi. Akam vakitleri
Leopoldstad’ın dar ve tenha sokaklarında her adım baına birtakım insanlık için yüzkarası
sahnelere ahit olunuyordu. Bu durum, sava sırasında Dou Cephesi'nde savaan Alman
askerlerince görülene kadar Alman milletinin büyük bir çounluu tarafından bilinmiyordu.
Viyana'nın bataklıklarında faziletin, büyük bir nefretle karılayıp, isyan edecei bu dramın
baarılı bir ekilde ve tam bir tecrübe ile o terbiyesiz ve her türlü histen yoksun Yahudilerce
idare edildiini görünce vücudum bir sarsıntı geçirdi, sonra büyük bir hiddete gark oldum.
Artık Yahudi meselesini aydınlıa çıkarmaktan korkmuyordum. Bunu kendime vazife
edinecektim. Medeni hayatın çeitli bölümlerinde ve güzel sanatların her türlü faaliyetlerinde
Yahudi'yi tehis edip, ortaya çıkarmayı örendikçe, bu adi mahlûka rastlayacaım hiç ama hiç
aklımdan geçirmediim bir yerde onunla burun buruna geldim. Yahudilerin Sosyal
Demokrasi'nin idarecisi olduunu anladıım zaman eski düüncelerimden derhal sıyrıldım.
Böylece hissiyatımla aklım arasında uzun süre devam eden mücadele sona erdi.
içi arkadalarımla olan günlük görümelerim sırasında onların herhangi bir meselede ne
kadar kolaylıkla fikir ve kanaat deitirdiklerine dikkat etmitim. Bu deiiklikler içi
arkadalarımda bir i-ki gün, hatta çou zaman birkaç saat içinde oluyordu. Kendileri ile
karılıklı konuulduunda akla uygun fikirler besleyen kimselerin, gazetelerin baskısı altına
girince, bu güzel fikirleri hep birden unutuvermelerine bir türlü akıl er diremiyordum. Bu
durum her zaman beni ümitsizlie sevk ediyordu. Bu gibi kimselerle saatlerce konuup
kendilerine öütler verdikten sonra, artık tam bir fikri anlamaya vardıımıza kanaat
getirdiime veya onları çürük fikirler hakkında aydınlattııma inandıım için sevinç

duyarken, aradan 24 saat geçmeden ie tekrar balamak gerektiini büyük bir acı ile görüyor-
dum. Bütün çabalarım boa gitmi oluyordu. Bu kimselerin manasız düünceleri, kıyamete

kadar sallanacak olan bir sarkaç gibi tekrar hareket noktasına gelmi oluyordu.
Kaderlerinden memnun deildiler. Bu içiler, kendilerine acı darbeler indiren kaderlerine
kızıyorlardı. Patronları, korkunç kaderlerinin birer zalim icracısı gibi görüyorlardı, onlardan
nefret ediyorlardı. Hallerine hiç merhamet göstermeyen hükümet adamlarına küfürler
savuruyorlardı. Bütün bunlar yiyecek fiyatları aleyhine gösteri yaparak, toplu halde
caddelerden geçtikleri sıralarda yüzlerin den okunuyordu. Fakat bir türlü akıl erdiremediim
husus, bu içilerin kendi milletlerine besledikleri kindi. Bunlar, milletimin büyüklüünü
meydana getiren her eyi kötülüyorlar, tarihimizi kirletiyorlar ve ırkımızın büyük adamlarına
çamur atıyorlardı. Kendi soydalarına, kendi yuvalarına, dodukları vatana karı gösterdikleri
bit dümanlık, aklın kabul edemeyecei bir eydi. Bu ekil hareket tabiata aykırı idi. Gerçi
yollarını aırmı olan bu kimseleri doru yola sevk etmek mümkündü. Fakat bu olumlu
sonuç sadece birkaç gün veya bir iki hafta devam ederdi. Doru yola sevk edilenlerden
herhangi birine bir süre sonra rastlandıında, onun tekrar eski duruma döndüü dehetle
görülüyordu.

Sosyal Demokrasi basınının özellikle Yahudiler tarafından kontrol ve idare edildiini zamanla
fark ettim. Bu duruma özel bir mana veremiyordum. Keza dier gazetelerde de durum aynı
idi. u husus özellikle dikkatimi çekiyordu. Terbiyemin ve kanaatlerimin milli kelimesine
verdii manaya uygun düecek ekilde hakikaten milli olabilen ve yazarları arasında
Yahudilerin bulunduu tek bir gazete yoktu. Artık kendi kendimi zorlayarak, Marksist basının
yazılarını okumaya baladım. Bana öyle bir nefret duygusu verdiler ki sonunda bu hıyanet ve
alçaklık koleksiyonlarımı meydana getirenleri daha yakından tanımak üzere harekete geçtim.
Bu heriflerin hepsi istisnasız Yahudi idiler. Temin edebildiim bütün Sosyal Demokrat
broürleri okudum, imza sahiplerinin hepsi de Yahudi'den bakası deildi. Hemen hemen her
ite ef olanların isimlerini tespit ettim. Bunların çou da Yahudi idi. Bazı milletvekilleri,
sendikaların sekreterleri, parti bakanları veyahut sokak hareketlerinin liderleri hep o seçkin
(!) ırkın mensupları idi. Austerlitz, David, Adler, Ellenbogen ve dierleri... ite bu adları
hiçbir zaman aklımdan çıkarmayacaım.
Artık bana karıt olanların mensup bulundukları partinin kilit noktalarının yabancı bir milletin
elinde olduunu anladım. Çünkü her Yahudi, bir Alman olamazdı. Bunu kati olarak
örenince, çok rahat ettim. Böylece, ırkımızın eytanını artık biliyordum. Viyana'daki geçen
bir yıl içinde her içinin doru bilgi ve doru açıklanın karısında gerçei teslim ettiini
gördüm. Yava yava bu içilerin doktrinlerine vakıf olmaya baladım. Bu doktrin ahsı
kanaatlerini urunda balattıım kavgada benim silahım oldu. Böylece baarı daima tarafımda
kalıyordu. Büyük halk topluluklarını zaman ve sabır hususunda büyük fedakarlıklar
göstererek kurtarmak gerekti. Fakat bütün çabalarıma ramen bir Yahudi'yi kendi
görülerinden ve kanaatlerinden ayırmayı baaramadım. O günlerde Yahudileri inançlarının
manasızlıı hakkında aydınlatmaya çalıacak kadar aptallık ediyordum. Dar çevremde
boazım kuruyana ve dilimde tüy bitene kadar konuup duruyordum. Onlara Marksizm'in
tehlikesini gösterebileceimi sanıyordum. Fakat ters sonuçlar alıyordum. Çünkü Sosyal
Demokratların gerek nazari ve gerek tatbikatta açık olarak elde ettikleri bu baarılar onların
çalıma azimlerini kuvvetlendirmekten baka bir eye yaramıyordu. Ancak bu heriflerle ne
kadar çok münakaa edersem, üslûplarını o kadar iyi arılayabiliyordum. Bunlar her eyden
önce, kendilerine karı olanların akılsızlıklarına güveniyorlardı. Eer münakaa sırasında bir
baka kaçamak yol bulamazlarsa o vakit kendilerine budala süsü veriyorlardı. Eer bu da
baarılı olmazsa, o zaman hiçbir ey anlamıyormu gibi davranıyorlardı. Bu durum karısında
biraz sıkıtırılırlarsa, o zaman da baka bir konuya geçiyorlardı. Bir sürü manasız laflar
ediyorlar, eer itiraz edilmezse, bunlardan baka konular için deliller çıkarıyorlardı.
Üstlerine daha fazla gidilecek olursa, avucunuzdan kayıp kaçıyorlar ve artık hiçbir eye cevap
vermez oluyorlardı. Kurtarıcı gibi etrafta dolaan bu heriflerin birini yakaladıınızda sanki
elinizde yapıkan ve cıvık bir madde tutmu gibi oluyor ve insana tiksinti veren bu madde
parmaklarınızın arasından kayıp gittikten sonra, baka bir yerde tekrar toplanıp
ekilleniyordu, içlerinden bir ikisine fikirlerinizi kabul etmekten baka bir çare bırakmayacak
ekilde kesin bir darbe indirdiinizde, ilerisi için bir ümit beliriyordu. Fakat aradan bir gün
geçtikten sonra hayretler içinde kalıyordunuz. Yahudi yirmi dört saat önce olanları hiç
hatırlamıyor ve balangıçta olduu gibi yine bo laflar edip duruyordu. Sanki aramızda hiçbir
ey geçmemi gibi davranıyordu. Eer buna kızacak olur da kendisine izahat vermeye
kalkarsanız, aırmı gibi yapıyor ve kesinlikle bir ey hatırlamadıını söylüyordu. Yalnız bir
ey hatırlamadıını söylemekle kalsa yine iyi... Bir gün evvel iddialarının doruluunu ispat
etmi olduunu da ilave ediyordu.
Ben bu durum karısında çou zaman donup kalıyordum, insan bu heriflerin nesine hayret
edeceine aırıyordu. Acaba anlam112 sözlerin çokluuna mı, yoksa yalan söylemekteki
ustalıklarına hayret edilmeliydi? Sonunda Yahudilere kin baladım. Bütün bu Çekimelerin
iyi tarafı da vardı. Hiç deilse Sosyal Demokrasinin propagandacı liderlerim daha iyi ve
yakından tanımı oluyordum. bu milletimin istifadesine idi. ite bu yabancıların eytanı bile

aır-Un ustalıklarına kurban giden içilerimizin davranılarına kim kızabilir? eytana
pabucunu ters giydiren ırkın, hile dolu iddialarına karı koymakta ben bile bin bir zahmet
çekiyordum. Biraz evvel söylediklerini az sonra inkar edenlere karı galip çıkmak ne kadar lor
bir eydi, ite Yahudileri ne kadar yakından tanırsam, içileri de ö kadar mazur görüyordum.
Bence suçlu olanlar yalnız içiler deil. Asıl suçlu olanlar halkımızın mukadderatına
acımanın, kesin bir ekilde adil kanunlarla içilerin haklarını teslim etmenin, milleti kandıran
ahlak bozucuyu duvara çakmanın zahmete demez bir i olduunu kabul edenlerdi. Her gün
üst üste yaptıım tecrübeler beni Marksizm'in kaynaklarını :" Kastırıp bulmaya yöneltti. Artık
Marksizm'in bütün ayrıntısı bence Rialûmdu. Dikkatli gözlerim bu doktrinin gelimesini rahat
rahat |6rebiliyordu. Bu doktrinin douracaı sonuçları önceden tahmin edebilmek için bir
parça muhakeme yapmak yetiyordu. Acaba bu körükleyenler, eserleri son eklini aldıı
zaman meydana geleceklerden haberdar mıydılar? Yoksa bilmeden hatalı bir yolda mıydılar?
Evet, imdi mesele bunu bilmekte ve tespit etmekte idi.
Kanaatimce bu iki ihtimalin ikisi de mümkündü, ikinci ihtilalde feci sonuca engel olmak için
muhakeme kabiliyetine sahip herkesin harekete geçmesi bir görev idi. Ama birinci ihtimale
göre milletleri çamurun içine sokacak olan bu hastalıa sebep olanların hakiki birer, eytan
olduklarını teslim etmek gerekirdi. Çünkü medeniyetin yerle bir olmasına ve dünyanın bir
çöle dönmesine yol açacak bir tekilatı düünmek ve onun planlarını yapmak için bir insim
dimaına deil de, yedi balı bir canavar aklına ihtiyaç vardır. Bu durumda tek çare mücadele
etmekten ibaretti. Bu mücadele, inlim aklının salayacaı her türlü silahlarla yapılmalıydı.
Evet, onların silahları ne olursa olsun bu mücadele yapılmalıydı. Hareketin prensiplerini daha
iyi anlayabilmek için bu faaliyeti sürdürenleri dikkatli bir ekilde incelemeye baladım.
Yahudi meselesi hakkındaki bilgilerim sayesinde hedefe tahminlerimden daha çabuk ulatım,
Yahudi'nin anlatmak istediini nasıl yazıp söylediini örendim. Bunların usulü, her zaman
kendi düüncelerini saklamak için kullanılan bir eydi. Yahudi'nin gerçek gayesi hiçbir zaman
yazının tamamında aranmamalıdır. Yahudi gayesini satırların arasında gizler, ite bu günlerde
içimde büyük bir yenileme meydana geldi. Eskiden enerjiden yoksun bir kozmopolit iken,
imdi taassup derecesine varan bir Yahudi dümanı oldum. Böylece son defa olarak acı bir
hüzün vicdanımda dolatı. Yahudi milletinin tarih boyunca ortaya koyduu nüfuzunu dikkatle
inceledim. Gayelerine akıl erdiremediimiz bu küçük milletin son zaferim istememizi
birdenbire büyük bir endie ve acı ile düünmeye baladım. Her an bir parça toprak için
yaamı olan bu millete, dünya acaba bir mükafat olarak mı vaat edilmiti? Bizim bekamız
için sahip olduumuz mücadele hakkının gerçekten dayandıı bir temeli var mıydı? Yoksa bu
mücadele hakkı bizim zihinlerimizde mi geliiyordu?
Marksizm'i inceden inceye tetkik ettiimde ve Yahudi milletinin faaliyeti ile megul
olduumda bu soruların cevaplarını mukadderatın kendisi verdi. Marksizm ve Yahudi
faaliyeti tabiatın uyduu aristokratik prensiplerin hepsini reddediyordu. Bunlar kuvvet ve
enerjinin sonsuz imtiyazı yerine sayının üstünlüünü kabul ediyorlardı. Marksizm, insanın
kiisel deerini inkar ediyor, ırkın önemini tanımıyor ve böylece insanlıı hayatı ve
medeniyeti için evvelce tayin edilmi artlardan yoksun bırakıyordu. Eer bu doktrin dünya
hayatının temeli kabul edilseydi, akla gelen bütün düzenlerin sonu gelmi olurdu. Böyle bir
kanun düüncelerimizin ötesinde kalan kainatta büyük bir karııklıa sebep tekil ederse, bu
geçici dünyada kendi topluluu içinde ortadan çekilmesini gerektirmekten baka bir manası
kalmazdı.
Eer Yahudi Marksizm'le bir zafer kazanırsa baına giyecei taç, insanlıın cenaze tacı
olacaktır, ite o zaman dünya, milyonlarca yıl önce olduu gibi bolukta üzerinde bir tek insan
kalmadan dönecektir.
Kendi emirlerine aykırı hareket edilirse, tabiatın intikamı korkunç olur. Bunun için ben
Tanrı'nın isteine uygun hareket ettiime inanıyorum. Çünkü milletimi Yahudi'ye karı
müdafaa etmekle Allah'ın eserini müdafaa etmi oluyorum.
 

Geri
Yukarı