2014 yılında elinde olan gücün etkisi ile birlikte tek başına iktidar olmayı başarmış olan mevcut hükümet, 2018 yılında darbe muhabbetinin gazı ile ve muhalefetten MHP'nin destek vermesi ile birlikte iktidar olmayı başarmıştı.
Bu iki seçim muhalefet açısından bakıldığında kaybedilmesi kabul edilebilir durumda olan seçimler idi ki ülkenin durumu o zamanlar bu kadar da kötü bir noktada değildi.
Dün gerçekleşmiş olan 2023 seçimi ise mevcut hükümetin ekonomi politikasından göçmen politikasına, başkanlık sisteminden deprem ihmali gibi konulara kadar tamamen çökmüş olduğu ve normal şartlarda doğrudan değişim gerçekleşmesi beklenen ve gerektiren bir seçim konumundaydı.
Her ne kadar seçmen fark etmemiş olsa da, Türkiye Cumhuriyeti dün iki adaydan bir tanesi arasında bir seçim yapmadı. Avrupa ile Asya arasına sıkışmış olan bu topraklarda özünde ve kuruluş ilkelerinde olan Avrupavari bir ülke olmak ile günümüzde Orta Çağ karanlığında yaşayan Orta Doğuvari bir ülke olmak arasında bir seçim yaptı.
Muhalefetin bu kadar kötü durumda olan ve neredeyse ekonomi politikasından göçmen politikasına kadar kuruluş ilkelerine de aykırı olarak, kasıtlı veya kasıtsız olarak ülkeyi bir Orta Doğu ülkesi haline çevirmeye başlamış olan bir hükümete karşı almış olduğu bu başarısızlık en çok da aday, kampanya, eşit olmayan yarış ve provokasyon faktörleri üzerinde ortaya çıkıyor.
Diğer taraftan bakıldığında ise, yıllardır bariz bir şekilde Erdoğan gittiği takdirde hem hükümetten hem de parlamentodan düşecek olan AKP'nin bir sonraki seçimde hem kendi hem de seçmeni açısından hiçbir şansı kalmamış durumda.
Sonuç olarak dün 2.5 milyon seçmenden oluşan %3-4'lük bir fark sonucunda bu ülkenin gençliği ve geleceği yanmış ve Türkiye Cumhuriyeti 100.yılına adeta bir utanç içerisinde girmiş durumda.