Askerlikte bunalım

Kardeşim bu da geldi buda geçecek gözüyle bak, bir şekilde bunada hayatında yaşanması gereken birşey olarak bakacaksın. İnsanlarla muhabbet et gırgır şamata günler geçer. 1-2 sene sonra arkana dönüp baktığında vay be ne günlerdi bu da geldi geçti diyeceksin. Kitap okuyan falan varsa bol bol kitap oku onlardan alıp. Zaten sabah kahvaltı içtima mıntıka yürüyüş şu bu derken boş kalmıyorsun zaman geçiyor, yat saatide nasılsa erken, gün bitiveriyor. Kendi kendini moda sokma sıkıntıya sokma, düşman elinde değilsin.
Sağol dostum güzel sözlerin için. Askerlikte bunalıma girmek asla istemiyorum ama o raddeye yaklaşınca siz dostlarımdan tavsiye almak istedim.

Belki ilginç gelecek bu dediğim ancak ben Türkiye haritasını boyayarak motive olmuştum. Tüm illerin göründüğü bir haritayı A4 kağıda çıktı aldım, 81 gün kaldığında Düzce’yi boyayarak gün gün denk gelen illleri boyadım ve baya motive etti beni. Çünkü aynı duyguya ben de kapılmıştım. Üstelik 12 ay yedek subay olarak yaptım askerliği. Kısa dönemler geldi, terhis oldu, sonra yeni devreler geldi, onlar da terhis oldu, ben en son terhis oldum düşün :) Zordu o anlamda ama dediğim gibi harita boyamak işe yaradı bende.
İlginç bi yol izlemişsin dostum, farklı. Şimdi arkana dönüp bakınca ne diyorsun peki askerlik hakkında?
 
Sağol dostum güzel sözlerin için. Askerlikte bunalıma girmek asla istemiyorum ama o raddeye yaklaşınca siz dostlarımdan tavsiye almak istedim.


İlginç bi yol izlemişsin dostum, farklı. Şimdi arkana dönüp bakınca ne diyorsun peki askerlik hakkında?
Valla arkama dönüp baktığımda, özlüyorum baya. Güzel günlerdi.
 
Bende 12 ay yapanlardanım. Askerdeyken ilk zamanlar dediğin gibi zaman geçmiyor gibiydi. Usta birliğinde çarşı falan hiç birşey yoktu. Bırak çarşıyı insan göremiyorduk. Dağın başında ha geldi ha gelecekler diye beklemek hiç kolay değildi. Teslim olan iki terörist karakolun krokisinin çizildiğini ve baskın yapılacağını söylediler. Sürekli şebekeler kesilmeye başladı. Telefonlar toplandı. Ailemizle de konuşamıyorduk. Dronla gözetimler başladı. Diğer karakollara baskınlar şehit haberleri falan derken nasıl bitecek bu askerlik dedim kendi kendime. Askerliğim Ocak ayında bitiyordu ve Haziran'a yeni gitmiştik. Bir gün nöbette tim arkadaşımla sohbet ederken konu nasıl bitecek muhabbetine geldi. O sırada komutan geldi ne konuşuyorsunuz diye sordu. Bizde anlattık haliyle. O da yeni başlamıştı uzmanlığa ve yaşı bizim yaşlarımıza yakındı. Bir komutandan ziyade arkadaşımız gibiydi. Siz yine gideceksiniz benim 20 senem var dedi. Ben şafak falan saymıyorum burası benim evim öyle ya da böyle ben artık buradayım yerleşirken bile evime yerleşir gibi yerleştim dedi. Bende öyle yaptım. Ne kadar kötü olsa da orayı evim gibi gördüm. Şafak falan çok umrumda olmadı. Yaşadığım anın iyi de olsa kötü olsa keyfini çıkarmaya çalıştım. Plakalara gelince saymaya başladım. Zaman yine akıp gidiyordu. Ne zaman ki askerlik bitimine 1 hafta falan kaldı işte ondan sonra zaman durdu. O son günler geçmek nedir bilmiyordu. Şimdi geleli neredeyse 8 sene oldu. Sana tavsiyem sende keyfini çıkar. Bulunduğun yeri sahiplenip anı yaşamana bak.
 
Bende 12 ay yapanlardanım. Askerdeyken ilk zamanlar dediğin gibi zaman geçmiyor gibiydi. Usta birliğinde çarşı falan hiç birşey yoktu. Bırak çarşıyı insan göremiyorduk. Dağın başında ha geldi ha gelecekler diye beklemek hiç kolay değildi. Teslim olan iki terörist karakolun krokisinin çizildiğini ve baskın yapılacağını söylediler. Sürekli şebekeler kesilmeye başladı. Telefonlar toplandı. Ailemizle de konuşamıyorduk. Dronla gözetimler başladı. Diğer karakollara baskınlar şehit haberleri falan derken nasıl bitecek bu askerlik dedim kendi kendime. Askerliğim Ocak ayında bitiyordu ve Haziran'a yeni gitmiştik. Bir gün nöbette tim arkadaşımla sohbet ederken konu nasıl bitecek muhabbetine geldi. O sırada komutan geldi ne konuşuyorsunuz diye sordu. Bizde anlattık haliyle. O da yeni başlamıştı uzmanlığa ve yaşı bizim yaşlarımıza yakındı. Bir komutandan ziyade arkadaşımız gibiydi. Siz yine gideceksiniz benim 20 senem var dedi. Ben şafak falan saymıyorum burası benim evim öyle ya da böyle ben artık buradayım yerleşirken bile evime yerleşir gibi yerleştim dedi. Bende öyle yaptım. Ne kadar kötü olsa da orayı evim gibi gördüm. Şafak falan çok umrumda olmadı. Yaşadığım anın iyi de olsa kötü olsa keyfini çıkarmaya çalıştım. Plakalara gelince saymaya başladım. Zaman yine akıp gidiyordu. Ne zaman ki askerlik bitimine 1 hafta falan kaldı işte ondan sonra zaman durdu. O son günler geçmek nedir bilmiyordu. Şimdi geleli neredeyse 8 sene oldu. Sana tavsiyem sende keyfini çıkar. Bulunduğun yeri sahiplenip anı yaşamana bak
Teşekkür ederim. Herkes aynı şartlarda askerlik yapamıyor hayat herkese de adil davranmıyor senin şartların çok zormuş. Şartlardan ziyade 12 ay da fazla uzun askerlik için. Benimki de elbet bitecek ne kaldı şunun şurasında, ama dediğim gibi çok fazla şafak muhabbeti dönüyor ve insanın canı sıkılıyor. Son 1 haftaya geleyim de zaman geçmesin önemli değil :)
 
Bu da Geçer Ya Hû!

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.
Derviş yola koyulur,birkaç köylüye daha rastlar.Onların anlattıklarından Şakirin bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir çiftlik sahibidir.

Derviş Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de aileside hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…

Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükr et.”der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer…”

Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir den söz eder. “Haa o Şakir’mi” der köylüler, “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.”

Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır.

Şakir bu kez Derviş’i son derece mutevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma,bu da geçer…”

Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”

Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar. Büyük bir sel gelmiş,tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.
‘Buda geçer Ya Hû’ sözünün aslı bundan bin küsür sene önceye , Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar fena bir işe uğradıkları zaman ‘Buda geçer’ manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler. İbare Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken tekkelerde ve dergâhlardada benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘BU DA GEÇER YA HÛ’ haline gelir…

Hayat inişli çıkışlıdır. Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkmamalıdır.
 
Bu da Geçer Ya Hû!

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.
Derviş yola koyulur,birkaç köylüye daha rastlar.Onların anlattıklarından Şakirin bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir çiftlik sahibidir.

Derviş Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de aileside hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…

Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükr et.”der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer…”

Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir den söz eder. “Haa o Şakir’mi” der köylüler, “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.”

Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır.

Şakir bu kez Derviş’i son derece mutevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma,bu da geçer…”

Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”

Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar. Büyük bir sel gelmiş,tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.
‘Buda geçer Ya Hû’ sözünün aslı bundan bin küsür sene önceye , Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar fena bir işe uğradıkları zaman ‘Buda geçer’ manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler. İbare Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken tekkelerde ve dergâhlardada benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘BU DA GEÇER YA HÛ’ haline gelir…

Hayat inişli çıkışlıdır. Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkmamalıdır.
Sağol kardeşim çok anlamlı. Varsa bildiğin bunun gibi hikayeler buraya atarsan sevinirim. :)
 

Geri
Yukarı