Anasayfa Makale Çok Çekirdekli İşlemcilerin Tarihçesi

Çok Çekirdekli İşlemcilerin Tarihçesi

Çok Çekirdekli İşlemcilerin Tarihçesi

Teknoloji dünyasının temel taşlarından biri olan bilgisayarların hayatımızın her yönünü değiştirdiği yadsınamaz bir gerçek. Zaman içerisinde farklı yeniliklere sahne olan bilgisayarlar, özellikle pandemi dönemiyle birlikte kullanıcıların yanından ayıramayacağı bir eşya haline geldi. Bu aygıtların gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılı olarak artan kullanıcı sayısı arasında ise çok önemli bir faktör var: İşlemciler. Modeli ve türü ne olursa olsun her bilgisayarın kalbinde, verilen komutu yürütmekten ve donanımları koordine etmekten sorumlu bir işlemci vardır. Bu makalede ise işlemcilerin tek çekirdekli yapıdan evrimleşip çok çekirdekli yapıya geçişini ele alacağız.

Yirmi yıl öncesine ait bir bilgisayar kullanmıyorsanız, sisteminizde büyük ihtimalle çok çekirdekli AMD veya Intel bir işlemcinin bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun haricinde çok çekirdekli işlemciler sadece kişisel veya sunucu sınıfı bilgisayarlarda değil, mobil cihazlarda, hatta akıllı saatlerde bile uzun zamandır yer alıyor. Örnek vermek gerekirse Apple’ın en son tanıttığı Watch Series 7 modelinde, çift çekirdekli bir CPU mevcut. Bileğimizdeki saatten, son dönemde gelişen elektrikli arabalara kadar geniş yelpazede kullanım alanı olan çok çekirdekli işlemcilerin önemi ise performans ile verimlilik kavramlarında gizli.

Dünyanın en büyük dijital oyun dağıtım platformu Steam’ın son yaptığı donanım anketindeki veriler çok çekirdekli işlemcilerin bilgisayar pazarına ne kadar hakim olduğunu gösteriyor. Bu verilere göre Steam kullanıcılarının yaklaşık yüzde 70’i, 4 veya daha fazla çekirdekle gelen bir işlemciye sahip. Özetle, çok çekirdekli işlemcilerin bir standart haline geldiğini söyleyebiliriz. Peki bu işlemciler biz kullanıcılara ne sundu da teknoloji sektörünü domine etmeye başladı? Bu sorunun cevabını verebilmek için bazı terimleri tanımlamak gerekiyor.

Steam Donanım Anketi

İşlemcilerdeki Çekirdek Nedir?

Çekirdek, bir bilgisayar programını çalıştırabilen tamamen bağımsız bir mikroişlemcidir. Çekirdek genellikle aritmetik, mantık, kontrol ünitesinin yanı sıra program talimatlarını bağımsız olarak yürütmesine izin veren önbellekler ve veri yollarından oluşur.

Çok çekirdekli terimi, birden fazla çekirdeği bir işlemci paketinde birleştiren ve tek bir birim olarak işlev gören bir CPU’dur. Bu yapılandırma, bireysel çekirdeklerin önbellekler gibi bazı ortak kaynakları paylaşmasına izin verir ve bu, program yürütmeyi hızlandırmaya yardımcı olur. Örneğin, internette gezinirken bu işlemi işlemcinizdeki bir çekirdek yürütür. Aynı örneği ele alarak internette gezinirken diğer taraftan bir Word dokümanı hazırladığınızda işlemcinizdeki iki çekirdek bu görevleri devralır. Çok çekirdekli işlemci yapılandırmasının en büyük avantajı da özetle budur. Bilgisayarınızda birden fazla işlemi aynı anda yapabilmenizi sağlarlar.

İdeal olarak, bir CPU’nun sahip olduğu çekirdek sayısının performansla doğrusal olarak ölçeklenmesini beklersiniz, ancak bu genellikle böyle değildir. Bu konuyu  makalenin ilerleyen bölümlerinde tartışacağız.

Çok Çekirdekli İşlemciler
Çok Çekirdekli İşlemcilerin Yapısı

Yarı iletken sektörü yeni gelişmeye başladığı dönemde sadece tek çekirdekli işlemciler vardı. Tek bir çekirdekle çok sayıda görev gerçekleştirmek işlemciler için deyim yerindeyse zulümdü. Üreticiler, maddi kaynağın ve teknik bilginin yetersiz olması nedeniyle ilk başta tek bir işlemciye çok sayıda çekirdeği de konumlandıramadı. Bu noktada yapılan yenilik ise işletim sisteminin tek bir çekirdeği iki çekirdekmiş gibi görmesini sağlamaktı. Multithreading (Çoklu iş parçacığı) olarak bilinen bu teknolojiyi açıklamak için çekirdeklere daha yakından bakalım.

Mantıksal Çekirdek Nedir?

CPU tasarımının birçok insan için biraz kafa karışıklığına neden olan bir başka yönü, fiziksel ve mantıksal çekirdek arasındaki ayrımdır. Fiziksel bir çekirdek, çekirdeği oluşturan transistörler ve devreler tarafından gerçekleştirilen fiziksel donanım birimini ifade eder. Öte yandan mantıksal bir çekirdek, çekirdeğin bağımsız iş parçacığı yürütme yeteneğini ifade eder. Bu davranış, CPU çekirdeğinin kendisinin ötesine geçen ve bu işlem dizilerini programlamak için işletim sistemine bağlı olan bir dizi faktör tarafından mümkün kılınır. Bir diğer önemli faktör, yürütülmekte olan programın çok iş parçacığına uygun bir şekilde geliştirilmesi gerektiğidir fakat programı oluşturan talimatlar nadiren bağımsız olduğundan dolayı bu bazen zor olabilir.

Ayrıca, mantıksal çekirdek, sanal kaynakların fiziksel çekirdek kaynaklarına eşlenmesini temsil eder ve bu nedenle, bir fiziksel kaynağın bir iş parçacığı tarafından kullanılması durumunda, aynı kaynağı gerektiren diğer iş parçacıklarının durdurulması gerekir ki bu da performansı etkiler. Bunun anlamı, tek bir fiziksel çekirdeğin aynı anda birden fazla iş parçacığı yürütmesine izin verecek şekilde tasarlanabileceğidir; bu durumda mantıksal çekirdek sayısı, aynı anda yürütebileceği iş parçacığı sayısını temsil eder.

Intel ve AMD’nin neredeyse tüm masaüstü CPU tasarımları, 2 yönlü eşzamanlı çoklu okuma (SMT) ile sınırlıdır, IBM’in bazı CPU’ları ise 8 yollu SMT sunar, ancak bunlar daha çok sunucu ve iş istasyonu sistemlerinde görülür. CPU, işletim sistemi ve kullanıcı uygulama programı arasındaki sinerji, bu bağımsız bileşenlerin gelişiminin birbirini nasıl etkilediğine dair ilginç bir fikir sağlar, ancak konudan çıkmamak için bunu gelecekteki bir makaleye bırakacağız.

Çok Çekirdekli İşlemcilerin Öncesi

İşlemci çekirdekleriyle alakalı temel bazı kavramları açıkladığımıza göre makalemizin asıl odak noktasına giriş yapabiliriz. Çok çekirdekli işlemcilerin öncesindeki döneme kısaca bir göz atarak, teknolojinin günümüze kadar nasıl geliştiğini anlamamız daha doğru olacağı için bu başlığa yer vermek istedik.

Adından da anlaşılacağı gibi tek çekirdekli CPU, tek bir fiziksel çekirdeğe sahip işlemcileri ifade ediyor. Ticari anlamda satılan en eski işlemci, 1971’de piyasaya sürüldüğü zaman teknik bir mucize niteliğindeki Intel 4004’tü. 4 bit 750 KHz saat hızında çalışan bu CPU, yalnızca mikroişlemci tasarımında değil, tüm entegre devre sektöründe devrim yaratmıştı. Hatta günümüzde ABD’nin en büyük teknoloji firmalarından olan Texas Instruments, Intel 4004 ile aynı dönemde, hesap makineleri ve kontrol sistemleri temelindeki pazarlarda rekabet etmek için TMS-0100 isminde bir işlemci tasarlamıştı.

Tek çekirdek devrindeki işlemci performansında yapılan iyileştirmeler çoğunlukla saat hızına ve veri/adres yolu genişliğine yapılan artışlardan oluşuyordu. Bunun örneğini 1979 yılında Intel 4004’ten sonra piyasaya sürülen Intel 8086 tasarımında görebiliriz. Intel 8086, maksimum 10 MHz saat hızına, 16 bit veri 20 bit adres genişliğine sahip tek çekirdekli işlemciydi. Intel 4004’ten 8086’ya geçiş, transistör sayısında 12 katlık bir artışı da beraberinde getirdi. Zira Intel 4004’te 2300 transistör varken; Intel 8086’da bu sayı 29 bine çıkmıştı. Haliyle performansta büyük bir sıçrama gerçekleşmişti ve bu, ilerleyen nesillerdeki işlemcilerde de benimsenen performans artırma biçimi olarak kaldı. CPU performansını geliştirmeye yardımcı olan veri/adres yoluna, saat hızına ve transistör sayısına yapılan ilavelere ek olarak, sonraki dönemde komut setlerinde de bir dizi yenilik yapıldığını hatırlatalım.

Çok Çekirdekli İşlemciler
Intel i386

Intel, devam eden araştırma ve yatırımlarla yeni çıkardığı i386 işlemcisiyle birlikte birden çok komutun çalıştırılmasını sağlayan ardışık düzenli CPU tasarımını (diğer ismiyle Pipeline) tarihte ilk kez kullanan şirket oldu. Burada bahsettiğimiz komut kavramını şu senaryo üzerinden açıklayabiliriz: Örneğin bir kullanıcı bilgisayardan kare çizmesini isterse, bilgisayara kareyi nasıl çizeceğini açıklayan bir dizi komut vermesi gerekir. Kullanıcı bu komutları klavye, fare veya herhangi bir giriş aygıtıyla verebilir. İşletim sistemi ise bilgisayara giden komutları işlemcinin anlayabileceği bir hale dönüştürür ve işlemci komutları çalıştırır.

Bahsettiğimiz ardışık düzen sistemine sahip olmayan tek çekirdekli işlemciler, çok sayıda komut söz konusuyken bunları sıraya alır ve birinin tamamlanmasından sonra diğerini yürütmeye başlar. Ardışık düzenli tasarımda ise bir komut yürütülüyorken diğeri de peşinden bir kademe geri planda yürütülmeye devam eder ve bu sayede zamandan tasarruf ile verimlilik sağlanmış olur. Konuyu daha iyi anlamak adına şöyle bir benzetme yapabiliriz: İki farklı ekmek fırınını düşünün. İlk fırın sadece bir ekmeği pişirebiliyor ve bir ekmek pişmeden diğer ekmekleri fırına veremiyorsunuz. İkinci fırında ise bir ekmek pişerken diğer ekmekleri de fırına verme şansınız var. Hangisi daha iyi?

Daha sonraki dönemde çok çekirdekli işlemcilerin öncüsü sayılabilecek Süperskalar mimarisi ortaya çıktı. Süperskalar mimarisini ardışık düzenli CPU tasarımının gelişmiş bir hali olarak da nitelendirebiliriz. Bu teknolojinin yardımıyla tek çekirdekli bir işlemcinin çok sayıda fazla komutu aynı anda yürütebilmesinin önü açılmıştı. Birden fazla ardışık düzenli CPU tasarımının paralel olarak kullanılması mantığına dayanan Süperskalar mimarisine sahip en eski işlemciler Intel i960CA ile AMD 29000 serisiydi.

İşlemci performansında yaşanan artışın oluşmasındaki en önemli faktör, ilk başta bahsettiğimiz gibi, transistör boyutlarının küçültülmesine izin veren teknolojik gelişimdi. Transistör boyutu küçüldükçe; çalışma voltajı azaldı, ortaya çıkan ısı azaldı ve en önemlisi işlemciye konumlandırılabilecek transistör sayısı arttı. Bununla birlikte işlemciye eklenecek diğer birimlere de yer açılmış oldu.

AMD, 1999’da kullanıcıların gönlünde bambaşka bir yere sahip olan Athlon CPU’yu piyasaya sürdü. Bu noktaya kadar bahsettiğimiz tüm teknolojilerin desteğiyle birlikte Athlon işlemciler, zamanında akıllara durgunluk verecek bir şekilde 1 GHz saat hızına ulaşmıştı. Çip olağanüstü bir performans sundu. Üreticiler arasında gelişen rekabetle Multithreading gibi yeni özellikler de geliştirilmeye devam etti. Bu çabaların sonucunda dünyanın en iyi tek çekirdekli masaüstü işlemcilerinden biri olarak kabul edilen Intel Pentium 4, 3.8 GHz saat hızına erişmeyi başararak teknoloji dünyasını kasıp kavurmuştu. Bu döneme baktığımızda herkes, saat hızlarının daha da artacağını ve işlemcilerin gelişmişlik düzeyinin belirlenmesindeki tek ölçütün saat hızları olduğunu düşünüyordu çünkü üreticilerin birbirleriyle rekabeti sadece bunun üzerine kuruluydu.

Artan frekans değerleri ve küçülen transistör boyutlarıyla işlemci geliştirme yarışında şirketlerin tek hedefi birbirlerini geride bırakmaktı ancak saat hızı ve transistör boyutu arasındaki makasın gittikçe açılması da bazı problemleri beraberinde getirdi. Örneğin, 25 bin transistöre sahip bir işlemciyi çok yüksek saat hızlarında çalıştırmak belki sorun teşkil etmezdi fakat milyonlarca transistörü bünyesinde barındıran yeni yongalarda bu durumun akım kaçaklarına ve hatta transistörlerde bozulmaya dahi neden olabileceği aşikardı. Koşullar bu raddeye yaklaştığında üreticiler fark etti ki işlemcileri performanslı hale getirmedeki ana kural olan saat hızını arttırma seçeneği doğal sınırına ulaşmıştı. Bu da gelecek nesillerdeki işlemcilerin farklı bir tasarım çizgisiyle gelmesi gerektiği fikrini doğurdu. Özetle tek çekirdekli işlemciler gelişim sürecini tamamlamış, yıllar önce rafa kaldırılan çok çekirdekli işlemciler planının gerçekleşmesi artık elzem bir hale gelmişti.

Çok Çekirdekli İşlemci Dönemi

Çok çekirdekli işlemciler, sundukları performans ve verimlilik bakımından günümüz teknolojilerinin temelini oluşturuyor. Bu sistemin gelişmesinin altında tek çekirdekli işlemcileri daha ileri bir boyuta taşıma isteği var elbette ancak yarı iletken sektörünün tek çekirdekli işlemciden çok çekirdekli işlemci devrine birden bire atlamadığını da belirtmek gerekiyor. Zira çok çekirdekli işlemci mantığının ortaya çıkmasındaki geçiş dönemi olarak nitelendirebileceğimiz bir zaman aralığı var: Çok işlemcili mimari. Bu mimari sayesinde üreticiler tek bir bilgisayara iki veya daha fazla işlemci yerleştirerek performansı artırmak istiyordu. Dilerseniz çok çekirdek kavramının öncüsü sayılan çok işlemcili bilgisayarları daha ayrıntılı inceleyelim.

Çok İşlemcili Bir Sunucu Anakartı

Çok işlemcili mimari, ilk gündeme geldiği zamanlar dikkat uyandırmasının yanı sıra, bir anakart üzerinde iki veya daha fazla tek çekirdekli işlemcinin bulunması esasına dayanıyordu. Ayrıca her yenilikte olduğu gibi çok işlemcili bilgisayarlar da öncelikle kurumsal alanlarda kullanıldı. Özellikle süper bilgisayarlardaki ve sunuculardaki özel amaçlı iş yüklerini çalıştırmada faydalanılan çok işlemcili mimari, ilk çıktığında kişisel kullanıma uygun görülmemişti. Bunun en önemli nedenleri ise, çok sayıda işlemcinin birbiriyle iletişim kurarken büyük bir gecikmenin oluşması ve sıklıkla kullanılan yazılımların çok işlemcili mimariye uyumsuz olmasıydı. Bahsettiğimiz bu durumlardan dolayı son kullanıcılar için çok işlemcili bir sistem oluşturmak haliyle kulağa pek mantıklı gelmiyor.

Diğer taraftan çok çekirdekli işlemcilerin tasarımı söz konusu olduğunda çekirdekler birbirlerine yakın ve bir arada oldukları için donanımsal iletişimi çok işlemcili mimariye kıyasla daha hızlı sağlıyorlar. Bunda her çekirdeğin birer önbelleği ve önbellekleri kapsayan paylaşımlı birimlerin olmasının da etkisi var. Ek olarak, çekirdeklerin işbirliği içinde çalışabilmesi de performansın çok işlemcili mimariye göre gelişmiş olmasının önünü açtığını söyleyebiliriz. Özetle; çekirdeklerin hızlı, uyumlu, işbirliği içerisinde çalışması yazılımlar için tam da istenilen ortam. Haliyle üreticiler çok işlemcili sistemlerin hantallığı yerine çok çekirdekli işlemci seçeneğine odaklandılar.

Çok çekirdekli işlemciler daha avantajlı bir konumda olduğu için IBM, 2001’de dünyanın ilk çok çekirdekli işlemcisi olan POWER4’ü piyasaya sürdü. Beklendiği gibi iş istasyonu ve sunucu uygulamalarına yönelik olan bu donanım, 170 milyondan fazla transistör içeren iki adet 64-bit çekirdekle sunulmuştu. İlerleyen süreçte Intel, kişisel kullanım odaklı ilk çift çekirdekli işlemcisi olan Pentium D’yi tanıttı. 2005 yılında kullanıcılara sunulan Intel Pentium D ile rekabet etmek isteyen AMD, aynı yıl içerisinde ilk çok çekirdekli işlemcisi Athlon 64 X2’yi duyurduktan sonra tek çekirdek devri artık geride kalmıştı.

Çok Çekirdekli İşlemciler

Üreticiler arasındaki saat hızı yarışı yavaşladığında CPU tasarımcıları işlemcilerin performansını iyileştirmek için farklı yollar aramaya çoktan başlamıştı. İlk önce işlemci mimarisinde bazı optimizasyonlar yapılarak her yeni nesilde çekirdek artışı gerçekleştirmenin önü açıldı. Artık işlemcilerin performansını belirlemedeki ölçüt çekirdek sayısı olduğundan üreticilerin rekabeti bu alana taşınmıştı. Intel, ilk zamanlarda çift çekirdekli olarak piyasaya sürdüğü Core 2 ailesindeki işlemcileri sonraki dönemlerde dört çekirdeğe kadar yükseltmişti. Aynı şekilde AMD ise, çift çekirdekli bir tasarımı olan Athlon 64 X2’yi kullanıcılarla buluşturduktan kısa bir süre sonra üç ve dört çekirdekli işlemcileri içeren Phenom serisini tanıttığını hatırlıyoruz.

Bugünlere döndüğümüzde ise her iki şirket çok çekirdekli işlemciler konusunda sınırları aşmış durumda. Intel’in yeni 12. nesil ailesi, Hyper-threading destekleyen 8 performans çekirdeğiyle desteklemeyen 8 verimlilik çekirdeğini bir araya getiren hibrit bir tasarımla 24 mantıksal çekirdeğe kadar çıkıyor. AMD cephesi ise, 16 fiziksel ve 32 mantıksal çekirdekli Zen 3 mimarisiyle kullanıcıların ilgisini çekmeye devam ediyor. Çekirdek sayılarının yanında AMD ve Intel’in önbellek ve mimari konularında da bir dizi iyileştirme yoluna gittiğini belirtmeliyiz.

Çok Çekirdekli İşlemciler
Apple M1 Serisindeki Çipler

Yazının bu noktasına kadar mobil işlemci alanına değinmedik ancak bu platformlarda yaşanan gelişmelerle birlikte verimliliğe ve watt başına performansa odaklanan bir sürü yenilik yapıldı. Özellikle Apple M1 çipinde görüldüğü üzere, iyi tasarlanmış işlemciler hem güç tasarrufu profilinde hem de performans gerektiren durumlarda mükemmel iş çıkarabiliyor. Apple’ın M1’i ile ismini sıklıkla duyduğumuz ARM mimarisi, çip üretiminde sunduğu esneklik sayesinde üreticilerin benimsediği teknolojilerden sadece biri. Windows 11’in de ARM’yi desteklemesi Samsung, Xioami, Qualcomm gibi mobil pazardaki şirketlerin bilgisayar üretimine başlamasının önünü açacak. Önümüzdeki yıllarda akıllı telefonlarıyla ve tabletleriyle bildiğimiz markaların dizüstü bilgisayarlarını görmek pek şaşırtıcı olmaz.

Yarı iletken sektöründeki her kuruluşun rekabet içerisindeki çalışmalarıyla işlemciler çok hızlı gelişti ve gelişmeye de devam ediyor. Peki ilerleyen yıllarda kullanıcılar olarak neler görebiliriz?

İşlemcilerin Geleceği Hakkında Tahminler

Tek çekirdekli işlemcilerin tarihin tozlu sayfalarında yer alması gibi, bugünün çok çekirdekli mimarisi de aynı kaderi yaşayabilir. Ancak bu hazin sondan önce Intel ve AMD, performans ve güç verimliliğini dengelemek için farklı yaklaşımlar benimsemeye başladı.

Intel’in en yeni masaüstü CPU’ları (diğer adıyla Alder Lake), mobil işlemci pazarından aşina olduğumuz bir yapılandırmayla performanslı çekirdekleri verimli çekirdeklerle birleştiren big.LITTLE mimarisini kullanıyor. Öte yandan AMD, daha fazla çekirdek için çalışmalarına devam ediyor. Zira şirketin planlarına göre yeni nesil Zen 4 mimarisinden gücünü alan 32 çekirdekli bir masaüstü işlemci yakın zamanda piyasada olacak. AMD, ayrıca işlemci çekirdeklerinin bünyesine standartlardan çok daha büyük bir boyutta önbellek eklemeyi başarmış ve bu teknolojiye 3D V-Cache ismini vermişti. 192 MB’a kadar olan önbellek boyutu inanılmaz bir deneyim sunacağa benziyor.

Küçülen transistör boyutları kullanıcıların bilgisayarlarından alacağı performansı büyük ölçüde etkiliyor fakat bu küçülme bildiğimiz transistör devrinin sonunu da getirecek. Günümüzde kararlı olduğunu bildiğimiz 5nm işlem teknolojisinin ötesi hakkında yapılan çalışmalar üreticilerin çevresinde çok yaygınlaşmadı ancak TSMC 3nm çipler üzerindeki testlerine başlamış durumda. Her geçen yıl 1nm sınırına yaklaşırken bundan sonrasında nelerle karşılaşacağımız ise merak konusu. Şimdilik, silikondan daha küçük olan ve boyut küçültmenin bir süre daha devam etmesine yardımcı olabilecek karbon nanotüp gibi ikameler araştırılıyor. İşlemcilerin geleceğiyle alakalı diğer bir araştırma alanı ise transistörlerin işlemci tasarımında nasıl şekilde yapılandırılacağı ile ilgili. AMD’nin 3D V-Cache ve Intel’in Foveros-3D yığınsal yonga tasarımları ise bunun örnekleri arasında.

Aslında CPU tanımını tamamen değiştirecek ve teknoloji dünyasında devrim yaratacak olan kavram fotonik işlemciler. Uzun vadede isminden daha çok bahsedeceğimiz fotonik işlemciler, geleneksel yarı iletken transistör teknolojisinde yer alan elektronların aksine ışık veya foton kullanıyor ve bunlar, işlemci hızlarını önemli ölçüde artırma potansiyeline sahip. İşlemci içerisindeki iletişimin ışıklar ve fotonlarla sağlanması bilgisayarlarda optik dönemin kapısını aralayabilir fakat tam optik bir bilgisayarın çıkmasına on yıldan fazla olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Daha yakın süreçte ise üreticiler, transistörleri küçültme dönemi bittiğinde fotonik işlemcilerle günümüzün elektroniğini bir arada buluşturan hibrit sistemleri kullanıcılara sunabilir.

Lightmatter, LightElligence ve Optalysys optik bilgisayar sistemleri üzerinde çalışan bazı kuruluşlar olarak biliniyor. Elbette arka planda bu teknolojiyi ana akım haline getirmek için çalışan başka şirketler de vardır.

Kuantum Bilgisayar

Bir başka popüler bilgisayar paradigması, hala emekleme aşamasında olan kuantum bilgisayarlar. Büyük teknoloji devlerinin milyonlarca dolar yatırım yaptığı kuantum bilgisayar yarışındaki üstünlük Google, IBM ve Çin’deki bazı tasarımcı ekipler arasında sürekli değişiyor. Bilindiklerinden daha fazla güce sahip bu sistemlerin pek çok alanda kullanıma başlayacağı tarihe çok uzak olsak da teknolojinin ilerleyişine farklı bir anlam kazandıracakları kesin.

İşlemcilerin geleceğiyle alakalı bahsettiğimiz yeniliklerin herhangi birine son kullanıcıların erişmesi kısa vadede imkansız ama bu teknolojilerin bir şekilde tüketici alanına girme olasılığı her zaman olacak.

İşlemcilerin serüvenini özetlediğimiz yazımızın sonuna geldik. Konuyla alakalı düşüncelerinizi yorumlarda bizimle paylaşmayı lütfen unutmayın.