Nereden geldik nereye gidiyoruz sorusu oldukça haklı bir sorgulamanın önemli bir parçasıdır. Benim bu konudaki fikrim; reenkarnasyonvari bir sonsuz varoluş - yok oluş döngüsü. Ben tam anlamıyla materyalist değilim ve sonsuz yok oluşa inanmam, benim için ölüm; doğumdan önceki bilinmezliğe dönüştür, bu tutarlı bir fikirdir. Bir bilinmezlikten bu hayata geldiysen, öldüğünde de o bilinmezliğe döneceğini ve muhtemelen yeniden başka bir varoluşla bilinç sahibi bir varlık olacağını düşünmek oldukça sezgiseldir. Bundan önceki varoluşumuz ya da bundan sonraki varoluşumuz bu hayatta bu evrende ya da bu dünyada olmak zorunda değildir ve bu reenkarnasyon fikri ile ayrıldığım en önemli noktadır. Herhangi bir varoluştan bahsediyorum, hissedebilen ve algılayabilen herhangi bir varlığa dönüşümü kastediyorum. Bilinmezlikten sonra oluşan bir varoluş ve ardından yeniden bilinmezliğe dönüş döngüsü.
Aslında bilinmezliğe hiçlik deriz ve bu oldukça doğru bir yaklaşım. Yine de bu kavramları düzgünce tanımlamak gerekir. Hiçlik, herhangi bir hissin ya da bilincinin olmayışı durumudur. Bilinç yoksa algılamak hatırlamak ve hissetmek de olmaz, işte buna hiçlik denir. Bu yüzden bilinmez olan her şey bizim için hiçliktir.
Var olduğunu düşündüğünüz şeyleri sıralayın, aralarındaki tek ortak nokta; onların sizin için anlamlı, tanımlı olmasıdır. Şu da bir gerçek ki sizin için var olan her şey başkaları için var olmak zorunda değildir. Sizin için iyilik kavramı farklı tanımlıdır, bu konuda anlayışınız farklıdır ve başkalarının anlayışları da farklıdır. O halde iyilik kavramı görecelidir. Herkes için farklı tanımlıdır ve farklı anlam ifade eder. İyilik kişiden kişiye değişen bir kavramsa onun varlığı onu tanımlayan kişinin bilincine bağlıdır. Evrenden bilinci olan her şeyi çıkarırsanız iyilik diye bir şey olmayacaktır. O zaman iyilik aslında olmayan, varedilmiş, uydurulmuş bir kavramdır. Şimdi en önemli noktaya geldik; iyilik suni bir kavram, bilinç tarafından uydurulmuş bir kavram, peki bilinç tarafından uydurulmamış, göreceli olmayan, herkes için var olduğu kabul edilen ve aynı anlamı ifade eden tek bir şey bile var mıdır? Sandalye mesela, oldukça basit bir varlık. Muhtemelen toplumun ciddi bir kesimi için aynı anlamı ifade eder ama daha fazlasını söyleyemeyiz, sandalye herkes için aynı anlamdadır diyemeyiz çünkü sandalyeden habersiz insanların varlığı yadsınamaz, sandalyeye bakınca farklı şeyler hisseden insanların da olduğunu tahmin etmek zor değildir. Peki ikna olduk, herkes için aynı anlama gelen hiçbir şey yoktur. Bu neyi anlamamıza sebep olur ki? Çok şeyi; her şeyin göreceli anlamlara geldiği ve farklı algılandığı bir hayattayız, böyle bir hayatın sabit ve mutlak bir anlamı olamaz, bu hayatta mutlak iyilik, mutlak kötülük, mutlak mutluluk ya da mutlak adalet olamaz. Bu hayatta kimse bir imtihanda olamaz, ölümden sonra kimseden hesap sorulamaz. Hayatta insana ya da herhangi bir canlıya yüklenmiş hiçbir ilahi sorumluluk bulunamaz. Anlam değişkendir, onu algılayana bağlıdır, konuma ve zamana bağlıdır. Bunlar bize hayatın anlamsız olduğunu göstermeye yeterlidir. Her bilinç o anlamı kendi yaratır. Onu yaratacak bir bilinç olmadığında anlam, varolamaz.
Gelelim şu varoluş - yok oluş döngüsüne: Bilincimiz yokken zamandan haberimiz olmaz. Yok olduğumuz süreç milyarlarca yıl da sürse o sürecin farkında olamayız. Bunu anlamlandırmak için şöyle iyi bir örnek verilebilir; uykuya daldığında, bayıldığında ya da herhangi bir şekilde bilincin kapandığında ne olduğunu düşün. Bilincin tekrar açılıncaya kadar geçen o bilinçsizlik sürecinin kaç saat ya da kaç yıl olduğunu bilemezsin, başkalarına sorarak öğrenirsin, ya da öncesini hatırlayarak bilebilirsin. Ölüm ile doğum arasındaki süreci de böyle düşünebiliriz. Aradaki bilinçsizlik eninde sonunda bitecektir çünkü zaman senin için sonsuz hızda akar ve zamanın varetme becerisi müthiştir. Sonsuzluğa inanıyorsan sonsuza kadar yok oluş ihtimalini de bu fikre katabilirsin ama ben sonsuz yok oluşa inanmıyorum. Sonsuzluk kavramı insanın sınırlı zekasını alt üst ediyor, belki başka bir tartışmanın konusu bu olabilir.
Aslında bilinmezliğe hiçlik deriz ve bu oldukça doğru bir yaklaşım. Yine de bu kavramları düzgünce tanımlamak gerekir. Hiçlik, herhangi bir hissin ya da bilincinin olmayışı durumudur. Bilinç yoksa algılamak hatırlamak ve hissetmek de olmaz, işte buna hiçlik denir. Bu yüzden bilinmez olan her şey bizim için hiçliktir.
Var olduğunu düşündüğünüz şeyleri sıralayın, aralarındaki tek ortak nokta; onların sizin için anlamlı, tanımlı olmasıdır. Şu da bir gerçek ki sizin için var olan her şey başkaları için var olmak zorunda değildir. Sizin için iyilik kavramı farklı tanımlıdır, bu konuda anlayışınız farklıdır ve başkalarının anlayışları da farklıdır. O halde iyilik kavramı görecelidir. Herkes için farklı tanımlıdır ve farklı anlam ifade eder. İyilik kişiden kişiye değişen bir kavramsa onun varlığı onu tanımlayan kişinin bilincine bağlıdır. Evrenden bilinci olan her şeyi çıkarırsanız iyilik diye bir şey olmayacaktır. O zaman iyilik aslında olmayan, varedilmiş, uydurulmuş bir kavramdır. Şimdi en önemli noktaya geldik; iyilik suni bir kavram, bilinç tarafından uydurulmuş bir kavram, peki bilinç tarafından uydurulmamış, göreceli olmayan, herkes için var olduğu kabul edilen ve aynı anlamı ifade eden tek bir şey bile var mıdır? Sandalye mesela, oldukça basit bir varlık. Muhtemelen toplumun ciddi bir kesimi için aynı anlamı ifade eder ama daha fazlasını söyleyemeyiz, sandalye herkes için aynı anlamdadır diyemeyiz çünkü sandalyeden habersiz insanların varlığı yadsınamaz, sandalyeye bakınca farklı şeyler hisseden insanların da olduğunu tahmin etmek zor değildir. Peki ikna olduk, herkes için aynı anlama gelen hiçbir şey yoktur. Bu neyi anlamamıza sebep olur ki? Çok şeyi; her şeyin göreceli anlamlara geldiği ve farklı algılandığı bir hayattayız, böyle bir hayatın sabit ve mutlak bir anlamı olamaz, bu hayatta mutlak iyilik, mutlak kötülük, mutlak mutluluk ya da mutlak adalet olamaz. Bu hayatta kimse bir imtihanda olamaz, ölümden sonra kimseden hesap sorulamaz. Hayatta insana ya da herhangi bir canlıya yüklenmiş hiçbir ilahi sorumluluk bulunamaz. Anlam değişkendir, onu algılayana bağlıdır, konuma ve zamana bağlıdır. Bunlar bize hayatın anlamsız olduğunu göstermeye yeterlidir. Her bilinç o anlamı kendi yaratır. Onu yaratacak bir bilinç olmadığında anlam, varolamaz.
Gelelim şu varoluş - yok oluş döngüsüne: Bilincimiz yokken zamandan haberimiz olmaz. Yok olduğumuz süreç milyarlarca yıl da sürse o sürecin farkında olamayız. Bunu anlamlandırmak için şöyle iyi bir örnek verilebilir; uykuya daldığında, bayıldığında ya da herhangi bir şekilde bilincin kapandığında ne olduğunu düşün. Bilincin tekrar açılıncaya kadar geçen o bilinçsizlik sürecinin kaç saat ya da kaç yıl olduğunu bilemezsin, başkalarına sorarak öğrenirsin, ya da öncesini hatırlayarak bilebilirsin. Ölüm ile doğum arasındaki süreci de böyle düşünebiliriz. Aradaki bilinçsizlik eninde sonunda bitecektir çünkü zaman senin için sonsuz hızda akar ve zamanın varetme becerisi müthiştir. Sonsuzluğa inanıyorsan sonsuza kadar yok oluş ihtimalini de bu fikre katabilirsin ama ben sonsuz yok oluşa inanmıyorum. Sonsuzluk kavramı insanın sınırlı zekasını alt üst ediyor, belki başka bir tartışmanın konusu bu olabilir.