Honigstein İle Korku Saati

Tezini bitirmişti sonunda, mezun olacaktı. Dört yıllık üniversite hayatını nihayete erdirebilecekti. Ailesi gurur duyacaktı, hep duymuşlardı zaten. Tek çocuktu Yiğit. Bu sebeple ailesi son derece üstüne düşüyordu onun. Ailesinin bu yoğun ilgisini boşa çıkarmamış olacaktı. Mezun oluyordu, daha ötesi yoktu.

Bilgisayardan "print" butonuna bastı ve yazdırma işlemini beklemeye koyuldu. Evet, öğrenci evinde kalmasına rağmen bir yazıcısı vardı ve bunu bir popüler olma aracı olarak kullanıyordu. Arkadaşları fotokopicilerde kuyrukta beklemek yerine belgelerini Yiğit'e veriyorlar, Yiğit de memnuniyetle kabul ediyordu. Diğerleri ile konuşabilmesinin, arkadaşlık kurabilmesinin başka yolu yoktu. Tek çocuk olmasından dolayı el bebek gül bebek büyütülmüştü, sokakta koşmamıştı, oynamamıştı, hiç arkadaşı yoktu. İçine kapanık bir çocuktu Yiğit. Ailesinin bu konuda kendisine kötülük yaptığını düşünürdü hep.

Yazıcı, kağıtları yazdırmaya devam ediyordu. Yiğit, yazıcı işini bitirene kadar spor yapmaya karar verdi her gece yatmadan önce yaptığı gibi. Önce mutfağa gidip su koydu kendisine, spor yapmadan önce önemliydi bu. Su içerek vücudu spor yapmak için uygun hale getiriyordu.

Suyu tek yudumda içti. Odasına geçti. Ev iki oda bir salondu. Evde tek kalıyordu. Daha önce birlikte kaldığı arkadaşları olmuştu ama anlaşamayıp ayrılmışlardı. Yiğit temiz ve derli toplu biriydi, düzeni seviyordu. Zamanında aynı evi paylaştığı insanlar Yiğit'in tam tersi özelliklere sahip olunca anlaşmazlık olmuştu ister istemez.

Gözü ekrana kaydı, on beş sayfa yazdırılmıştı henüz. Daha elli iki sayfa vardı. Spora ısınma hareketleri ile başladı. Bir yandan hareketleri yapıyor, diğer yandan da gelecekteki vücudu gelişmiş Yiğit'i düşünüyordu; daha popüler, daha girişken, daha herşey... Evet, Yiğit'in spora başlaması ile yazıcı sahibi olmasının sebebi aynıydı; popülarite. Spor yapınca vücudu gelişecek, herkes tarafından kabul görecekti. Güzel hayallerdi bunlar, hem o kadar uzak da değillerdi.

Şınava geçti. Bir, iki, üç, dört, beş... Derken içeriden bir ses duydu Yiğit, ya da öyle sandı çünkü yazıcı az da olsa sesli çalışıyordu ve bu onu yanıltmış olabilirdi. Altı, yedi, sekiz, dokuz... Bu sefer ses biraz daha yakından geldi ve Yiğit bunun yazıcı olmadığına emindi. Sesi rüzgarın çıkardığını düşündü önce. Ama bu sesin rüzgarla alakası da yoktu sanki, başka birşeydi. Ancak Yiğit pek etkilenmedi çünkü inançsız biriydi ve öyle doğaüstü şeylere inanmıyordu. Onun için sadece görülebilen şeylerdi gerçek olan ve bu yüzden şınavını sürdürdü.

On, on bir, on iki... Ses odasının hemen dışından geldi bu kez. Yiğit dayanamadı kalktı, odasının kapısını açtı. Kimse yoktu. Hırsız olmasından şüphelenmişti ama aklı başına hiçbir hırsız saat 22.15'te herhangi bir eve girmezdi. Hiç çekinmeden diğer odaları da dolaştı tek tek, kontrol amaçlı. Ancak kimse yoktu. Camları kapattı yine de önlem olarak. İkinci kattaydı ama yine de içi rahat edecekti. Tam odasına girecekken mutfaktan metalik bir ses duydu. İrkildi. Sanki çatal ya da bıçak düşmüştü yere. Koridora geçti, sesin geldiği mutfağa doğru yöneldi, ışığı açtığı gibi yerde duran çatalları ve bıçakları gördü. Bu kadar şeyin yerde ne işi vardı ve nasıl olmuştu da bu kadar şey yere çok az ses çıkararak düşmüştü?

Eğildi toplamaya koyuldu, anlam veremedi bu olana. Realist bir insandı Yiğit, olasılıkları düşünmeye çalışıyor fakat hiçbir türlü fikir yürütemiyordu. Toplarken mutfağın ampulü patladı, karanlıkta kaldı. Evde kalan tek ışık kaynağı odasından gelen ışık idi. Yiğit başına gelen bu zincirleme talihsizliklere gülümsedi. Şaka gibiydi. Sanki birileri onunla dalga geçiyordu. En azından yerdeki çatal, bıçakları toplamak adına koridor lambasını yakmak için ayaklandı ancak yine bir ses duydu. Ama bu seferki metalik değil aksine gayet organik, insan sesiydi. “Yardım et” diyordu sanki. Dikkat kesildi, duymaya çalıştı fakat artan yazıcı sesi ona hiç yardımcı olmuyordu. Yazıcı adeta çıldırmış gibiydi, sesi arttıkça arttı zaman sanki hızlanmıştı şimdi. Yazıcı saniyede yüzlerce sayfa çıkarıyordu adeta. Gülüşmeler duydu, Yiğit’e gülüyorlardı. Bisikletten düşmüştü, sürememişti. Haftalarca alay konusu olmuştu, sokağa çıkamamıştı. Çok değil geçen hafta yine gülmüşlerdi ona; yemekhane çıkışında zemine dökülmüş çorba yüzünden yere kapaklanmıştı. Ne utanç vericiydi ama.

Yiğit, sesi beyninin oyunu olarak düşünüp, yazıcıyı kontrol etmek için odasına geçmeye karar verdi. Koridora ulaştığında koridor lambası da patladı. “Yok artık” diye söylendi Yiğit, bu kadar şanssızlık da fazlaydı.

“Yardım et”

Ses yaklaştı, yazıcı durdu, zaman durdu.

Yiğit hiç bu kadar irkilmemişti. Tüyleri diken diken olmuş, yerine mıhlanmıştı adeta. Hareket edemedi. Yutkundu.

Arkasından bir şey hissetti, bir el.

Ve ses artık bir nefes kadar yakındı ona.

“YARDIM ET!”
Sıradaki sayfa:

Son incelemeler

Artıları: Mükemmel
Eksileri: Sonu olması
Okuduğumdan beri tuvalete yalnız gidemiyorum. Başarılı.
Artıları: Olay güzel.
Eksileri: Biraz daha kısa tutulabilirmiş. Sürükleyiliciği ortalara doğru azalmış.
İlk Blog denemenize rağmen, ortalamanın üzerinde. Tebrikler!
honigstein
honigstein
Hocam aslında ilk değil. Ergenlik dönemimde yazdığım birkaç kısa hikayeden biri sadece. :D

Eleştiri için çok teşekkürler.

Yorumlar


Blog girdisi detayları

Ekleyen
honigstein
Okuma süresi
7 dakika okuma
Görüntüleme
660
Yorumlar
3
İncelemeler
2
Son güncelleme
Değerlendirme
4,60 yıldız 5 değerlendirme

Genel kategorisindeki diğer girdiler

Bu girdiyi paylaş

Geri
Yukarı