Dünya öküz ve balığın üzerindedir

Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini yerleştirmek için izninize ihtiyacımız olacak.
Daha detaylı bilgi için, çerezler sayfamıza bakınız.
06:25'de donakaldım. Kişinin Ahlakının Kaynağının Bilinmezliği konusunda korku eyleminin ne kadar küçük görüldüğünü söylemiştim. Referansım her zaman Ortaçağ adaleti olmuştur.

Hocam, siz neredeydiniz bu zamana kadar ya? Aradığım kan sizmişsiniz. 🙃
 
Herhangi bir döneme ait metni anlamaya çalışırken dönemin insanını, konuştuğu dil yapısını, birbirleriyle iletişim kurarken kullandıkları jargon ve deyimleri, yaşayış biçimlerini ve hatta yaşadıkları bölgenin coğrafi yapısını düşünerek okumak o metni anlamaya çalışırken daha sağlıklı olacaktır. Aksi halde geçmişte yazılmış olanlar günümüzde çoğumuza anlamsız gelebilir.

Şimdi Kalem suresini açalım. Hurufu mukattalardan birini göreceksiniz, Nun. Hurufu mukattalar dinle ilgilenen kişilere göre muammadır. Hemen hemen her alimin bu konu hakkında bir fikri vardır. Fikri olmayanlara göre ise bunlar Allah ile peygamberi arasında şifreli harflerdir. Fark edeceğiniz gibi klasik söylemlere sürekli şüphe ile yaklaşıyorum. Konu Lut Kavmi.

Resimdeki bu balığın lakabı Bahamut, içinde bulunduğu deniz de hokkadır. Kalem suresinde geçen kaleme andolsun ve Kehf Suresi 109. ayette bahsedilen deniz, bu resimdeki denizdir, yani hokka.
Eki Görüntüle 1520513

Dini metinlere göre önce söz vardı, yani kelam, sonra kalem ve hokkayla yasalar yazıldı. Sonra da Bakara, İnek ve bu anlayış Musa'dır. İslam Tarihi'ne göre Hira Mağarası'nda vahiyle muhatap olan Muhammed korkup Varaka bin Nevfel'in yanına götürüldüğünde Varaka kendisine bu sana gelen Musa'ya gelen nomosdur demiş. Yani namus, yani töre. Genel anlamda öküz, yasa/töre demektir. Zaten Kuran'da da Bakara Suresi'ni okursanız genel olarak günlük yaşam kuralları, bir toplumun birlikte yaşaması için gerekli yasaları okursunuz. Toprakla ilgilenen toplumların genel sembolleri budur. Hindistan'da da ineğin kutsal sayılması aynı sebepten. Yasalar kutsaldır!

Şimdi yukarıdaki resme daha dikkatli bakın. Gördüğünüz gibi öküzün yani yasanın üzerinde Dünya var, bir kaya şeklinde. Bu arada İsa'nın sembolünün de kaya olduğunu size hatırlatayım. Yasa: Tüm yeryüzünü ve malikleri yani melekleri taşır. Melaike kuvvetler demektir. Bazı yorumculara göre bu kuvvetler fizik kanunlarıdır ve tüm bunlar insanlığın emrine sunulmuştur. Başka bir ifadeyle yaratılış sahnesinde melaike yani melekler, insana secde ettirilmiştir. Elbette bu dinsel metinlerin anlatımı. Ancak gerçek hayatta da durum pek farklı değil. Dünya'nın malikleri de yasaları oluşturur ve Dünya'yı taşırlar. Hatta kimileri onları göklerden bir kuvvetin gönderdiğine inanır. (Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.)

Tarih boyunca yazılan metinlerde yönetici koltuğuna yani tahta oturan kralların göklerle bağlantılı olduğu anlatılmıştır. Onlar Tanrı'nın birer lütfu, Tanrı'nın yeryüzündeki elçileri ve temsilcisidirler. Bazılarına göre dini metinleri ancak bu şekilde okursak düzgün biçimde anlayabiliriz.

Yukarıdaki resim Ebu Yahya bin Zekeriyya ibn Muhammed el-Kazvini tarafından çizilmiş. Hadis külliyatındaki bilgilere ithafen çizildiği açıkça ortada. El-Kazvini İslam Tarihi'nde sahabe diye anlatılan Enes bin Malik'in torunudur. Abdullah bin Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre Muhammed'e şu şekilde sormuşlar. Ey Allah'ın elçisi Dünya ne üstündedir? O da; Dünya öküz ve balığın üzerindedir diye cevaplamış. Başka rivayette bir defa öküzün üzerindedir demiş, başka bir zamanda da balığın üzerinde. Bu ifadeler bazı yorumculara göre Dünya'nın astrolojik konumu ile ilgili açıklamalardır. Bir diğer hadiste şöyledir; Dünya öküzün boynuzları üzerindedir, öküz başını sallayınca depremler olur. Anlatılmak istenen tüm Dünya yazılmış anayasalarla yönetilir ve yönetici bu yasalara uymazsa, hakkaniyetli davranmazsa Dünya düzeni çöker kargaşa hakim olur.

Rivayetlere göre El-Kazvini yukarıdaki resmi Vehb bin Münebbih'in anlattıklarına göre çizmiş. Aktarılan rivayetlere göre Vehb'in babası Munabbih ibn Kamil Muhammed'in askerlerinden biriydi Horasan'lıydı. ve Yemen'e o zamanki Aksum Krallığı'na göç etmişti. Uyruğunun orijinali perstir yani iranlı. Kendisi dönemim gözde mesleklerinden biri ile meşguldü; ganimet karşılığı savaşan paralı bir askerdi. İşte bu paralı askerin oğlu Vehb bin Münebbih mezmurları arapçaya yazı olarak dönüştüren ilk kişiydi, ondan önce sadece sözlü olarak aktarım vardı. Ya da bu metinler farklı dillerin alfabeleri ile yazılıyordu. İşte yukarıdaki resimdeki balığın adı Nun'dur. O meşhur hokkadaki Tanrı'nın sözlerine karşılık tükenen denizde yüzen balık. Bu balığın diğer adı da Lutiyah, künyesi Balhut, lakabı da Bahamut'tur. Nun aynı zamanda yine dini metinlerde Yunus'u yutan balık olarak da biliniyor. Dini metinleri alegorik anlatımlar olarak kabul edersek; Yunus'u hapseden kanunun simgesidir. Yunus'u balığın yutması ve balığın karnında bir süre kaldıktan sonra dışarı çıkması dönemin yönetimi tarafından hapsedildiğini ve mevcut otoriteye karşı geldiğini anlatıyor.

Dini literatürde enstrüman türünün önemi büyüktür. Biri ney yani kamış, diğeri telli ve yaylı çalgılar. Arapça üflemeli çalgıların tamamına mizmar denir. Davud'un çalgısı budur. Davud, ilahilerini mizmarla okur. Mezmurlar adı buradan gelir. Suda yetişen kamıştan yapıldığı için; bununla yapılanlar ilahi kabul edilir. Çobanların sürüyü yönettiği çalgıdır, yani kılavuzun elindeki yönlendirme aracıdır. Tarih boyunca yaşanan sürgünler işte bu çalgı ile yönetilmiştir. Diğer enstrüman türü yaylı ve telli çalgılardır. Su ile değil ateş ile bağdaştırılır. Bu enstrüman ile okunanlar; insanın içindeki hırs, şehvet ve keyfi duygularla okunur. Yani şeytanın çalgısıdır, bu yüzden ilahi değil haramdır.

Hammurabi kanun metinlerinde farklı statülere sahip rahibeler sınıfının olduğu görülmektedir. Bunların her biri birbirinden farklı görev ve fonksiyona sahipti. Ayrıca Babil öncesi Mezopotamya toplumlarında da rahibe sınıfının olduğu biliniyor. Örneğin Akad İmparatorluğu'nun kurucusu olan Kral Sargon'un annesinin bir tapınak rahibesi olduğu ve belgelenmiş çivi yazılarında annesinin durumunu özellikle belirttiği görülmektedir. Kral Sargon günümüze ulaşmış olan şiirinin dizelerine; ben Agade'nin kralı büyük Kral Sargon, annem yüksek bir rahibeydi şeklinde başlamaktadır. Bu sınıftan kadınların katip yani yazıcı olarak uzun süre çalıştıkları da kayıtlar arasındadır. O yüzden kendilerine nun da denir. Yani yazıcılar. Kelam kalemle yazıya dönüşür.



Yasa yani kanun. Kanun bir topluluğu yönetmek, topluluğun bir arada yaşayabilmesi için ortaya konulan hükümlerin ve bu hükümlerle ve yasalarla örtülmüş toplumun prensiplerin tamamına verilen isimdir. Benzer bir kelimeyi de mecnun olarak gösterebiliriz. Aklını yönetecek davranışların ve yasaların örtülü olduğu ya da kim tarafından yazıldığı bilinmeyen kişilere mecnun diyoruz. Cinler tarafından yönetilen kişiler. Yani kimin yönettiği bilinmeyen kişiler. Nun kısaca yönetim için yazılmış yasalar olarak özetlenebilir. Peki bu yasalar din adamlarının iddia ettiği gibi Tanrı'nın ortaya koyduğu yasalar mı olmalı yoksa insanlar laik bir düzen içerisinde kendi yasalarını oluşturup kendi kendilerini yönetebilirler mi? Kanun aynı zamanda çok yakından tanıdığımız bir enstrümanın da adıdır. Kanun, Farabi tarafından icat edilen telli bir çalgıdır. Antik çağda Mısır ve Sümerler tarafından kullanıldığını gösteren bazı tarihi belgelerden başka; eski bir arap rivayetine göre kanunu İbn Hallikan'ın icat ettiği ve bu bilginin Horasanlı Bermek ailesinden olup genelde Türklerin yaşadığı Musul şehrinde doğduğu da söylenmektedir. Anca bu enstrümanla ilgili bütün bu prensipleri bir araya getiren kişi; İslam'ın altın çağında yaşamış filozof, gök bilimci, mantıkçı ve müzisyen olan Farabi'dir. Türk mitolojisinde Korkut Ata, kopuzun mucididir. Ancak o da kopuz yapmayı şeytandan öğrenmiştir. Yine bu mitolojiye göre Kambar Ata, müzikle uğraşanların koruyucusudur. Bir şarkıda da denildiği gibi Kambar Ata gölün ve yolun sahibi olarak söylenir. Türkmenlerdeki dutar çalgısının yaratıcısıdır. Aslında Kambar Ata günümüzde hala yaşıyor. O yüzden hala kambersiz düğün olmaz diyoruz.

Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini yerleştirmek için izninize ihtiyacımız olacak.
Daha detaylı bilgi için, çerezler sayfamıza bakınız.

Şimdi size başka enstrümandan bahsedeceğim; bu enstrümanın adı lut. Yani bildiğimiz ut'un 26 perdeli olanı. Türkçesi Lavta, arapça livata kelimesinden devşirilmiş olduğu söylenebilir. İlk çağda Sümerliler, Babilliler, Romalılar ve Yunanlarda bu sazın ilkel şekline rastlandı. Daha sonraları araplar tarafından geliştirildi ve Endülüs Emevileri döneminde İspanyollara ve oradan da batıya yerleşti. Yukarıda belirttiğim gibi resimdeki balığın bir diğer adı bazı kültürlerde ilginç bir şekilde Luthia'dır. Müzikle ilgileniyorsanız mutlaka duymuşsunuzdur; telli ve yaylı enstrümanları üreten kişilere luthier denir. Eskiden lut enstrümanını yapanlara denirdi ancak bu isim günümüze kadar ulaştı ve şu anda tüm telli çalgıları kapsıyor. Din anlayışında neden özellikle telli ve yaylı çalgıların haram olduğu konusunu bununla alakalı olarak düşünebiliriz. Çünkü din adamlarına göre kanunlar yani yasa, Tanrı tarafından yazılmış olmalıydı.


Tarih boyunca kendi kanunlarını yazan ve kendi kendilerini yönetmek isteyen toplumlar öte dünya sömürüsünün ellerinden alınacağını düşünen ve bunun endişesini taşıyan din adamları tarafından lanetlenmiştir. Bütün bu bilgilerdeki literatürün tesadüf veya sözcük benzerliği olması mümkün olabilir mi? İşte Lut'un halkı Sodom ve Gomora çevresindekiler tamamen bu konu ile alakalı bir topluluk olabilir. Yahudi kaynaklarında Sodom'un günahının cinsel taşkınlıktan çok adaletin saptırılması, cinayet, hırsızlık, yetime yoksula ve yabancıya zulüm, kibir ve kıskançlık olduğu ifade ediliyor. Bu halk; kendi kanunlarını ortaya koyup, kendi kendini yönetmeye çalışan halktı biçiminde düşünmemiz için artık bir nedeniniz var. Dini metinlerdeki hadlerini aştılar suçlaması da bu şekilde yorumlanabilir. Belki de dinlerin ortaya koyduğu Tanrı'dan geldiği iddia edilen yasaları tanımadılar ve belki de tarihte göklerden geldiği iddia edilen yasayı ilk reddeden milletlerden oldular. Günümüzdeki bazı ülkeler gibi; belki yazdıkları ve meclislerinde oyladıkları kanunlar arasında aynı cinsin evlenmesi gibi maddeler de bulunuyordu.

Hollanda, Belçika, İspanya, Danimarka, Norveç, İsveç, Portekiz, İzlanda, Fransa, Birleşik Krallık, Lüksemburg, İrlanda, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bazı eyaletler, Arjantin, Uruguay, Brazilya, Kanada, Güney Afrika ve Yeni Zelanda günümüzde anayasalarında bu tip uygulamalara izin veren bu devletlerde yaşayan halkların tamamına eşcinsel diyebilir miyiz? Elbette hayır. Peki konu Lut halkı olduğunda neden bu şekilde düşünüyorsunuz? Yada neden bu şekilde düşünmeniz isteniyor? Bu saydığım ülkelerin başına; deprem, sel, tsunami ve yangın gibi felaketler geldiğinde zaten eşcinsel evliliğe izin veriyorlardı, başlarına ne felaket geldiyse bu yüzden geldi biçiminde bir yorum yapabilir miyiz? Tabii ki hayır. Acaba Lut Kavmi hakkında bize öğretilen yalan yanlış taraflı anlatılan, tek taraflı anlatılan bilgiler yüzünden mi bu şekilde düşünüyoruz? Bütün bir halk eşcinsel olabilir mi? Bu mantığa ters değil mi?

Seküler bir ülkede Tanrı yasası olarak iddia edilen metinleri anayasadan saymayan, kendi yazdıkları kanunlarla, kendi oluşturdukları mecliste varlığı iddia edilen bir kuvvet tarafından değil, kendi seçtikleri denetlenebilir kişiler tarafından yönetilmek istenen kesimi düşünün. "İki sarhoşun(!) yazdığı yasayla yönetilmek istenen herkes;" hayatının eksenine dini yerleştiren kesim tarafından ensest yanlısı, eşcinsellik savunucusu, din iman tanımaya ahlaksızlar gibi kavramlarla tanımlanır. Bu yaklaşım günümüzde bile hala devam ediyor. Gökten indiği sanılan kitaplardaki kanunlar yerine kendi yazdığın kanunlar ile yönetilmek istiyorsan, her gün içki masasından kalkmayan, ensest ilişkiyi, eşcinsel ilişkiyi savunan ahlaksızlar olarak yaftalanıyor olabilirsin. İngilizcede bulunan ve aynı türden çokluk ifade eden lot kelimesine ilham olan lut veya arapçada oğlancı olarak kullanılan luti kelimesi, etimolojisini tarihte lut diye anlatılan kişiden alsa da lutun böyle bir insan olabileceği kabul görmez.


Evet, Lut Kavmi'nin adının luthier adının buradan geldiğini, lut gölü civarında yaşayan halkın tamamen luthier yani kendi kanunlarını yazıp kendi kanunlarıyla yönetilmek istenen laik bir halk olabileceğini düşünebilirsiniz. Klişe biçimde alıştığımız gibi dinciler tarafından, toptan olarak eşcinsellikle suçlanmış oldukları muhtemeldir. Bunu anlayabilmek için kendi yaşamınıza bakın. Bugün yaşadıklarımızı gözünüzün önüne getirin, kendi inançlarıyla örtüşmeyen topluluklara tarih boyunca attıkları iftiraları, yaftalamaları, suçlamaları gözünüzün önüne getirin. Dini hayatının merkezine koyanların genel davranış biçimi günümüzde bile böyle. Tıpkı 99 depreminde hayatını kaybedenleri fuhuşa bağlayan yobaz dinciler gibi; lut gölü çevresinde yaşayan halkta Tanrı kanunu diye iddia ettikleri savunanlar tarafından bu biçimde anlatılmış ve günümüze kadar aktarılmış. Yukarıda bahsettiğim gibi bütün bu hikayeler tek taraflı anlatıldı.

Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini yerleştirmek için izninize ihtiyacımız olacak.
Daha detaylı bilgi için, çerezler sayfamıza bakınız.
Anlamadım ben şimdi babamla ben kardeş miyim?
 
Çalgı ve şeytan ilişkisini idrak edemedim, rica etsem açıklayabilir misiniz?
Öncelikle şeytan ve iblis arasındaki farkı anlamanız gerekiyor. İblis kavramı Antik Yunan döneminde ortaya çıktı. Şeytan kavramı, Antik Yunan döneminde bile antik bir kavramdı.
Antik Yunan töresinde adlandırılan daimon kelimesi; bölen, dağıtıcı, vesayetçi tanrı anlamlarında kullanıldı. Bir diğer tanımı da; insanları yöneten ve geliştiren görünmez, yüce varlıklar.

Sparta: Antik Yunanistan'ın Lakonia bölgesinde şehir devletiydi. Söz konusu şehir devleti, antik dönemde Lakedaimon olarak bilinirdi. Lakedemoni, demon, iblis.

Ziryab: 8.yy'da Musul'da doğdu ve o zaman ki Endülüs Emevi Devleti(Lut Kavmi) Kurtuba'da 9.yy'da öldü. Günümüz İspanya'sında luthier ve müzisyen olarak İspanya modern müziğinin temellerini attı.
1663497887437.png


Ek bilgi: İbn Rüşd: Endülüslü arap felsefeci, hekim, fıkıhçı, matematikçi ve tıpçı. 12.yy'da Kurtuba'da doğdu ve Marakeş, Fas'ta öldü. Tercüme ve yorumlamalarıyla Aristo'yu Avrupa'ya yeniden tanıtmıştı. İslam felsefesinde Aristocu akım olan meşşailiğin temsilcilerindendir.
1663499356699.png


Abbasi halifesi Harun Reşid müzik aşığıydı. Misafirlerinin eğlenmesi için saraya birçok şarkıcı ve müzisyen getirirdi. Reşid'in baş müzisyeni İshak el-Mevsili, karatavuk olarak anılan Ziryab'ı müzik sanatlarında eğitti. Ziryab zekiydi ve iyi bir kulağı vardı. Harun el-Reşid genç müzisyeni dinlemek isteyene kadar Ziryab'ın ne kadar çok şey öğrendiğinin farkında değildi. Harun el-Reşid onunla konuştuğunda, Ziryab cevap verdi. "Diğer şarkıcıların bildiklerini söyleyebiliyorum, ancak repertuarımın çoğu Majesteleri gibi bir halifenin önünde söylenmeye uygun şarkılardan oluşuyor. Diğer şarkıcılar bunlardan bihaber. Majesteleri izin verirse, insan kulaklarının daha önce hiç duymadığı şarkılardan bir seçkiyi sizin için söyleyeceğim."

Harun el-Reşid, İshak ustanın udunu Ziryab'a vermesini emretti. Ziryab enstrümanı reddetti ve kendi udumu getirdim, kendim yaptım ve başka hiçbir alet beni tatmin etmiyor dedi. Ziryab kendi bestelediği bir şarkıya başladı, Harun el-Reşid oldukça etkilendi ve İshak'a döndü. Bu adamın olağanüstü yeteneğini sakladığını düşünseydim, bana ondan bahsetmediğin için seni cezalandırırdım. Eğitime devam edin, buna destek olmak isterim dedi. İshak, Ziryab'ın yeteneğini kıskandı ve yakında halifenin lehine kendi yerini alacağından korktu.

Ziryab en iyi yeteneklerini kendi öğretmeninden gizlemişti. İshak, bunu oğlum yapsa affetmem. İşte senin için yol: Bağdat'tan ayrıl, buradan uzakta ikamet et ve senden bir daha asla haber almayacağıma yemin et. Eğer kalmayı seçersen ve bana karşı gelirsen seni uyarıyorum, seni ezmek için hayatımı riske atacağım. Seçimini yap!

Ziryab, Abbasi başkenti Bağdat'ı terk etti. İshak, çırağının yokluğunu, Ziryab'ın zihinsel olarak dengesiz olduğunu ve halifeden hediye almadığı için öfkeyle Bağdat'tan ayrıldığını iddia ederek açıkladı ve Ziryab'a cin çarptı dedi. (Mecnun) İshak, Harun el-Reşid'e: Cinlerin onunla konuştuğunu ve müziğine ilham verdiğini söyledi. Şu anda nerede olduğunu bilmiyorum. Majesteleri, gittiği için minnettar olun.
 
Son düzenleme:
Bu konu çok daha çarpıcı, şok olacaksınız.
 
Tarihsel konular hakkinda herhangi bir şey diyemeyeceğim lakin kitap hakkında üstünkörü bir bakışa sahip olduğunuzu düşünüyorum.

Kehf Suresi 109. ayette bahsedilen deniz, bu resimdeki denizdir, yani hokka.

Bu ayet, yaratanın bilgi kapasitesi ile alakalı gayet düz bir ayettir. "Sen yeryüzündeki ağaçlardan kalem, denizlerden de mürekkep yapsan; O'nun yazabileceklerini yazamazsın." Bu gayet basit ve değerli iken nedendir, hokkalara ya da öküzlere bağlama hadisesi?

Dini metinlere göre önce söz vardı, yani kelam, sonra kalem ve hokkayla yasalar yazıldı.

Bir de bunun dayanağı nedir? Hangi kitapta, yaratan ve insan arasındaki yasa; yazıya tabii tutulmuş? Söz veya zan bile ameli örtebilecek konumda iken. İnsan ile Tanrı ya da Tanrı ile Şeytan arasındaki akit, mürekkeple onaylanmamıştır. Yazı, insana ve dünyaya has; dünyevi ilişkiler için gerekli bir olgudur.

Pek çok ayet "anlaşmalarınıza/sözleşmelerinize sadık kalın" derken, yazıya işaret etmez ya da önemsemez.
 
Son düzenleme:
Bu ayet, yaratanın bilgi kapasitesi ile alakalı gayet düz bir ayettir.
Evet doğru, sonsuz bilgisinden bahsediyor düz bir şekilde. Anlatılmak istenen bu ama sorun ne?
Bu gayet basit ve değerli iken nedendir, hokkalara ya da öküzlere bağlama hadisesi?
Hokka ne demek?

Ayette hokka diyor, yani mürekkep. Denizler mürekkep olsa. Denizler hokka olsa.

"...resimdeki balığın adı Nun'dur. O meşhur hokkadaki Tanrı'nın sözlerine karşılık tükenen denizde yüzen balık..."

"...Bu sınıftan kadınların katip yani yazıcı olarak uzun süre çalıştıkları da kayıtlar arasındadır. O yüzden kendilerine nun da denir. Yani yazıcılar. Kelam kalemle yazıya dönüşür."

Metnin tamamını bir daha gözden geçirip bağlantıları görmeye çalışın.
Bir de bunun dayanağı nedir? Hangi kitapta, yaratan ve insan arasındaki yasa; yazıya tabii tutulmuş? Söz veya zan bile ameli örtebilecek konumda iken. İnsan ile Tanrı ya da Tanrı ile Şeytan arasındaki akit, mürekkeple onaylanmamıştır. Yazı, insana ve dünyaya has; dünyevi ilişkiler için gerekli bir olgudur.
Dini metinlere(inançlara) göre Kuran(yasa/kanun), bütün halde yazılı metin olarak mı indirildi?
Pek çok ayet "anlaşmalarınıza/sözleşmelerinize sadık kalın" derken, yazıya işaret etmez ya da önemsemez.
Bu iddiaya karşılık konu açacağım. Anlatması o kadar da kolay değil.
 

Mürekkep konulan kap demek.

Ayette hokka diyor, yani mürekkep. Denizler mürekkep olsa. Denizler hokka olsa.

Kehf 109'dan hokkaya nasıl baglıyorsunuz? "El bahru midaden", el bahru, "bahru" deniz, "el" takısı ise bilinirlik atfeder ve yine bildiğimiz "deniz" manasındadır "midaden" dediğiniz hokka olursa denizler hokka olsa gibi bir anlam olması gerekir ki manasız olur. Neticede deniz bir kap değildir. Midaden de mürekkep demektir. Aynı mana Lokman 27'de de mevcuttur. Ve onda da yine "vel behru" deniz ve "seb'atu ebhurin" "yedi deniz" kalemlere katılsa der ki bu kez "mürekkep" ya da sizce "hokka" ile ilgili bir kelime yoktur. Hokka çok zorlama bir çıkarım.


"...resimdeki balığın adı Nun'dur. O meşhur hokkadaki Tanrı'nın sözlerine karşılık tükenen denizde yüzen balık..."

Nun, sadece bir harftir. Ve mushaf içinde pek çok yerde sure başlarında değişik harfler kullanılmıştır. "Elif, lam, mim" veya "ta, sin, mim", ya da "ha, mim", hatta "kaf" başkaca da örnekler vardır. O zaman birileri çıkıp "kaf" harfi ile de bir şeyleri ilişkilendirebilir.

Dini metinlere(inançlara) göre Kuran(yasa/kanun), bütün halde yazılı metin olarak mı indirildi?

Mushafa göre indirilen "zikr"dir. (Hicr 9) Söz olarak inmiştir ve korunacak olan da yine "zikr" dir. Çünkü bir önceki mesajımda da ifade ettiğim üzere yaratanın yazıya ihtiyacı yoktur.
 

Yeni konular

Geri
Yukarı