Offf adama laf anlatamıyorum ki, bozuk saat gibi aynı şeyleri söylüyor. "Almanya'da yetişen Türk, kafasını kuma gömen devekuşu" ya bak dostum senin söylediğin şeye göçmenlik denir, milliyetle vatandaşlık aynı şey değildir. Ki kendin de benim dediğime gelmişsin işte, bak orada yazmışsın "kökeni Türktür" diye. Ben vatandaş değildir demiyorum zaten kökeni bağlamında hiçbir zaman Alman olamaz, orada doğup vatandaşlık alsa bile Türk kalır diyorum.
Ayrıca ben Çerkezim zaten, aramızdaki fark benim soyumdan utanmak ve kendimi başka bir ırk mensubu olarak yedirmeye çalışmak yerine hem Çerkezliğimle hem de Türk vatandaşlığımla gurur duyuyor olmam.
Aslında sana bir daha cevap vermeyecektim, çünkü seviyenin ve anlama kapasitenin ne olduğunu daha önceki tartışmalarımızda acı bir şekilde görmüştüm. Ama madem son bir kez daha cehaletini ve art niyetini sergilemek istedin, sana bu son dersi vermeyi bir borç bildim. Bundan sonra ne seni takacağım ne de umursayacağım, bu yüzden hayatında belki de ilk defa, bir metni anlamaya çalışarak oku.
Seninle tartışmanın neden anlamsız olduğunu aslında geçen günkü o yazışmamızda anlamalıydım. Hani bana "milliyet etnik köken belirtir" gibi kendi dar kalıplarını evrensel bir doğru gibi sunduğun, benim Zaza olduğumu bile anlamayıp Laz dediğin ve "genlerinde Türklük olmaz" gibi bilim dışı, ırkçı safsataları savunduğun o an... İşte o an senin ne kadar araştırmadan, ne kadar sığ bir bilgiyle konuştuğunu, amacının anlamak değil sadece kendi dogmalarını tekrarlamak olduğunu görmüştüm. Aslında o gün seni engellemem gerekiyordu, bu benim hatam.
Temel sorunumuz, senin kimlik kavramına 19. yüzyıldan kalma, tozlu bir sandıktan çıkardığın, paslı bir "kan bağı" prangasıyla bağlı olman. Bu, at arabalarının hala modern bir ulaşım aracı olduğunu iddia etmek kadar komik ve acınası bir durum. Modern dünya, kimliğin statik bir "öz" değil, dinamik bir "inşa" süreci olduğunu on yıllardır kabul ediyor. Kimlik; bir insanın doğduğu coğrafya, içinde nefes aldığı toplum, konuştuğu dil, aldığı eğitim ve en önemlisi kendini ait hissettiği yer tarafından şekillendirilen bir yaşanmışlıklar bütünüdür. Benim kimliğim, senin o eski haritalarında çizili bir sınır veya bir laboratuvar sonucu değil. Benim kimliğim, 20 yıldır bu bedenin nefes alıp verdiği havadır, bu dilin döndüğü kelimelerdir, bu ülkenin okulunda öğrendiğim marştır. Kısacası, benim kimliğim yaşanmışlığın ta kendisidir; senin ise tek referansın, benim dün öğrendiğim ama senin takılıp kaldığın bir soyağacı kaydı. Aradaki fark, birinin hayatı yaşaması, diğerinin ise sadece bir kağıt parçasına takıntılı olması kadar derindir.
"biyolojik köken" dogmana. Bu tezin kendi içinde nasıl paramparça olduğunun farkında bile değilsin. "Osmanlı yüzünden hepimiz karışığız" gerçeğini duymuşsun ama idrak edememişsin. Bu topraklar genetik bir Babil Kulesi'dir. 600 yıllık bir imparatorluk, üç kıtadan milyonlarca insanı bu potada eritmişken, sen hangi saflıktan bahsediyorsun? Senin bu mantığınla Fatih Sultan Mehmet'in annesinin Sırp kökenli olması, onun padişahlığını daha mı az "Türk" yapar? Senin bu mantığınla, bu ülkede DNA testi yaptırıp da sonucunda %100 Orta Asya geni çıkmayan herkesi "sahte Türk" mü ilan edeceğiz? Bu nasıl bir kafa, nasıl bir tarih cehaletidir? Savunduğun şeyin, bu ülkenin milli birliğini dinamitleyen en tehlikeli ve en mantıksız fikir olduğunun farkında mısın?
Ve en acınası. Mantıkla başa çıkamayınca başvurduğun o ucuz psikolojik manevra, yani "soyundan utanıyorsun" yaftası. Anlaman gereken temel bir insani durum var: Utanç da, gurur da bir bağ gerektirir. Benim o kökenle aramdaki bağ, dün yolda gördüğüm bir karıncayla aramdaki bağ kadardır. Ne utanç duyarım, ne gurur. Sadece ve sadece mutlak bir kayıtsızlık hissederim. Senin bu basit durumu anlayamayıp bunu bir onur veya utanç meselesine çekmeye çalışman, ya kötü niyet değilse, ancak ve ancak derin bir cehalet ve empati yoksunluğu olabilir.
Bütün bu mantıksal açıklamalarıma, kendi hayatımdan verdiğim somut örneklere ve her şeye rağmen hala anlamamakta ısrar etmen, karşıma üç olasılık çıkarıyor: Ya kötü niyetli bir trolsün, ya okuduğunu anlama kapasitesinden tamamen yoksunsun, ya da en acısı, işine gelmediği için anlamayı bilinçli olarak reddediyorsun. Her üç durumda da, bu diyaloğun benim için bir zaman kaybı ve entelektüel bir hakaret olduğu gerçeği değişmiyor.
Bu noktada, aklıma Diamond Tema'nın bu tür verimsiz tartışmalar hakkındaki o meşhur tavsiyesi geliyor ve anlıyorum ki en doğru yol, onun gösterdiği yoldur. Ne diyordu o? "Bir domuzla güreşme, çünkü o pislenmekten keyif alır, sen ise sadece kirlendiğinle kalırsın. Cahillerle muhatap olmak zorunda değilsin."
İşte ben de tam olarak bu tavsiyeye uyuyorum. Kendi akıl sağlığımı, zamanımı ve enerjimi; bu çamurda debelenmekten keyif alan birine bir şeyler anlatmaya çalışarak harcamayacağım. Bu yüzden, bu tek taraflı dersi burada noktalıyor ve seni engelliyorum.
Sana sunduğum ve senin sadece bir emojiyle geçiştirdiğin o rehber; tek taraflı bir dayatma değildi. İçinde her bakış açısını gözeterek yazılmış, olabildiğince empati barındıran, farklı ihtimalleri ve olasılıkları kapsayan bir metindi. Buna rağmen sen hiçbir şey anlamadıysan, sorun ne yazanda ne de içerikte değil, tamamen sende. Çünkü belli ki beyin kapasiten bu rehberi kavramaya anlamaya yetmiyor.
Ama sorun değil; Osmanlı’dan kalma, 19. yüzyılın dogmalarına sarılmaya devam edebilirsin. O zihinsel kafeste, o mağarana çekilip kendi bildiğini okumaya, ezberlediğin kalıpları tekrar etmeye, cehaletini kutsamaya devam et.
Ben yoluma bakıyorum. Sana mağaranda bol mutluluklar dilerim. Kendi karanlığında iyi yolculuklar.
Konu benim için tamamen ve geri dönülmez bir şekilde kapanmıştır.
Saygılarımla.