Hunlar ile Türklük arasındaki ilişki doğrudan ve tek boyutlu bir etnik özdeşlikten ziyade, çok katmanlı bir tarihsel süreklilik ve üst kuşak–alt kuşak ilişkisi olarak ortaya çıkmaktadır. “Türk” adının bilinen ve tartışmasız biçimde ilk kez 6. yüzyılda Göktürk Kağanlığı döneminde kullanılması, Hunların kendilerini Türk olarak tanımlamadığını açıkça göstermektedir. Çin, Roma ve Pers kaynaklarında Hunlar; Xiongnu, Hun, Huna gibi adlarla anılmış, bu adlandırmaların hiçbirinde “Türk” etnonimi yer almamıştır. Bu durum, Hunların Göktürkler dönemindeki anlamıyla “Türk” olarak tanımlanamayacağını, ancak Türk tarihinin öncül evresinde yer aldıklarını göstermektedir.
Hunlar, Orta Asya bozkırında ortaya çıkan ve farklı kökenlerden gelen toplulukları bünyesinde toplayan geniş bir siyasal konfederasyon niteliği taşımaktadır. Atlı-göçebe yaşam tarzı, boylar federasyonu biçiminde örgütlenme, askerî disiplin ve kağanlık merkezli yönetim anlayışı, Hunlarla birlikte kurumsallaşmış; bu yapı daha sonra Göktürkler, Uygurlar ve diğer Türk devletleri tarafından sürdürülmüştür. Bu süreklilik, Hunları belirli bir etnik kimliğin değil, bozkır merkezli büyük bir tarihsel havuzun ve üst kuşağın temsilcisi hâline getirmektedir.
Hun mirasının yalnızca Türklerle sınırlı olmaması, bu üst kuşak yapının en güçlü göstergelerinden biridir. Tarihsel araştırmalar, Hun konfederasyonu içinden zamanla farklı kollara ayrılan toplulukların, Avrupa ve Avrasya’da yeni kimlikler ve milletler oluşturduğunu göstermektedir. Macarların (HUN-GURY) erken tarih anlatılarında Hunlara dayandırılan köken rivayetleri, Fin-Ugor topluluklarıyla Hunlar arasındaki kültürel ve tarihsel temas iddiaları ve Türk boylarının Hun geleneğini sahiplenmesi, Hunların tek bir millete indirgenemeyecek kadar kapsayıcı bir yapı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, çağlar ilerledikçe ve coğrafyalar değiştikçe, Hun üst kuşağı içindeki toplulukların alt kuşaklar hâlinde ayrışarak farklı etnik ve kültürel kimlikler kazandığını düşündürmektedir.
Hun yönetici tabakasında görülen Attila, Uldin, Bleda, Dengizik gibi isimler, etimolojik bakımdan kesin sonuçlar vermese de, Türkî dillerle açıklanabilen veya Türk boy adları ve unvan geleneğiyle uyumlu biçimde yorumlanabilmektedir. Bu adlandırma geleneği, Hun konfederasyonu içindeki Türkî unsurların sürekliliğini işaret ederken, Oğuzlar başta olmak üzere sonraki Türk boylarının siyasi ve kültürel hafızasında Hun çağının “ATA DÖNEM” olarak algılanmasına zemin hazırlamıştır. Oğuz Kağan destanlarında görülen geniş bozkır hâkimiyeti, doğu-batı seferleri ve boylar federasyonu anlayışı, Hun dönemine ait tarihsel tecrübenin mitolojik bir yansıması olarak okunabilir.
Dil meselesinde Hunların konuştuğu dil kesin olarak bilinmemekle birlikte, günümüzde terk edilmiş olan “Ural-Altay dil ailesi” yaklaşımı, Hunları doğrudan Türk, Fin veya Macar kimliğiyle özdeşleştirmeye yetmemektedir. Buna rağmen tarihsel ve kültürel incelemeler, Hun konfederasyonunun Türkî, Fin-Ugor ve diğer Avrasya unsurlarını kapsayan geniş bir kelime ve dil ortaklığı bulunduğunu göstermektedir. Bu etkileşim alanı, zamanla farklı coğrafyalarda farklı halkların ve milletlerin doğmasına imkân veren ortak bir tarihsel zemin oluşturmuştur.
Sonuç olarak Hunlar, ne yalnızca Türklerin ne de başka tek bir milletin doğrudan atasıdır. Hunlar, Türkler, Macarlar, Fin-Ugor toplulukları ve diğer Avrasya halklarının tarihsel oluşum süreçlerinde izler bırakan, çok unsurlu ve kapsayıcı bir üst kuşak siyasal-kültürel yapıdır. Türklük ise bu geniş Hun-bozkır mirası içinden, Göktürkler döneminde adını ve kimliğini netleştirerek alt kuşaklardan biri olarak tarih sahnesinde belirginleşmiştir. Bu çerçevede Hunlar, çağların ilerlemesiyle kollara ayrılan ve farklı milletlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan ortak bir tarihsel başlangıç noktası olarak değerlendirilmelidir.