leri olmayan vakalarda zaten psikoterapi öneriyoruz. Psikoterapi dediğimiz şey ilaçsız tedavidir. Destek olarak ilaç verilebilir veya verilmeyebilir orası doktorun kararına bağlı tabii ki. Ayrıca bu duyguların kendisini tabii ki sorun olarak görmüyoruz. Önemli olan ne kadar şiddetli olarak yansıdığı. Örneğin kaygılanmak her insanda olan bir duygudur ancak bazı insanlarda bu kaygı çok fazla olduğu için sosyal ortam içine çıkamama(sosyal fobi), sürekli negatif şeylere odaklanma ve negatif düşünce(genel anksiyete bozukluğu), OKB hastalarında normalin çok ama çok üzerinde bir kaygı mevcut oluyor. İlaçlar bu kaygıları tamamen alıp kaygısız birer insana dönüştürmüyor tabii ki. Bu kaygıyı normal seviyelere indiriyor. Antidepresan kullanan birisi de kaygılanır.
Demek bizi etkileyen şey bir duygumuzun şiddeti. Ben de diyorum ki bizi etkileyen şey duygumuzun şiddeti değil. Ben kimim hocam. Benim tıp diplomam yok. 4 sene uzmanlığım yok. Klinikte çalışmadım. Ben normal bi vatandaşım. Ama benim tek farkım bu sorunu köküne kadar yaşayıp benim de zamanımda hayatımın mahvolması, hayatımı sonlandırma isteği, ve vücudumdaki fiziksel belirtilerle çıldırıp doktor doktor gezmem, en özelinden en devletine şifa aramam, sadece psikiyatri değil bedensel tepkiler yüzünden 20 tane kardiyolog gezmem ve en sonunda artık yapacak bir şey yok ben "hastayım ruh hastasıyım düzelmeyecek" dendiği anda bir psikolog ile tanışıp. İlk önce sektörü tanıyıp, daha sonra yaşanılan şeyin gerçekten hastalık olup olmadığını enine boyuna inceleyip, daha sonra bu fiziksel belirtilerin neden olduğunu kavrayıp, çok daha sonra bu sorundan kurtulmanın "gerçek" yolunu kavrayıp 2 sene boyunca sürünerek yaşarken 5-6 aylık bir psikoterapi uygulamasıyla hayatı sorunu yaşamaya başlamadan öncekinden çok daha iyi olan. Sizin tabirinizle "iyileşen" bir adamım. Bilirsiniz "derdi yaşayana sor" derler.
Şimdi soruyorum. Siz klinikte çalışıyorsunuz. Günün birinde normalde x şiddetinde yaşanması gereken duyguları y şiddetinde (y= çok fazla, yaşanmaması gereken, hastalık boyutu) yaşamaya başladığınızda tıpkı klinikte çalıştığınız gibi ilaçları kullanmak ister mi siniz yada kullanacak mısınız? Bir insana uzman onkolog kimliği ile tahlil yapıp "sen kansersin tahliller bunu gösteriyor" dediğiniz anda sizin klinikte majör diye tabir ettiğiniz duygu durum ortaya çıkmaz mı? Bu adam dünyanın en neşeli adamı olsa bile içindeki o "kanser algısı" yüzünden depresif bir duruma girmez mi? Girer. Peki bu adama onkolog arkadan koşup "ben tahlilleri karıştırmışım kusura bakmayın" dediğinde az önceki "majör" duygu durumdan eser kalır mı? Belki havalara uçar adam. Gördüğünüz gibi bir duyguyu başlatıp bitirenin duygunun kendisi olmadığı bariz bellidir.
Sorun nerde biliyor musunuz? Sorun yurdumun insanının sabahları sosyete programlarına çıkan (çıkmak için can atan) uzmanlarının "depresyon yayıldı, anksiyete çığ gibi büyüdü, dikkat bu belirtiler varsa panik atak hastası olabilirsiniz" gibi sürekli kodlamalarındadır.
Siz kliniğinize gelen bir adamın belirtilerine bakıp "sende şu hastalık var" dediğiniz anda onun beyninde sizin bahsettiğiniz gibi nöral bir yolak, benim bahsettiğim gibi bir koşullanma kodu başlıyor. "Ben ruh hastasıyım, ben hasta oldum, hastalık süründürür hatta ölüme götürür, hastaysam ilaç içmem hastaysam tedavi olmam lazım" inancı başlıyor ve bu siz adamı tedavi etmeye çalıştıkça. Bu adam her sabah kalkıp antidepresanını içerken o hapına bakarken "ben hastayım" inancı gün be gün pekişiyor. Zaten sorunun aslı bilinçaltı kodlanmalarımızdan kaynaklanırken sorunu tedavi altında daha çok pekiştiren. Nice insanların "ben hastayım" diyip canına kıydığı bu tamamen hatalı sektörün doğru yaptığı bir şey varsa o da "çok çok çok ciddi şekilde hayatına son verme riski olan kişiyi alıp bir süre hastanesinde konaklatmaktır."
Dediniz ki bizi duygumuzun şiddeti etkilemekte. Hocam sizinle oturup benim askeri lojmanımda birlikte kahve içelim. Elimizde kahveler. Birden "güm" diye aşırı şiddetli bir ses olsun. Ben lojmanda oturmaya alışık olduğum için öylece oturup kahvemi içmeye devam ederken size bi bakarım kahveyi tavana fırlatmışsınız yere yatmışsınız noluyor diye nefes nefese kalp çarpıntısıyla büyümüş gözbebekleriyle etrafa bakıyorsunuz. Ben size diyorum "noldu hocam?" Siz diyorsunuz e çok şiddetli bi ses oldu tehlikeli bişey olabilir.
Şu yukarıdaki örnekte birimiz korku yaşarken diğerimiz yaşamamaktadır. Hem de sesin şiddeti ne kadar fazla olursa olsun biri hiç tepki vermemekte ama daha önce bu sesle karşılaşmamış insan duygulanıma girmektedir. Buradaki fark sizin dediğiniz gibi "şiddeti" midir? Elbette değildir. Buradaki sesi doğru algılamış, tehdit olmadığını kavramış, bu yönde inanç geliştirmiş bi beyin o ses ne kadar şiddetli olursa olsun "tehlike yok, çaya kahveye devam mis gibi" diyip bizi duygu duruma sokmazken "yüksek şiddetli ses = tehlike, aman diyim bak atla yere koru kendini koru canımı" diye kodlu olan beyin direkt olarak korku duygusu üretmiştir.
E hocam hani nerde bizi etkileyen şey bir duygunun şiddetiyse? Hayır bizi etkileyen şey bir duygunun "şiddeti fazlaysa hastalık, kötü, bitirir seni, patoloji" denmesidir. Oysa ki klinikte bulunduğunuz sürede ve aldığınız tıp eğitiminde kesinlikle bildiğinize adım gibi eminim "bir duygunun azı fiziksel belirti vermezken çok yaşanırsa fiziksel belirtiler ortaya çıkar." Kişi bu belirtileri başka bir hastalıkmış gibi yorumlar ve bir şey bulunamaz. Psikiyatriye sevk edilir. Psikiyatri 15 saniye içerisinde "bam" diye şu belirtiler varsa şu hastalık şu hastalığın adı da "anksiyete, okb, depresyon, panik atak," der ve haydi bakalım. Beyinde çok güzel bir inanç gelişir. "Benim duygumun fazlası hastalıkmış gittiğim doktor öyle dedi bu ilaçları verdi bu duyguları kontrol etmem lazım (edemezsin.), bu duyguların şiddetini ilaçlarla bastırmam lazım." Tabi bizim dünyadaki en kompleks şey olan beynimiz ne yapar. Bilgi türetir. Der ki evde kanepede otururken kendi kendine "Bu duygunun azı normal çoğu hastalıksa bu duygunun azı yaşanırken ben ne olur ne olmaz biraz korku ve kaygı üreteyim de bu adam harekete geçsin yoksa başımıza çok kötü bir şey gelcek." ve sonra başlar kanepede otururken kalp çarpıntısı ile acile gitmeler. Halbuki bir duygunun azıyla çoğu arasındaki şiddet farkının yine o olguyu duygu yaptığını bilen bir beyin. Bu sorunla ilgilenmez. Beyin "tehlike yok kanepede yatmaya devam" dediği anda zaten fiziksel belirtiler gider. Tüm mesele bilinçaltımızın köklerinde yatarken. İlaçlarla sıkalım duygularımızın gırtlağını da rahatlayalım diyen bir sektör bizi tedavi edemedi hocam. Edebilseydi ben ilaçları ekmek arasına doldurur yine yerdim o kadar çaresizdim.