Ön Söz:
Yıl olmuş 2025, Ubisoft Japonya’ya ancak gidebildi. "Birader biz 2010’da Naruto izleyip kendi ninja oyun senaryolarımızı deftere yazıyorduk" diyen tayfa için bayram havası. Yıllarca Mısır, Yunan, İngiltere dolaştık durduk ama o kırmızı yapraklı ağaçların, tapınakların, bambuların arasında sessizce dolaşmak hep hayal olarak kaldı. Ubisoft bu sefer “Alın bak Japonya, hem ninja hem samuray, iki karakter birden, hadi doyun” dedi.
Doyduk mu? Doymadık ama bir lezzeti tatmış olduk.
Hikâye ve Atmosfer:
AC Shadows, 16. yüzyıl Japonya’sında geçiyor. Ortalık zaten karışık; klanlar, isyanlar, feodaller... Bir yanda onuruyla yaşayan samuray Yasuke (evet tarihsel bir figür), diğer yanda gölgelerden gelen ninja Naoe. İkisi de farklı dünyaların insanı ama yolları birleşince olaylar sarpa sarıyor.
Hikaye fena değil. Özellikle Japon kültürüyle yoğrulmuş olması güzel detaylar sunuyor. Çay seremonisinden tut, kılıçla şerefli ölüm felsefesine kadar çok şey öğreniyorsun. Oynarken içimden sürekli “Abi ben Japonya’ya taşınayım ya” dedim. Ama tabii sonra düşmanın üç adım ötenizde olmasına rağmen sizi göremeyişi her şeyi biraz sulandırıyor. Hikaye fena olmamasına rağmen, çok kopuk şekilde ilerliyor. Açılan onlarca farklı görev ana odağınızı kaybettiriyor.
Oynanış:
Yasuke ile oynarken “Ben bu ülkenin şanlı savaşçısıyım!” moduna giriyorsun. Zırhın parlıyor, kılıç tok ses çıkarıyor, düşmanları ikiye bölmek için “hafif saldırı mı ağır mı?” diye düşünmüyorsun bile. Dövüş sistemi tatmin edici, özellikle vuruş animasyonları başarılı. Ama biraz ağır, yani “Kaçayım” desen kaçamıyorsun, “Vurayım” desen yavaştan ısınman gerekiyor.
Naoe ise klasik Assassin tarzında. Çatıdan atla, fırlatıcıyla fener patlat, saklan, bıçakla, kaç. Gizlilik sisteminde yenilikler var ama hâlâ düşmanları kandırmak kolay. Adam 5 saniye önce seni görüp alarma geçiyor, sonra "Yok ya hayal görmüşümdür" deyip normal devriyesine dönüyor. Düşmanlar bazen balık hafızalı NPC’den hallice.
Silah çeşitlilikleri güzel ve her silah kombinasyonları için farklı yetenek ağaçları var. Özellikle Naoe ile oynarken farklı silahlar arasında geçiş yapmanız gerekebiliyor, çünkü bazı silahlar elinizdeyken ikili suikast yapabiliyorsunuz veya kapıların arkasından düşmana suikast yapabiliyorsunuz ama başka silahlarda bunu yapamıyorsunuz. Hal böyle olunca oynayış tarzınıza göre bunları ayarlamanız gerekebiliyor.
Harita ve Dünya:
Ubisoft yine yapmış haritayı; devasa, detaylı, bol bol gezilecek yer var. Tapınaklar, köyler, dağlar, nehirler… Bir yerde geyiklerle yürürken duygulandım, başka bir yerde ninja yıldızı fırlatırken kendimi Naruto zannettim. Ama ne var? Harita büyük diye boş değil. İçinde yapılacak bol etkinlik var ama bir süre sonra “hadi bakalım, yine aynı kampı sessizce al, yine aynı kuleye tırman” havası başlıyor.
Yan görevler de biraz Ubisoft klasiklerinden. “Yardım et, tarlamı bastılar”, “Bu mektubu ulaştır”, “Klan liderime mesaj gönder” falan. Tam Japonya’ya layık bir derinlik yok, ama yer yer güzel hikayelerle karşılaşıyorsun. Özellikle bir görevde yaşlı bir kadının “torunumu bul” isteği vardı, gözüm dolmadı ama dolacak gibi oldu.
Görsellik ve Sesler:
Grafikler mükemmel. Işıklandırma, hava durumu, gün batımı… RTX açınca gerçek hayatla arama mesafe koyasım geldi. Yağmurda yürürken bambuların hışırtısı bile meditasyon.
Müzikler şahane, özellikle dövüş sahnelerinde Japon enstrümanları girince insan gaza geliyor. Seslendirmeler de başarılı ama dublajı Japonca oynayın, atmosfer on kat daha etkileyici oluyor.
Teknik Taraf:
Olumlu Yönler:
Japonya teması: sonunda hayaller gerçek oldu
İki karakter, iki farklı oynanış stili
Dövüş sistemi özellikle samuray tarafında çok tatmin edici
Grafikler şahane, atmosfer dibine kadar var
Japon kültürü detaylara güzel yedirilmiş
Olumsuz Yönler:
Yapay zeka: Düşmanlar kör, sağır, bazen de hafıza kaybı yaşıyor
Görevler yer yer çok tekrar ediyor
Gizlilik oynanışı hala biraz yapay hissettiriyor
Ara sahnelerde bazen diyaloglar yüzeysel kalıyor
Ubisoft formülünden hâlâ çok fazla kopamamış
Biraz da görsel bırakayım.
Yıl olmuş 2025, Ubisoft Japonya’ya ancak gidebildi. "Birader biz 2010’da Naruto izleyip kendi ninja oyun senaryolarımızı deftere yazıyorduk" diyen tayfa için bayram havası. Yıllarca Mısır, Yunan, İngiltere dolaştık durduk ama o kırmızı yapraklı ağaçların, tapınakların, bambuların arasında sessizce dolaşmak hep hayal olarak kaldı. Ubisoft bu sefer “Alın bak Japonya, hem ninja hem samuray, iki karakter birden, hadi doyun” dedi.
Doyduk mu? Doymadık ama bir lezzeti tatmış olduk.
Hikâye ve Atmosfer:
AC Shadows, 16. yüzyıl Japonya’sında geçiyor. Ortalık zaten karışık; klanlar, isyanlar, feodaller... Bir yanda onuruyla yaşayan samuray Yasuke (evet tarihsel bir figür), diğer yanda gölgelerden gelen ninja Naoe. İkisi de farklı dünyaların insanı ama yolları birleşince olaylar sarpa sarıyor.
Hikaye fena değil. Özellikle Japon kültürüyle yoğrulmuş olması güzel detaylar sunuyor. Çay seremonisinden tut, kılıçla şerefli ölüm felsefesine kadar çok şey öğreniyorsun. Oynarken içimden sürekli “Abi ben Japonya’ya taşınayım ya” dedim. Ama tabii sonra düşmanın üç adım ötenizde olmasına rağmen sizi göremeyişi her şeyi biraz sulandırıyor. Hikaye fena olmamasına rağmen, çok kopuk şekilde ilerliyor. Açılan onlarca farklı görev ana odağınızı kaybettiriyor.
Oynanış:
Yasuke ile oynarken “Ben bu ülkenin şanlı savaşçısıyım!” moduna giriyorsun. Zırhın parlıyor, kılıç tok ses çıkarıyor, düşmanları ikiye bölmek için “hafif saldırı mı ağır mı?” diye düşünmüyorsun bile. Dövüş sistemi tatmin edici, özellikle vuruş animasyonları başarılı. Ama biraz ağır, yani “Kaçayım” desen kaçamıyorsun, “Vurayım” desen yavaştan ısınman gerekiyor.
Naoe ise klasik Assassin tarzında. Çatıdan atla, fırlatıcıyla fener patlat, saklan, bıçakla, kaç. Gizlilik sisteminde yenilikler var ama hâlâ düşmanları kandırmak kolay. Adam 5 saniye önce seni görüp alarma geçiyor, sonra "Yok ya hayal görmüşümdür" deyip normal devriyesine dönüyor. Düşmanlar bazen balık hafızalı NPC’den hallice.
Silah çeşitlilikleri güzel ve her silah kombinasyonları için farklı yetenek ağaçları var. Özellikle Naoe ile oynarken farklı silahlar arasında geçiş yapmanız gerekebiliyor, çünkü bazı silahlar elinizdeyken ikili suikast yapabiliyorsunuz veya kapıların arkasından düşmana suikast yapabiliyorsunuz ama başka silahlarda bunu yapamıyorsunuz. Hal böyle olunca oynayış tarzınıza göre bunları ayarlamanız gerekebiliyor.
Harita ve Dünya:
Ubisoft yine yapmış haritayı; devasa, detaylı, bol bol gezilecek yer var. Tapınaklar, köyler, dağlar, nehirler… Bir yerde geyiklerle yürürken duygulandım, başka bir yerde ninja yıldızı fırlatırken kendimi Naruto zannettim. Ama ne var? Harita büyük diye boş değil. İçinde yapılacak bol etkinlik var ama bir süre sonra “hadi bakalım, yine aynı kampı sessizce al, yine aynı kuleye tırman” havası başlıyor.
Yan görevler de biraz Ubisoft klasiklerinden. “Yardım et, tarlamı bastılar”, “Bu mektubu ulaştır”, “Klan liderime mesaj gönder” falan. Tam Japonya’ya layık bir derinlik yok, ama yer yer güzel hikayelerle karşılaşıyorsun. Özellikle bir görevde yaşlı bir kadının “torunumu bul” isteği vardı, gözüm dolmadı ama dolacak gibi oldu.
Görsellik ve Sesler:
Grafikler mükemmel. Işıklandırma, hava durumu, gün batımı… RTX açınca gerçek hayatla arama mesafe koyasım geldi. Yağmurda yürürken bambuların hışırtısı bile meditasyon.
Müzikler şahane, özellikle dövüş sahnelerinde Japon enstrümanları girince insan gaza geliyor. Seslendirmeler de başarılı ama dublajı Japonca oynayın, atmosfer on kat daha etkileyici oluyor.
Teknik Taraf:
- Performans genel olarak stabil ama bazı bölgelerde FPS düşüşleri var.
- Birkaç bug’a denk geldim. Bir görevde düşmanı öldürdüm, ama görev “hala hayatta” diyor. Halbuki adam toprağa karıştı…
- Animasyonlar güzel ama bazen karakter yüzleri "ben bir NPC'yim, duygum yok" ifadesine takılı kalabiliyor.
Olumlu Yönler:





Olumsuz Yönler:





Biraz da görsel bırakayım.