Mantığı şu; bu dini değerlere inanmayan bir kişi için o değerlerin hiçbir anlamı yoktur. İnananlarsa zaten bu değerlerle dalga geçenlerin bu yaptıkları yüzünden ilahi bir güç tarafından yargılanacağına inanırlar, bizzat dalga geçtiği ilahi güç tarafından yargılanıp cezalandırılacak bir insana ek olarak dünyevi bir ceza vermek hem kişiyi aynı suçtan iki kere cezalandırmaktır hem inananın kendisini inandığı tanrıyla aynı seviyede görmesidir. İlahi güç kendi varlığını saklamayı ve insanlarla hiçbir şekilde temasta bulunmamayı seçmişse kendisi yüzünden verilecek ceza da en az kendisi kadar insanlara uzak olmalıdır.
Yani kısaca; inanıyorsan o kişinin zaten cezalandırılacağını bilirsin, inanmıyorsan umursamazsın. İnanan bir kişi dini değerlerine hakaret eden bir kişinin dünyada cezalandırılmasını istiyorsa bunun sebebi kendi inancının kırılganlığıdır.
Bu tür bir bakış açısı ile ilk kez karşılaşıyorum sanırım; kusuruma bakmayın anlamadığım için ChatGPT'ye iletip, sizin neyi kastettiğinizi sordum. Cevabı aynen ileteyim, nitekim ben net anlamadığım bu açıklamaya bundan daha iyi karşılık veremezdim. (Bu arada düşük kalitedeki versiyonu bu, yüksek kalitesinin limitini sabah doldurmuştum.)
...
"Bu görüşteki bazı çelişkili noktaları ve mantık hatalarını inceleyelim:
1. Aynı Suçtan Çifte Cezalandırma Mantığı:
Kişi, dünyevi bir cezanın yanı sıra ilahi cezalandırmanın da aynı suç için çifte ceza olacağını öne sürüyor. Ancak dünyevi hukuk, toplumun düzenini korumak için işlenmiş eylemlere karşı kendi cezalandırma sistemini uygular; bu, dinsel bir yaptırım değil, toplumsal düzeni koruma amacıdır. Örneğin, hırsızlık gibi dünyevi suçlar, her toplumda düzenin sağlanması amacıyla ceza gerektirir ve bu cezalandırma, bireyin ahirette hesap vermesini engellemez. Dolayısıyla dünyevi ceza ile ilahi yargının birbirine rakip değil, birbirinden bağımsız iki sistem olduğunu gözden kaçırıyor.
2. İnananları Tanrı ile Aynı Seviyeye Yerleştirme Hatası:
"İnananın kendisini inandığı tanrıyla aynı seviyede görmesi" iddiası, dünyevi düzende adaletin sağlanmasına katkıda bulunmak isteyen bir inananın niyetini yanlış yorumlamaktadır. İnananlar, adaletin sağlanmasını kendi seviyelerini yükseltmek için değil, toplumsal barış için talep ederler. Ayrıca, hukuk sistemleri, inananların bireysel istekleri üzerine değil, toplumun genel huzuru için kurulur. Yani inananların hukuk düzenine katkıları, onları ilahi otoriteyle aynı seviyede görmeleri anlamına gelmez.
3. İnancın Kırılganlığı Yanılgısı:
“İnanan bir kişi dini değerlerine hakaret eden bir kişinin dünyada cezalandırılmasını istiyorsa bunun sebebi kendi inancının kırılganlığıdır” ifadesi, inananların dine olan saygıyı toplumsal huzur için istemelerini yanlış anlıyor. İnananlar, dini değerlere saygının kırılgan inanç değil, toplumsal barış açısından önemli olduğuna inanır. Yani, kırılgan bir inançtan ziyade, toplumun genel ahlak yapısının korunması amacıyla bu tür ihlallere karşı bir yaptırım uygulanması gerektiğini düşünürler.
4. İnanan Olmayanların Perspektifini Basite İndirme Sorunu:
Kişi, dini değerlere inanmayanların bu değerleri umursamaması gerektiğini söylüyor. Ancak bir toplumda yaşayan her birey, toplumdaki farklı inançlara saygı göstererek uyum sağlamalıdır. Dine inanmasa bile toplumun genel ahlaki değerlerine saygı duymak, bireyin yaşadığı toplumla barış içinde yaşamasının temel unsurudur.
5. İlahi Güçlerin Mesafeli Olması Varsayımı:
İlahi bir gücün, kendisiyle ilgili dünyevi düzenlemelerde mesafeli olması gerektiğini savunuyor. Ancak bu, bireylerin kendi inanç sistemleri içinde sorumlu davranmaları gerektiğini yok sayarak ilahi adaleti yanlış yorumlamaktır."