Mark Twain'in dediği gibi, "İnsan kendinden râzı olmak için yaşar." Yaptığı her hareketin arkasında bu vardır. Bir insanı öldürürken de, bir çiçeğe su verirken de aynı amaca hizmet eder: gönlünü hoş tutmaya çabalar. Yâni insanın bu hayattaki yegâne amacı, mutlu olmaktır.
İşte ahlak, tam burada devreye girer. Toplumsal kurallar insanın bazı eylemleri yaptığında mutlu olmasını engellemek üzere kurulmuştur. Çünkü hayatın amacı mutlu olmaksa, birisi çıkıp "E ben de hırsızlık yaparak, kumar oynayarak, tecavüz ederek, zinaya bulaşarak, insanları öldürerek mutlu oluyorum" diyebilir.
Bu, gerçekten de olabilir. Herkes, aynı eylemlerden zevk almak zorunda değildir. Belki de birileri gerçekten de bizim kötü olduğunu ilân ettiğimiz eylemlerden zevk alacaktır.
İşte din de burada devreye girer. Zirâ bir eylemin kötü olduğunu ilân etmek kolaydır ama insanları buna ikna etmek için dünyevî açıklamalar yetersiz kalır. Çünkü insanlar özgürlüklerine düşkündürler ve toplumu kontrol edebilmek için insan dinlere muhtaçtır.
En azından bugüne kadar böyleydi, bundan sonra ne olur göreceğiz.
Sonuç olarak dinler, insanları "gene insanlar tarafından oluşturulmuş" ahlak kurallarına ikna etmek üzere kurulmuştur. Normalde bir ahlak kuralı şu basit formül ile oluşur:
"Ben yaptığımda iyi de olsa bana yapıldığında kötü olan eylem, kötü eylemdir."
Örnek: Siz birinin malını çalarken hoştur ama birisi sizin malınızı çaldığında rahatsız oluyorsanız, bu eylem kötüdür. Ha yok o zaman rahatsız olmuyorsanız, eylem kötü değildir.
Evet, bu kadar. Bu kadarcık işte. Bu formül çok mantıklı da olsa büyük kitleleri ikna etmeye yetmiyor. Özellikle karşılıklı olmayan eylemleri açıklayamıyor.
"Zinâ neden kôtüdür?"
Formüle göre zinâ yaptıktan sonra rahatsız oluyorsanız, bu eylem kötü ama mutlu oluyorsanız iyidir. E insanların çoğu dini ortadan kaldırırsanız mutlu olduğunu söyler. Zina eden birinin uzun vadeli ve düzenli bir aşk hayatı yaşayamayacağı, daldan dana konmanın uzun vadede onu üzeceği gibi açıklamalar insanlar tarafından algılanamadığı için (kusura bakmayın ama insanların bir kısmı düşük zekalı olarak sadece zevkini bildiği için) insanları korkutmak zorunda kalırız ve din bu noktada çok işimize yarar. Ahlak kurallarını zeki insanlar oluşturur ve bu zeki insanlar bu fikirlerini korku ve ödül ile insanlara empoze edebilirler.
Resmi daha da büyütelim.
"Mutlu olmak hayatın anlamı diyorsun, e sonra? Ölüp gideceğim yahu, neye yarayacak bu mutluluk? Ne uğruna yaşıyorum?"
Mutluluğa şart koşulmaz.
Dinler size sonsuz bir mutluluk vaat ediyor. E sonra? Sonrası yok işte. Sonsuza kadar lay lay lom vadediyor. Bu dünyada sınırlı olan şeyin, sınırsızını vaadediyor sadece. Aslında dinlerin mantığı bu kadar basit.
Hayatın anlamının mutlu olmak olduğunu itiraf ediyor âdeta. İnansanız da inanmasanız da hepinizin amacı mutlu olmak. Sadece bazıları bunu mezardan sonrasına saklıyor.
E sonsuz bir mutluluk mu daha anlamlı, yoksa sonu olacağının farkında olarak yaşamı fark ederek, değerini hissederek mutlu olmak mı daha anlamlı bu size kalmış.
Onurlu bir yaşam, bir insan söylemidir. Ama on binlerce yılın birikimini içinde barındırır. Duygular, tü kaka değildir ve ahlak kuralları önemlidir. Sonsuz özgürlük, toplumu kaosa sürüklediği için bu kurallar tarafımızca oluşturulmuştur. Oluşturulan bu onurlu ahlak kurallarını tanımayan insanın sonu bağımlılık olacaktır. Victor Frankl'ın dediği gibi, “İnsan hayattaki varolma amacını bulamadığı takdirde, kendini hazlarla cezalandırır.”
Bu hafta çok popüler olan uyuşturucu soruşturmasında da bunu görebilirsiniz.
Onurlu bir amaca tutunamadıktan sonra mal da yalandır, mülk de yalandır. İnsanoğlu her şeyden, bakın her şeyden sıkılır. Ama inandığı şeyden vazgeçmez. Bu İnancı dinin dışında sağlayamıyorsanız, evet din olmadan hayatın bir anlamı yoktur. Sağlayabiliyorsanız, ki bu ancak ve ancak özgürlüklerinizden neden feragat ettiğinizi gerçekten derin bir biçimde açıklayabildiğinizde olur, o zaman dinlere ihtiyacınız yoktur.
Ne mutlu onurlu bir yaşam sürebilenlere!
Saygılar.