İnsanoğlu neden okumaz?

Okumamis cahil olmasi kotu bir hayat surdugu ya da mutsuz oldugu anlamina gelmiyor.
Halinden memnundur, toplumun omzunda bir yuktur ama kendisi icin problem degildir.
Mevcut duzen, insanlari cahil olmamaya iten bir duzen degil.

Hayatinizda bir noktada "Bak ben bu konulari hic bilmiyorum, biraz kendimi gelistirmeliyim" demissinizdir muhakkak. Iste bu adamlar bunu muhtemelen hic demiyorlar, cunku hayat onlari o noktaya bile getirmiyor.

Ayrica okumak bir seyler ogrendigin anlamina gelmiyor. Etrafimda kultur seviyesini okudugun kitap sayisiyla olcmeye calisanlar var. Kitap var, kitap var simdi. Ayrica okumak var, okumak var.
 
Belki insanoğlunun ömrü buna yetmeyecek ama en azından edinebildiği kadar bilgiyi edinip bu evrenden öyle yok olup gidecek.
Milyarlarca yıldır bu sorunu bulamadık. Şimdi mi bulacağız? İnsanoğlunun ömrü birkaç yüzyıl kaldı. Edindiğimiz bilgiler, o soruyu bulamadıktan sonra hiçbir anlamı kalmıyor. Hayatın nedeninde mantık arıyoruz, bulamıyoruz.

Şu anki düşüncen ile küçükken pişman olduğun, kendini cahil gördüğün zamanla kıyasla. Bu durum herkeste var. Herkes şu an cahil dediğin yerden geçip, bu kısma geliyor. Gelemeyenler ise yine de farkındalıktan başka bir şey kaybetmiyor. Yani çok da değerli değil.
Bazen yaptığı işleri sadece yararlı olması için veya hobi olduğu için yapmaz da sırf insanlar beni övsün diye yapar. Bu cehalet olayı da aynı buna benziyor.
Bu durumda olduğun zamanla şu anki durumunu kıyaslayıp mantıklı ve aradığın cevap verebilirsin sadece. (Bu cümleyi yazarken kızma tavrıyla söyler gibi düşündüm. Kızma tavrıyla söylemedim. Konuşma tavrını yazıda açıklayamıyorum, açıklayamam. Piyano gibi düşünün. Dın, dın diye notalarını dilimize göre söylemeye çalışıyoruz. Ama onun dilini bilmiyoruz. Dilinin çevirisi do, re diye ifade ediliyor. Dilini çevirisi ile farkı yok diyemeyiz. İnanılmaz farklılar. Duygular da öyle. Duyguların da bir dili var. Ama bilmiyoruz. Sadece açıklıyoruz. Yaşamış gibi, o dilde konuşmuş gibi anlatamıyoruz. Belki de bu yazdığım düşüncelerimi "The Arrival" filminden fark ettim, şimdi topluyorum.)
 
Okumak; sadece basılı ya da yazılı sayfalara indirgenebilecek bir eylem değildir. Hayatın her safhası da buna dahildir. Durumlar, haller, tavırlar, tercihler, kararlar vs. vs. gibi pek çok unsur da okunmalıdır ve bunlar okundukça algı genişleyebilir. Diğerinin okumamayı tercih etmesi öğretilmeden dolayı olabilir, onu okumaya yönlendirecek tüm etkenler bir üst kuşaktaki yetkilisi tarafından engellenmiş olabilir. Bu kalıp içindekinin hali, niyet mevhumu işin içine dahil edilmeden bizim için ne konumdadır? Yoksa biz en başından itibaren genelleme denilen virüs ile mi hasbihal içindeyiz? Mevzunun özelinde, insan okudukça kendinin farkına varır ve sorunu kendinde değil de dışarıda arayan her insanın okumalarını arttırması gerektir. Çünkü geçmiş tecrübelerimizden ötürü biliyoruz ki her ne bilirse bilsin, her ne okumuş olursa olsun; eğri ile doğru arasındaki ayrım insanın aklı ve doğal olarak kendisidir.
 
Son düzenleme:
Okumak; sadece basılı ya da yazılı sayfalara indirgenebilecek bir eylem değildir. Hayatın her safhası da buna dahildir. Durumlar, haller, tavırlar, tercihler, kararlar vs. vs. gibi pek çok unsur da okunmalıdır ve bunlar okundukça algı genişleyebilir. Diğerinin okumamayı tercih etmesi öğretilmeden dolayı olabilir, onu okumaya yönlendirecek tüm etkenler bir üst kuşaktaki yetkilisi tarafından engellenmiş olabilir. Bu kalıp içindekinin hali, niyet mevhumu işin içine dahil edilmeden bizim için ne konumdadır? Yoksa biz en başından itibaren genelleme denilen virüs ile mi hasbihal içindeyiz? Mevzunun özelinde, insan okudukça kendinin farkına varır ve sorunu kendinde değil de dışarıda arayan her insanın okumalarını arttırması gerektir. Çünkü geçmiş tecrübelerimizden ötürü biliyoruz ki her ne bilirse bilsin, her ne okumuş olursa olsun; eğri ile doğru arasındaki ayrım insanın aklı ve doğal olarak kendisidir.
Kesinlikle. Adına farkındalık dediğimiz o dürtüyü/beceriyi geliştirmek yegane hedefimiz olmalı. Cehaletin veya bilgeliğin ayrımı tam da burada işte. Farkındalık.
 
Milyarlarca yıldır bu sorunu bulamadık. Şimdi mi bulacağız? İnsanoğlunun ömrü birkaç yüzyıl kaldı. Edindiğimiz bilgiler, o soruyu bulamadıktan sonra hiçbir anlamı kalmıyor. Hayatın nedeninde mantık arıyoruz, bulamıyoruz.

Şu anki düşüncen ile küçükken pişman olduğun, kendini cahil gördüğün zamanla kıyasla. Bu durum herkeste var. Herkes şu an cahil dediğin yerden geçip, bu kısma geliyor. Gelemeyenler ise yine de farkındalıktan başka bir şey kaybetmiyor. Yani çok da değerli değil.

Bu durumda olduğun zamanla şu anki durumunu kıyaslayıp mantıklı ve aradığın cevap verebilirsin sadece. (Bu cümleyi yazarken kızma tavrıyla söyler gibi düşündüm. Kızma tavrıyla söylemedim. Konuşma tavrını yazıda açıklayamıyorum, açıklayamam. Piyano gibi düşünün. Dın, dın diye notalarını dilimize göre söylemeye çalışıyoruz. Ama onun dilini bilmiyoruz. Dilinin çevirisi do, re diye ifade ediliyor. Dilini çevirisi ile farkı yok diyemeyiz. İnanılmaz farklılar. Duygular da öyle. Duyguların da bir dili var. Ama bilmiyoruz. Sadece açıklıyoruz. Yaşamış gibi, o dilde konuşmuş gibi anlatamıyoruz. Belki de bu yazdığım düşüncelerimi "The Arrival" filminden fark ettim, şimdi topluyorum.)
Hayvanlar gibi yaşamaktansa insan olduğunu hatırlayıp düşünerek ve sorgulayarak yaşamak en mantıklısı. Bu cahil dediğimiz insanlar bir konu hakkında bilgiye sahip değilse her şeye sazan gibi atlamak zorunda değiller. Sonra hakaret işitince suçu bizlerde buluyorlar, bu benim sinirimi çok fena bozuyor. Cahil; bilgiye sahip olmayan değil, öğrenme eylemini gerçekleştiremeyen ve çok bilmişlik yapan canlılardır. Küçük yaştaki bir çocukla 20’li 30’lu yaşlarda olan bir insanı kıyaslamak doğru değil. Büyük yaşa ulaşmış bir insan bilmediği konuyu araştırıp öyle yorum yapması gerektiğini düşünebilmelidir. Bunu düşünemeyen cahildir. Herkes anne karnından bilgiyle çıkmıyor zaten, sen kendi imkanlarınla ulaşıyorsun ona. Cehalet, düşünür insanların en büyük baş belasıdır belki de ama onunla mücadele edip “asıl” insanlığı ileri taşımak da bizim elimizde.
 
Alışkanlık meselesi bence. Bunun üzerine yazılmış olan her şeyi çoğu yazar yazmış. Okumaktan ziyade birilerine sormak daha makul geliyor demek ki, yoksa neden buraya yazasın ki değil mi? Sürekli okumanın erdemlerinden bahseden öğretmenlerine sor mesela. Bize sürekli oku dedikleri halde kendileri neden o kadar az okudular da bize Kafka'dan, Nietzche'den, Thomas Bernhard'dan, Bukowski'den, Oğuz Atay'dan, John Berger'den ve daha nicelerinden bahsetmediler? Baki, Şeyh Galip, Nedim okuttular bize. Tamam onları da severim ama bana onlar sevdirmedi ben kendim sevdim. İyi edebiyat diye önümüze koyulan zırvalıklar beynimizi uyuşturdu, ne halt yiyeceğimizi şaşırdık olan bu.
 

Geri
Yukarı