3. Balkanlarda Osmanlı Adil Yönetim Uygulamaları
Şunu ifade etmeliyiz ki, klasik ‘Osmanlı adaleti’ kavramı, günümüzde genel anlamda ‘Osmanlı hoşgörüsü’ ya da dar anlamda ‘Osmanlı’da dini hoşgörü’ kavramlarıyla anlatılmaktadır. Konumuzla ilgili asıl kavram ‘Osmanlı adaleti’ olmalıdır. Tabiatıyla adalet kavramı, sadece yönetim işlerinde adil davranmak olmayıp dini hürriyetlerin, -özellikle çoğunluğun dışındaki unsurların- güvence altına alınmasını da kapsamaktadır. Hiç şüphesiz, Osmanlı Devleti’nde de bu kural geçerliydi. Bu yüzden, adaletin varlığının ispatı ise Müslümanlardan daha çok Müslüman olmayanların dini hakları dâhil her türlü haklarının güvencede olmasıydı. Zaten adaletin uygulanması iki alanda kendini göstermekteydi: Birincisi, dini hayatın yaşanması; ikincisi ise Müslüman olmayanlara karşı Osmanlı Devleti’nin idari uygulamaları. Tespit edebildiğimiz kadarıyla, birincisi için en iyi örnek, Fatih Sultan Mehmed tarafından 4 Nisan 1478’de, Bosna ruhbanlarına verilen ahidnâmedir. Bu ahidnâme, Avrupa’da farklı din mensuplarının dinlerinin serbestçe yaşamalarını güvence altına alan ilk belgedir. Hatta Avrupa’da ilk insan hakları beyannamesi niteliğindedir. Aynı şekilde, XV. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Sırp kilisesinin, Avrupa’daki geleneksel Haçlı dayanışmasına katılmayarak Osmanlı Devleti’ne bağlı kalması da dinî özgürlüklerin serbestçe yaşanmasıyla ilgilidir.
Bunun sebebi, Sırp tarihçisi Mikro Mirkoviç’e göre, Katolik kilisesinin tuzak ve çıkarlarının varlığı idi. Bu yüzden Sırp kilisesi, birçok yönden kilisenin özerkliğini tanıyan Osmanlı Devleti’ne bağlandı.24 Böylece, Ortodoks Sırplar, kiliselerini koruyabildikleri gibi dinî hayatlarını serbestçe yaşadılar. Genel olarak Osmanlı Devleti ise, kilise ve manastırların korunması için de emirler yayınlamıştır.