Technopat
Yetkili Hesap
- Katılım
- 25 Aralık 2018
- Mesajlar
- 744
- Makaleler
- 11
- Çözümler
- 72
Monitör teknolojileri geçmişte daha çok panel tipi, çözünürlük değeri, ekran boyutu ya da yenileme hızı gibi özellikleriyle değerlendirilirken, artık bu ölçütlerin ötesine geçmiş durumda. Günümüzde bir monitörün kalitesi, yalnızca ne kadar keskin görüntü sunduğuyla değil, aynı zamanda renkleri ne kadar doğru, ton geçişlerini ne kadar yumuşak ve ışık dağılımını ne kadar dengeli gösterebildiğiyle de ilgili. Bu durum kullanıcıların beklentilerini de değiştirdi ve bugün sıradan bir kullanıcı bile yalnızca net ve yüksek çözünürlüklü görüntü aramıyor, aynı zamanda renklerde doğallık ve derinlik de talep ediyor. Dolayısıyla monitör teknolojilerindeki ilerlemeler de tam olarak bu talepleri tatmin etme amacı taşıyor.
İşte bu teknolojik özelliklerin arasında bazıları, görüntü kalitesini belirlemede çok daha belirleyici bir rol üstlenir. Bu yazımızda da bu gelişmelerden ikisi olan HDR desteği ve bit derinliğinden söz edeceğiz. Bu iki kavram, günümüz ekranlarının renk üretiminde ulaştığı gerçeklik seviyesini anlamak için vazgeçilmezdir çünkü görüntünün nasıl algılandığını, ne kadar derin, zengin ve doğal göründüğünü belirleyen asıl yapıtaşlarını oluştururlar.
Bunlar hakkında detayları konuşabilmemiz için bunların ne olduğundan biraz bahsetmek gerekir ki konu daha net anlaşılabilsin.
SDR (Standard Dynamic Range) monitörlerde ise bu mümkün değildir çünkü renk alanı (color space) ve kontrast aralığı oldukça sınırlıdır. Bu yüzden SDR bir ekranda parlak bölgeler aşırı beyaz, gölgeler ise detaysız ve soluk görünür; renkler de gerçekte olması gerektiğinden daha sığ kalır.
Başka bir deyişle HDR, bir ekranın gerçek dünyadaki ışık ve renk dağılımını daha doğru şekilde taklit edebilmesi için geliştirilmiş bir görüntüleme standardıdır. HDR standardında asıl hedef; parlaklık aralığını genişletmek, kontrast oranını iyileştirmek, renk hacmini artırmak ve ton eşleme (tone mapping) sürecini optimize ederek her bir kareyi hem ölçülebilir hem de algısal olarak daha zengin hale getirmektir. Bu sayede HDR destekli bir monitör veya televizyon, sıradan bir SDR (Standard Dynamic Range) ekrana göre çok daha canlı, derin ve gerçekçi görüntüler sunabilir. Özellikle yüksek parlaklığa sahip bölgelerle gölgelerin yan yana bulunduğu sahnelerde, HDR’nin farkı fark edilir biçimde ortaya çıkar.
HDR standardının doğru biçimde uygulanabilmesi için bir monitörün yalnızca HDR sinyalini kabul etmesi yeterli değildir. Yüksek sayıda local dimming alanına sahip bir arka aydınlatma sistemi ve ekranın tepe parlaklığının en az 1000 nit düzeylerinde olması gerekir, oysa pazarda “HDR destekli” olarak sunulan pek çok monitör, 300–400 nit parlaklık değerine ve tek bölgeli aydınlatmayla geliyor. Bu tür modellerin sunduğu görüntü teknik olarak HDR sinyaliyle uyumlu olsa da gerçek HDR performansıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Bu noktada HDR400, HDR600 gibi düşük seviyeli sertifikaların da durumu değiştirmediğini belirtmek gerekir. Eğer bu sertifikalar doğru biçimde uygulanmışsa, kullanıcıya sınırlı da olsa artan parlaklık, daha canlı renkler ve yazılımsal dinamik kontrast gibi iyileştirmeler sunabilir. Ancak bu tür iyileştirmeler, hiçbir şekilde tam anlamıyla HDR deneyimi olarak kabul edilmez.
Bazı üreticilerde görülen “HDR10” ibaresi de sıklıkla yanlış yorumlanır. HDR10, bir kalite standardı değil, yalnızca monitörün HDR sinyalini işleyebildiğini ifade eden bir formattır. VESA tarafından verilen HDR400 veya üzeri sertifikalarla karıştırılmamalıdır. Dolayısıyla “HDR10 desteği var” ifadesi, panelin gerçek HDR özelliklerine sahip olduğu anlamına gelmez.
Son olarak, gerçek HDR deneyiminin yalnızca donanımsal gereksinimlerle sınırlı olmadığını da vurgulamak gerekir. HDR içeriğin doğru biçimde görüntülenebilmesi için özel renk kalibrasyonları yapılmalıdır. Bu kalibrasyon eksik olduğunda, HDR etkinleştirildiğinde elde edilmesi beklenen kalite artışı yerine, renk sapmaları ve ton dengesizlikleri oluşacaktır. Bazı giriş seviyesi monitörlerde bu durum, HDR modunun kapalı haline kıyasla daha düşük bir görüntü kalitesiyle bile sonuçlanabilir.
HDR performansını belirleyen unsurlardan biri de kullanılan panel teknolojisidir. Çünkü bir ekranın ışığı nasıl ürettiği, HDR’nin sunduğu geniş parlaklık aralığını ne kadar doğru gösterebildiğini doğrudan etkiler. Örneğin OLED paneller, her pikselin kendi ışığını üretmesi sayesinde kontrast konusunda çok daha iyidir. Bu da siyah alanların gerçekten siyah, parlak bölgelerin ise aşırı parlamadan canlı kalmasını sağlar. Mini-LED teknolojisinde ise ekran, binlerce küçük LED bölgesine ayrılarak yerel karartma (local dimming) uygulanır; bu da HDR için gerekli olan yüksek kontrastı ve parlaklık kontrolünü büyük oranda mümkün kılar. Buna karşın geleneksel IPS veya VA panellerde tek bölgeli aydınlatma bulunduğundan, HDR sinyali işlenebilse bile görüntüde istenen dinamik aralık elde edilemez. Dolayısıyla bir monitörün “HDR destekli” olması tek başına anlam taşımaz; panelin bu sinyali donanımsal olarak yansıtabilecek kapasitede olması gerekir.
Örneğin bir monitör 8-bit renk derinliğinde çalışıyorsa yaklaşık 16,7 milyon renk gösterebilir. bu çoğu standart SDR içerik için yeterlidir. Fakat 10-bit’e çıktığında renk sayısı 1,07 milyara yükselir, bu da HDR içeriklerde çok daha yumuşak geçişler, daha doğru tonlamalar anlamına gelir. 12-bit ise teorik olarak 68 milyar rengi kapsar, profesyonel sinema, renk düzenleme ve yüksek doğruluk isteyen üretim süreçlerinde kullanılır.
Aradaki farkı bu görsele bakarak rahatça anlayabilirsiniz:
FRC (Frame Rate Control) ise panelin bunu sanal olarak artırma yöntemidir yani renkleri bir nevi “hileyle” çoğaltmak diyebiliriz.
Örnek verecek olursak, doğal 10-bit panelde her pikselde gerçekten 10-bit’lik donanım vardır. Yani 1024 ton/kanal fiziksel olarak üretilebilir. Renk geçişleri pürüzsüzdür, hiçbir titreme ya da yapay geçiş olmaz.
8-bit + FRC panel ise fiziksel olarak 8-bit’tir ama her karede çok hızlı biçimde bir üst ve bir alt tonu sırayla gösterir. göz bunu fark edemediği için “arada kalan tonu da varmış” gibi algılar. böylece 8-bit panel kullanılarak 10-bit’e yakın bir görüntü elde edilir.
iyi FRC uygulanırsa gözle ayırt etmek neredeyse imkânsızdır. Özellikle modern IPS ve OLED panellerde “sanal 10-bit” ile “doğal 10-bit” farkı sadece laboratuvar ölçümünde anlaşılır. Günümüzde çoğu “10-bit monitör” aslında 8-bit + FRC’dir, üreticiler “10-bit destekliyor” yazar ama donanım tarafı hâlâ 8-bit olur.
Ancak bu genel kanının aksine kötü bir şey değildir, dediğimiz gibi bunu insan gözünün ayırt etmesi neredeyse imkansızdır, native 10 bit panelle neredeyse aynı kalitede görüntü sunabilirler.
CIE LUV gibi sistemler, renk karışımına değil, insan deneyimine yani fenomenolojiye dayanır. Bu tür uzaylar, renklerin fiziksel ölçümünden çok, insan gözünün renkleri nasıl algıladığına odaklanır. Yani burada amaç, belirli bir ışığın dalga boyunu veya enerji miktarını tanımlamak değil, gözlemcinin o rengi nasıl “gördüğünü” matematiksel olarak modellemektir.
Bu yaklaşım, insan algısının doğrusal olmamasından kaynaklanır. İnsan gözü, iki renk arasındaki farkı her bölgede aynı biçimde algılamaz; bazı tonlarda küçük farklar bile büyük algısal değişim yaratırken, bazı durumlarda büyük fiziksel farklar neredeyse fark edilmez. CIE LUV ve CIE LAB bu nedenle geliştirilmiştir: renk farklarını insan algısına göre eşit aralıklı hâle getirmek.
CIE LUV renk uzayı.
Sonuç olarak, bu tür sistemler bir ekranın veya kameranın renk aralığını tanımlamak için değil, renklerin insan tarafından nasıl hissedildiğini ölçmek, karşılaştırmak ve standartlaştırmak için kullanılır. Bu yüzden CIE LUV, fenomenolojik temelli yani algı merkezli bir renk uzayıdır.
Başka bir deyişle, CIE 1931 ve CIE 1976, insan görme sistemine dayalı evrensel renk haritalarıdır; sRGB, Adobe RGB veya DCI-P3 gibi gamutlar ise bu haritanın içinde endüstriyel olarak tanımlanmış bölgelerdir. Bir monitörün renk gamutu, bu bölgelerden ne kadarını doğru biçimde gösterebildiğini ortaya koyar.
Dolayısıyla monitörlerde “renk gamutu genişliği”, yalnızca teknik bir veri değil, doğrudan gözün algıladığı renk zenginliğini belirleyen görsel bir kriterdir.
Bir monitör bu gamutları ne kadar geniş kapsarsa, o kadar canlı ve zengin renkler gösterebilir. Çünkü geniş bir renk gamutu, cihazın daha fazla sayıda ve daha doygun tonu doğru biçimde üretebildiği anlamına gelir.
Renk diyagramlarında bu durum üçgen biçiminde gösteriliyor: üçgenin üst kısmı yeşil tonlarını, sol alt kısmı mavi tonlarını, sağ alt kısmı ise kırmızı tonlarını temsil eder. Üçgenin alanı ne kadar genişse, monitörün gösterebildiği renk yelpazesi de o kadar büyüktür. Dolayısıyla bir monitörün renk gamutunun geniş olması, yalnızca teknik bir üstünlük değil, aynı zamanda gözle fark edilir biçimde daha canlı yeşiller, daha derin maviler ve daha sıcak kırmızılar anlamına gelir. Bu da özellikle HDR içeriklerde ve profesyonel görüntü düzenleme çalışmalarında renklerin çok daha gerçekçi görünmesini sağlar.
Bu rehber @GKD tarafından yazılmıştır.
İşte bu teknolojik özelliklerin arasında bazıları, görüntü kalitesini belirlemede çok daha belirleyici bir rol üstlenir. Bu yazımızda da bu gelişmelerden ikisi olan HDR desteği ve bit derinliğinden söz edeceğiz. Bu iki kavram, günümüz ekranlarının renk üretiminde ulaştığı gerçeklik seviyesini anlamak için vazgeçilmezdir çünkü görüntünün nasıl algılandığını, ne kadar derin, zengin ve doğal göründüğünü belirleyen asıl yapıtaşlarını oluştururlar.
Bunlar hakkında detayları konuşabilmemiz için bunların ne olduğundan biraz bahsetmek gerekir ki konu daha net anlaşılabilsin.
HDR Nedir?
Temel olarak ele almak gerekirse HDR (High Dynamic Range), renklerin ve parlaklık seviyelerinin çok daha geniş bir aralıkta görüntülenmesini sağlayan bir görüntüleme standardıdır. Bu teknoloji, bir görüntüde yalnızca ışık şiddetini artırmakla kalmaz; aynı zamanda gölgelerdeki detayları korurken, parlak bölgelerde de patlama ya da solma olmadan doğal bir denge sağlar.SDR (Standard Dynamic Range) monitörlerde ise bu mümkün değildir çünkü renk alanı (color space) ve kontrast aralığı oldukça sınırlıdır. Bu yüzden SDR bir ekranda parlak bölgeler aşırı beyaz, gölgeler ise detaysız ve soluk görünür; renkler de gerçekte olması gerektiğinden daha sığ kalır.
Başka bir deyişle HDR, bir ekranın gerçek dünyadaki ışık ve renk dağılımını daha doğru şekilde taklit edebilmesi için geliştirilmiş bir görüntüleme standardıdır. HDR standardında asıl hedef; parlaklık aralığını genişletmek, kontrast oranını iyileştirmek, renk hacmini artırmak ve ton eşleme (tone mapping) sürecini optimize ederek her bir kareyi hem ölçülebilir hem de algısal olarak daha zengin hale getirmektir. Bu sayede HDR destekli bir monitör veya televizyon, sıradan bir SDR (Standard Dynamic Range) ekrana göre çok daha canlı, derin ve gerçekçi görüntüler sunabilir. Özellikle yüksek parlaklığa sahip bölgelerle gölgelerin yan yana bulunduğu sahnelerde, HDR’nin farkı fark edilir biçimde ortaya çıkar.
Her HDR monitör gerçek HDR değildir
Günümüzde monitör üreticilerinin sıklıkla kullandığı “HDR desteği” ibaresi, ne yazık ki çoğu zaman kullanıcıyı yanıltan bir pazarlama aracına dönüşmüş durumda. Pek çok kişi bu etiketin, ekranın gelişmiş bir görüntüleme kapasitesine sahip olduğu anlamına geldiğini varsayıyor, oysa durum bundan oldukça uzaktır. Gerçek HDR deneyimi, yüksek maliyetli ve teknik olarak karmaşık bir altyapı gerektirir, günlük kullanım için alacağınız uygun fiyatlı monitörlerde gerçek bir HDR deneyimi yaşamanız pek mümkün değil.HDR standardının doğru biçimde uygulanabilmesi için bir monitörün yalnızca HDR sinyalini kabul etmesi yeterli değildir. Yüksek sayıda local dimming alanına sahip bir arka aydınlatma sistemi ve ekranın tepe parlaklığının en az 1000 nit düzeylerinde olması gerekir, oysa pazarda “HDR destekli” olarak sunulan pek çok monitör, 300–400 nit parlaklık değerine ve tek bölgeli aydınlatmayla geliyor. Bu tür modellerin sunduğu görüntü teknik olarak HDR sinyaliyle uyumlu olsa da gerçek HDR performansıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Bu noktada HDR400, HDR600 gibi düşük seviyeli sertifikaların da durumu değiştirmediğini belirtmek gerekir. Eğer bu sertifikalar doğru biçimde uygulanmışsa, kullanıcıya sınırlı da olsa artan parlaklık, daha canlı renkler ve yazılımsal dinamik kontrast gibi iyileştirmeler sunabilir. Ancak bu tür iyileştirmeler, hiçbir şekilde tam anlamıyla HDR deneyimi olarak kabul edilmez.
Bazı üreticilerde görülen “HDR10” ibaresi de sıklıkla yanlış yorumlanır. HDR10, bir kalite standardı değil, yalnızca monitörün HDR sinyalini işleyebildiğini ifade eden bir formattır. VESA tarafından verilen HDR400 veya üzeri sertifikalarla karıştırılmamalıdır. Dolayısıyla “HDR10 desteği var” ifadesi, panelin gerçek HDR özelliklerine sahip olduğu anlamına gelmez.
Son olarak, gerçek HDR deneyiminin yalnızca donanımsal gereksinimlerle sınırlı olmadığını da vurgulamak gerekir. HDR içeriğin doğru biçimde görüntülenebilmesi için özel renk kalibrasyonları yapılmalıdır. Bu kalibrasyon eksik olduğunda, HDR etkinleştirildiğinde elde edilmesi beklenen kalite artışı yerine, renk sapmaları ve ton dengesizlikleri oluşacaktır. Bazı giriş seviyesi monitörlerde bu durum, HDR modunun kapalı haline kıyasla daha düşük bir görüntü kalitesiyle bile sonuçlanabilir.
HDR performansını belirleyen unsurlardan biri de kullanılan panel teknolojisidir. Çünkü bir ekranın ışığı nasıl ürettiği, HDR’nin sunduğu geniş parlaklık aralığını ne kadar doğru gösterebildiğini doğrudan etkiler. Örneğin OLED paneller, her pikselin kendi ışığını üretmesi sayesinde kontrast konusunda çok daha iyidir. Bu da siyah alanların gerçekten siyah, parlak bölgelerin ise aşırı parlamadan canlı kalmasını sağlar. Mini-LED teknolojisinde ise ekran, binlerce küçük LED bölgesine ayrılarak yerel karartma (local dimming) uygulanır; bu da HDR için gerekli olan yüksek kontrastı ve parlaklık kontrolünü büyük oranda mümkün kılar. Buna karşın geleneksel IPS veya VA panellerde tek bölgeli aydınlatma bulunduğundan, HDR sinyali işlenebilse bile görüntüde istenen dinamik aralık elde edilemez. Dolayısıyla bir monitörün “HDR destekli” olması tek başına anlam taşımaz; panelin bu sinyali donanımsal olarak yansıtabilecek kapasitede olması gerekir.
Bit derinliği nedir?
Bir görüntü sinyali yalnızca çözünürlükten ibaret değildir; aynı zamanda her pikselin ne kadar renk bilgisi içerdiği de önemlidir. Bu noktada devreye bit derinliği girer. Bit derinliği arttıkça, her pikselin gösterebileceği renk sayısı da artar.Örneğin bir monitör 8-bit renk derinliğinde çalışıyorsa yaklaşık 16,7 milyon renk gösterebilir. bu çoğu standart SDR içerik için yeterlidir. Fakat 10-bit’e çıktığında renk sayısı 1,07 milyara yükselir, bu da HDR içeriklerde çok daha yumuşak geçişler, daha doğru tonlamalar anlamına gelir. 12-bit ise teorik olarak 68 milyar rengi kapsar, profesyonel sinema, renk düzenleme ve yüksek doğruluk isteyen üretim süreçlerinde kullanılır.
Aradaki farkı bu görsele bakarak rahatça anlayabilirsiniz:
FRC (Frame Rate Control) nedir?
Doğal (native) bit derinliği monitörün panelinde gerçekten var olan fiziksel renk seviyesidir.FRC (Frame Rate Control) ise panelin bunu sanal olarak artırma yöntemidir yani renkleri bir nevi “hileyle” çoğaltmak diyebiliriz.
Örnek verecek olursak, doğal 10-bit panelde her pikselde gerçekten 10-bit’lik donanım vardır. Yani 1024 ton/kanal fiziksel olarak üretilebilir. Renk geçişleri pürüzsüzdür, hiçbir titreme ya da yapay geçiş olmaz.
8-bit + FRC panel ise fiziksel olarak 8-bit’tir ama her karede çok hızlı biçimde bir üst ve bir alt tonu sırayla gösterir. göz bunu fark edemediği için “arada kalan tonu da varmış” gibi algılar. böylece 8-bit panel kullanılarak 10-bit’e yakın bir görüntü elde edilir.
iyi FRC uygulanırsa gözle ayırt etmek neredeyse imkânsızdır. Özellikle modern IPS ve OLED panellerde “sanal 10-bit” ile “doğal 10-bit” farkı sadece laboratuvar ölçümünde anlaşılır. Günümüzde çoğu “10-bit monitör” aslında 8-bit + FRC’dir, üreticiler “10-bit destekliyor” yazar ama donanım tarafı hâlâ 8-bit olur.
Ancak bu genel kanının aksine kötü bir şey değildir, dediğimiz gibi bunu insan gözünün ayırt etmesi neredeyse imkansızdır, native 10 bit panelle neredeyse aynı kalitede görüntü sunabilirler.
Renk Uzayı Nedir?
Renk uzayı, renklerin sayısal olarak tanımlandığı ve birbirleriyle olan ilişkilerinin matematiksel biçimde ifade edildiği bir sistemdir. Başka bir deyişle, bir cihazın renkleri nasıl algıladığını, kaydettiğini ve gösterdiğini belirleyen koordinat sistemidir. Her renk uzayı, renkleri temsil etmek için belirli bir standart kullanır ve bu standart, o sistemde hangi renklerin nasıl tanımlanacağını belirler.CIE LUV gibi sistemler, renk karışımına değil, insan deneyimine yani fenomenolojiye dayanır. Bu tür uzaylar, renklerin fiziksel ölçümünden çok, insan gözünün renkleri nasıl algıladığına odaklanır. Yani burada amaç, belirli bir ışığın dalga boyunu veya enerji miktarını tanımlamak değil, gözlemcinin o rengi nasıl “gördüğünü” matematiksel olarak modellemektir.
Bu yaklaşım, insan algısının doğrusal olmamasından kaynaklanır. İnsan gözü, iki renk arasındaki farkı her bölgede aynı biçimde algılamaz; bazı tonlarda küçük farklar bile büyük algısal değişim yaratırken, bazı durumlarda büyük fiziksel farklar neredeyse fark edilmez. CIE LUV ve CIE LAB bu nedenle geliştirilmiştir: renk farklarını insan algısına göre eşit aralıklı hâle getirmek.
CIE LUV renk uzayı.
Sonuç olarak, bu tür sistemler bir ekranın veya kameranın renk aralığını tanımlamak için değil, renklerin insan tarafından nasıl hissedildiğini ölçmek, karşılaştırmak ve standartlaştırmak için kullanılır. Bu yüzden CIE LUV, fenomenolojik temelli yani algı merkezli bir renk uzayıdır.
Renk Gamutu nedir ve neden önemlidir?
Monitörde “renk gamutu” olarak bahsettiğimiz şey aslında, o monitörün CIE 1931 veya CIE LUV gibi referans renk uzaylarında tanımlanmış belirli renk gamutlarını ne kadar kapsadığıdır. Yani bir monitörün “%99 sRGB” ya da “%95 DCI-P3” desteklemesi demek, o cihazın insan gözünün algılayabildiği tüm renk aralığını temsil eden bu uzayların içinde ilgili standart gamutu hangi oranda kapsadığı anlamına gelir.Başka bir deyişle, CIE 1931 ve CIE 1976, insan görme sistemine dayalı evrensel renk haritalarıdır; sRGB, Adobe RGB veya DCI-P3 gibi gamutlar ise bu haritanın içinde endüstriyel olarak tanımlanmış bölgelerdir. Bir monitörün renk gamutu, bu bölgelerden ne kadarını doğru biçimde gösterebildiğini ortaya koyar.
Dolayısıyla monitörlerde “renk gamutu genişliği”, yalnızca teknik bir veri değil, doğrudan gözün algıladığı renk zenginliğini belirleyen görsel bir kriterdir.
Bir monitör bu gamutları ne kadar geniş kapsarsa, o kadar canlı ve zengin renkler gösterebilir. Çünkü geniş bir renk gamutu, cihazın daha fazla sayıda ve daha doygun tonu doğru biçimde üretebildiği anlamına gelir.
Renk diyagramlarında bu durum üçgen biçiminde gösteriliyor: üçgenin üst kısmı yeşil tonlarını, sol alt kısmı mavi tonlarını, sağ alt kısmı ise kırmızı tonlarını temsil eder. Üçgenin alanı ne kadar genişse, monitörün gösterebildiği renk yelpazesi de o kadar büyüktür. Dolayısıyla bir monitörün renk gamutunun geniş olması, yalnızca teknik bir üstünlük değil, aynı zamanda gözle fark edilir biçimde daha canlı yeşiller, daha derin maviler ve daha sıcak kırmızılar anlamına gelir. Bu da özellikle HDR içeriklerde ve profesyonel görüntü düzenleme çalışmalarında renklerin çok daha gerçekçi görünmesini sağlar.
Bu rehber @GKD tarafından yazılmıştır.