Ben de anlaşılabilir diyemiyorum. Yayın konusunda iyi olan öğretim üyesi, öğreticilik bakımından ortalamayı bile aşamayan biri olabilir (bu, bazı Batı ülkelerindeki üniversitelerde olduğu gibi ayrılmalıydı bence). Karşılıklı atıflaşmaya değinilmiş zaten.
Öğretim üyesi alımı 2000'li yıllara kadar, sanırım ALES yokken, tamamen subjektifti ve merkezi değildi (hala tam olarak sınav veya not ortalamasına dayalı, objektif merkezi bir sistem yok bildiğim kadarıyla). Hoca, asistan alırken belki onun siyasi görüşüne, belki hangi şehirli olduğuna, belki yaşam tarzına, belki bir tanıdığının ricasına, belki okul içindeki idari amirinin ricasına, belki lisans öğrenimi boyunca gösterdiği gayrete ve hatta belki de insanlığına bakarak gibi gibi subjektif kriterlerle karar verebiliyordu. Bu durumda her zaman bu işi en iyi yapacak kişinin alınması mümkün olmaz. Yani ODTÜ'ye öğretim üyesi olarak giren kişi en iyisidir diyemeyiz, evet ama mutlaka bir kıyaslama istiyorsanız ODTÜ'deki öğretim üyelerinin önemli bir kısmı, yeni kurulmuş üniversitelerin öğretim üyelerinin büyük çoğunluğundan daha kalifiyedir. Her şey h-index demek değil ama ülkenin en iyi öğretim üyelerinin de çoğunlukla (kendi bölümleri içindeki onlarca hoca içinden 3-4 tane çıksa da) ODTÜ ve ODTÜ gibi, sıralamalarda en üstleri işgal eden 7-8 devlet üniversitesinden çıkıyor olduğu bir gerçek.
Sorduğunuz sorunun bir de sosyal bilimler, tıp, mühendislik, beşeri bilimler gibi alanlara göre farklılıkları var; bölüm bölüm farklılıkları var, anabilim dalı anabilim dalı farklılıkları var.