Bir Tanrı'ya inanıyor musunuz?

Mezhep yaratmış olmuyorum. Hadisleri reddetmenin Kuran'ı anlaşılmaz yaptığını düşünmüyorum. Namazın kılınışı hususunda Kuran'da net olarak bir şey yok ancak "secde" gibi kavramlar geçiyor.

Maksat ibadet değil midir? "secde" geçiyorsa, belli başlı hususlar net olarak belirtilmemişse, bu demek oluyor ki Tanrı spesifik kalıp hareketler istemiyor. Secdeye gitmemizi istiyor. Kaç rekat kılarsan kıl, hangi hareketi yaparsan yap, hangi duayı edersen et, ibadet ibadettir. Niyet önemli.

"Güvenmediğin bir kaynağın sunduğu kitaba güvenmek" kısmı yanlış. Kuran'ı bizlere sunan hadisler değiller ki, sizin de dediğiniz gibi sonradan buharî gibi isimlerin toplamasıyla oluşan yazıtlar.

Mezhep konusu ise çok farklı. Mezhep nedir? Var olanın dışında yeni bir kural getirmek, yeni bir inanç biçimi sağlamaktır. Var olan nedir? Kuran'dır. Sadece Kuran'a inanıyor olmak "kuranizm" adında bir mezhep olmasına yahut benim ayrı bir mezhep oluşturmama sebep olmuyor. Ben ana kaynağa inanıyorum. Farklı isimlerin görüşlerine, fikirlerine riayet etmiyorum.

Zekat hususunda Kuran'da miktar/oran belirtilmiyor ancak belirtilen hususlar şunlar:
Gönlünden geçecek.
Mal değer biçilebilir olmalı ve içinden gelmeli.
Ayrıca zekattaki amaç sadece para/mal vermek değil amaç paylaşmak ve sosyal adalet, toplumsal adaleti sağlamaktır bir nevi. Kuran'da evet oran/miktar veya sınır yok. Bu da demek oluyor ki o günün ekonomik şartlarına göre, "dalga geçer gibi bir miktar" olmadığı sürece her miktar zekat olarak kabul edilebilir. Rahatça yaşayabileceğin kadar para sana kalsın, fazlasını ver. Kimlere verebileceğin ise tevbe suresinde belirtiliyor.

Bu arada çok dinibütün bir insan olmadığımı da belirteyim. "azılı din savunucusu" pozisyonunda biri değilim. Zaman zaman ben de şüphelerimi tekrarlayıp, araştırmalarımı sürdürüp yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Ki doğru olan da sorgulamak. Zira Allah da bunu istiyor.

Kuran ve hadis aktarimi arasindaki tarihsel farki net koymak gerekir. Kuran'in metni peygamber hayattayken vahiy katipleri tarafindan yazilmaya baslanmistir. Vefatindan sonra Hz. Ebubekir doneminde zeyd bin sabit baskanliginda bir komite tarafindan ilk mushaf olusturulmustur. Hz. Osman doneminde ise farkli okuma bicimleri arasinda standartlastirma saglanmistir. Hadislerin en guvenilir kabul edilenleri bile (buhari gibi) peygamberden yaklasik 200 yil sonra derlenmistir.

Bu yontemin pratik bosluklar yarattigi dogrudur. 'sadece kuran' yaklasimi Kuran'da acikca belirtilmeyen bazi detaylari cevapsiz birakir. Ornegin sabah namazinin rekat sayisi. Zekatin 1/40 gibi kesin orani. Veya Hac'daki bazi rituel detaylari. Bu bosluklari doldurmak icin soyle bir yontem onerilebilir. Once Kuran'in genel ilkelerine bakilir. Adalet paylasma toplumsal fayda gibi. Sonra bu ilkelere ve cagdas sartlara uygun pratik cozumler uretilir. Bu cozumler toplumsal ve dini aktorlerin ortak gorusuyle belirlenebilir.

Niyet temeldir. Ancak ortak ibadetin ve toplumsal duzenin korunmasi icin. Kuran'da isaret edilen temel rituellerin korundugu asgari bir formun olmasi da mantiklidir. Bu 'herkes kafasina gore ibadet etsin' anlamina gelmez.

Bu yaklasima 'yeni bir mezhep kurmak' demek yerine. 'yeni bir yorum metodolojisi onermek' demek daha dogru olur. Haklısın. Amac 1400 yillik birikimi toptan reddetmek degil. O birikimi 'ana kaynak' olan Kuran'in elestirel suzgecinden gecirmektir.

Hangi kaynagin bize daha guclu tarihsel ve metinsel delil sagladigina dair epistemik bir tercihtir. Bu tercih hem rasyonel gerekcelere dayanir. Hem de kisinin kisisel inanc yolculugunun bir parcasi olarak savunulabilir.
 
Tanrı bilimsel olarak kanıtlanamyacağı için inanmanın manası yok. yoktur.

Ki eğer olsaydı bile muhtemelen 3 büyük dinin tanrısı olmazdı, bu dinlerde bahsedieln tanrı ile onların peygamberlerinin, inanalarının yaptığı şeyler inanılmaz çelişkili.
 
Son düzenleme:
Tanrı bilimsel olarak kanıtlanamyacağı için inanmanın manası yok. Yoktur.

Ki eğer olsaydı bile muhtemelen 3 büyük dinin Tanrı'sı olmazdı, bu dinlerde bahsedieln Tanrı ile onların peygamberlerinin, inanalarının yaptığı şeyler inanılmaz çelişkili.

24 saat geçmeden 250 mesaj olmuş umarım modlar bombalamazlar konuyu tartışma eğlenceli :D

Hocam binlerce din var zaten yol geçen hanı. Canı sıkılan din oluşturup bir şeyler uydurmuş🤣. Tanrı olabilme ihtimali var. Ama dinlerdeki Tanrı mı? Tartışılır. Ayı eliyle 2'ye yaranlar, denizi asalarıyla 2'ye bölenler gibi çizgi film uydurmaları varken böyle şeylere inanmak biraz gereksiz, hele hele insanlığı bu kadar kısıtlıyor ve kendisine inanmak zorunda bırakıyorken.
 
İşte burada inanç devreye giriyor. O potansiyel taşıyan boşluk neden var? Nasıl oluştu? Müslümanlar Allah oluşturdu diyecek tabii ki. Ne kadar bilimi kurcalarsak kurcalayalim suanki bilgilerle işin sonu inanca bağlanacak. Çok güzel yazmışsınız bu arada teşekkür ederim. Kuranda dağların depremi engellemesi, göğün tutulan bir çatı olarak görülmesi, ya da embriyonun aşamaları kısmı hakkında ne düşünüyorsunuz merak etttim.
Bu tabir aslında Celal Şengör'ün açıklamasıyla yaygınlaştı kendisi çok değerli bir kişi söyleminde de hata yok ancak genel tabiriyle bakıp dağların oluşumuna baktığımızda, dağlar yeryüzünün sabitleyici unsurları gibidir. Yer kabuğu, birbirine sürtünen, çarpışan ve sürekli hareket eden dev tektonik plakalardan oluşur. Bu hareketler, kabuğun bazı bölgelerinde büyük bir gerilim birikmesine yol açar. Zamanla bu gerilim bir fay hattında birikir ve kırıldığında deprem meydana gelir. İşte dağlar da tam bu çarpışma bölgelerinde, plakaların birbirini yukarı doğru itmesiyle oluşur. Jeolojik olarak dağlar aslında kabuğun kalınlaşmış, daha ağır ve dengeli bölgeleridir. Kabuğun altındaki mantoda bu dağ kütleleriyle denge kuran bir izostatik yapı vardır dağlar bir anlamda yerin ağırlık merkezini dengeler, tıpkı bir geminin alt kısmındaki denge ağırlıkları gibi. Eğer bu dağlar olmasaydı, yer kabuğu daha ince ve esnek olurdu. Bu da büyük tektonik gerilimlerin daha kontrolsüz ve geniş alanlara yayılmasına neden olur. Başka bir deyişle, dağlar yeryüzünün yapısal direncini artırarak titreşimlerin yayılımını bir ölçüde düzenler. Modern sismoloji ve jeofizik, dağlık bölgelerde enerjinin biriktiği ama aynı zamanda kabuğun kırılma biçiminin dağsız alanlara göre farklı olduğunu gösteriyor. Himalayalar, Alpler veya Doğu Anadolu gibi bölgelerde dağ kütleleri plaka sınırlarında büyük basınç yığılmasını kısmen dengeleyerek enerjiyi uzun vadeye yayar. Eğer bu kütleler olmasaydı, Dünya yüzeyi çok daha sık ve düzensiz şekilde kırılır, yıkıcı depremler daha geniş bölgelerde hissedilirdi. Bu, dağların tamamen “depremi engellediği” anlamına gelmez, fakat Dünya’nın stabilitesine katkı sağladığı bilimsel olarak da desteklenen bir gerçektir. Kur’an’da geçen;

“O, sizi sarsmaması için yere sağlam dağlar yerleştirdi...” (Nahl Suresi, 15. ayet) ifadesi, modern bilimle oldukça uyumludur.

Ayet, dağların depremi tamamen önleyen bir unsur olduğunu değil, yeri sabitleyen yani Dünya’nın dengesine hizmet eden bir sistemin parçası olduğunu anlatır. Gerçekten de bugün jeoloji, dağların kabuğun dengesi için gerekli bir karşı ağırlık oluşturduğunu ve Dünya’nın jeodinamik sabitlemesine katkı sağladığını kabul ediyor. Yani bilimsel veriler, bu ayetin işaret ettiği doğal düzenle örtüşüyor. Dağlık bölgeler yer kabuğunu kalınlaştırır ve geniş alanlara yayılmasını önler İzmir'de olan depremin Konya'da olmamasını sağlayan da bu tektonik dağlardır. Benim düşüncem bu ayetin gönderildiği coğrafyaya göre bakılması gerektiğidir. Arap Yarımadası genel olarak yüksek dağlardan yoksun bir bölge olarak bilinir. Bu bölgede depremlerin olması Arap levhasını kuşatan dağ kuşakları sayesindedir yani bu ayeti şahsen doğru buluyorum çünkü dağların olmadığı bir seneryo insanlık için daha büyük bir faciadır.

Embriyo aşamaları kısmında pek bilgim yok ayette;

(Sonra o bir katre suyu kan pıhtısı haline getirdik, derken kan pıhtısını bir parça et haline soktuk, derken ette kemikler yarattık, derken kemiklere et giydirdik, sonra da onu başka bir yaratılışla meydana getirdik; ne yücedir şanı yaratıcıların en güzeli Allah'ın.)

Şeklinde bahsetmiş zamanında bana öğretilen müfredatın bu açıklama ile zıt olduğunu düşünmüyorum, her ne kadar kişisel olarak desteklemesem de Cemre Demire'lin bu konuda açıklamaları mevcut videolarına bakabilirsiniz. İlk bahsettiğim cümlemde de tam olarak kastedtiğim buydu bir inanç olması gerektiği, ben evrenin fizik yasalarıyla kuranın çeliştiğini düşünmüyorum. Son olarak Göğün tutulan bir çatı olarak görülmesi sorunuzu açıklayayım;

Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise, gökyüzünün işaretlerine sırt çevirmektedirler. (Enbiya Suresi 32. ayet)

Kur’an’da göğün “korunmuş bir tavan” olarak anlatılması, atmosferin zararlı ışınlardan, gök cisimlerinden ve aşırı sıcaklık değişimlerinden Dünya’yı korumasıyla bilimsel olarak doğrulanır. Bir evin çatısının dışarının dış ortamından korunaklı olarak kabul ediyoruz ve orada yaşıyoruz. Dünya atmosferi de bizzat bu görevi üstleniyor. Uzaydaki ortamdan bizi koruyor, aynı bir çatı gibi.
 
Son düzenleme:
Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise, gökyüzünün işaretlerine sırt çevirmektedirler. (Enbiya Suresi 32. ayet)

Kur’an’da göğün “korunmuş bir tavan” olarak anlatılması, atmosferin zararlı ışınlardan, gök cisimlerinden ve aşırı sıcaklık değişimlerinden Dünya’yı korumasıyla bilimsel olarak doğrulanır.
Bundan bahsetmiyorum tam olarak, birkaç yerde geçiyor gök ile ilgili durum.

Allah'ın, yeryüzünde olan her şeyi ve emriyle denizde seyreden gemileri size boyun eğdirdiğini görmüyor musunuz? Ve göğü, izni olmadıkça yeryüzüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir. [Kuran 22:65]

Göğü parçalayıp yere düşürmek minvalinde bir ayet daha var. Embriyo konusunu müslümanlar açıp duruyor o yüzden sordum, ben bu bilgiler o dönemde zaten biliniyordu, diye biliyordum sizin gorusunuzu merak ettim. Dağ konusu ise yorumlamaya kalıyor açıkçası benim aman nasıl çelişki öyle ya diye örnek gösterdiğim bir ayet değil, dediğin gibi Şengör konuştuğu için aklımda var sadece.
 
Bundan bahsetmiyorum tam olarak, birkaç yerde geçiyor gök ile ilgili durum.

Allah'ın, yeryüzünde olan her şeyi ve emriyle denizde seyreden gemileri size boyun eğdirdiğini görmüyor musunuz? Ve göğü, izni olmadıkça yeryüzüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir. [Kuran 22:65]

Göğü parçalayıp yere düşürmek minvalinde bir ayet daha var. Embriyo konusunu müslümanlar açıp duruyor o yüzden sordum, ben bu bilgiler o dönemde zaten biliniyordu, diye biliyordum sizin gorusunuzu merak ettim. Dağ konusu ise yorumlamaya kalıyor açıkçası benim aman nasıl çelişki öyle ya diye örnek gösterdiğim bir ayet değil, dediğin gibi Şengör konuştuğu için aklımda var sadece.

Ayette Allah’ın yeryüzünde olan her şeyi ve denizde seyreden gemileri insanlara boyun eğdirmesi, doğadaki düzen ve yasalar sayesinde insanların gemileri kontrol edebilmesi ve çevreyi kullanabilmesiyle göğü izni olmadan yeryüzüne düşmekten alıkoyması ise atmosferin yerçekimi ile tutulması, meteorları ve zararlı radyasyonu engellemesiyle Allah’ın şefkati ve merhameti de bu düzenin yaşamı koruyan kusursuzluğu ile bilimsel olarak açıklanabilir. Kuranın her ayetinde mutlak düzenden bahsedilir.

Embriyo konusuna gelirsek o dönem bilinip bilinmediği aşikar.

Kur’an, 7. yüzyılda insan embriyosunun aşamalarını nutfe, alaka, mudga, kemik ve et şeklinde detaylı olarak ifade etmiş Mü’minûn Suresi 14. ayetinde

Geçen bu bilgiler, modern embriyolojiyle uyumlu ve eski dönemde Hipokrat veya Aristo gibi antik hekimlerin teorileriyle kıyaslandığında bilimin erişemediği düzeydeydi, Kuran’daki açıklamalar hem dönemin tıbbi bilgileriyle açıklanamaz hem de bilimsel bir mucize olarak değerlendirilmekte. Yunan hekimlerinden Hipokrat ve Aristo, embriyonun gelişimi üzerine bazı teorileri var örneğin Aristo, embriyonun semen ve menstruasyon kanının birleşiminden oluştuğunu iddia etmiş, ancak bu görüşler modern bilimle çelişmekte. Doğru bilgi olarak kabul edemeyiz.

Detaylı açıklama;
 
Son düzenleme:
Hocam binlerce din var zaten yol geçen hanı. Canı sıkılan din oluşturup bir şeyler uydurmuş🤣. Tanrı olabilme ihtimali var. Ama dinlerdeki Tanrı mı? Tartışılır. Ayı eliyle 2'ye yaranlar, denizi asalarıyla 2'ye bölenler gibi çizgi film uydurmaları varken böyle şeylere inanmak biraz gereksiz, hele hele insanlığı bu kadar kısıtlıyor ve kendisine inanmak zorunda bırakıyorken.
katılıyorum hocam birde şey var özellikle inançlı insanlar ne bileyim bir agnostik ateist görünce direk kendi tanrılarını analtıyorlar veya dinlerini yapmaları gereken şey önce tanrıya inandırmak (deistler zaten inanıyor mesela onları geç) sonra neden DİĞER DİNLER arasından senin dinine inanmaları gerektiğini anlatman lazım ama yok.
 
Kuran ve hadis aktarimi arasindaki tarihsel farki net koymak gerekir. Kuran'in metni peygamber hayattayken vahiy katipleri tarafindan yazilmaya baslanmistir. Vefatindan sonra Hz. Ebubekir doneminde zeyd bin sabit baskanliginda bir komite tarafindan ilk mushaf olusturulmustur. Hz. Osman doneminde ise farkli okuma bicimleri arasinda standartlastirma saglanmistir. Hadislerin en guvenilir kabul edilenleri bile (buhari gibi) peygamberden yaklasik 200 yil sonra derlenmistir.

Bu yontemin pratik bosluklar yarattigi dogrudur. 'sadece kuran' yaklasimi Kuran'da acikca belirtilmeyen bazi detaylari cevapsiz birakir. Ornegin sabah namazinin rekat sayisi. Zekatin 1/40 gibi kesin orani. Veya Hac'daki bazi rituel detaylari. Bu bosluklari doldurmak icin soyle bir yontem onerilebilir. Once Kuran'in genel ilkelerine bakilir. Adalet paylasma toplumsal fayda gibi. Sonra bu ilkelere ve cagdas sartlara uygun pratik cozumler uretilir. Bu cozumler toplumsal ve dini aktorlerin ortak gorusuyle belirlenebilir.

Niyet temeldir. Ancak ortak ibadetin ve toplumsal duzenin korunmasi icin. Kuran'da isaret edilen temel rituellerin korundugu asgari bir formun olmasi da mantiklidir. Bu 'herkes kafasina gore ibadet etsin' anlamina gelmez.

Bu yaklasima 'yeni bir mezhep kurmak' demek yerine. 'yeni bir yorum metodolojisi onermek' demek daha dogru olur. Haklısın. Amac 1400 yillik birikimi toptan reddetmek degil. O birikimi 'ana kaynak' olan Kuran'in elestirel suzgecinden gecirmektir.

Hangi kaynagin bize daha guclu tarihsel ve metinsel delil sagladigina dair epistemik bir tercihtir. Bu tercih hem rasyonel gerekcelere dayanir. Hem de kisinin kisisel inanc yolculugunun bir parcasi olarak savunulabilir.

Ben şunu düşünüyorum:
Çok da kasmamak, belirli bir kalıba kendini sığdırmamak gerek.
Açıkça belirtilmeyen detaylar olabilir, o zaman boşluğu sen doldur. Sana söylediği kadarını yap, söylemediği kadarını kendin düşünerek-akıl yürüterek belirle.

Yani demem o ki, namaz ibadetinden bir senaryo kuralım:
Bir yerde hadisleri reddeden, namazı ise secde hareketiyle ve klasik rekat sayılarına bağlı olmaksızın, kendi ibadet ritüelini kurmuş ancak çok iyi (iyinin ve kötünün ne olduğu da tartışmalı bir durumdur.) biri kılsın. Bu kişinin kalbinde kötülük olmasın, topluma faydalı, insana "insan" değerini veren, saygılı biri olsun.

Diğer tarafta da hanefi olan, namazı mezhebinin gereği olan kurallar ve ritüellerce kılan ancak hayatında iyi bir insan olamamış, topluma bir faydası olamamış, kötü kalpli bir insan olsun.

Bu iki kişinin kıldığı namazda/yaptığı ibadette ilkinin daha hayırlı olduğunu düşünüyorum. Yine burada "niyet" olgusu devreye giriyor yani. Bir eylemi gerçekleştirirken ne kadar kurala bağlı yaparsan yap, ne kadar doğru/yanlış yaparsan yap, niyetin o eylemi olumlamak/benimsemek/gerçekten tasdikle yapmak değilse, bin kere de namaz kıl; bir faydası yok. Ayrıca ibadetlerden daha önemli olan şey bir insanın "iyi" biri olmasıdır. Zira ben iyi bir insan olmayı, topluma faydalı işler yapmayı da bir ibadet olarak gören insanım. Bunların da "sevap" statüsünde sayıldığını düşünüyorum.

Bana göre yolda arabası bozulan birine yardım etmek de ibadettir.
Bana göre bir çocuğu mutlu etmek de ibadettir.
Bana göre insanlarla iyi iletişim kurmak da bir ibadettir.

Örneklerimi çoğaltabilirim. Tanrının "Namazı neden 4 rekat, ... surelerini okuyup, ... hareketlerini yaparak kılmadın? Yanlış kılmışsın! Bu yüzden namazların geçersiz, cehenneme gideceksin!" diyecek bir Tanrı olduğunu düşünmüyorum. Hatta belki bizimle çok ilgilenmiyordur bile. Dediğim gibi din ve felsefe çok derin alanlar. Her zaman yeni şeyler öğrenme fırsatın olabiliyor ve görüşlerinin değişmesi olası olabiliyor. Bugün Müslüman biri yarın bir gün agnostik olabilir, deist olabilir, ateist olabilir. Bugün deist/ateist/agnostik biri de yarın Müslüman olabilir. Bugün bir semavi dine inanan birisi yarın başka bir semavi dine inanmaya başlayabilir. Değişkeniz.

Ama her neye inanırsak inanalım, iyi bir insan olduğumuz sürece varsa bir yaratıcı; bizleri spesifik kalıplara sokup "Namaz kılmamışsın, cehenneme yollayın derhal!", "Hacca gitmemişsin, cehennem!" diye kategorize edeceğini hiç düşünmüyorum.
 

Technopat Haberler

Yeni konular

Geri
Yukarı