Kadın katillerini, çocuk istismarcılarını da savunmayın. Onlar için de yasalar var. Uygulanıyor mu, uygulanmıyor mu beni ilgilendirmez ama var. Bir sorunu, diğer bir sorunun varlığı ile yok sayamazsınız. Zira ikisi de sorundur. Kıyaslanamaz. Ayrı ayrı değerlendirilmeli ve çözülmelidir.
Kimse kadın veya erkek kimliği öne çıkmamalı. Doğru ama kimse de bu iki kimliğin dışına da çıkamamalı, çıkamaz da. Ben böyle hissediyorum, şöyle düşünüyorum gibi temelsiz hislerle cinsiyet kavramını baştan yazamazsınız.
Konudan iyice uzaklaşmanız yetmemiş üstüne toplumun bilimsel olarak da geçerli bakış açısını dahi eleştirmişsiniz. Bilgi ve üretkenlik, isteyen için ön planda. Siz bahaneler ardına sığınarak, iki tane cinsiyetini dahi bilmeyen için üretkenliğiniz kısıtlanıyorsa bu sizin sorununuz. Zira "3. dünya ülkesi" dediğiniz ülkemizde bilime katkısı olan onlarca bilim insanımız var.
Bakınız tekrarlıyorum. Yasakçı zihniyeti savunmuyorum. Yasaklanması gerekenin yasaklanması yasakçı zihniyet değildir. Bu durum ne dine benzer ne de yaşam biçimine. Çünkü bu bir yaşam biçimi olamaz. Toplumun temeli olan cinsiyet kavramını kaynağı belirsiz hislere göre biçimlendiremeyiz.
Yönetim beni ilgilendirmiyor. Terörist ilan ettikleri de ilgilendirmiyor. Yasaların kötüye kullanılması yasayı hatalı yapmaz. Yasanın doğruluğu kişilere göre belirlenemez.
Bu cevabınızı da kısaca ele almak istiyorum izninizle. Cevabınızın genelinde sadece günümüzü değerlendirerek konuyu yorumlamışsınız. Ben ise yanıtımda sadece günümüzü değil gelecekteki olası sorunları da ele alarak yorumlamışım. Olması gereken de bu olmalıdır. Siz kendi adınıza karar alırken sadece gününüzü değerlendirebilirsiniz. Kimse size karışamaz ancak devlet ve toplum meseleleri bu kadar sığ ele alınamaz. Geçmiş dahi göz ardı edilmemeli gereken dersler çıkarılıp gelecek de teminat altına alınmalıdır.
Koasun kaçınılmaz oluşuna karşı bir argüman sunmayıp tekrardan tecavüzcünün işlediği suçun arkasına sığınmışsınız. Başka suçları ortaya atmadan bu sorun özelinde yorum yapmanızı öneriyorum. Zira yazdıklarınız karşıt bir önerme sunmuyor.
Kadın katillerini, çocuk istismarcılarını da savunmayın. Onlar için de yasalar var. Uygulanıyor mu, uygulanmıyor mu beni ilgilendirmez ama var. Bir sorunu, diğer bir sorunun varlığı ile yok sayamazsınız. Zira ikisi de sorundur. Kıyaslanamaz. Ayrı ayrı değerlendirilmeli ve çözülmelidir.
Kimse kadın veya erkek kimliği öne çıkmamalı. Doğru ama kimse de bu iki kimliğin dışına da çıkamamalı, çıkamaz da. Ben böyle hissediyorum, şöyle düşünüyorum gibi temelsiz hislerle cinsiyet kavramını baştan yazamazsınız.
Konudan iyice uzaklaşmanız yetmemiş üstüne toplumun bilimsel olarak da geçerli bakış açısını dahi eleştirmişsiniz. Bilgi ve üretkenlik, isteyen için ön planda. Siz bahaneler ardına sığınarak, iki tane cinsiyetini dahi bilmeyen için üretkenliğiniz kısıtlanıyorsa bu sizin sorununuz. Zira "3. dünya ülkesi" dediğiniz ülkemizde bilime katkısı olan onlarca bilim insanımız var.
Bakınız tekrarlıyorum. Yasakçı zihniyeti savunmuyorum. Yasaklanması gerekenin yasaklanması yasakçı zihniyet değildir. Bu durum ne dine benzer ne de yaşam biçimine. Çünkü bu bir yaşam biçimi olamaz. Toplumun temeli olan cinsiyet kavramını kaynağı belirsiz hislere göre biçimlendiremeyiz.
Yönetim beni ilgilendirmiyor. Terörist ilan ettikleri de ilgilendirmiyor. Yasaların kötüye kullanılması yasayı hatalı yapmaz. Yasanın doğruluğu kişilere göre belirlenemez.
Bu cevabınızı da kısaca ele almak istiyorum izninizle. Cevabınızın genelinde sadece günümüzü değerlendirerek konuyu yorumlamışsınız. Ben ise yanıtımda sadece günümüzü değil gelecekteki olası sorunları da ele alarak yorumlamışım. Olması gereken de bu olmalıdır. Siz kendi adınıza karar alırken sadece gününüzü değerlendirebilirsiniz. Kimse size karışamaz ancak devlet ve toplum meseleleri bu kadar sığ ele alınamaz. Geçmiş dahi göz ardı edilmemeli gereken dersler çıkarılıp gelecek de teminat altına alınmalıdır.
Koasun kaçınılmaz oluşuna karşı bir argüman sunmayıp tekrardan tecavüzcünün işlediği suçun arkasına sığınmışsınız. Başka suçları ortaya atmadan bu sorun özelinde yorum yapmanızı öneriyorum. Zira yazdıklarınız karşıt bir önerme sunmuyor.
“Yasalar var, uygulanıyor mu beni ilgilendirmez” diyorsunuz. İşte tam da sorun bu. Hukukun varlığıyla övünüp adaletin yokluğuna göz yummak, bir vicdan meselesidir. “Yasa var” demek, onun adil işlediği anlamına gelmez. Aksi olsaydı bugün kadın cinayetleri istatistik değil, istisna olurdu.
Ama dikkat edin: burada mesele bu suçların varlığıyla başka bir grubu karşılaştırmak değil — mesele
toplumun asıl sorunlarıyla uğraşmak yerine, en kolay hedef olan farklı bireyleri “sorun” ilan etmesidir. Kadın cinayeti, istismar, tecavüz birer suçtur; cezalandırılmaları gerekir. Eşcinsellik ise bir “suç” değil, bir varoluş biçimidir. Bunları aynı terazide tartmak, ahlaki ve mantıksal açıdan ciddi bir yanılgıdır.
Cinsiyetin “bilimsel olarak iki tane” olduğuna dair iddianız ise bilimi değil, ideolojiyi savunuyor. Bilimsel olarak sizin bahsettiğiniz gibi geçerli bir çalışma yok sizin bahsettiğinz kendi yankı odanızdaki soyut temeli olmayan dogmalarla toplumu tepeden inme inşaa etme arzusu. Çünkü bilim bugün bile biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlik arasındaki farkları açıkça tanımlıyor. Hormon farklılıklarından beyin gelişimine, kromozom varyasyonlarından genetik mozaizme kadar çok geniş bir spektrumdan söz ediyoruz. Bilim “iki kutup dışında hiçbir şey yoktur” demiyor, bunu sadece katı toplumsal roller söylüyor.
Diyorsunuz ki: “Kimse kadın veya erkek kimliğinin dışına çıkmamalı.” Ama sonra da “kimse bu kimlikleri öne çıkarmamalı” diyorsunuz. Yani hem cinsiyet kimliğini dayatıyorsunuz, hem kimliğin ön planda olmamasını istiyorsunuz. Bu mantık hatasının adı
çelişkidir. Hem var diyorsunuz hem yok.
Eşcinselliği, trans kimliği “kaynağı belirsiz hisler” gibi indirgemeci bir dille tanımlamanız da bilimsel değil, duygusal bir yargıdır. Çünkü artık tıp bilimi bile bu kimlikleri “hastalık” kategorisinden çıkardı; Dünya Sağlık Örgütü bunu 1990’da resmen ilan etti. Yani siz “bilim” diyerek aslında bilimi değil, toplumsal önyargıyı savunuyorsunuz.
“Yasaklanması gerekenin yasaklanması yasakçı zihniyet değildir” diyorsunuz ya — peki o zaman kim karar veriyor neyin “yasaklanması gerektiğine”? Siz mi, ben mi, yoksa bugün kendi çıkarına göre toplumu şekillendiren siyasetçiler mi? Bugün başkasının “yaşam biçimi” diye gördüğünü yasaklayan devlet, yarın sizin “inancınızı” da aynı gerekçeyle kısıtlarsa, o zaman ne diyeceksiniz? “Uygulanıyor mu, beni ilgilendirmez” mi?
Benim bahsettiğim “kaos” zaten bu çelişkiden doğuyor: suçu, adaletsizliği, eşitsizliği görmezden gelen bir toplumun sonunda kendisi de bu baskının kurbanı olur. Bugün ezilene ses çıkarmayan, yarın kendi ezilişine de kimseyi bulamaz.
Bu cevabınızı da kısaca ele almak istiyorum izninizle. Cevabınızın genelinde sadece günümüzü değerlendirerek konuyu yorumlamışsınız. Ben ise yanıtımda sadece günümüzü değil gelecekteki olası sorunları da ele alarak yorumlamışım. Olması gereken de bu olmalıdır. Siz kendi adınıza karar alırken sadece gününüzü değerlendirebilirsiniz. Kimse size karışamaz ancak devlet ve toplum meseleleri bu kadar sığ ele alınamaz. Geçmiş dahi göz ardı edilmemeli gereken dersler çıkarılıp gelecek de teminat altına alınmalıdır.
Bir de “gelecekteki olası sorunları ön görüyorum” diyerek bunu ileri görüşlülük gibi sunuyorsunuz. İlginçtir, benzer bir “ileri görüşlülük” argümanını zamanında Naziler de kullanıyordu: toplumu “korumak”, “ahlakı ve düzeni” sağlamak adına eşcinselleri, engellileri, farklı düşünenleri sistematik olarak yok ettiler. Onlar da “toplumsal çürümenin önüne geçiyoruz” diyordu. Demek ki “geleceği düşünmek” her zaman erdem değil; bazen sadece zulmü meşrulaştıran bir bahanedir.