Hayatın anlamı nedir?

Bir müslüman olarak diger canlılarda olmayan bu aklın, iradenin , düşünme ve sorgulama kabiliyetinin insanlara verilmesinin bi anlamı oldugunu ve Allah'ın varlıgına inanıyorum. :)
 
Dostum öncelikle cevap verdiğin ve beni bazı konularda aydınlattığın için teşekkürlerimi sunarım. Bazı konularda hatalı olmamın sebebi çok boş zamanımın olmaması. Dostum benim varlığa şüpheci yaklaşmamın sebebi, 5 duyu organı ile algılanan şeylerin similasyon yardımıyla rahatlıkla taklit edilebilmesidir. Bu yüzden fiziksel varlıktan asla emin olamayacağımızı düşünüyorum. Zihinsel varlık hakkında zaten bir şüphem yok.
Merak ettiğim bir konu var. Duygular hakkında ne düşünüyorsunuz?

Similasyon teorisi bana çok yavan geliyor. Çocukluğunu Matrix filmleriyle sinemadan sinemaya koşturarak geçiren bir nesil arasında gayet popüler bir teori. İnsan, teknolojisine hep hayretle bakmış ve onu çocuğuymuş gibi kucaklamıştır. Bir 17. yüzyıl materyalisti olan T. Hobbes yazılarında sürekli insanı hareket eden çarklardan ve yaylardan söz ederdi. 17. yüzyılda en ileri teknoloji, saat mekanizmasıydı. Freud ise, ismi anıldığında akla ilk gelen kelimeyi, libidoyu, kendi döneminin en ileri teknolojisi olan buharlı makinelerle özetler. Örneğin askerlik için şöyle der Freud:
“Ordular saldırganlığı körüklemek için cinsel dürtüden yararlanır. Ordu cinsel dürtüleri tavan yapmış genç erkekleri toplar. Askerlerin cinsel ilişkiye girerek tüm o basıncı azaltma fırsatlarını sınırlayarak gerilimin içlerinde birikmesine neden olur. Daha sonra bu birikmiş basıncı yeniden yönlendirir ve bu basıncın askeri saldırganlık olarak dışavurumunu sağlar." Buhar makineleri de tam olarak bu prensiple çalışır.

Matrix neslinin materyalistleri, T. Hobbes'tan beri pek yol kat edememiş anlaşılan. Ben ise, insan varlığını silikon gibi yarı iletken elementlere oturtan similasyon teorisinden ziyade dünyadaki yaşamın ve insanın gerçek yapı taşı olan karbon temelli materyalizme yatkınım. Duyguların karmaşık bir dahili ödül-ceza mekanizması olduğunu düşünüyorum. Richard Dawkins der ki:
Bilinç, duygular ve hatta bütün beden, genlerin kendi nesillerini devam ettirmek için tasarladığı sistemlerdir. Yada onun ünlü deyimiyle, "Hayatta kalma makineleri". Bilincin varlığının nedenini "A for Andromeda" kitabından alınan şu örneğe benzetir;
200 ışık yılı uzakta, Andromeda galaksisinde bir medeniyet var. Ve bu medeniyet kültürünü uzak dünyalara yaymak istiyor. Bu işi yapmanın en iyi yolu, doğrudan yolculuk yapmak olamaz. En yakındaki zeki yaşam formunun dünya üzerinde olduğunu var sayarsak diyalog kurmak imkansız hale gelir. Çünkü ışık hızıyla bile seyahat etseniz, 200 yıl gecikme yaşayacaksınız. Bu yüzden Andromedalılar cevap beklemeden söylemek istedikleri her şeyi bir mesajda topladılar ve bu tek mesajı defalarca yayınladılar. Bu mesaj, dev bir bilgisayarın yapımı ve programlanması için talimatlardan oluşuyordu. Dünyalılar bu mesajı aldılar, bilgisayarı kurdular ve programı çalıştırdılar. Sonuç ise insanlık için büyük bir felaketti. Çünkü Andromedalılar hiç de dost canlısı değildiler ve bilgisayar bütün dünya üzerinde bir diktatörlük kurmaya çalıştı.
Bu hikayede ilginç olan soru, Andromedalıların dünya üzerindeki olayları ne düzeyde kontrol ettiğiydi. Bilgisayarın anlık olarak ne yaptığı üzerinde hiç bir kontrolleri yoktu. Hatta bilgisayarın yapılıp yapılmadığı hakkında bile herhangi bir fikirleri bile yoktu. Çünkü bu bilginin onlara ulaşması 200 yıl sürecekti. Bilgisayarın kararları ve uygulamaları bizzat kendine aitti. Uyguladığı bütün talimatlar, aşılamaz 200 yıllık duvar yüzünden en başta belirlenmiş olmalıydı. Tıpkı Andromedalıların kendileri adına karar vermesi için bilgisayara ihtiyaç duyması gibi, genlerimiz de bir beyin, bir bilinç yapmak zorundaydılar. Genler protein sentezini kontrol ederek çalışırlar. Bu güçlü bir yöntem olmasına rağmen hiç de hızlı değildir. Davranışların çevik ve keskin olması şarttır. Saniyenin kesirleriyle ifade edilen bir zaman aralığında harekete geçilmek zorundadır. Aksi taktirde belki organizmanın, yani hayatta kalma makinesinin hayatı tehlikeye girecek, ve belki ölecektir. Ölüm, genlerin bir sonraki nesle geçmesinin önünde en büyük engeldir. Genlerin yapabileceği en iyi seçenek, kendilerinin yerine karar verecek bir sistem kurmaktır. Bu sistemin merkezi beyin, elemanları ise duygular ve bilinçtir. Reflekslerin, anlık karar mekanizmasının, duyguların bu tanıma uygun açıklaması için örnek vermeme gerek yok sanıyorum. Gen perspektifinden günlük olayları, hareketlerinizi, ve kararlarınızı yorumlamanız yeterli.

Felsefenin başından beri filozofların ana problemlerinden birisi de bilincin tam olarak ne olduğudur. Hala çözülememiş bu soruya verilen benim için en ilgi çekici cevap ise aslında bilinç diye bir şeyin olmadığıdır. Henüz yeni duyduğum bu teori duyar duymaz yüzümde bir gülümsemeye ve beynimde gürültüye sebep oldu :) Biraz daha araştırdıktan sonra bir konu açarım belki.
 
Son düzenleme:
Hayatın anlamı yoktur, hayatının anlamı vardır. Kimisinin hayatının anlamı evreni anlayabilmek, kimisinin ise spor veya herhangi bir alanda kendisini en iyi noktaya ulaştırmaktır. Açıkçası dinlerin de hayatın anlamı konusunda tatmin edici argümanları olduğunu da düşünmüyorum. Şu anlık hayatın bir anlamı yok ama evren hakkında daha çok bilgiye sahip olduğumuz vakit bir anlam kazanabileceğini düşünüyorum.
 

Geri
Yukarı