Sayın üye ve diğer katılımcıların dikkatini çekmek istediğim bir nokta var. Erkek ve kadın kelimeleri insan bedeninin iki adet olan cinsiyetini belirtir, insanın aslı olan ruhu ise cinsiyetsizdir. Fakat insan ruhlarının hemen hepsi kendilerini bedenleri ile özdeş zannettikleri için ki, zaten öyle olması baştan Yaratıcının tasarımı gereğiydi, kişiliklerini erkek veya kadın olarak konumlandırıp ona göre hayat sürdürmüşlerdir. Yaratıcı, bireyleri iki farklı cins olan insan toplumu tasarladığı için böyle olması gerekliydi, çünkü aksi halde biyolojik çoğalma gerçekleşemeyecek ve medeniyet inşa edilemeyecekti. Cins ilişkisinin gerçekleşebilmesi için gerekli olan bilişsel ve duyuşsal katalizör mekanizmaları Yaratıcı tarafından devreye konuldu ve etkinleştirildi. Sizler bu mekanizmaları aşk ve cins ilişkisi olarak bilmektesiniz. Toplum ve medeniyet inşası için gerekli olan bu organizasyona hetero-normatif toplum düzeni yâni aile kurumu denilir. Homo-normatif organizasyon ise dejeneratif olup toplumun ve medeniyetin yıkımını getirir. Kendini bilen kişiler, Yaratıcının tasarımındaki inceliği görmüşler ve kendilerini beden tipi olan cinsiyetten ayrıştırarak hayat sürmüşlerdir. Bu ise aseksüel-normatif gerçeklik olup bir ultra-normdur. Kanaatimce derviş Yunus Emre (1238-1328), işte bu ultra-norma ulaşmış azın da azı sayıdaki kişilerden biridir. Onun için, bir kadının kendisini beğenip beğenmemesinin zerre kadar önemi yoktur ve bu yüzden olsa gerektir ki, bir dizesinde "(...) Cennet dedikleri bir kaç hûri ile köşk/İsteyene ver Sen onu (Ben istemem) (...)" demiştir. Oysa hûri denilen Cennet kadını dünyadaki bütün kadınlardan daha güzeldir ve hiçbir erkek onu reddedemez!
Sonuç olarak incellik denen olgunun kesin çözümü çok kolay olmasa da aseksüel-normativizm olabilir.