İslam ve Hakkında Yanlış Bilinenler

Durum
Mesaj gönderimine kapalı.
Burada galiba Hz. Harun ve Hz. Musa’nın kardeşi olan Meryem ile Hz. İsa’nın annesi karıştırılmış. Çünkü Hz. Meryem’in Harun diye bir kardeşi yoktur.
Burada anılan Hârûn, Hz. Mûsâ’nın kardeşi peygamber Hârûn değildir. Kimine göre Hz. Meryem’in Hârûn adında bir kardeşi vardı. Ana babası gibi o da iffetli ve sâlih bir kimse idi (Zemahşerî, II, 508). Bu yüzden işin iç yüzünü bilmeyenler, böyle birinin kız kardeşi olan Meryem’e zina etmeyi asla yakıştıramadıklarını belirtmek istemişlerdir. Hz. Peygamber’den rivayet edilen bir hadiste de, İsrâiloğulları’nda önceki peygamberlerin ve iyi kimselerin isimlerini çocuklarına ad koyma geleneği olduğu için Meryem’in kardeşine de Hârûn adı verildiğine işaret edilmiştir (bk. Müsned, IV, 252). Buna yakın bir yorum da, Meryem’in peygamber olan Hârûn’un soyundan gelmiş olması münasebetiyle kendisine böyle hitap edilmiş olduğudur (bk. Râzî, XXI, 208; Esed, II, 613; bu konuda ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/35).
 
İslam hakkında yanlış bilinen olarak benim bildiğim şu var: dinde zorlama yoktur lafı. Evet dinde zorlama yoktur ama dine girerken zorlama yoktur, dinde zorlama vardır farz kılınan şeyleri yapmak zorundasın.
 
İslam hakkında yanlış bilinen olarak benim bildiğim şu var: dinde zorlama yoktur lafı. Evet dinde zorlama yoktur ama dine girerken zorlama yoktur, dinde zorlama vardır farz kılınan şeyleri yapmak zorundasın.
Doğru, kimseyi Müslüman ol diyerek zorlayamayız ama eğer olursa da namazı kılması için zorlayabiliriz. Kimse size bir işe girmek için zorlamaz ama o işe girdiğinizde o işin kurallarına uymak zorundasınız ;)
11) Maide(5)/69. إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالصَّابِؤُونَ وَالنَّصَارَى
مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وعَمِلَ صَالِحًا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ
وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ

Yukarıdaki ayette gramer hatası bulunmaktaymış. “es-Sâbi’ûne” sözcüğü yanlış bir şekilde i’rab edilmiş. Ayrıca aynı kelimenin, diğer iki ayette ise aynı gramer ortamında doğru şekilde i’rab edildiği söylenmektedir. Bu ayetler de Bakara(2)/62 ve Hacc(22)/17′dir. Ayrıca Kuran’da başka birçok (10′dan fazla) açık dilbilgisi hatası olduğu söylenmektedir.
Hamd, yalnızca Allah'a dır.
“es-Sâbiin”, Sâbiiler kelimesi, mensub ya’sıyla, Kur’an-ı Kerim’in, Bakara ve Hac sûrelerinde geçmektedir:
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلا هُمْ يَحْزَنُونَ [ سورة البقرة الآية: 62]
"Şüphesiz îmân edenler; yani Yahudiler, Hıristiyanlar ve sâbiilerden Allah’a ve âhiret gününe hakkıyla inanıp, salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar, üzüntü de çekmeyeceklerdir." (Bakara Sûresi: 62).
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا إِنَّ اللَّهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ[ سورة الحج الآية: ١٧]
"Îmân edenler, Yahudiler, Sâbiiler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve müşriklere gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyâmet gününde (ayrı ayrı) hükmünü verir. Çünkü Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." (Hac Sûresi:17).
Aynı kelime, Mâide Sûresinde de merfu vav’ıyla geçmektedir:
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئُونَ وَالنَّصَارَى مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلا هُمْ يَحْزَنُونَ[ سورة المائدة الآية: ٦٩]
"Îmân edenler ile Yahudiler, Sâbiiler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve âhiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar mahzun da olmazlar." (Mâide Sûresi: 69).
İlk âyetin i’rablarıyla ilgili herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Çünkü bu iki âyetteki kelime, atıf vav’ı ile, “inne”nin ismi olan ve hükmü mensub olan “ellezîne” kelimesine atfedildiğinden, mensub olarak (sâbiine şeklinde) gelmiştir. Cem’i müzekker salim olduğu için, (bu tür çoğulların) nasb alameti ya’dır.
Tartışmaya konu olan ikinci (Mâide sûresindeki) âyettir. İlk iki âyette de, aynı yerde geçmesine rağmen (2.sinde) merfu’ olarak gelmiştir.
Nahivciler (Dil Bilginleri) ve Müfessirler (Tefsir âlimleri) bu konunun izahı sadedinde birçok görüş ile birlikte Arapçada bilinen benzerlerini de zikretmişlerdir.Biz burada, bunların en meşhurlarından üç (görüşü zikretmekle) yetineceğiz:
Birincisi:
Bir defa âyette, takdim ve tehir söz konusudur. Buna göre âyetin manası şöyle olur:
"Müminlerle Yahudiler, Hıristiyanlar ve Allah’a İnananlar üzerine korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar. Sâbiiler de öyledir."
(Buradaki Sabiun) mübteda, merfu olarak irab olunur ve ref’ alameti de vav’dır. Çünkü cem’i müzekker salimdir. Bunun, Arap dilindeki bir benzeri, şairin şu sözüdür:
فمن يك أمسى بالمدينة رحله / فإني وَقَيَّار ٌبها لغريب
(Kim ki, bineği Medine de gecelerse / Ben de, Kayyar’ da garibiz orada.)
Buradaki benzerlik, “Kayyar” sözündedir. Kayyar, bineğin veya devenin adıdır. Bu kelime, mübteda olması nedeniyle merfu’ (son harfinin harekesi ötreli) olarak gelmiştir. “Feinni” kelimesindeki “İnne” nin ismi olan mansub (son harfinin harekesi üstün) mütekellim ya’sına ma’tuf olarak mansub gelmemiştir.
İkincisi:
“Sabiun”; mübteda ve “en-Nesâra”; ona ma’tuftur. “Men âmene billâh” cümlesi “Sâbiun”un haberi, “İnne” nin haberi ise; mahzuftur. Delili de; mübteda olan “Sâbiun” kelimesinin haberidir. Bunun, Arap dilindeki benzeri de:
نحن بما عندنا ، وأنت بما عندك راضٍ ، والأمر مختلف
"Biz, bizim elimizdekine;sen de, senin elindekine râzısın.(Ama) durum bundan farklı!"
Buradaki benzerlik, mübteda olan “nahnu”nun haberi zikredilmemiş, (nahnu’ya) ma’tuf olan “ente”nin haberi ile iktifa edilmiştir. Haberi “râdin” kelimesidir ve birinci mübteda’ya delâlet eder. Sözün anlamı da şöyle olur: “Biz, elimizde olana râzıyız, sen ise kendi elinde olana râzısın”.
Üçüncüsü:
“es-Sâbiun”, “İnne”nin isminin mahalline ma’tuftur. Yerine geçen harfler ise, “inne ve kardeşleridir. Bunlar mübteda ve haberden oluşan isim cümlesine girerler.”İnne”nin isminin gerçek yeri, inne girmeden evvel, mübteda olduğu için merfu’dur.Bu yüzden İnne’nin isminin yerine ma’tuf olması itibariyle “es-Sâbiun” merfu’ olmuştur. (Bkz. İbn-i Hişâm’ın; Evdahu’l-Mesâlik kitabı. Muhyiddîn şerhiyle birlikte. C: 1, s: 352-366;Ayrıca, eş-Şevkânî ve el-Elusî tefsirlerinin bu âyetle ilgili bölümü.
Şeyh İbn-i Âşur -Allah ona rahmet etsin- tefsirinde şöyle demektedir:
“Kesinkes bilinmelidir ki; bu lafız bu şekilde nâzil olmuştur ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- aynı şekilde telaffuz etmiştir.Müslümanlar da ondan bu şekilde almışlar ve aynı şekilde de okumuşlardır.Kitabta (Kur’an-ı Kerim'de) yazılmıştır. Bunlar saf arab idiler. Aslında bize düşen; bunu, Arapların “atıf” konusunda kullandıkları bir yöntem olarak kabul etmektir. Bu kullanım, çok yaygın olmasa da, sadelik ve icaz konusunda yerinde bir (kullanımdır).
İbn-i Âşur, “es-Sabiun” lafzının merfu’ olarak gelişiyle ilgili, belâğî bir katkıda bulunmaktadır. Sözünün özeti şu şekildedir:
“Kelimenin bu bağlamdaki merfu’ durumu, garip bir durumdur. Okuyucu, burada; Niçin özellikle bu isim merfu’ olmuştur? Halbuki bu gibi yerlerde mutad olan mansub olmasıdır...” şeklinde düşünebilir...
Denildi ki: “es-Sabiun”un merfu olmasındaki gariplik durumu; Sâbiilerin, mağfiret edilecekler sınıfına dâhil edilmesi garabetiyle denk düşmektedir.Çünkü (Sâbiiler) yıldızlara tapmaktadırlar ve hidâyete erme noktasında, Yahudiler ve Hıristiyanlardan daha da uzaktırlar.Hatta bağışlanma ve kurtuluş va'di hususunda neredeyse ümitsizliğe düşmek üzereydiler ki, bu (âyetle) Allah Teâlâ'nın bağışlamasının büyüklüğüne ve sâbiilerden bile olsa, Allah’a ve âhiret gününe îmân edip, salih amel işleyenlerin tamamını kapsadığına, dikkat çekilmiştir. (İbn-i Âşur Tefsirinde Mâide âyetine bakılabilir.)
Sâbiilerin kimler oldukları? Konusunda bilgi için (49048) sayı numaralı sorunun cevabına bakınız!
Ancak, bu bağlamda, kaçırmamamız gereken bazı ibretler kalmaktadır:
Birincisi:
Şer’i ilimlere önem vermemiz gerekmektedir. İnsanın sadece geçmişte edindiği kesin bilgilere tutunması/sığınması yeterli değildir. Bu, en büyük sığınak olsa bile, şer’i ilimlerle de desteklenirse -inşaallah- îmânını sarsacak dîn düşmanlarının yaydıkları bu ve benzeri tereddütlerin etkilerinden emin olunabilecektir.
İkincisi:
Bu gibi durumlar, Allah Teâlâ’nın kitabına karşı, yapmamız gereken en büyük vazifelerimiz konusunda bir nebze ihmalkâr davrandığımızı göstermektedir.Bu büyük vazife; yalnızca onu (Kur’an’ı) tilâvet etmek değil, onun üzerinde düşünmek ve onu okuyup-okutmaktır.
Nitekim Allah Teâlâ:bu konuda şöyle buyurmuştur:
كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُولُو الأَلْبَابِ[ سورة ص الآية: ٢٩]
"Rasûlüm!) sana bu mübarek Kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik." (Sad Sûresi: 29).
Şeyh İbn-i Sa’di, -Allah ona rahmet etsin- şöyle der:
“Yani, Kur’an’ın inzalinin hikmeti, insanların onun âyetlerini düşünmeleri (tedebbür etmeleri), ondan ilmi çıkarımlar yapmaları ve onun gizemleri ve hikmetlerini incelemeleri içindir.Çünkü onu, ancak onun üzerine çokça düşünmek, manalarını derinlemesine incelemek, dönüp tekrar tekrar düşünmek sûretiyle ondan hakkıyla istifade etmek ve faydalanmakla mümkün olur.Bu ise; Kur’an (ın âyetleri) üzerinde düşünmeye teşvik edilmesini gerektirir.Zira bu, amellerin en faziletlisidir. Manalarını düşünerek yapılan okuma, bu imkânı vermeyen hızlı okuma şeklinden çok daha efdaldir.”
Bu pasajda zikredilenlerden anlaşılması gereken şudur: Bu görevi gereğince ifa etmeye kalktığımızda, bu ve benzeri âyetler, İslâm düşmanlarının bu âyetler hakkındaki şüphelerinden önce, bizim her defasında üzerinde durmamızı, onu sorgulamamızı veya manasını araştırmamızı gerektirecektir.
Üçüncüsü:
Yukarıda bahsi geçen iki görevi yaptığımız takdirde, zayıfların ve yenilmişlerin hali gibi, savunmada kalmak yerine, ipin ucunu elimizde tutmaya, başkalarını bizim dâvet etmemize, “Hakk”ın bizimle olduğunu, kendilerinin ise bâtıl üzere olduklarını bildirmeye ve onları (doğru yola) dâvet etmeye, onlara en güzel, en iyi olanı göstermeye yetkili olabiliriz...
Başarı Allah’tandır.
 
Doğru, kimseyi Müslüman ol diyerek zorlayamayız ama eğer olursa da namazı kılması için zorlayabiliriz. Kimse size bir işe girmek için zorlamaz ama o işe girdiğinizde o işin kurallarına uymak zorundasınız ;)

İşe girmemenin cezası olarak sonsuz cehennemle tehdit etmek de zorlama değil mi?

Konunun İslam ve hakkında yanlış bilinenler ile alakası yok bu arada, bariz kendi dininizi tebliğ etmek için gelmişsiniz.
 
Ayet: “İnkâr edenler, bizim ilk defa gökleri ve yeri bitişik olarak yarattıktan -belli bir süre- sonra, onları ayrı ayrı yapılar halinde düzenlediğimizi ve diri olan her şeyi sudan yarattığımızı görmediler mi?"

- Arapça’da “Görmüyorlar mı? Düşünmüyorlar mı?” anlamlarına gelen “E-Lem- Yere/Tere” şeklindeki istifham/soru sitili, gerçek bir sorgulamaya değil, konuyu pekiştirmeye yöneliktir.

- Hz. Peygamber (a.s.m)’in doğumundan önce gerçekleşen Fil Vakası hatırlatılırken, yine aynı sitile baş vurulmuş ve "E-Lem-Tere = Görmedin mi?” soru üslubu kullanılmıştır.

- Soruda vurgulanan ayetin birkaç mana tabakası vardır. Kur’an’da her asırdaki insanların kendi bilgi-görgü seviyelerine göre alacakları feyiz hisseleri mevcuttur. Kur’an’ın bu engin üslubu bir mucizedir. Ayette, “gökler ve yerin bitişik olup, sonradan onların birbirinden ayrılması” hususu, o asırda da bir şekilde anlaşılıyordu. Bunun en büyük delili, Kur’an’ın şiddetli muarızları bu ayeti işittiklerinde hiç itiraz etmemeleridir. Zaten Kur’an’ın hârika üslubundaki maharet de onlara bir şey anlatabilmekte yatar. Nitekim Abdullah b. Abbas, bu ayetten şunu anlamıştır: Eskiden gökten yağmur gelmiyor ve yerden de bitki bitmiyordu. Bu hal bir retk = bitşiklik halidir. Sonra, şartları oluşturuldu (yani atmosfer teşekkül ettirildi) gökten yağmur, yerden de bitkiler bitiverdi. Bu ise bir fetk = ayrışma anlamına geliyordu. Canlıların sudan yaratılması ise, genellikle sperma ile açıklanıyordu. Bu tespitler de doğrudur ve o zamanki insanları tatmin etmektedir.
Aynı şekilde gök ile yer´in maddesel anlamda bitişik olduğunu yazmamış. Sizin dediğiniz o enerji içerisinde o gök ile yer´i de barındırıyordu haksız mıyım?

Öncelikle saygılı ve özenli yorum ve düşünceleriniz için teşekkürler. Kur´an da geçen bir ayette "Apaçık Kitab’a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık." geçmektedir. İslam ilk olarak Araplara indirildiğinden onların anlaması gerekiyordu ki yayılabilsin. Siz bilimde ortaya sunduğunuz düşünceyi kendi milletinizin kullandığı haricinde bir dilde yazıp anlatırsanız ve onların da anlamasını beklerseniz o anlaşılır mı? Daha anlaşılır bir dil olan İngilizce, Türkçe indirilse bir Arap neden ona inanırdı veya anlamaya çalışırdı? Kur´an´ı sanki bir anda inmiş ve bir anda yayılmış gibi düşünmemeniz gerekiyor. O yavaşça, parça parça ve olaylara münhasır olarak indirildi. İyi forumlar.
Tamam lakin burada amaç İslam'a her kulun inanması değil mi?Yani iyimser amaç bu.Elbette kişinin iradesine kalmış bir olay cennet-cehennem kavramı bu yüzden var fakat şimdi şöyle düşünmek lazım bana göre; bir din gönderiliyor Allah tarafından ve bütün dünyaya yayılması isteniyor.Fakat dünya üzerinde o yılda en çok konuşulan 3 dilden veya belki de 5 dilden birine gönderilmiyor hatta ve hatta iş şansa bırakılıyor.Talkan ve Cürcan katliamları olmasaydı ve Türkler sistematik bir şekilde müslümanlaştırılmasaydı İslam bu kadar yayılır mıydı sence?Benim en sevdiğim yalan Göktanrı inancı İslam inancına benziyor yalanı.Türkler müslümanlaştırıldıktan sonraki asırlarda İslam'ın koruyuculuğu yapmayı görev ediniyor kendine.Karahanlılar gibi özellikle Osmanlı gibi.Halifelik makamı için Memlüklerle savaşılıyor falan.
Verdiğin örneğe gelirsek en çok konuşulan dil 1,1 milyar ile Mandarin Çincesi.İkincisi ile yaklaşık 1 milyar ile İngilizce.Şimdi farzımisal ben Allah olsam ve bir din gönderecek olsam en azından Hindistan'a gönderirdim ki Hintçe bile 500 milyondan fazla kişi tarafından konuşuluyor.
 
Tamam lakin burada amaç İslam'a her kulun inanması değil mi?Yani iyimser amaç bu.Elbette kişinin iradesine kalmış bir olay cennet-cehennem kavramı bu yüzden var fakat şimdi şöyle düşünmek lazım bana göre; bir din gönderiliyor Allah tarafından ve bütün dünyaya yayılması isteniyor.Fakat dünya üzerinde o yılda en çok konuşulan 3 dilden veya belki de 5 dilden birine gönderilmiyor hatta ve hatta iş şansa bırakılıyor.Talkan ve Cürcan katliamları olmasaydı ve Türkler sistematik bir şekilde müslümanlaştırılmasaydı İslam bu kadar yayılır mıydı sence?Benim en sevdiğim yalan Göktanrı inancı İslam inancına benziyor yalanı.Türkler müslümanlaştırıldıktan sonraki asırlarda İslam'ın koruyuculuğu yapmayı görev ediniyor kendine.Karahanlılar gibi özellikle Osmanlı gibi.Halifelik makamı için Memlüklerle savaşılıyor falan.
Verdiğin örneğe gelirsek en çok konuşulan dil 1,1 milyar ile Mandarin Çincesi.İkincisi ile yaklaşık 1 milyar ile İngilizce.Şimdi farzımisal ben Allah olsam ve bir din gönderecek olsam en azından Hindistan'a gönderirdim ki Hintçe bile 500 milyondan fazla kişi tarafından konuşuluyor.
Hesaba katmadığınız şeylerden biri Kur´an´a göre gönderilen ilk insan(lar)ın Arap Yarımadası ve yakınlarına gönderildiği, Kabe´nin Arabistan Yarımadasında bulunduğudur. Siz Allah olsanız kendi kutsal mekanınızın olduğu yeri mi tercih ederdiniz yoksa oradan uzakta olan bir yeri mi? Bu sefer de "Uzakta olan ve Araplara ait olan bir yeri işgal etti" diye bir yaygara ortaya çıkardı haksız mıyım?
Bugünlük bu kadar yapacağım yarın devam edeceğim. Sebebi ise bitirmem gereken bir fizik projem var. Siz değerli insanlarla, görüşünü düzgünce ve açıkça dile getiren, tanışıp münakaşa etmek benim için bir onurdur. Yarın görüşmek üzere.
 
Hesaba katmadığınız şeylerden biri Kur´an´a göre gönderilen ilk insan(lar)ın Arap Yarımadası ve yakınlarına gönderildiği, Kabe´nin Arabistan Yarımadasında bulunduğudur. Siz Allah olsanız kendi kutsal mekanınızın olduğu yeri mi tercih ederdiniz yoksa oradan uzakta olan bir yeri mi? Bu sefer de "Uzakta olan ve Araplara ait olan bir yeri işgal etti" diye bir yaygara ortaya çıkardı haksız mıyım?
Semavi dinlerin kutsal başkenti Kudüstür.Nihayetinde yine aynı Allah'ın gönderdiği bir kitaba göre de halen Yahudilerin kutsal başkenti Kudüs.Burada olay kutsal başkent falan değil ki,insanlara yaymak yoksa Allah ol der amazon ormanları kutsal başkent olur.
 
Semavi dinlerin kutsal başkenti Kudüstür.Nihayetinde yine aynı Allah'ın gönderdiği bir kitaba göre de halen Yahudilerin kutsal başkenti Kudüs.Burada olay kutsal başkent falan değil ki,insanlara yaymak yoksa Allah ol der amazon ormanları kutsal başkent olur.
Allah´ın gönderdiği kitabın aslına erişiminiz var mıdır? Çünkü tarihte göstermektedir ki Yahudi ve Hristiyan kaynakların hepsi zarar görmüştür. Bunu din değil tarih ilmi gösteriyor. Orijinal kutsal metinlere erişimimiz olmadığından ne yazık ki bunu doğrulayamıyoruz.
 
Allah´ın gönderdiği kitabın aslına erişiminiz var mıdır? Çünkü tarihte göstermektedir ki Yahudi ve Hristiyan kaynakların hepsi zarar görmüştür. Bunu din değil tarih ilmi gösteriyor. Orijinal kutsal metinlere erişimimiz olmadığından ne yazık ki bunu doğrulayamıyoruz.
Kuran da zarar görmüştür.Hiç unutmam siyer dersinde düşünmüştüm bunu ilk Kuran’ı münakaşa yaparak kitap haline getirecek Halifeler savaşa katılıyor ve çoğu ölüyordu bunu geçtim kaç yıl sonra kitaplaştırılıyor Kuran.Diğer dinlerde bozulma var islamda yok demek pek akla uygun bir savunma değil.
 
Kuran da zarar görmüştür.Hiç unutmam siyer dersinde düşünmüştüm bunu ilk Kuran’ı münakaşa yaparak kitap haline getirecek Halifeler savaşa katılıyor ve çoğu ölüyordu bunu geçtim kaç yıl sonra kitaplaştırılıyor Kuran.Diğer dinlerde bozulma var islamda yok demek pek akla uygun bir savunma değil.
Kur´an indirilmeye başlandığı vakitten itibaren deve derisinden yapılma "kağıt"lara yazılmıştır ve her bir ayet ve sayfa 10 kişinin yazısıyla teyit edilmiştir. Kur´an´ın çoğaltılma meselesi savaşta 30 kadar hafızın ölmüş olması ve İslam´ın diğer dinler gibi tahrip olma ihtimalinin olmasıdır. Yani Kur´an´ın ilk yazılı metinleri hala Mekke ve Medinedeki müzelerde sergilenmektedir. Bundan kuşkunuz olmasın.
 
Durum
Mesaj gönderimine kapalı.

Technopat Haberler

Yeni konular

Geri
Yukarı