Abradolf Lincler
Kilopat
- Katılım
- 26 Haziran 2017
- Mesajlar
- 288
- Makaleler
- 1
Daha fazla
- Cinsiyet
- Erkek
Kapınız çalınıyor. Yardıma ihtiyacı olan yaralı bir adam güçlükle ayakta duruyor. Kanaması var. Ona o kadar üzüldünüz ve endişelendiniz ki hemen ilk yardım için içeri aldınız. Adamın kanamasını durdurdunuz, ağrı kesici verdiniz ve ona rahat bir yatak sağladınız. Artık tek yapmanız gereken ambulansın gelmesini beklemek. Doğru olan şeyi yaptığınıza şüphe yok değil mi?
Fakat hayır, doğru olanı yapmadınız. Immanuel Kant der ki eğer yaralı adama sadece üzüldüğünüz ve endişe duyduğunuz için yardım ettiyseniz, bu hiç de ahlaki bir davranış değildir. Ahlaklı bir insan, kapısını açtığında karşısındaki manzaradan tiksinti duyuyor ve ürperiyor olsa bile yinede o adama yardım ediyorsa, ve bunun bir ödev olduğunu bildiği için yapıyorsa, sizin iyi duygularınıza sahip olmadan sizden ahlaki olarak üstündür. Ne hissettiğinin hiçbir önemi yoktur.
Bu ahlak felsefesinde devrim niteliğinde bir fikirdir. Çünkü Aristotelesçi geleneksel ahlak anlayışının aksine ilk defa birisi ahlaka duyguların karıştırılırmaması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü bazı insanlar empati ve merhamet duyar, bazıları duymaz. Bu büyük ihtimalle şansa bağlıdır. Eğer rasyonel ahlak anlayışıyla hareket etmeyen ve doğru duyguları hissetmeyen bir insan hikayemizde yer alsaydı, olay büyük ihtimalle yaralı adamın ölümüyle sonuçlanacaktı.
Ayrıca Kant, yalan konusunda da oldukça keskin bir anlayışa sahiptir. Yine aynı senaryoyu düşünelim. Adamı içeri aldınız, gerekenleri yaptıktan sonra kapınız tekrar çalındı. Bu sefer gelen büyük ihtimalle saldırgan, elinde bir bıçak var ve adamın nereye gittiğini görüp görmediğinizi soruyor. Adam içerde olmasına rağmen bir yalan uydururdunuz ve onun parka gittiğini söylüyorsunuz. Muhtemel katili uzaklaştırdınız ve adam güvende. Artık polisi arayabilirsiniz.
Ama yine Immanuel Kant'a göre yine yanlış olanı yaptınız. Kant, yalan söylemenin kesinlikle bir seçenek olmaması gerektiğini söyler. Hiçbir istisnası yoktur. Kant'ın ahlakına göre doğruyu söylemek bir ödevdir, yada kendi deyimiyle bir Koşulsuz Buyruk. Koşulsuz buyruklar, koşullu buyruklarla çelişir. Koşullu buyruklar; eğer X'i istiyorsan, Y'yi yap demektir. Koşulsuz buyruklar ise sadece, yap der. Bir emirdir, uyulması zorunludur. Söz konusu örnekte eğer yalan söylediyseniz ve katilin geldiğini anlayan adam gizlice parka kaçmış olsaydı onun ölümü bir parça da sizin suçunuz olacaktı. Kant der ki yalan söylemek asla makul görülemez. İnsanlar kendilerine istisnai durumlar uydurup yalan söylemek için bunların ardına sığınmamalıdır. Herkes işine geldiğinde yalan söyleseydi insanlar güvenilmez olurdu. Bu görüşün bize absürt gelmesinin sebebi; günlük hayatta daha çok koşullu buyruklarla yaşıyor olmamızdır. Ne yaptığımızdan çok yapmaya çalıştığımız şeylere göre yargılanırız.
Kant, diğer hayvanlardan farklı olarak bizi insan yapanın tercihlerimiz ve onların etkileri üzerine düşünebilme yeteneğimiz olduğuna inandı. Bu yüzden bütün ahlak anlayışını saf aklın iradesi üzerine kurdu. Diğer hayvanlardan farklı olarak sadece içgüdülerimizle değil, aynı zamanda aklımızla da karar veririz. Kant bunu eylemlerimizin kaynaklandığı "maksimler" ile açıklıyordu. Maksim, altta yatan ilke, "neden bunu yaptın" sorusunun cevabıdır. Kant asıl olanın, eylemlerimizin altında yatan Maksim olduğuna inanıyordu. Eylemlerimizin yalnızca evrenselleştirilebilir bir Maksime dayanması gerektiğini iddia etti. Bir eylemi yaparken, 'Ya herkes böyle yapsaydı' sorusunun sorulması esastır. Kendimize özel, istisnai durumlar yaratamayız. Bunu başka bir örnek üzerinden anlatayım.
Bir manav olduğunuzu düşünün. İnsanlar sizden alışveriş yaptığında her zaman nazik olursunuz ve para üstünü eksiksiz verirsiniz. İşinize asla hile karıştırmazsınız. İşinizi böyle yaparsınız çünkü bilirsiniz ki dışarıda bir sürü sahtekar manav vardır. Bu şekilde müşterinin güvenini kazanacağınızı ve onların daha sık geleceğini düşünürsünüz. Eğer işinizi böyle yapmanızın tek sebebi buysa, bu hiç de ahlaki bir davranış değildir ve insanları kendi çıkarlarınız için kullanmanın bir yoludur. Kant, herkesin birbirine böyle davranmasının evrenselleştirilemez bir hareket olduğunu düşündüğü için bunu ahlak dışı kabul etmiştir. Ama işinizi iyi yapmanızın altında yatan ilke, "Başkalarını aldatma." Buyruğu ise bu ahlaki bir davranıştır. Bu evrensel bir maksimdir. Herkesin birbirine böyle davranmasında sorun yoktur. Başka türlü, herkes herkesi aldatsaydı güven duygusu yok olacak, ve içinde yaşaması olağanüstü tedirgin edici bir toplum ortaya çıkacaktı.
Tekrar belirtmekte fayda var ki Kant, ahlakı, iyi davranışlar sergilemek için onları teşvik edecek iyi duygular hissetme zorunluluğundan serbest bırakarak, her rasyonel birey için geçerli kıldı. Artık insanların olaylar karşısında ne hissettiğinin bir önemi yoktu. Herkes ne yapması gerektiğini biliyordu.
Fakat hayır, doğru olanı yapmadınız. Immanuel Kant der ki eğer yaralı adama sadece üzüldüğünüz ve endişe duyduğunuz için yardım ettiyseniz, bu hiç de ahlaki bir davranış değildir. Ahlaklı bir insan, kapısını açtığında karşısındaki manzaradan tiksinti duyuyor ve ürperiyor olsa bile yinede o adama yardım ediyorsa, ve bunun bir ödev olduğunu bildiği için yapıyorsa, sizin iyi duygularınıza sahip olmadan sizden ahlaki olarak üstündür. Ne hissettiğinin hiçbir önemi yoktur.
Bu ahlak felsefesinde devrim niteliğinde bir fikirdir. Çünkü Aristotelesçi geleneksel ahlak anlayışının aksine ilk defa birisi ahlaka duyguların karıştırılırmaması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü bazı insanlar empati ve merhamet duyar, bazıları duymaz. Bu büyük ihtimalle şansa bağlıdır. Eğer rasyonel ahlak anlayışıyla hareket etmeyen ve doğru duyguları hissetmeyen bir insan hikayemizde yer alsaydı, olay büyük ihtimalle yaralı adamın ölümüyle sonuçlanacaktı.
Ayrıca Kant, yalan konusunda da oldukça keskin bir anlayışa sahiptir. Yine aynı senaryoyu düşünelim. Adamı içeri aldınız, gerekenleri yaptıktan sonra kapınız tekrar çalındı. Bu sefer gelen büyük ihtimalle saldırgan, elinde bir bıçak var ve adamın nereye gittiğini görüp görmediğinizi soruyor. Adam içerde olmasına rağmen bir yalan uydururdunuz ve onun parka gittiğini söylüyorsunuz. Muhtemel katili uzaklaştırdınız ve adam güvende. Artık polisi arayabilirsiniz.
Ama yine Immanuel Kant'a göre yine yanlış olanı yaptınız. Kant, yalan söylemenin kesinlikle bir seçenek olmaması gerektiğini söyler. Hiçbir istisnası yoktur. Kant'ın ahlakına göre doğruyu söylemek bir ödevdir, yada kendi deyimiyle bir Koşulsuz Buyruk. Koşulsuz buyruklar, koşullu buyruklarla çelişir. Koşullu buyruklar; eğer X'i istiyorsan, Y'yi yap demektir. Koşulsuz buyruklar ise sadece, yap der. Bir emirdir, uyulması zorunludur. Söz konusu örnekte eğer yalan söylediyseniz ve katilin geldiğini anlayan adam gizlice parka kaçmış olsaydı onun ölümü bir parça da sizin suçunuz olacaktı. Kant der ki yalan söylemek asla makul görülemez. İnsanlar kendilerine istisnai durumlar uydurup yalan söylemek için bunların ardına sığınmamalıdır. Herkes işine geldiğinde yalan söyleseydi insanlar güvenilmez olurdu. Bu görüşün bize absürt gelmesinin sebebi; günlük hayatta daha çok koşullu buyruklarla yaşıyor olmamızdır. Ne yaptığımızdan çok yapmaya çalıştığımız şeylere göre yargılanırız.
Kant, diğer hayvanlardan farklı olarak bizi insan yapanın tercihlerimiz ve onların etkileri üzerine düşünebilme yeteneğimiz olduğuna inandı. Bu yüzden bütün ahlak anlayışını saf aklın iradesi üzerine kurdu. Diğer hayvanlardan farklı olarak sadece içgüdülerimizle değil, aynı zamanda aklımızla da karar veririz. Kant bunu eylemlerimizin kaynaklandığı "maksimler" ile açıklıyordu. Maksim, altta yatan ilke, "neden bunu yaptın" sorusunun cevabıdır. Kant asıl olanın, eylemlerimizin altında yatan Maksim olduğuna inanıyordu. Eylemlerimizin yalnızca evrenselleştirilebilir bir Maksime dayanması gerektiğini iddia etti. Bir eylemi yaparken, 'Ya herkes böyle yapsaydı' sorusunun sorulması esastır. Kendimize özel, istisnai durumlar yaratamayız. Bunu başka bir örnek üzerinden anlatayım.
Bir manav olduğunuzu düşünün. İnsanlar sizden alışveriş yaptığında her zaman nazik olursunuz ve para üstünü eksiksiz verirsiniz. İşinize asla hile karıştırmazsınız. İşinizi böyle yaparsınız çünkü bilirsiniz ki dışarıda bir sürü sahtekar manav vardır. Bu şekilde müşterinin güvenini kazanacağınızı ve onların daha sık geleceğini düşünürsünüz. Eğer işinizi böyle yapmanızın tek sebebi buysa, bu hiç de ahlaki bir davranış değildir ve insanları kendi çıkarlarınız için kullanmanın bir yoludur. Kant, herkesin birbirine böyle davranmasının evrenselleştirilemez bir hareket olduğunu düşündüğü için bunu ahlak dışı kabul etmiştir. Ama işinizi iyi yapmanızın altında yatan ilke, "Başkalarını aldatma." Buyruğu ise bu ahlaki bir davranıştır. Bu evrensel bir maksimdir. Herkesin birbirine böyle davranmasında sorun yoktur. Başka türlü, herkes herkesi aldatsaydı güven duygusu yok olacak, ve içinde yaşaması olağanüstü tedirgin edici bir toplum ortaya çıkacaktı.
Tekrar belirtmekte fayda var ki Kant, ahlakı, iyi davranışlar sergilemek için onları teşvik edecek iyi duygular hissetme zorunluluğundan serbest bırakarak, her rasyonel birey için geçerli kıldı. Artık insanların olaylar karşısında ne hissettiğinin bir önemi yoktu. Herkes ne yapması gerektiğini biliyordu.
Son düzenleyen: Moderatör: